Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Teknolojinin Sinir Ettiği Ebeveynler

Teknolojinin zirve yaptığı çağımızda günümüz insanları, birçok iş ve işlemlerini teknolojiden faydalanarak yapmaktadırlar. Buna rağmen iş ve işlerini yetiştiremeyen bu insanlar, günün yoğunluğunu ve işleri bitirememenin stresini akşamları evinde yaşamaktadırlar. Akşamları eve gelen bu insanlar; “Öf, bittim, ölüyorum!..” gibi  sözlerle duygu yoğunluklarını ifade etmektedirler. Zihinsel olarak yorgun olan bu insanlar, ister istemez duygu yoğunluğu da fazla yaşayacaklarından en küçük olumsuzluklarda sinir patlaması yaşayacaklardır.

Günümüz insanları eskisi gibi bağ bahçede kazma kürekle çalışmadıkları için, bedenen yorgun olmasalar da zihnen yorgun oldukları gerçek. İnsanlar zihinsel yorgunluklarında duygu yoğunluklarını fazla yaşadıkları da bir gerçek. Ancak şu da bir gerçek ki;  evlerde aile bireylerinin deşarj olma ya da tepki verme adına birbirlerine bağırabilecekleri haklılığını da ortaya koymamaktadır.

Evlerde aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük şeylere tahammülleri yok. Özellikle anne babalar, çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı tahammülün te’si kalmıyor. Evler sanki sükûnet yeri değil de birbirlerine bağırma yeri olmuş, herkes yorgunluktan birbirine bağırmaktadır.

Akşamları işten eve gelen babalar; çocukların en küçük seslerine ya da annenin azıcık çocuklarla ilgilen sözüne, kıyameti koparmaktadırlar. Anneler de sinirli bir şekilde babalara, çocuklarla iki dakika ilgilen dedik kıyameti koparıyorsun; akşama kadar ben nasıl tahammül ediyorum diyebilmektedirler. Doğru, anneler çocuklarına tahammül ediyorlar; ancak onlarında çocukların en küçük yaramazlıklarına karşı sinirlenmektedirler.

Anne babalar sanki sinir küpü olmuş patlamaya hazır birer bomba gibidirler. Aile bireyleri birbirlerine karşı en küçük anlayış ve sabır göster(e)memektedirler. Evde herkes birbirine bağırmakta ve en küçük bir olumsuzluklarda herkes birbirine patlamaktadır.

“Üzüm üzüme baka baka kararır.” atasözünde olduğu gibi anne babalar sinir küpü olunca çocuklarda ister istemez sinir küpü olacaktır. Babasına bir şey anlatmaya çalışan kardeşine ablası: “Kulağımın dibinde bağırıp durma ya!” diye tepki veriyor. Kardeşine tepkisini nedenini soran babaya abla:  “Okulda zaten kafam şişiyor. Sınıflar olmuş kırkar kişi, sınıf susmuyor hoca susturmak için bağırıyor…”

Anne babalar gerçektende sinirliler mi?

Anne babalar, duygu yoğunluklarında çocuklarına karşı göstermedikleri anlayış ve sabrı, eş, dost ve arkadaş çevresine fazlasıyla gösterebilmektedirler. Anne babalar, çocukların en küçük olumsuzluklarına karşı bayramlık ağızlarına açarlarken; dost ve arkadaşlarına karşı daha anlayışlı ve daha sabırlıdırlar.

Arkadaş çevresine; “Estağfirullah, önemli değil, ne demek, hay hay!” diye karşılık verilirken; çocuklardan gelen sıkıntılara karşı; “Ben sana kaç defa söyledim, ne anlamaz çocuksun!” gibi ifadelerle karşılık verilmektedir.

İş yerinde alçak gönüllü ve mütevazı olan bir baba, akşam eve gelince aynı anlayışı ve mütevazılığı eş ve çocuklarına karşı göster(e)mez. Telefonda arkadaşlarına kurduğu o güzel cümleleri eş ve çocuklarına karşı kur(a)maz.  Başka bir ifadeyle babalar, eşi ve çocuklarına gösterdiği sinirlilik ve umursamazlığı arkadaş çevresine göster(e)mez. Çünkü eşine ve çocuklarına davrandığı gibi davrandığı takdirde sonucun ne olacağını çok iyi bilmektedirler.

Annelerde iş güç, ev işi, mutfak derken yoğun bir koşturmanın ardından onlarda yorgun düşmektedirler. Yorgunluğa okuldan dönen çocukların dertleriyle ilgilenmek ve onların arkalarını toplamak da eklenince anneler iyiden iyiye çileden çıkmaktadırlar. Çocukların ilgi ve isteklerine karşı kimseyi çekemeyecek kadar yorgun olan bu anneler, aynı geribildirimleri konu komşu ve arkadaş çevresine ver(e)memektedirler.

Anneler yorgunda olsalar konu komşu ya da arkadaş çevresiyle konuşurken “Bacım, abla, ablam…” diye konuşurlarken, çocuklarına karşı en küçük sevgi ifade eden yumuşak cümle kur(a)mazlar.

Akşama kadar en güzel kelimeleri yumuşak bir şekilde arkadaşlarını kurmakta cömert davranan anne babalar; akşam evde çocuklarına bir o kadar cimrilik yaparlar. Akşama kadar yumuşak söz söylemekten yorulan birçok anne baba, çocukların ilgi ve alaka isteğine karşı verdikleri olumsuz geribildirimlerle çocukların isteklerine pişman ederler.

Yorgunluktan elini kaldıracak hali olmayan bu anneler, kapısını çalan arkadaşını en güzel şekilde karşılamakta ve “Ay ne iyi etinde de geldin, gel biraz laflayalım!” diyebilmektedirler. Ya da arkadaşının bir yere gitme davetini geri çevirmek şöyle dursun seve seve gidebileceği en güzel şekilde ifade etmektedirler. Aynı durumda bir bardak su isteyen çocuklara aynı güzel ifadeler verilir mi onun yorumunu da size bırakıyorum.

Hz. Musa (a.s)’a yumuşak söz söylemesini (“Ey Musa! Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster!” (Tâhâ,44) isteyen Rabbimiz,  eğitimleri konusunda anne babanın elinde birer emanet olan çocuklarla konuşurken ve onları eğitirken de yumuşak söz söylenmesi gerekmez mi?

Sonuç olarak Müslüman’a; güler yüz göstermek (Müslim, Birr,144) tebessümetmek (Tirmizi; Birr,36) ve yumuşak ve güzel söz söylemek (Buhârî, Edeb,34)sadakadır. Güler yüz, tebessüm ve yumuşak sözden eş dost ve arkadaş kadar, çocuklarında fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Bu sadakadan çocukları da mahrum bırakmak gerekir

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

Ahirette Hesap Bilinçaltıyla mı Verilecek!

1934 yılıydı. Kanadalı nörolog Wilder Penfield az sonra gireceği bir beyin ameliyatı için son hazırlıklarını da tamamlamıştı. Operasyon sırasında epileptik kadın hastasının duyma ve konuşma yetilerinden sorumlu temporal korteksinden bir parça alınacaktı. Ameliyat başlamadan önce hastaya sınırlı uyuşturma (lokal anestezi) uygulandı. Dolayısıyla bilinci yerindeydi, ancak operasyonun uygulanacağı bölgede acı hissetmeyecekti. Dr. Penfield epilepsi ameliyatları konusunda oldukça deneyimliydi. Hastalar bu ameliyat sırasında doktorla konuşabiliyor, sorduğu soruları yanıtlayabiliyorlardı. İlginç olansa, böylesi bir diyalogun beynin yalnızca bu bölgesi operasyon geçiriyorken gerçekleşebilmesiydi. Doktor, bu beyin bölgesinin niçin bu denli “özel” olabileceği konusunda her geçen gün daha da fazla kafa yormaya başlamıştı.

beyinBeyinde temporal kortekse uygulanacak elektriksel bir uyarım hastaların geçmişteki sıradan olayları en ince detaylarına kadar yeniden yaşamasını tetikliyordu.

Ameliyat başladığında, Dr. Penfield’i oldukça şaşırtan bir gelişme yaşandı. Kadın hastası, beyin ameliyatı masasında bebeğini doğurduğu ana geri dönmüş olduğunu iddia ediyordu. Öyle ki, bu bir anıyı hatırlama gibi değildi. O anı yeniden yaşamıştı, tüm o duygusal patlamaları, acıları ve duyusal hisleriyle birlikte. 

 Yine Penfield’in 1957’deki bir araştırmasında da bir kadının beynine elektrotlar yerleştiriliyor ve kadın çok küçük bir çocukken olan doğum günü partisiyle ilgili her şeyi yeniden yaşıyormuş gibi hatırlar. (http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/beyin.htm)

Penfield’ın bu araştırmaları her şeyin tüm detaylarına kadar beyne (bilinçaltına) kaydedildiğini göstermektedir. Günümüz doktorlarından da ameliyat sonrası narkozdan insanların kiminin gülerek, kiminin kızarak, kiminin zikir yaparak uyandıklarını duyarız. Yine sarhoşların, sinirlilik anlarında insanların avazı çıktığı kadar bağırmaları, argo kelimeler kullanmaları kişinin bilincinin devre dışı kaldığını ve bilinçaltındaki duygu ve düşünceleri ortaya koymaktadır.

Bunlar aslında insanoğlunun öbür dünyada vereceği hesabın “Nasıllığı” hakkında da bilgi vermektedir. Eğer bilincimiz devre dışı kalıp işimiz bilinçaltına kaldığı takdirde ahirette de hesabımızın ne kadar zor geçeceğini göstermektedir.

Bilincin devre dışı kalacağı hesap günü için Enes b. Mâlik diyor ki:

“Bir gün biz Resulullahın yanında bulunuyorduk. Resulullah güldü ve: “Neden güldüğümü biliyor musunuz?” dedi. “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedik. Resulullah dedi ki: “Kulun Rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul diyecek ki “Ey Rabbim, sen bana zulmetmekten beni beri kılmamış mıydın?” Allah “Evet beri kılmıştım.” diyecek. Kul, “Ben kendi aleyhime benim dışımda birinin şahitlik etmesine izin vermem.” diyecek. Allah ise: “Senin aleyhine bizzat kendi şahitliğin ve Kiramen Kâtibin meleklerinin şahitliği kâfidir.” diyecek ve onun ağzını mühürleyecektir. O kişinin organlarına: “Konuş” denecek organları da yaptığı işleri anlatacaktır. Sonra kişiye konuşma izni verilecek o da organlarına: “Kahrolun, ezilin. Ben sizi savunuyordum.” diyecektir. (Taberi Tefsiri 7/57-58).

Cenab-ı Hakk şöyle bu konuda buyurmaktadır:

“Biz o gün insan sınıflarından her birini önderleriyle (izinden gittiği kimselerle birlikte) çağıracağız. Artık kimin kitabı (amel defteri), sağından verilirse, onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmayarak okuyacaklardır.” (İsrâ,71). “Ve o gün ona, şimdi oku kitabını denecek, bu gün hesap görücü olarak sen, sana yetersin artık.” (İsrâ,14)“Yüce Allah, kula bu gün şahit olarak nefsin ve şahitler olarak Kiramen Kâtibin melekleri kâfidir, der ve sonra ağzı mühürlenir ve azaları da dünyada neler yaptıklarını anlatır.” (Müslim’den et-Tâc, V, 372). “O gün onların ağızlarını mühürleriz. İşleyip kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahadet eder.” (Yasin, 65).

Kaynak: Çocuklara Allah ve Namazı Bilinçaltıyla Sevdirebilmek, M. Emin Karabacak, Ensar Yayınlar, 2015.

Çocuk & Aile

Başarıyı “Telefonda” Arayan Öğrenciler

Belh Sultanı İbrahim Edhem Hazretleri, bir gece hanımıyla kuş tüyü yatakta yatarken hanımına “Hanım cennette de İnşallah seninle böyle beraber oluruz” der.  Tam bu sıra da sarayın damından ayak sesleri işitir. Sultan gece vakti sarayın damında dolaşılmasından dolayı sinirlenir ve:

“Kimdir o? Ne arıyorsun bu saatte damda?” diye seslenir.

“Devemi kaybettim onu arıyorum.” diye bir cevap gelir. Bunun üzerine Belh Sultanı:

“Damda deve mi olur be adam!” diye bağırır. Damdaki adam biraz duraksadıktan sonra:

“Ey hükümdar! Damda deve aranmayacağını biliyorsun da kuş tüyü yatakta cennet aranmayacağını neden bilmiyorsun! Damda deve aramak bundan daha mı acayip.” der.

Bu uyarı üzerine tahtını tacını bırakan Belh Sultanı, artık cenneti bulmak için mürşidi kâmillere hizmet ederek derviş olur.

Bugünün çocukları da kuş tüyü yatakta cennet arayan İbrahim Edhem Hazretleri ile damda deve arayan Hızır (a.s) gibi başarıyı cep telefonlarında ve sanal âlemlerde aramaktadırlar.

Bugünün çocukları odalarındaki kuş tüyü yataklara uzanarak ve son model cep telefonlarda sanal âlemlerde gezinerek cenneti değil de iyi bir lise ya da iyi bir üniversiteyi kazanmayı hayal etmektedirler.

Günümüz çocukları hem başarılı olmak istiyorlar hem de sanal âlemden çıkmak istememektedirler. Başka bir ifadeyle hem çok sevdikleri cep telefonlarından vazgeçmek istemiyorlar hem de çok istedikleri iyi bir lise ve üniversite kazanmak istiyorlar. Yani bir koltukta iki karpuz taşımak istemektedirler.

Seminerlerimizde kimler sınıfa girerken cep telefonunu kapatıyor diye sorduğumuzda öğrencilerin ancak yarısı evet diyebiliyor. Yine kimler evde ders çalışırken cep telefonunu kapatabiliyor diye sorduğumuzda ancak bir elin parmak sayısı kadar el kalkıyor. Yine çocuklara dünyada vazgeçemeyeceğiniz en önemli şey nedir diye sorduğumuzda da malumunuz olmak üzere cevap “cep telefonları” oluyor.

Bundan beş on sene öncesine kadar çocukların ders çalışmalarının önündeki en büyük engel televizyondu. “Hocam ders çalışmıyor, çok televizyon seyrediyor.” denilirdi. Günümüzde ise bunun yerini akıllı telefonlar aldı.

Cep telefonları günümüzde ders çalışma konusunda televizyondan daha büyük engeldir. Çünkü anne babalar, en azından çocukları ve izledikleri programları kontrol edebiliyorlardı.  Gerekirse uyarı yapıp televizyonu kapatarak odalarına ders çalışmak için gönderebiliyorlardı. Oysa cep telefonları konusunda ailelerin böyle bir şansı yok gibidir. Çünkü cep telefonlarının kapatılması söz konusu ol(a)mayacağı gibi odalarına göndermekte çocuklar için birer ödül olmaktadır.

Cep telefonları çocukların ders çalışmalarının önünde o kadar büyük engel oluştu ki çocuklarla beraber yatağa kadar girmektedir. Bunun da en büyük göstergesi uyurken bugün yastıklarının altında kitaplar değil de cep telefonu bulunmasıdır.

Yirmi dört saat açık tutulan cep telefonunu, ders çalışırken kapatabilmek için gerçekten güçlü bir irade ister. Onun için telefon kullanma ve kullandırma konusu verimli ders çalışma konusu kadar önem arz etmektedir.

Çocuklara hep verimli ders çalışma teknikleri hakkında bilgi verilir. Oysa ders çalışmanın önündeki en büyük engel olan cep telefonlarını verimli bir şekilde kullanma konusunda kafa yorulmamaktadır.

Çocuklar bir koltukta iki karpuz taşınamayacağı gerçeğini geç olmadan anlamaları gerekir. Çünkü insanın aynı anda hem ders çalışılıp hem de cep telefonuna girecek kadar dikkati geniş değildir. İnsan zihni sadece bir şeye adapte olabilmektedir.

Bir çocuk aynı anda hem ders çalışıp hem de arkadaşına SMS atıyorsa veya sanal âlemde çetleşiyorsa ya da ders çalışırken cep telefonuna kulaklığını takıp müzik dinliyorsa bu çocuk ders çalışma konusunda ailesini ve kendini kandırmaktan başka bir iş yapmıyor demektir.

Bazı çocuklar; “Ama hocam ben telefonsuz ders çalışamam!” derken bazıları da; “Hocam yazı yazarken ya da problem çözerken müzik dinleyebilirsiniz.”diyorlar.

Bizde onlara da diyoruz ki: “Yazı yazarken ya da problem çözerken öğrenme olmuyor mu? Yazı yazarken ya da problem çözerken dikkat lazım değil mi? Yarın sizler sınava girerken kulağınızda cep telefonun kulaklığı mı olacak? Yoksa sizlerin fizik, kimya, matematik gibi problem gerektiren derslerdeki başarısızlıklarının nedeni müziksiz sınava girmeniz mi?

“Bilinçaltı aptaldır. Ne söylerseniz, ne düşünürseniz onu doğru kabul eder. Şakadan hiç anlamaz…” (Joseph Murphy). Ders çalışırken bilinçaltınızı bu şekilde alıştırdığınızda sınavlarda da çağrışımlar hep cep telefonu olacaktır. Sınavlara da cep telefonlarıyla girilmediğine göre…” diyoruz.

İsyanımı Eşimin Huysuzluğundan Anlarım!

Cenab-ı Hak tarafından “En güzel biçimde yaratılan.” (Tin,4)  insanoğlu, evlilik hayatında da kendisinden beklenen aynı güzelliği gösterememektedir. Evlilikte de kendisinden sadece kul olunması istenen insanoğlu, hayat şartlarını ve zamanının olmadığını bahane ederek, sorumluluklarını yerine getirmemektedir.

Cenab-ı Hakk’ın; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât,56) buyurduğu ve görevi sadece Allah’a kulluk olan insanoğlu, çoğu zaman yaradılış gayesi dışına çıkmaktadır.

Söylem olarak en iyi şekilde kul olmak istediğini söyleyen insanoğlu, davranış olarak söylemlerin tersini yapmaktadır. Allah’a kul olma konusunda söylemleriyle davranışları arasında tutarsızlık içinde olan insanoğlu, bu haliyle hem bu dünyasını hem de öbür dünyasını sıkıntıya sokmaktadır.

Gönderiliş gayesi Rabbine kulluk bilincini unutan insanoğlu, mutlu olmak için farklı alanlara yönelmektedir. Evlilikte mutluluğu Rabbine kul olmakta aramak yerine dışarıda arayan insanlara, Cenab-ı Hakk tarafından kendilerinin de tarif edemedikleri sıkıntılar verilmektedir. Adını kendilerinin de koyamadıkları bu sıkıntılardan kurtulmak içinde eşler, huzur ve mutluluğu değişik şeylerde ve farklı yerlerde aramaktadırlar.

Aile içindeki huzursuzluğun nedeni için seleflerden biri şöyle der: “Ben Allaha karşı isyan ettiğimi eşimin ve atımın huysuzlanmasından anlarım.” (Evliyalar Ansiklopedisi, İstanbul,1992)

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur. Geriye kalan yarısı içinde Allah’a Karşı gelmekten sakınsın.’’ (Heysemi, Mecme’u’z Zevaid, No: 7310)

Eskiden hanımlar eşlerini işe gönderirken: “Aman bey, bize haram para getirme, biz açlığa dayanırız; fakat cehennem ateşine dayanamayız.” anlayışı vardı. Gelinlik kız aranırken de  “Helal süt emmiş” biri olmasına dikkat edilmesinin temelinde bu yatmaktadır.

Oysa günümüzde öyle mi? Gelsin de nerden gelirse gelsin anlayışı ile gelin ya da damat adayında sorulan ilk soru; nerede çalışır ya da babası ne iş yapar sorusudur. Gelin ya da damat adayının ahlakı sorgulanmadan ve sadece maddiyata dayalı yapılan birde buna nerden kazanıldığına bakılmadan yapılan evliliklerde aile içi kavgalar eksik olmayacaktır.

Behlül-i Dânâ Hazretleri bir gün Harun Reşid’den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar denetimini verdi.

Behlül Dânâ Hazretleri hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncıya sordu:

-“Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam da her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu.

Behlül Dânâ Hazretleri bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid; “Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?” der.

Behlül Dânâ Hazretleri: “Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.” der

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Anı Yaşamak.. Çarşı Pazar Ağalığı Kimde?

Behlül Dânâ Hazretleri bir gün Harun Reşid’den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar denetimini verdi.

Behlül Dânâ Hazretleri hemen işe koyuldu. İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncıya sordu:

-”Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?” Adam da her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu.

Behlül Dânâ Hazretleri bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid: “Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?” der. (Mehmet Kerimoğlu, Sufi Hikâyeleri, Karanfil Yay. İst. 2004 )

Behlül Dânâ Hazretleri:“Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.” der.

Cenab-ı Hak tarafından “En güzel biçimde yaratılan.”(Tin,4) insan, yaşam adına kendisinden beklenen aynı güzelliği gösterememektedir. Kendisinden sadece kul olması istenen insan, hayat şartlarını ve zamanının olmadığını bahane ederek, sorumluluklarını yerine getirme konusunda ikilem içinde kalmaktadır.

Cenab-ı Hakk’ın; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât,56) buyurduğu ve görevi sadece Allaha kulluk olan insan, çoğu zaman yaradılış gayesi dışına çıkmaktadır. Söylem olarak en iyi şekilde kul olmak istediğini söyleyen insan, davranış olarak söylemlerin tersini yapmaktadır.

Rızkına Cenab-ı Hak tarafından kefil olunan insanoğlu “Hakikat insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.” (Necm,39) ayetine rağmen; sanki kendisine taksim edilenden daha fazlasını alabilecekmiş gibi istek ve heves içinde bulunmaktadır. Bu istek ve heves, insanın, kendine verilen sorumluluk ve kulluk bilincini unutmasına sebep olmaktadır.

Gönderiliş gayesi Rabbine kulluk bilincini unutan insan, mutlu olmak için farklı alanlara yönelmektedir. Mutluluğu ve huzuru Rabbine kul olmakta aramak yerine başka etmenlerde arayan insanlara, Cenabı Hak gelecek kaygısı ve anı yaşayamama sıkıntısı vermektedir. Buna bağlı olarak insanlar da geçmişine yönelik pişmanlık ve gelecek kaygısı için kıvranıp durmaktadırlar.

Allah’a kul olma konusunda söylemleriyle davranışları arasında tutarsızlık içinde olan insan, bu haliyle hem bu dünyasını hem de öbür dünyasını sıkıntıya sokmaktadır.

Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; “İnsanların içine nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?” diye sorulunca; “Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz.” der. (Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, İst.1992)

İnsanlar, Allah’a kulluklarını unuttukları zaman Cenab-ı Hak tarafından kendilerine tarif edilmeyen sıkıntılar verilmektedir. Adını kendilerinin de koyamadıkları bu sıkıntılardan kurtulmak için insanlar değişik yerlerde ve farklı çevrelerde aramaktadırlar.

“Abbasi Halifesi Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül Dânâ’ya tembih etti:

– Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.

Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıkageldi. Harun Reşid şaşırdı:

– Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin.

Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.” (Mehmet Kerimoğlu, Sufi Hikâyeleri, Karanfil Yay. İst. 2004)

Günlük yaşamında anı yaşama bilinci gelişmeyen bu insanlar, kulluk vazifelerini yerine getirirken de anı yaşamayacaklardır. Günlük hayatta insanların, zaman yetersizliği gibi bahanesinden ve aceleciliklerinden dolayı ibadetlerinde de anı yaşayamadıklarına şahit olmaktayız.

Bazı insanların oruçlu olmanın şuuruna varmak ve anı yaşamak yerine; açlığa bağlı olarak sinirlilik, sabırsızlık, iftara kadar zaman öldürmek gibi davranışlar sergilediğini ve kulluğun hazzını yaşayamadığını görüyoruz.

Camiden çıkarken acelece çıkma, günlük namazları camide kılmama, namazları tadili erkâna riayet etmeden kılma, namazlardan sonra tespih çekmeme ve dua yapmama, namaz sonrası duaları kısa veya yarı kalkerken yapma gibi durumlar kişinin kullukta ve ibadette anı yaşamadığını göstermektedir.

Kuran-ı Kerim’i normal kitap gibi okuma, elindeki tespihi öylesine çekme, namazını hareketten öteye götürememe insanların kulluk bilincinin farkına varamadıklarını göstermektedir.

Zamanın kısıtlığından şikâyet eden bu insanlar, ibadetleri ifa etmede yavaş davranırken ibadetleri eda ederken de aceleci davranırlar. Yine bu insanlar film, maç, eğlence gibi konulara hem zaman bulma hem de anı yaşama konusunda cömert davranmaktadırlar.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net