Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

AHKÂM-I ŞER’İYEDE NAKLÎ DELİL ESASTIR!

 

AHKÂM-I ŞER’İYEDE NAKLÎ DELİL ESASTIR!

 

“Dokuzuncu Nükte: Mesail-i şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.

Bir kısmına “Makul-ül mana” tabir edilir. Yani: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebeb ve illet değil. Çünki hakikî illet, emir ve nehy-i İlahîdir.

Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüzbin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de: “Şeairin faidesi, yalnız malûm mesalihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: “Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir.”

Halbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev’-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nev’-i beşerin netice-i hilkatı olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlahiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak? M:397

“Beşincisi: Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki Şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı Şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.

Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır.

Hikmet ve maslahat ise; tercihe sebebdir, îcaba icada medar değildir.

İllet ise, vücuduna medardır. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki rek’at kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünki illet var.

Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatın aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semavî değildir.

İkincisi: Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzât saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Halbuki Şeriatın nazarı ise, evvelâ ve bizzât saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede -âhirete vesile olmak dolayısıyla- dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın nazarı, ruh-u Şeriattan yabanidir. Öyle ise, Şeriat namına içtihad edemez.” S:482

«!  Yahut; acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, “aklımız bize yeter” deyip sana ittibadan istinkaf mı ederler. Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünki bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.” S:386

Veyahut: Aklı hâkim yapan mütehakkim Mu’tezile gibi kendilerini Hâlıkın işlerine rakib ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelal’i mes’ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin inkârlarından bir şey çıkmaz. Sen de aldırma. ” S:387

 

Örülmüş kalın bir şeridi açıp dağıtmak manasını ifade eden “nakz” tabiri, yüksek bir üslûba işarettir. Sanki Cenab-ı Hakk’ın ahdi; meşiet, hikmet, inayetin ipleriyle örülmüş nuranî bir şerittir ki, ezelden ebede kadar uzanmıştır. Bu nuranî şerit, kâinatta nizam-ı umumî şeklinde tecelli ederek silsilelerini kâinatın enva’ına dağıtır iken, en acib silsilesini nev’-i beşere uzatmıştır ve ruh-u beşerde pek çok istidad ve kabiliyetlerin tohumlarını ekmiştir. Fakat o istidadların terbiyesini ve neticesini cüz’-i ihtiyarînin eline vermiştir. O cüz’-i ihtiyarînin yuları da şeriatın ve delail-i nakliyenin eline verilmiştir.

Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın ahdini bozmamak ve îfa etmek, ancak o istidadları lâyık ve münasib yerlerine sarfetmekle olur. Ahdin nakzı ise, bozmak ve parçalamaktan ibarettir. Meselâ: Bazı enbiyaya iman ve tasdik, bazılarını inkâr ve tekzib; bazı hükümleri kabul, bazılarını red; bazı âyetleri tahsin, bazılarını kabih ve çirkin görmek gibi. Zira böylece yapılan nakz-ı ahd; nazmı, nizamı, intizamı ihlâl eder, bozar.” İ:173

“Sual: Kur’an zaruriyat-ı diniyedendir. Zaruriyatta ihtilaf olamaz. Halbuki müfessirlerce verilen ayrı ayrı manaların bir kısmı, birbirine muhaliftir?

Cevab: Azizim! Kur’anın herbir kelâmı, üç kaziyeyi müştemildir:” İ:66

Birinci Nükte: “Kur’an-ı Hakîm’in esrarı bilinmiyor, müfessirler hakikatını anlamamışlar.” diye beyan olunan fikrin iki yüzü var ve onu diyen, iki taifedir.” M:388

S: Âlem-i İslâm ülemasının ortasındaki müdhiş ihtilafata ne dersin ve re’yin nedir?

C: Evvelâ:(*) Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb’usan ve encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki: Re’y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki re’y, ekseriyetin naziresidir.” Sti:71

 Selam ve Dua ile

 

____________

(*): Bir zaman böyle demiştim.

 

www.nurnet.org

AHiRZAMAN FİTNESNDEN UZAK DURMAK

AHiRZAMAN FİTNESNDEN UZAK DURMAK

Tatbiki Şekli. Yani “Nelerden Uzak Durulacak?

“Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan her asırda her ferde hitab eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i şamile ile herşeye bakabilir; ve madem ülema-i İslâm’ın ittifakıyla, âyetlerin mana-yı sarihinden başka işarî ve remzî ve zımnî müteaddid tabakalarda manaları vardır.

Ve madem يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا   gibi hitablarda her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki mü’minler gibi dâhildir.

Ve madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur’an ve Hadîs ihbar-ı gaybî ile, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.”  (K: 186)

Altıncı Mes’ele: Rivayette var ki: “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra

مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

Allahu a’lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.

İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.” (Ş: 584)

“Yine o ehl-i dalalet fırkaları, siyaset yoluyla Hülâgu Cengiz fitnesini İslâmların başına getirdiler. Bu fitneden hem hadîs, hem Hazret-i Ali Radıyallahü Anh sarih bir surette aynı tarihiyle işaret ediyorlar.

Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddid hadîsler, hem çok işarat-ı Kur’aniye aynı tarihiyle haber veriyorlar. Buna kıyasen, ümmetin geçireceği safahatı küllî bir surette bir hadîs beyan ettiği vakit, bazan o küllînin birtek hâdisesini, misal olarak tarihi gösterir.

Böyle müteşabih ve manası tamam anlaşılmayan hadîslerin Risale-i Nur eczaları kat’î bir surette tevillerini beyan etmiş. Yirmidördüncü Söz’de ve Beşinci Şua’da, bu hakikatı düsturlarla beyan etmiş.” (Ş: 332)

“Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin

Penceresinde Oturmuştum

Karşısında bulunan Lise mektebinin büyük kızları onun avlusunda gülerek raks ederken, onları, o dünya cennetinde cehennem hûrileri hükmünde gördüm. Fakat birden elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Onların gülmeleri elîm ağlamaları suretini aldı. Ondan bu gelen hakikat inkişaf etti. Yani, elli sene sonraki hallerini manevî ve hayalî bir sinema ile gördüm ki: O gülen altmış kızdan ellisi; kabirde azab çekiyorlar, toprak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nazar-ı nefretini celbediyorlar. Ben de onlara ağladım.

Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki;o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi,  senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.” (G: 17)

“Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele-İ Mühimme

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.

Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar.

Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.” (G: 24)

“Risale-i Nur’daki mukaddes Kur’an hakikatleri bizim kalblerimize işliyor, kalbimizde nurdan muhabbet alevleri yandırıyor, imanımıza kuvvet veriyor, maneviyatta derecatımızı yükseltiyor. Risale-i Nur bizi fitnelerden uzaklaştırıyor, tarîk-ı müstakime, Kur’an yoluna intisab ettiriyor.

Bizi şeytanların, cinnîlerin ve bizi din perdesi altında aldatıcı, kandırıcı kimselerin şerlerinden emin kılıyor. Hak Teâlâ Hazretleri siz Üstadımızdan ebediyen razı olsun, uzun ömürler versin… Siz Üstadımıza olan şükranlarımız sonsuzdur.” (Hn: 154)

Bediüzzaman Said Nursi

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

WWW.NURNET.ORG

Ahmed Kalkan’a Cevaplar!

Nurculuk ve Gülen Hareketinin Din Anlayışı/Ahmed Kalkan isminde ki videoda Selefi ve Tekfirci anlayış ve islamoğlu ve bayındır ağzı ile konuşan videoya cevaptır.

Bu vatandaş ezbere ve mustafa islamoğlunun ve a. bayındırın ve selefi/vehhabi/harici ve tekfirci ağızla ve bunun önüne koyulan metni papağan gibi okumaktadır.

1 – Kendi karman çorman hatıraları ile bir şeyler anlatıyor.

2 – 25. dk de dediği yeri “risalelerin her harfine 20 sevap verilir”

3 – imanla kabre girmek meselesi ise okuduğumuz iman hakikatleri insanın manevi aleminde perçinleşip şeytanın insanın imanını çalamamasıdır.

4 – f. gülen ile nurculuk arasında bir bağ ve bağlantı yok.

5 – 25.48’de kur’an ayetlerinin sayıları yanlış vurgulanmış demekte ama, önüne koyulan metinde kaç tane olduğu yazmadığı için bu sakallı m. islamoğlu ve varyentalleri gibi mesnedsiz konuşmaktadır.

6 – 26.00 dk de kur’anda adı geçiyor mesele ise: bu sakallı arkadaş ne diyor ebced hesabı ile diyor. yani ebced hesabı denk geliyor. yani bu ebced hesabı bir realitedir.

7 – 27 de dediği “kendisine vahy geliyor..” bediüzzaman hayata iken kendisine bu yaftayı chp zihniyeti yapmıştı. bu sakallı arkadaşta chp’nin yolunda yürüyerek böyle bir dahiyi – AKLINCA ÇÜRÜTMEYE VE YERİNE KENDİSİNİ KOYMAYA ÇALIŞMAKTA-

bediüzzaman asla sahte peygamberlik iddiasında bulunmamıştır.

ihtar edildi, hatırlatıldı manasındadır. daha ihtar ile ilhamı veya vahyi ayırt edemeyip geçip öyle artistlik olsun diye konuşması kendisini gülünç duruma düşürmekten öte bir şey değildir.

8 –  F. GÜLEN’İN RÜYA MESELESİ İSE: bizce de bu üfürüktür.

9 – 29.16 da: KALKAN DİYOR Kİ “Cehennem’de vücudumu büyüt kafirlere yer kalmasın diyor” demiş bediüzzaman için.

BEDİÜZZAMIN ESERİNE BAKALIM: “”Cehennem’de vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imana yer kalmasın. Sözler SH: ( 757 )”

Burada gene KALKANIN müfteri olup, iftira ettiği ve kitapları okumadan islamoğlu gibilerin iftira, zırva, düzmece açıklamalarını tekrar ettiği ortadadır.

Bu iftiralar da ona kul hakkı olarak ahirette yeter zaten.

Cehennemle alakadar :   https://www.youtube.com/watch?v=I8YBSYIUbN8

30.42: KALKAN: “cehenneme atılmaya hazırlar.” demekte cehenenmin 7 mertebesinin özelliklerini bilmemesinin ifade edilmiş bir halidir. Bu kadar fedakarım manası da çıkmaktadır buradan.

10 – 29.45te insanları kurtarmak için, iftira, yalan gibi şeyler söyleyelim kısmı gene KALKAN’ın iftira ve hezeyanıdır.

BEDİÜZZAMAN BİR ESERİNDE YALAN (KİZB) HAKKINDA DİYOR Kİ:

kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir. Bu işaret dahi, kizbin ne kadar tesirli bir zehir olduğuna bir şahid-i sadıktır.
Zira kizb küfrün esasıdır.
Kizb nifakın birinci alâmetidir.
Kizb kudret-i İlahiyeye bir iftiradır.
Kizb hikmet-i Rabbaniyeye zıddır.
Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbdir.
Âlem-i İslâmı zehirlendiren ancak kizbdir.
Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren kizbdir.
Nev’-i beşeri kemalâttan geri bırakan kizbdir.
Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ü rüsvay eden kizbdir.
İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen kizbdir.
                       İşarat-ül İ’caz ( 82 )11- 30.53: KALKAN: Bi sürü hurafeler söz konusudur. demekte.  vehhabiliği reddettiği; şefaat, vesile kılmak.. gibi şeyleri kastediyor.

şefaat ve vesile kılmak ehl-i sünnet itikadında vardır. kendisi sanırım vehhabi/harici olduğu için bu kavramdan yoksundur.

ŞEFAATİ REDDEDEN MAHŞERDE ŞEFAATTEN MAHRUM KALSIN.

12 – 31’DE KALKAN DİYOR Kİ: “LA ‘  SIZ islam” yani kelime-i tevhiddeki MUHAMMEDURRASULULLAH’sız demek istiyor.

BEDİÜZZAMAN’A BU MEVZUDA YAPILAN SUALDE İSE:

“Peygamber’i işiten ve davasını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenab-ı Hakk’ı tanımaz. Onun hakkında, yalnız Lâ ilahe illallah kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez.

kâinatın medar-ı fahri ve nev’-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter.
Mektubat ( 336 ) “13 – GÜLENİN Gemi mevzuu gibi şeylerde israil yanlısı beyanda bulunması bizlerinde hoşuna gitmeyip, yanlış bulmaktayız.

14 – ecevit için şefaat ise bir gülenin bir safsatasıdır.

15 – 4.35′ te: kendi şahsına münhasır bir yapısı var.  demekte. evet, nurculuk bir tasavvufi veya harici anlayış değildir.16 – 5. 40’ta anlatırken f. gülen’den anlatırken sanki kendisini nurcu gibi taktim edip, gülen üzerinden nurculara yüklenmek manası gizli olarak bulunmaktadır. gülen nurcu değil ve hareketide nurculuk değildir.

17 – 6.40’ta ise: f. gülen nurculuğu modernize ederk ileri götürdü. demekte kalkan. Lakin nurculuğun asliyetini ve tarzını bozmak ve Risaleleri üzerinde tahrifat yaparak veya elemanlarının yapmasına sessiz kalarak nurculuğa en çok darbe vuran kişi veya grup başkanıdır.

18 – 7. dk lerde güleni medih ederek şişirip sanki nurculuğun Bediüzzamandan sonra üstadı, hocası gibi göstermek istemektedir. taki gülene tabi olan gülenistlerin ve içlerine giren ajanların oyunları ile olan hataların hepsini NURCULARA YIKMAK İÇİN GÜLENİ ŞİŞİRMEKTEDİR.

19 – 7.00-7.08 ARASI Kalkan diyor ki: Kur’an ve Sünnete çok zıt anlayışlar vardır” deyip neler olduğunu söylememekte sadece ben bir şeyler söyleyim de ya tutturursam anlayışı hakimdir.

20 – 7.30 ve 8.15 lerde insanları cahillik ve korkaklıkla itham etmektedir. kimse tarikat ve nurculuğa eleştiri getirmemekte demekte.Burada Kalkan GÜLEN ile NURCULUĞU AYNI GÖSTERMEK ÇABASINDAN ÖTE BİR ŞEY YAPMAMAKTA.

21 – 8.40 LARDA Risaleleri eleştiren kimseler yok deyip basılmamış ve var mı yok mu belli olmayan kimse ve kitapları öne sürmektedir. HALBU Kİ O KAYAK GÖSTERDİĞİ KİTAPLARIN İÇERİSİNDEKİ YERLERİN HEMEN HEPSİ UYDURMA METİNLERDEN OLUŞMAKTA OLUP, RİSALELERLE ALAKASI YOTUR.

22 – 9.30LARDA halen güleni nurcuların hocası, abisi veya mümessili göstermeye çalışığ gazeteler de şöyle böyle demektedir. Halbu ki nurcular değil gülen ve tarzı gazetelerde eleştirilmektedir.

Nurcuların siyaset prensipleri bellidir.

23 – 11.10 larda KALKAN’ın dediği Türkçe istikla Marşı.. vs söylemeleri  hizmet olarak anlaşılmakta demekte. HALBU Ki biz nurcularca bunların bir ehemmiyeti yok, gülen ve adamları için ise bilemem o onların anlayışı.

24 – 11.40larda gülen için RiSALELERE BAĞLI DEMEKTE. Bunun böyle olmadığını RiSALELERİN TARZINA TERS HAREKETLERLE GüLEN KENDİSİ GÖSTERMEKTEDİR.

25 – 12.50 LERDE Bediüzzamanın keramet göstermesi vs.. mesellerde ise Bediüzzaman bu tip şeylerden kesinlikle kaçınmış ve bunlar fani ve geçici şeyler olduğunu söylediğini Baediüzzamanı okuyanlar görecektir.

Netice-i Kelam ise: Ahmet KALKAN bu videoda selefi/vehhabi/harici ve tekfirci anlayışla F. Güleni NURCULARIN YENİ ÜSTADI, HOCASI GİBİ GÖSTERMEYE ÇALIŞIP, GÜLEN VE ADAMLARININ HATALARI İLE NURCULARI VURMAK VE NAZARLARDAN, KIYMETTEN DÜŞÜNMEK İSTEMEKTEDİR.
ELİNDE OKUDUĞU METİN İSE, BAYINDIR VE İSLAMOĞLU GİBİ selefi/vehhabi/harici ve tekfirci anlayışa sahip kimselerin baştan sona iftiralarla düzmecesi olan sözüm ona kitaplardandır. önüne konan metni okuyan Ahmet KALKAN ise hakikatle alakası olmayan bir silik şahsiyettir.
Bu reddiyeyi yapmayı Risale-i Nur talebesi olarak kendime vazife addettim.
Selam  ve dua ile
Muhammed Numan ÖZEL
Risale-i Nur Araştırma Merkezi
Yozgatnur
www.NurNet.Org

 

Cehennem Mi Adem Mi?

ADEM’İN CEHENNEM’DEN EŞEDDİYETİ

 

Demek o kereme lâyıkve o rahmete şayeste bir dâr-ı saadet olacaktır. Yoksa gündüzü ışığıyla dolduran Güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzımgelir. Çünki bir daha dönmemek üzere zeval ise; şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı, meş’um bir âlete ve lezzeti eleme kalbettirmekle hakikat-ı rahmetin intifası lâzımgelir. (Sözler:65)

…Rahmetin cilvelerinden ve latif âsârından olan aşk ve şefkat ve akıl nimetlerine dikkat et. Eğer firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalîye, hayat-ı insaniye incirar edeceğini farz etsen; görürsün ki: O latif muhabbet, en büyük bir musibet olur.

O leziz şefkat, en büyük bir illet olur. O nurani akıl, en büyük bir bela olur.

Demek rahmet, (çünki rahmettir) hicran-ı ebedîyi, muhabbet-i hakikiyeye karşı çıkaramaz. (Sözler:521)

Aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi olan kuvve-i hayaliyeye denilse ki: “Sana bir milyon sene ömür ile saltanat-ı dünya verilecek, fakat âhirde mutlaka hiç olacaksın.” Tevehhüm aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla “oh” yerine “âh” diyecek ve teessüf edecek. (Sözler:88)

Muhabbet ve şefkati, firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde; vicdan, hayal ve ruh ne hale gireceklerdir. O muhabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir musibete, bir belaya inkılab eder.(İşaret-ül İ’caz:55)

Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalalettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar.

Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır.

Ecram-ı semaviyeden istimdad etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hacetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: Vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir.

Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni’ ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? (İşaret-ül İ’caz:28 )

Alem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur; Cehennem’den daha acı ve korkunç olan ademden, hiçlikten, i’dam-ı ebedîden, fena-i mutlaktan kurtulmak için daimî aşk ve şevkle her zamanda ve câmi’ mahiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanları ile, bütün dualar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı bâkiyeyi kuvvetli ve kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye (A.S.M.) ve hakikat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) şehadet edip nev’-i beşerin medar-ı iftiharı ve eşref-i mahlukat olduğuna imza bastığı gibi.. (Şualar:261)

Birinci Nükte:Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tövbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin.

Eğer sen dalalette boğulup çıkamıyorsanyine Cehennem’in vücudu, bin derece i’dam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünki insan hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes’ud olur. Şu halde sen ey mülhid, dalaletin itibariyle ya i’dam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehennem’e gireceksin!

Şerr-i mahz olan adem ise,senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl u neslin seninle beraber i’dam olmasından, binler derece Cehennem’den ziyade senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünki Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Her şey senin küfrün ile ademe düşer.

Eğer sen Cehennem’e girsen,vücud dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar.

Demek herhalde Cehennem’in vücuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına tarafdarlıktır.

Evet, Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelalinin hakîmane ve âdilane bir hapishane vazifesini gören dehşetli ve celalli bir mevcud ülkesidir. Hapishane vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zîhayatın celaldarane meskenleridir. (Şualar:229)

Birincisi:İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü dünya ile alâkadardır ve akaribiyle münasebetdar olduğu gibi, nev’-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebetdardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor.

Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeğe çalıştığı gibidünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeğe fıtraten mecburdur, çabalıyor.

Ve öyle arzuları ve matlabları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ Onuncu Söz’de işaret edildiği gibi, bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “ah” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi. (Şualar:222)

Madem bu zamanda küfr-ü mutlak Kur’an’a karşı çıkıyor. Küfr-ü mutlakta cehennemden ziyade dünyada da daha büyük bir cehennem var. Çünki ölüm madem öldürülmüyor. Her gün beşerde otuzbin cenaze ölümün devamına şehadet ediyor. Bu ölüm küfr-ü mutlaka düşenlere, yahut taraftar olanlara; hem şahsın i’dam-ı ebedîsi ve bütün geçmiş, gelecek akrabalarının da i’dam-ı ebedîsi olarak düşündüğü için, Cehennem’den on defa daha fazla dehşetli Cehennem azabı çeker.

Demek o Cehennem azabını küfr-ü mutlakla kalbinde duyuyor. Çünki herbir insan akrabasının saadetiyle mes’ud, azabıyla muazzeb olduğu gibi; Allah’ı inkâr edenlerin itikadlarınca bütün o saadetleri mahvoluyor, yerine azablar geliyor.

İşte bu zamanda, bu dünyada bu manevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çaresi var: O da Kur’an-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur eczalarıdır. (Emirdağ Lâhikası-2:244)

İnsaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i’dam senin başına gelecek.” Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak. (Hutbe-i Şamiye:25)

Sayfalar Envar Neşriyata Göredir.

 

www.NurNet.Org

Cevşen-ül Kebirin Hülasası

Cevşen-ül Kebirin Hülasası

Sual: Duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat’ın başında, Cevşen-ül Kebir’in doksandokuz fıkrasından bir fıkranın kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur diyecek. Mektubat ( 217 )  Burada geçen yeri Münacaat Risalesinde Göremiyoruz, izah eder misiniz?

 

Elcevap: Bu kısım Osmanlıca 3. Şua Risalesinde Geçmektedir. Şöyle Ki:

MUKADDİME

Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delâlet ettiği gibi..

Hem delâil-i kat’iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder.

Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve isbat eder.

Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.

Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin her bir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.

Said Nursî

 

Münacat

Bu Risale-i Münacat,

hem vücub-u vücud,

hem vahdet,

hem ehadiyet,

hem haşmet-i rububiyete,

hem azamet-i kudret,

hem vüs’at-i rahmet,

hem umumiyet-i hâkimiyet,

hem ihata-i ilim,

hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi harika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve halisiyet ve yakîniyet ile isbat eder.

Haşre işaratı ve bilhassa ahirdeki şiddetli işaratı çok kuvvetlidir.

_______________

Buradan anladığım bir mana ise Münacaat Risalesi Cevşende geçen sadece bir babın izahıdır. Yani tüm Cevşenin değil. Nitekim Cevşende 1001 tane esma var tam olarak.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL