Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Sedd-i Taassub

Sedd-i Taassub

 

“Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz.[1]Bu söz zamanın icrat sayfalarından ibaret olan tarihin sayfalarında kendisi izhar edip açığa çıkmaktadır. Zamanın muktezasınca hatt-ı hareket etmeyen kimseler zamanın çarkları arasında ezilip mahvolmaya mahkumdur. Bundan kaçış söz konusu değildir. Bizler ise ehl-i sünnet ve cemaat olan nur talebeleri de hizmetimizin istikametini muhafaza ve müdafa etmekle mükellef ve muvazzafız.

 

Bu vazifeyi ifa ederkende sakadat bizler için olmazsa olmaz olan bir esastır. Sadakat denildiği tarif edildiği gibi yapılmasıdır. Kendisine insanın bir hedef tayin edip o maksada müteveccihen hareket etmelidir. Bu hareketin neticesi kader, hadiselerin meydana gelmesi kazadır. Bizim hizmette ihtiyarımızı kullanmamız ise atâ olmaktadır.

 

Risale-i Nur Hizmeti Kimsenin Babasının çiftliği değildir. Bu sebeple kendin pişir kendin ye tarzında bir hizmet olmaz. Ama yapanlar var denirse ona da derim ki o Nur hizmeti olmaz kendi halinde bir şey olur. Bir nevi lokal hizmeti gibi.

 

Risale-i Nur Hizmetini bize bırakan ahirzaman müezzini Bediüzzaman Said Nursi (k.s.) bu hizmetin düsturlarını Lâhika mektubları olarak belirlemiştir. Bu Lâhika mektubları ise ahirzamanda istikametli hizmetin esaslarını, yöntemini, tarzını, şeklini göstermektedir. Barla ve Emirdağ Lâhikasının taktim kısmını her bir cümlesi yer yer kelimesi altı çizilerek “dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak.. [2]kıymetinde olan mehazlerden mürekkebdir.

Lâhika mektubları Ahmetin Mehmete yazdığı mektublar değil ahirzamanın hizmetinin tarzıdır, metodudur, mihengidir, tarzıdır, usulüdür. Bakın bu taktimin en son cümlesi ne diyor.” “Lâhika mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.[3] Bunu okuduktan sonra birisi şayet Lâhika mektublarından yol haritası çıkartmıyorya ya gaflete düşmüş, ya ülfete mübtela olmuş veya başka maksad gütmekten başka bir şey söylemek zorladığım halde gelmemekte.

 

Lâhika mektubları hizmetin temelinde değilse okunan kitaplar kişinin malumatını ve imanını arttırır lakin okunan hakikatler Lâhika mektubları ile hayata tatbik edilir. Ve o malumat ilme inkılab eder.

 

Lâhika mektubları hayatında tam manasıyla olmayan kimselerde “taassub perdesi..[4]o insanı bütün bütün sarar ve o perdede zahir hakikatleri taassub perdesi sebebiyle göremez olur ve basireti bağlanır.

 

“ taassub taşıyan..[5]kimseler kendi fikrinde olmayan kimseleri dalalet ve sapkınlık üzere görmektedirler. Bu ise acınacak bir haldir. “taassub ve tarafdarlığın müdahaleleri..[6]neticesinde o “ taassub taşıyan..[7]kimse ise bu fikir ve bakış açısının neticesinde yalnız kalmaya mahkum olmaktadır. Ve mürur-u zamanla kendisi gibi düşünenlerle görüşür hale gelmektedir. Bir nevi merdümgiriz olmaktadır. Veya taassubgiriz de denebilir. “ taassub taşıyan..[8]kimseler hakikatlerin anlaşılmasının önünde Yemen Padişahı olan İskender’in sedd-i çin’i gibi sedd-i taassub örmekteler.

 

Sedd-i taassubun’un banisi olan mutaassıb olan taassub sahibleri dimağ’ı bombalayarak sis içerisinde bırakmaktadır. Sedd-i sis örerek insanı bertaraf etmektedirler.

 

Sedd-i taassubun banilerin ise; Dediğimiz olacak diye yapılan dayatmaları ise asla kabul edilemez. İstikamet üzere olan sadece biziz, bizden ayrılırsanız dalalete düşersiniz, onların meşrebi bozuk, fırka-i naciye biziz…… gibi bir sürü martaval ve zırvaları söyleyenlere dikkat edip, direk bu taassub sahibi deyip ondan uzaklaşmak gerekir. Aksi halde bizleri de kendi taassub sahibi yaparak ne toplumda, ne şahsi hayatta, ne cemaatte istenmeyen kimseler haline getirecektir.

 

Taassub sahibleri insanların koyun gibi olmasını arzu eder ki insanları istediği yere sürsün, sevketsin. Kendisinin işine mani olanları da çeşitli bahanelerle cemaatten uzaklaştırmak için kurgular ve senaryolar yapar. Ya bir iftira, ya bir 3 – 5 kafadar bir araya gelerek hakkında meşveret kararı, ya …

 

Ehl-i dalaletin vekili ve taassub sahibi olan bir yere girince bakar kim ona mani olacak, kim onun keyfi hareketlerine mukabele edecek bunları tesbit eder. Ve bunları uzaklaştırmak için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Desiseler çoookk..

 

Taassub sahibi olan kimseler hakikatlerin fehmedilmesine mani teşkil ederler. Adeta civcivleri korumaya çalışan tavuk gibi gayesi insnaları başka meşrebe gitmeleri engellemek, kendisine veya anlayışına tabi etmeye çalışırlar. Bir zaman Konyada bir dershaneye gittim. Dersin son 3 dk’sine yetiştim. Dersi okuyan H.T. oranın önde gideni konumunda idi. Ders bitti ve bir başkası vastası ile haber geldi ki “Hacı abi seni istiyor.” baktım Mutfakta. Yanına gittim. “Hoş geldin nasılsın iyi misin?” dedikten sonra gelenler ikilemde kalabilirler oraya da gidelim diye bilirler bu sebeple bir daha buraya gelme.Dedi. Tamam ben zaten dershanede kalıyorum. Dedim. Giderken dedi “çayı iç sonra gidersin” dedi. Belki bu hadiseden 6 sene geçti ama dershanede içtiğim en acı çay oranın çayı olduğunu unutmadım.

Elimizde ahirzamanın reçetesi olan Risale-i Nur Külliyatı varken dişe dokunur birkaç entelektüel müdakkik ve muhakkik haricinde neden kimse yok olduğunu kendimize sormak lazım.

 

Risale-i Nur ile Topluma Yön Vermek hakkında bir makalede bunu teferruatlı olarak incelemiştik. Merak edenlere o makaleyi de tavsiye ederim.

 

Zannedersem nurculuğu tam randımanlı çalışmasına mani olan şey Taassubdur. Taassubdan başka bir şey değildir.

 

Taassub hakikatlerin engeli olduğu muhakkaktır. Asrın mütefekkiri “istibdad ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın; rast gelsem sille vuracağım.[9]” taassubun neticesi istibdaddır. İstibdadın en beteri manevi istibdadlardır. Maddi istibadlar bir şekilde sona erebilme lakin manevi istibdadlar ve tahakkümler sari illet bulaşıcı hastalık gibi sirayet etmekte. Müstebid kimselerin gölgesinde yetişen kimseler de müstebid olmaya ve büyüğünün istibdadını devam ettirmeye yardımcı olmaktadır.

 

Mesela dershane hukukunda bazı tedbirler hizmetin selameti için alınıyor ve uygulamaya konuyor. Sonra taassuba ve istibdada alışan kimseler yeni bir şeyi duyunca bu yapılan iş olmaz, etmez.. vs gibi çıkışlar yapmaktalar. Bunu duyan ve gören gölgede yetişenler yapılan işi tahkik etmeden itiraz ediyor ve falan abiler bunu kabul etmezse bu olmaz bunu lavederiz gibisinden konuşmaktadır.

 

Böyle atgözlüklü kimseler Hizmette geri vitesler olarak tesmiye ediyorum. ( buna dair “hizmette “r” geri vitesler” makalemize bakabilir.) mesela buna bir misal vereyim. Bir yerde bir okuma programı var. X meşrebine ait. Y meşrebinden kimsede müsaid olduğu için katılmak istiyor. Atgözlüklü kimseler “olmaz!” diye karşı çıkıyor. Neden dendiğinde ise “o bizden değil.” Denmekte.

Bu kadar bağnazlık olur mu? Okunan kitap aynı, istifade edilen memba aynı.

 

Zamanında birisi kolumuza girmiş bir yere götürmüş bizi bizde orada devam etmişizdir. Gideceğimiz yeri biz mi seçtik o zaman? Tabi ki hayır. O halde hamiyet-i milliyenin en dar dairesi meşrebciliktir.

 

Üstad bile “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.[10]” böyle dediği halde abimiz, hocamız, vakfımız dedi diye direk kabul eden aklı başkasının cebinde olanları anlamak çok zor. Bir akıl tutulması yaşamaktalar.

 

Nurculuk taklid mesleği değildir. Tahkik mesleğidir. Kimsenin sözünü alıp koynunda saklamaz. Nurculuk koyun sürüsü gibi aklını susturmuş değildir. Lakin hizmette ki geri vitesler hakikat mesleği içinde hakikat mesleğinden başka bir yol açmak peşinde olup ne dedi iem kabul edin, yapın havasında bir maksad takip ediyorlar. “Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay bir şey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat!” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.[11]böyle bir kaide konmuşken hüsn-ü zanna binaen delilsiz ve mesnedsiz olarak söylenen şeyler sanki Risalelerin esasatı gibi görmek, davranmak acınacak bir haldir. Zannımca nurun zahir ve batın düşmanları anlamışlar ki Nurculuk sosyal hayatta tezahür edip ehemmiyetli bir vazife deruhte ederse Değil Türkiye Belki Alem-i islam Ayağa kalkabilir. Bu sebeple yaşanan değil okunan bir nurculuk için çaba sarfediyorlar. Bunun için kaliteli çay içsinler, koltukları son konfor olsun, okudukları kitaplar atlas sayfalardan olsun.. gibi şeylerle uğraşıp nur balını yedirmek yerine kavanozun dış camını yalatmaktalar.

 

Genç nurcular taassuba fevkalade karşı olması şayan-ı taktirdir. “Nev’-i beşerde, hususan bu asrhürriyette ve bilhâssa medeniyet dairesinde hemen umumiyetle hüküm-ferma “hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev’-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz?[12]hürriyet tahdid altına alınamaz. Hele hele manevi mevzularda. Abim, hocam, vakfım, şeyhim dedi diye kabul edilemez. Eğer öyle olsa idi. Efela tefekkerun, yetefekkerun.. gibi ayetler nazil olur mu idi? Nurculukta taassub sahiplerinin dayatmalarına asla göz yumup hazmedemeyiz.

 

ümid, yeisle öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti. Şu hayat, âlem-i İslâm’daki galeyan eden fikr-i hürriyetten istimdad ederek umum âlem-i İslâm üzerine çökmüş olan istibdadmanevî-i umumînin perdelerini parça parça edecektir.[13]

 

“Taassub zamanı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelir..[14]geçmişte şu oldu bu oldu deyip arabayı dikiz aynasına bakarak sürmek yerine önümüze bakıp yolumuza öyle devam etmeliyiz. Arada dikizlere bakıp arkayı kontrol etmeliyiz. Araba dikizlere bakılarak sürülmez. Geçmişi kenara koyup ittihad ve ittifakımızı sağlamak için gayret göstermeliyiz. Taassub sahiplerinin seslerine kulak tıkamalıyız. Taassub bir hastalıktır lakin bilinmez ki tedbir alınsın.

 

“İslâmiyetin şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir.

 

Yoksa cehilden,

 

adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir.

 

Bence taassub.. bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir.[15]

 

Bizler elimizdeki hakikatlerle kendimizi donatıp mücehhez edip, çevremize nurlarla nur saçarak taassubdan uzak durarak, mütekebbir müstebidler uzak durarak hizmete devam etmeliyiz.

 

Unutmayalım ki nifak ihtilaftan, ittifak hüdadandır. Bizler de hakta ittifak ederek ihtilafa düşmemeliyiz.

 

Allahımız ahirzamanda kızgın ateş halinde olan imanı muhafaza ettirip selametle dar-ul ahiretin kapısı açmak nasip etsin. Dünyada istikametimizi kaybettirmesin inşaallah.

 

“Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz.[16]” “Meşreben ve fikren “müsavat-ı hukuk” mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdad ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallüb ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim. [17]

 

Selam ve dua ile    

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

 

[1] Münazarat ( 32 )

[2] Asa-yı Musa ( 249 )

[3] Barla Lahikası ( 9 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 254 )

[5] Şualar ( 334 )

[6] Muhakemat ( 37 )

[7] Şualar ( 334 )

[8] Şualar ( 334 )

[9] Tarihçe-i Hayat ( 72 )

[10] Münazarat ( 14 )

[11] Tarihçe-i Hayat ( 15 )

[12] Mektubat ( 430 )

[13] Münazarat ( 28 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 235 )

[15] Münazarat ( 89 )

[16] Barla Lahikası ( 64 )

[17] Tarihçe-i Hayat ( 184 )

 

Bediüzzaman 31 Mart Hadisesinde İttihatçı mı Padişahçı mı idi?

Sual: Bediüzzaman 31 Mart Hadisesinde ittihatçı mı padişahçı mı idi?

Bediüzzamanın 31 mart hadisesinde ittihatçılar namına hareket etmediğine dair:  

* “31 Mart Vak’ası”ndaki hizmetlerimle “İttihad ve Terakki” hükûmetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Câmi-ül Ezher gibi “Medreset-üz Zehra” namında bir İslâm üniversitesinin Van’da açılması teklifi ile karşılaştım. envar – Şualar ( 495 )

Bediüzzamanın 31 mart hadisesinde sehven tutuklandığına dair:

* Eskiden 31 Mart hâdisesinde çendan onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki, mes’ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden bela gördüler. envar & ihlasnur -Mektubat ( 416 )

Bediüzzamanın 31 mart hadisesindeki nutkunun tesiri:

* 31 Mart hâdisesinde Bâb-ı Seraskerî’de Şeyhülislâm ve ülemayı dinlemeyen sekiz taburu bir nutuk ile itaate getiren bir adam.. envar – Şualar ( 366 )

31 mart hadisesi Sultan tarafından değil Kraldan çok kralcı geçinenlerce olduğu

* 31 Mart hâdisesi denilen o saıka ve müdhiş fırtına, esbab-ı adîde tahtında öyle bir istidad-ı tabiîyi müheyya etmişti ki; neticesi herc ü merc … envar & ihlasnur -Tarihçe-i Hayat ( 73 )

(Otuz Bir Mart Hâdisesi Hakkında Bir Cevabı)

* Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyet’in meşrutiyetperver ve hamiyetli fedaileri, cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik edip, ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve nam-ı mukaddes şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i’lâ; ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sâbıkayı, muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. 

Sonra, sağını solundan farketmeyenler, hâşâ şeriatı istibdada müsaid zannederek, tuti kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz!” demekle, hakikî maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret bir nokta-i siyah! envar & ihlasnur – Tarihçe-i Hayat ( 83 )

Redd-ül Evham

31 Mart 1909

İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) cemaatine isnad ettikleri dokuz evham-ı fasideyi reddedeceğim.

Birinci Vehim: Böyle nâzik bir zamanda din mes’elesini ortaya atmak münasib görülmüyor.

Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.

لاَ خَيْرَ فِى الدُّنْيَا بِلاَ دِينٍ

Sâniyen: Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…

İkinci Vehim: Bu ünvan tahsisiyle, müntesib olmayanları vehim ve telaşa düşürüyor?

Elcevab: Evvel de söylemiştim. Ya mütalaa olunmamış veya sû’-i tefehhüme uğramış olduğundan tekrarına mecbur oldum. Şöyle ki:

İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) dediğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad muraddır. Yoksa İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murad değildir. Amma bir katre su da, sudur. Bu ünvandan tahsis çıkmaz. Tarif-i hakikîsi şöyledir:

Esas temeli, şarktan garba cenubdan şimale mümted ve merkezi Haremeyn-i Şerifeyn ve cihet-i vahdeti tevhid-i İlahî.. peyman ve yemini iman.. nizamnamesi, Sünnet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm).. kanunnamesi, evamir ve nevahi-i şer’iye.. kulûb ve encümenleri, umum medaris, mesacid ve zevaya.. o cemaatin ilelebed ve muhalled naşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiye ve her vakit naşir-i efkârı başta Kur’an ve tefsirleri (ve bu zamanda bir tefsiri, Risale-i Nur) ve i’lâ-yı kelimetullahı hedef ve maksad eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Reisi de Fahr-i Âlem’dir (Aleyhissalâtü Vesselâm).

Şimdi istediğimiz nokta, mü’minlerin teveccühleri ve teyakkuzlarıdır. Teveccüh-ü umumînin tesiri inkâr edilmez. İttihadın hedefi ve maksadı i’lâ-yı Kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını irşaddır. Bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasıd-ı meşruaya masruftur. Zira bu vazifeye müteveccih olan cem’iyetler pek az, kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasiyyunu irşad tarîkiyle siyasete taalluk edecektir. Kılınçları, berahin-i kat’iyyedir. Meşrebleri de muhabbet olduğu gibi, beyn-el mü’minîn uhuvvet çekirdeğinde mündemiç olan muhabbete şecere-i tûbâ gibi neşv ü nema vermektir.

Beşinci Vehim: Ecnebilerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var?

Elcevab: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zira merkez-i taassublarında İslâmiyet’in ulviyetine dair konferanslarla {Haşiye: Bismark ve Mister Karlayl gibilerin malûm beyanatlarına işaret eder.} takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı Kelimetullah’a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû’-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.

Amma ecnebilerin vahşi oldukları kurûn-u vustâda; İslâmiyet, vahşete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde, adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecnebiler medenî ve kuvvetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassub zâil olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbub ve ulvî olduğunu evamirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göstermek iledir. İcbar ve husumet, vahşilerin vahşetine karşıdır.

Altıncı Vehim: Bazıları, “Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden ittihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazım-ı medeniyeye münafîdir” diyorlar.

Elcevab: Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.

Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.

Sâlisen: Bazı sefih ve lâübaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.

Elhasıl: Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdad veya esaret-i nefis veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir. Böyle lâübaliler ve zındıklar iyi bilsinler ki, dinsizlik ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendilerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zira mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadına yakışır -istihsan ettiği- libası erkek giyse maskara olur.

Yedinci Vehim: İttihad-ı İslâm cemaati, sair cem’iyet-i diniye ile şakk-ul asâdır. Rekabet ve münaferatı intac eder.

Elcevab: Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından bu cem’iyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.

Sâniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.

İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cem’iyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cem’iyet-i ülemaya havale etmektir.

Sâlisen: İ’lâ-yı Kelimetullahı hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikata “püf, üf” eden, divaneliğini ilân eder.

Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.

Sekizinci Vehim: Ehl-i ittihad-ı İslâm olan buradaki cemaata, manen gibi sureten de intisab edenlerin ekserisi avam, bir kısmı da meçhul-ül hal olduğundan, fitne ve ihtilafı îma ediyor.

Elcevab: Belki ağraza adem-i müsaadesine binaendir. Hem de madem maksadı, ittihad ve i’lâ-yı Kelimetullahtır. Teşebbüsat ve harekâtı da ibadettir. İbadet câmiinde şah ve geda birdir. Müsavat hakikî düsturdur. İmtiyaz yoktur. Zira en ekrem, en müttakidir. Ve en müttaki, en mütevazidir. Binaenaleyh manen asıl hakikat-ı ittihada intisab ile beraber sureten onun nümunesi olan bu uhrevî ve sırf dinî cemaate intisab ile teşerrüf edecek, yoksa şeref vermeyecektir.

Bir katre, bahr-ı ummanı tezyid edemez. Hem de bir günah-ı kebire ile imandan çıkmadığı gibi, şems garbdan tulû’ etmediğinden tövbenin kapısı da açıktır.

Bir desti müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi, kendi de temizlendiğinden şimdi bu nümune-i ittihada intisab eden adama şartımız olan Sünnet-i Nebeviyeyi (Aleyhissalâtü Vesselâm) ihya ve evamirine imtisal ve nevahiden içtinab ve asayişe ilişmemek -elinden gelse- azm-i kat’î ile dâhil olan bazı meçhul-ül hal olanlar bu hakikat-ı âliyeyi lekedar etmez.

Zira kendi lekedar olsa da, imanı mukaddestir. Rabıta da imandır. Bu ünvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek; İslâmiyet’in kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini ahmak-un nâs ilân etmektir. Nümune-i ittihad olan cemaatimize -sair cem’iyat-ı dünyeviyeye kıyasen- leke sürmeyi, ta’riz etmeyi cemi’ kuvvetimizle reddederiz. İstifsar tarîkiyle bir itirazları olursa cevaba hazırız. İşte meydan…

Benim dâhil olduğum cemaat burada tafsil ettiğim ittihad-ı İslâmdır. Yoksa mu’terizlerin bâtıl tevehhüm ettikleri cem’iyet-i mütehayyile değildir. Bu dinî heyet efradı, şarkta olsa, garbda olsa, cenubda olsa, şimalde olsa beraberiz.   envar & ihlasnur – Hutbe-i Şamiye ( 93 – 101 )

Yukarıdaki mehaz ve beyanlara göre;

  1. a) Bediüzzaman ittihatçı/ittihatçıların adamı değildir.
  2. b) Bediüzzaman illa bir yeri tutmuş değildir.
  3. c) Bediüzzaman sükunet için çaba sarf ettiğini mezkur hutbe-i şamiyedeki metinde alenidir.

ç) Bediüzzaman asayişi sağlamak için nutuklar yazmış ve asakire hitap etmiştir.

sonuç:

Bediüzzamanın bu çalışması Netice itibari ile asayişe hizmetle Padişaha yardım etmiştir. Ama ne padişahçı ne de ittihadçıdır. Yani siyasi bir renk vermemiştir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Şiirlerle Nurun Kahramanları – Zübeyir Gündüzalp

zubeyir-gunduzalpFena fis-said Zübeyir Gündüzalp

 

Zübeyiridir Üstadımın..

Üstadımın başveziri..

Bediüzzaman’ı duydu..

Eyledi talim-i nuru..

Yazdı Risaleleri..

İrdeledi hakikatleri..

Rıza istedi her  daim..

 

Gündüzü geceye kattı..

Üşenmedi asla kar, kış..

Nicedir aradı kalbi üstadı..

Dünyasını her şeyini hakka adadı..

Üstüne fena fissaid sıfatı sindi..

Zamanın Bedi’inin Fedaisi..

Asla yılmadı Allahın mücahidi oldu..

Lakabı fenafis-said..

Pürnur olsun kabrin ağabeyimiz..

 

Zübeyir Gündüzalp (R.A.- R.H.)

 

Muhammed Numan

Dağın Yürüdüğünü Duyarsanız İnanın

Yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. [1]

Bu dünya hayatına gelen her insanın yolculuğu Kal-u Belâdan başlamıştır. Orada hazırun olarak tüm ruhlar bulundu.

İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.[2]

            Rahm-ı mader olan ana rahmine intikal eden insan, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık, kabir, haşir Cennet Cehennem rotalı bir yol haritası var. Kimisi bu haritanın her yerine uğrar kimisi bazı yerleri atlayıp direk kabre gider. Bu hadise ile yol haritası herkesin farklı olduğunu uzun kısalıkta anlamaktayız.

            Sabavet olarak tabir edilen 3. Viraj olan yolculukta insan olarak yaratılan mahluka çevreden müdahalelerle insanlıktan beşeriyete indirgenir. Yani fıtratı bozulmaya/değişime tabi tutulur. Bozulma ile fıtrata müdahale olur. Bu müdahaleler insanın özünü bozmakta.

            Çocuk çevresinden sürekli olarak bir şeyler öğrenir ve kendisine bir renk verir. Sanki bir cd gibidir. Sürekli her şey ve her yer o cd’ye yazılım yapmaktadır.

            Bu cd’nin nerede ise tam doluluk oranına ulaşma zamanı vardır. Kapasite dolmaya yaklaşınca artık bize ikazlar vermeye başlar. Çeşitli zamanda ikazlar vererek hafıza doluluk oranını belirtecektir. Bu doluluk iyi veya kötü nasıl olursa olsun ekseriya 40 senedir. Bu süre içerisinde cd’ler yazılmaktadır. Yazılan lakin silinmeyen bir cd olan insan seciyesi, karakteri bizlerin yol haritasında alınan şeyleri ihtiva etmektedir.

            İşte bu cd misal insan fıtratı, mizacı ise yaş 40 zamanına tekabül etmektedir. Artık insanın ömrünün 40larına yaklaşınca fıtratında değişiklikler yapması zorlaşacaktır hatta imkansız olacaktır.

            Yaşı 40’a gelen. Buraya merdiven dayayan kimselerde seciye, karakter değişmemektedir. Artık cd izlenmek için koyulduğunda cd içerisi bize görülür.

            Bir çok kimsenin 1 dakikalığına olsun dünyaya gelmek için Allah’a yalvardığı o 1 dakikayı bizler şimdi yaşamaktayız. Ve rüsuh peyda etmekteyiz her hadisat ile. Bir şey insanda rüsuh peyda ederse onun değişmesi imkansızdır. Hatta Suyuti’te “Dağın yürüdüğünü duyarsanız inanın, insanın huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın” Hadis-i şerifi de bu mevzumuza ışık tutmaktadır.

            O halde bizler de cd’mizi ona yazmalıyız. Unutmayalım ki elma ekip armut toplayan yoktur. Testide ne varsa dışına da o sızar. O halde azami dikkat! Kaygan ve Gevşek zemindeyiz.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] İşarat-ül İ’caz ( 107 )

[2] Mesnevi-i Nuriye ( 223 )