Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Meşveret Esası

 Risale-i Nur Külliyatında

 

 

Meşveret Esası

 

  

Bediüzzaman Said Nursi

 

*: Sayfalar Envar Neşriyat’a göredir!

 

Her­ şeyde meşveret hü­küm­fermâdır.[1]

 

 

Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder.

 

Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. [2]

 

Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.

 

وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor. Evet, nasılki nev’-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.

 

Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl ferdler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların kayıdlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.[3]

 

Eğer denilse: Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmiyet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?

 

Elcevab: Nur’un Yirmi birinci Lem’a-i İhlasında izah edildiği gibi; haklı şûra ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlas ve tesanüd-ü hakikî ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor.

 

Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şûra-yı şer’î ile yaşıyabilir. O düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.[4]

 

«Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat ol­malıdır. Bil­hassa bu zaman­larda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir he­yetin tesanüdüyle ve o he­yetin telâhuk-u efkâ­rından ve ruhlarının tenasü­büyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassubların­dan âzâde olarak tam ihlâsla­rından doğan dâhi bir şahs-ı mânevîde bulu­nur[5]

«Saltanat-ı efkârın icrâa-yı hasenesindendir ki: Hakaik-i İslâmiyetin güneşi, evham ve hayalât bulutla­rın­dan kurtulmuş, her yeri tenvire başla­mıştır. Hattâ dinsiz­lik bataklığında taaffün eden adamlar dahi o zi­ya ile isti­fa­deye başlamıştırlar.

Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, bürhan-ı kàtı’ üzerine teessüs ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabitle hakaikı rab­tey­lemesi­dir. Bunun neticesi: Batıl, hak suretini giy­mekle efkârı al­datmaz.» [6]

Meşveret-i şer’iyenin idare sistemine ve efkâr-ı milli­yeye bakan hikmet­leri:

«Meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer sa­adetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürri­yet­teki irade-i cüz’i­yeyi istibdat ve tahakkümün be­lâsından kur­taran meşve­ret-i şer’iyenin maya­sıyla mayalandıran meşrutiyet-i meş­rua sizi her­kes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülû­ğu­nuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mev­cudiyetinizi ittihadla göste­riniz ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteri­niz. Yoksa, sıfır çe­kecek ve şehadetnâme-i hürriyeti eli­nize vermeyecektir.» [7]

7- «S – Âlem-i İslâm ülemasının ortalarındaki müt­hiş ihti­lâfata ne dersin? Reyin nedir?

C – Ben âlem-i İslâmiyete gayr-ı muntazam veya inti­zamı bozul­muş bir meclis-i meb’usan ve bir encü­men-i şûrâ nazarıyla bakıyo­rum. Şeriattan işitiyoruz ki, rey-i cum­hur budur, fetvâ bu­nun üzerinedir.» [8]

«S – Acaba kâinatta, şu meclis-i âli-i İslâmî, şu ser­gerdan küre şeh­rinde bir intizamı daha bulamayacak mı­dır?

C – İman ederim ki, umum âlem-i İslâm, mil­let-i insa­niyede ve Âdem kavminde bir mec­lis‑i meb’usan-ı mu­kaddese hükmüne geçe­cek­tir. Selef ve halef, asırlar üzerinde birbirine bakıp ma­beynle­rinde bir encümen-i şûra teşkil edecek­lerdir. Fakat, birinci kısım olan ihtiyar ba­balar, sâki­tane ve si­tayişkârane dinleyeceklerdir.» [9]

Bediüzzaman Hazretleri hem Osmanlı Devletine hem gele­cekteki  ce­mahir-i müttefika-i İslâmiyyenin si­yaset eh­line, şûrâ’­nın ehemmiyet ve lüzû­munu beyan eden yazı­sının bir kısmında şu hususa dikkat çeker:

«Sadaret üç mühim şûraya bizzat istinad ediyor, yine kifa­yet etmi­yor. Halbuki böyle inceleşmiş ve ço­ğal­mış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevza, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeni­yetin tedahülüyle ah­lâktaki müthiş te­denniyle be­ra­ber, meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edil­miş.

Ferd tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı harici­yeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda edildi.

Hem nasıl oluyor ki, umûrun besateti ve taklid ve teslim câri olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine Meşihat bir şû­raya, lâakal Kazdıaskerler gibi mühim şahsiyetlere istinad ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklid ve ittiba gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl ki­fayet eder?

Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Me­şihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir mües­se­se-i celiledir. Bu sönük va­ziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yal­nız İs­tanbul’un irşadına da kâfi gel­miyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad ede­bilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i di­niyesini hakkıyla ifa edebilsin.

Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve ta’dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u ce­maat­ten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûra­lar o ruhu temsil eder.

Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs‑ı mânevî olmak gerek­tir. Tâ ki, sözünü ona işitti­rebilsin.  Dine taal­lûk eden noktalardan, sırat‑ı müstak­îme sevk edebilsin. Yoksa, ferd dâhî de olsa, cemaatin ferd-i ma­nevîsine karşı siv­risi­nek kadar kalır. Şu mü­him mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i ha­yatiyesini teh­likeye maruz bı­rakıyor.

Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadattaki fevzâ, Meşihatın zaafından ve sönük ol­masın­dan meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdi­yete istinad eden Me­şihat’a karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şû­raya istinad eden bir Şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçi­rir, ya o içtihadı ona münhasır bıra­kır.

Her müstaid, çendan içtihad edebilir. Lâkin içti­hadı o vakit düsturü’l-amel olur ki, bir nevi icmâ veya cumhurun tasdikine ik­tiran ede. Böyle bir Şeyhülislâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı Garrâda daima icma’ ve rey-i cumhur medâr-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevzâ-i ârâ için, böyle bir faysala lü­zum-u kat’î vardır.»[10]

«Hem de mânâ-yı meşrutiyete ibtilâ ve mu­habbe­timin se­bebi şu­dur ki: Asya’nın ve âlem-i İslâmın istik­balde terakkisinin birinci kapısı meşruti­yet-i meş­rua ve şeriat dairesindeki hürriyet­tir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslâmın anahtarı da meşruti­yetteki şûrâdır[11]

«Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir is­tib­dadı his­setmiş. Bazı âsârında, ona hücumla beyanatı var. O müthiş istib­dâdât-ı acîbeye karşı meşruta-i meş­ru­ayı bir vasıta-i necat görü­yordu.

Ve hürriyet-i şer’iye, Kur’ân’ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müthiş musibeti def eder diye düşünüp öylece çalış­mış.»[12]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Mehazler

[1] Muhakemat ( 22 )

[2] Muhakemat ( 104 )

[3] Hutbe-i Şamiye ( 60 )

[4] Hutbe-i Şamiye ( 62 )

[5] İşarat-ül İ’caz ( 8 )

[6] Muhakemat ( 37 )

[7] (Divan-ı Harbî Örfî ( 52 )

[8] Münazarat ( 78 )

[9] Münazarat ( 80 )

[10] Sünuhat Tuluat İşarat ( 37 )

[11] Divan-ı Harbî Örfî ( 48 )

[12] Kastamonu Lâhikası ( 78 )

 

 

Politize Mi Olduk ?

Politize Mi Olduk ?

 

“İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâ­inatta her şe­yin fevkindedir hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve da­lâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki el­masları şişeye tebdil eden gafil in­sanlar naza­rında o hizmet-i ima­niyeyi ha­riçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil et­mek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette si­yaseti yasak et­miş. [1]

 

Size, kâinatın en bü­yük mes’elesi olan iman hizmeti ye­ter. [2]

Şu zamanda ülkemiz olarak bir seçim senesi yaşamaktayız. O, bu, şu partilerin çekişmesi piyasada aşikare görünmektedir. Her meslek ve meşreb sahibi olan kimseler de bu siyasi hadiseler karşısında bir şeyler yapmaktadır.

Herkesin bir ölçüsü var. Ölçü sağlam ve cari ve umumi olmayanın ölçüsü ise heva ve hevesi ve çevresinden duyduklarından ibarettir. Hal bu ki her duyulana inanmak tetkik etmemek, tahlil etmemek durumu her sakallı dedemdir demek gibidir.

“Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. [3]

 Bediüzzaman Said Nursi gibi bir dahi, hem muvazzaf, hem müceddid, hem allame bize bunu söylerken biz ölçüsüzlüğü veya sağlam olmayan ölçüleri kendimize ölçü almamız akıl tutulması ve fikri bir kabz haletinden öte bir şey değildir.

Nur Talebeleri kendisine ölçü olarak Risale-i Nur kıssaları olan Lahikalardan hisse alarak nurculuk yapar. Nitekim her mesleğin ölçüleri, prensipleri var. Bu prensiplerle sair mesleklerden ve meşreplerden ayrılır, farkını ortaya koyar.

Nur Talebelerini ise sair mesşlek ve hizmetlerden ayıran Lahikalardır. Lahikasız olanlarla şunu sormak isterim ki; sair mesleklerden senin farkın nedir? Şayet nurcu isek lahikaya uymak zorundayız. Lahikasız nurculuk iddia edenlerin bu idiaları kuru bir söz, tedavülde olmayan paradan bir farkı kalmamaktadır. Nurcuyu sair mesleklerden ayıran lahikadır. İman hakikatleri zaten her meslekte var.

Hiçbir cemaat/meslek din olmadığı gibi Risale-i Nur da bir din değildir. Bir anlayıştır. Bu sebeple her hangi bir meslek/cemaat bizden ayrılırsan mürted olursun, kafir olursun, dalalete düştün diyorsa o lafı eden kimse kendisini enaniyetin katmerli haline kendisini teslim etmiştir demektir. Şayet o meslekte bu hakimse o mesleğin istikametinden şüphe edilir. “Hülâsa; tarîkat, şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düşen şeriata düşer, fakat -maazallah- şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır. [4]

 istikamet en büyük nimetler ve kerametler arasındadır. Doğru istikameti olmayan kimselerin hayatı ve hizmeti ve kendisine müteallik olan şeylerde zikzaklar çizmesi gayet normaldir. Çünkü elinde doğru istikametin malzemeleri bulunmamaktadır. Birisi hata yapınca onu tenkid etmek ise yanlıştır. Çünkü o hata yapan kimse, o hatayı gören kimse kadar bilmemektedir. Şayet o hatakar da hata yapmayan kimsenin bildiklerini bilse idi o hatayı yapmaya bilirdi.

Birisi duvara bir yazı yazmış. Şimdi ki aklım olsa idi şu, şu hataları yapmaz idi.

Başkası altına şöyle yazmış: o hataları yapmasa idin şimdi ki aklın olmazdı.

Bizler de hata yapanı görünce hemen hücum etmek yerine bu nazarla baksak güzel olacak. Hata ya cehilden yani bilmemezlikten veya gafletten veya dalaletten kaynaklanmaktadır.

Şeyet cehil ve gaflet ise ikazlarla uyandırılabilir; fakat dalaletten geliyorsa ne yaparsan yap vazgeçmez.

Nur Mesleğimizce zayıf damarlardan sayılan cah ve şöhretin en revaclı olan şeyi siyasettir. “Risale-i Nur şakirdleri dünya siyase­tine ve ce­re­yanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve te­nezzül etmiyorlar. [5]

 “Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (Haşiye) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak.

Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur.

Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir. [6]

“Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri if­sad eder ve asabi ruhları azab içinde bırakır. Selamet-i kalb ve isti­rahat-ı ruh istiyen adam, siya­seti bırakmalı. [7]

“Gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve ha­kiki vazife-i in­saniyeti ve âhireti unuttu­racak olan en geniş daire ise, siyaset da­ire­sidir. [8]

 Tüm bu mehazlara nazara alınıp hareket edildiğinde siyaset mana-i ismi ile olunca ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir. [9]

 

  • Peki mana-i harfi ile ile olursa?
  • Din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, Selef-İ Sâlihînden başka siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. [10]

 

“Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. [11]dindarlar da siyaset yapsa etrafında mana-i ismi ile yani menfaat için siyaset yapanlar olacağı için tam manası ile muvaffak olamayacaktır.

Bir de mütedeyyin dindar kimseler tarafından destek görmezse bütün bütün zarar edecektir. Bu sebeple radikal islam veya ılımlı islam fikrine sahip olan yerlerden uzak durup orta halli olan bir yerle beraber olmak elzemdir.

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Emirdağ Lahika mekrublarında geçen ve hayatta olan varis ve talebelerinden halen hayatta olan 5 Talebesi vardır. Bunlar; Abdullah Yeğin, M. Said Özdemir, Ahmet Aytimur, Hüsnü Bayram ve Salih Özcan ağabeylerimizidir.

Nazarımızda üstadımızın ashabı olan bu ağabeylerimiz diğer talebeler içerisinde muvazzaf kılınmıştır. Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. [12] bu tavzif ile muhakkak ki bu vazife sahipleri daha teyakkuzda ve yollarda yön ve tehlike belirten yol işaretleri gibi bir vazife omuzlarına konulmuştur. Üstadımızın bu varis ve talebeleri tanımamak ise üstadın vasiyetlerini kabul etmemek manasına da gelmektedir.

Üstadımızın tayin ettiği bu ağabeylerimiz ise bizlere muhtelif zamanlarda ve mevzularda mektub yazarak bazı şeyleri söylemekteler. Bu sebeple zekası aklının önüne geçen zekiler vekil-i Bediüzzaman’ı, şahsın “Kendisinde bulunan sû’-i ahlâkı, sû’-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin.

 Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû’-i zandır. Sû’-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler. [13] su-i zanlarla ve su-i ahlakla hikmetini bilmediği hareketlerinde tenkid ederek madi ve manevi tesanüte ve sadakatına zarar veremektedir.

Zeki olan kimseler hikmetini bilmediği ve kendi kurgusunda ve “tahayyül ve tasavvurunda [14] giydirdiği ve renk verdiği şekilde süşünüp hareket etmesi neticesinde hasıl olan hatalar mesuliyet getirir.

Şahsi ve umumi hukuklar  bu siyasi meselede de ortaya girmektedir. Her şeyde şahsi ve umumi hukuk söz konusudur. Mesela birisi x şahsına sözse bu şahsi hukuk olur. Lakin islamiyete sözse bu umumi hukuk olur. Veya biri dershaneye geliyor orada birisi ile arası bozuk bu şahsi hukuk olur. Ama orada umumi bir huzursuzluk yapacak olursa bu umumi hukuk olur.

Umumi hukuka tecavüz ise herkesle helalleşmekten geçer. Ve söylemek makamında olupta susanlar bu suskunluktan mesuldürler. Susmakla piyasayı bilmeyenlere bırakmış olurlar. Bilmeyenler konuşması şu misale benzer Şayet tilki vaaza başlamışsa kümesten endişe edebilirsiniz. İşi ehline vermezsek her şey elden gidebilir.

Ağabeylerimiz siyasi çalkantı ve bir sürü yaygaranın ortada gezdiği bir zamanda toplumda huzurun ve refahın bozulup maddi ve manevi terakkiyatın tekrar geriye dönmesi ve hizmetlere elfreni çekilmesine mani olmak için iktidar partisini lehinde alenen renk verip tafaf belirmeleri bazı çevrelerce abiler politize oldu gibi bir akıl tutulması sözlerini söyletmekteler.

Keskin virajlarda ki tabelayı sökerseniz çok kimsenin helaketine sebep olursunuz. Ağabeylerimiz de bu çalkantıda bu tedbiri uygulayarak savrulmaları önlemek istemişlerdir.

Türkiyede kalabalık olan ve eski adamlar; fakat en yeni meşreb ve neşriyata sahip Bir grup ise ağabeyler için politize oldu ve 0 siyaset gibi bir şeyler söylemekteler ve ağabeyleri hakikatte dinlememekte zahirde beraber görünmekteler.

“küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur. Evet, ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmî bir adam -beride ilme mensubiyeti varken- eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm.

 Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hatırı için, böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir? [15]

 Ağabeyler politize oldu diyenler kendileri nerede ise politika ve siyasetle hem hal olmuş olan bir güruhtur. Ağabeyleri saf dışı bırakıp yeni sahte abicikler türetip milleti o sahte abiciklerin çevresinde toplamaya çalışmakla hizmette farklı bir çığır ve yön açmak emelini gütmekteler.

Piyasada bir abi var birde kur-abiye var. Yani tasannu sahibi ve kendisini abi göstermek isteyen makam-ı kazip sahibi olan ehl-i cerbeze var. Bu cerbezeli kimseler hakkı batıl, batılı hak göstermek zekasına sahip olan kmselerdir. Bu cerbeze sahiplerinin ipleri, yularları nerede kimin elinde bu ise bizce aşikârdır.

“gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular.

 O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. [16]

 

Dost ve talebe kılığına bürünmüş sahte nurcu gibi duranlar çeşitli desiseler çevirirler. Hadiselerle kimin kaç ayar olduğu belli olmaktadır. Sadakat imtihanı şiddetli olur. Çok büyük zannedilenleri yutar devirir.

Lahikası Olmayan kimseler içtimai hadiselerde savrulmamaları imkansızdır. Bir ağaç eğer toprağı derin değilse kök salması imkansızdır. Toprağı derin olmayan yerdeki ağaçlar devrilirler. Lahika bu ağaç toprağının kök salması için var olan toprak gibidir.

Ağabeyler politize oldu diyenler kendileri politize olmuştur.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

(Haşiye): Demokrat çıktı, bir derece kırdı.

___________________________

[1] Kastamonu Lâhikası ( 137 )

[2] Kastamonu Lâhikası ( 193 )

[3] Münazarat ( 14 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 19 )

[5] Şualar ( 271)

[6] Emirdağ Lahikası-1 ( 160 )

[7] Kastamonu Lâhikası ( 123 )

[8] Emirdağ Lâhikası- 1 ( 57 )

[9] Mesnevi-i Nuriye ( 92 )

[10] Emirdağ Lahikası-1 ( 57 )

[11] Tarihçe-i Hayat ( 263 )

[12] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[13] Mesnevi-i Nuriye ( 66 )

[14] Sözler ( 287, 633, 634, 682, 706 )

[15] Kastamonu Lahikası ( 38 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

 

www.NurNet.Org

Beğendiğin şeyde ifrât etme

Sual:“Beğendiğin şeyde ifrât etme. Bir derdin dermanı başka derde derd olur, panzehiri zehir olur. Derman hadden geçerse, derd getirir, öldürür.” (Lemaat) Açıklar mısınız?
 
“Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinab etmiştir. Lem’alar” 
 
“Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir.İşarat-ül İ’caz”
 
“Ve keza ifrat ve tefrit hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. İşarat-ül İ’caz”
” Kur’an-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der..Nur Çeşmesi “
ifrat tefriti doğurur. düşünün ki bir ilaç var. içeriğine prospektüsüne bakınca şundan şu kadar bundan bu kadar diye yazmaktadır.içerisinde ki değerler birisi değişse o ilaç beklenilen şifanın gelmesine vesile olmak hasiyetini kaybetmektedir.
Bunun gibi aşırık olan ifratı dayatırsak birilerine o aşırılıktan memnun olmayan kimseler müfrit(aşırı giden)lerden nefret duymasına ve onlara inat olarak yapmamaya başlayacaktır. buna dair gene lemaatte: “
Hangi şeyi vasfetsen olduğu gibi vasfet. Medhin mübalağası bence zemm-i zımnîdir. İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir…” demektedir. 
Birisi bir mesleği/meşrebi haddinden fazla medih ederse illa oraya muhalif kimselerin de oluşmasına sebep olacaktır.
Bu arada ifrat tefritinde doğmasına zemin teşkil eder. bu sebeple ifrat edenler tefrit ehlinin ortaya çıkmasını sağlarlar. Zaten mezheb-i ehl-i sünnet olarak bizler orta yolu tutmuşuz. üstadımız Bediüzzaman (ks)’da bunu belirtmektedir istikamet hadd-i vasattır(orta yoldur) diyerek.
 
Selam ve Dua ile..
 
Muhammed Numan özel
www.NurNet.Org

 

Yunanistana Yeni Tercümeler Giriyor..

Yunanistan Nur Talebeleri Risale-i Nurun eczalarından 5 Tanesini [Ayet-el Kübra’yı, Tabiat risalesini, Haşir Risalesi, Mucizat-ı Ahmediye, Hastalar risalesini] Rumca’ya (Yunanca) tercüme ettiler.

Teknik işlemler Türkiyede ittihat Yayıncılık Tarafından yapılan eser Komşu ülke Yunanistana Nur’a Müştaklara ulaşması içn sevkedildi.

Eserler Türkiyede Envar Neşriyat Bünyesinde tercüme edildi.

Tercüme esnasında Risale-i Nurun haricinde başka yerden ve tercümelerden alıntı yapılmadı ve orijinal metine sadık kalındı.

Tercümelerde bilir ki hiçbir tercüme aslını tutamaz inşaallah Bu Ayet-el kübrayı, Tabiat risalesini, Haşir Risalesi, Mucizat-ı Ahmediye, Hastalar risalesi Tercümeleri ile hidayet nasip olur ve orijinalinden okumak nasip olur. 

Roportaj: ittihat Yayınları İlmi Araştırma Heyeti / Mesut ZEYBEK

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Sûretperestlik

Sûretperestlik

 

Tenbih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır.[1]

 

Bu yazı alemimde çoktan yer etmiş lakin alemimde kalmış olan bir düşüncemin mahsulüdür.

 

* Ahirzamanın muvazzafı olan Bediüzzaman, Konuşmak ve konuşkan olmak bir hastalık olduğunu bize söylemiştir.

 

* Tıpkı bu konuşkanlık hastalığı gibi Görünüşe Ehemmiyet vermek ve kendi ile alakadar olan şeylerle meşgul olmak ve bu hevese hizmet eden her şeyi mübah görmekte bir hastalıktır.

* Bir başka hastalık ise Benzemek ve Benzetilmektir.

* Diğer birisi ise Hayal Aleminde Yaşamaktır.

* Daha bir başkası ise Vezinli Ve Şairane Konuşmaktır.

 

Bunları ahirzamanın hekimi Bediüzzaman Said Nursi 1908lerde keşfetmiş miladi 20. Asrın hastalıklarının emarelerini reçete etmiştir. Ozamanlar bu hastalık belirtileri çıkmış mürur-u zamanlar bu emareler illet ve hastalık olacağını söylemiştir. Bunları ele alalım.

 

İnsanlar şu teknolojik asırda, teknolojinin getirdikleri ile bu maraz-ı hafiler daha da tezayüd etmiştir.

İşin bir başka yanı ise aynı hastalığa mübtela olanlar birbirini bulmuştur. Bu sayede aynı mizaç sahibleri birbirlerini tanımıştır.

 

Konuşmak yani lafızperestlik ise almış başını gidiyor. Avamca “ağzı olan konuşuyor.” sözü buna bakıyor.  Konuşmak eğer haddinden fazla ve lüzumsuzsa insan vicdanındaki boşluğu gidermek ve vicdanını susturmak için yapmaktadır ibadetlerde noksanlık varsa.

 

Güzel konuşmak bir sanattır yani sanat-ı ilahiyedir. Lakin kendisine bu istidad verilmemiş olanlar bu kabiliyeti kazamak için konuşmaya çalışması da komik şeylere sebep olmaktadır. “Fıtrî karagözlülük, sun’î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani yapma ve sun’î olan bir şey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhalde sun’îliğin yanlışlıkları, onun ahvalinden, etvarından belli olacaktır.[2]” bazan görürüz büyük gaflar yapılır bu işte bu meselenin mücessem misalidir. Farklı düşünüp farklı konuşmanın bir tezahürüdür. Bir zaman bazılar bu sun’iliğe aldansa da daim aldatamayacaktır. Bir süre sonra bu iğfal, aldatma son bulacaktır. Bazıları da bu sözlerle sihir yapmakta o başka mesele her ne ise.. vezinli ve şairane konuşmakta bunun benzer bir versiyonudur.

 

Hayal aleminde yaşamak ise bu zamanda bir çok kimsenin tv dizileri sebebiyle zihninde tahayyül hattinden fazla gelişmekte ve zihnin/dimağın diğer 6 kısmını yutmak derecesine gelmektedir. Hayal alemi o kadar o kadar şişiyor ki insanı adeta parmaklıkları hayaldan örülmüş olan bir hapishane.. veya sanal kurgusal alemde insan yaşamakta. Bu aleme hassaten hanımlar ve çocuklar müptela olmaktadır. Çünkü tv ile ekseriya hemhal olanlar bunlar. Erkekler de yok mu bir hayli erkeklerde de var. Yolda giderken kendi kendine konuşan, elinden tableti, telefonu düşmeyen fertler artmakta.

 

İşte bu kitlenin ortak noktası tahayyül hapishanesinde mahkum olmalarıdır. Kalabalıklaşan dünyada, teknolojinin getirdiği hayal alemine kapanan insanlar yalnızlaşmaktadır. Bir yerde çay içmek için giriyorsunuz ellerde telefonlar 4 – 5 kişi oturuyor aynı masada lakin herbiri bir dünyadalar.

 

“Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.[3]” bu mesele hakikaten gerçektem müthiştir dehşetlidir. Uçurmuş tabirini üstad kullanmış. Erkekler işe gitmesi ile hanımların evde tv, internet vb ile başbaşa kaldığı muhakkaktır. Uydu bağlantısı olan tv ve internet yukardan eve gelmekte ve onlarla hemhal olan hanımlar o uydu bağlantıları ile adteda evinden uçmaktadır. Ya başkasının telefonuna ya bilgisayarına konmaktadır.

 

Hal böyle olunca kıymetsiz bir şey olarak hanımlarımız, kardeşlerimiz kendilerini heder etmekteler. Tv ve internetten, tablet vb şeylerden uzak durmaları ile hürmetlerini kazanacaklarını görmek zor değildir. Rahatları evdedir, huzurları ailededir.

Bir başka maraz ise suretperestliktir. Bu maraz belki hayalperestlik marazının içerisinde bir şeydir veya hayalperestlik marazının afaki dışa vurumudur. Yani hayalhapishanesine hapsolmanın enfüsi iç alemi hayalperestlik, dış alemde görünen şekli ise suretperestliktir.

 

Bu suretperestlik o kadar sirayet etmiş ve derimize yapışmış ki adeta suretperest olmayanımız yok gibi. Teknolojide bu suretperestliği körüklemekte. Mesela tweter, facebook, watsapp vb uygulamalara bakılınca birisinin sayfasına girin muhtelif zaman, zemn, şekillerde çekilmiş fotoğraflar dolu. Yeni bir kıyafet, güzel bir sofra veya bir aile fotoğrafı veya.. veya.. gibi. Bunların hepsi suretperestlik belirtileridir.

 

Bir zamanlar birisinden resim almak büyük maharetken şimdi her yerde nerede ise hassasiyeti kaybolmuş veya gaflete düşmüş olanlarımızın fotoğrafları bulunmakta. Fotoğraf vermek birisine, bir zamanlar başka manaya gelirken şimdi ise nerede ise ahlaksız fotoğraflarla heryer doldu. Reklam panoları, afişler.. şunlar bunlar.

 

Mesela birisinin evine ziyarete gidiyorsun duvarda, orada burada muhtelif fotoğraflar var. Herkes görsün diye oralara koyulmuş. İnsan nasıl kıskanmadan öyle şeyleri serpiştiriyor anlamıyorum. Sonra ortaya abuk subuk nesil ve fikirler türemekte.

 

Geçenlerde birisinin üzerinde bir tşört ve şu yazmakta “my mother a whore” yani “benim annem fahişe” yazmakta. Bu Müslüman ülkesinde böyle düşünün siz ötesini.

 

“Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder.

 

Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir.

 

Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.[4]

 

         Bir kadının açık saçık olarak sokaklarda dolaşması ise

“yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar… o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.[5]

 

“o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

 

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.[6]

Tv şu anda topluma ahlaksızlık akıtan bir kanalizasyon gibi. Hem ahlakı tahrip ediyor hem insanları tahayyüle hapsediyor. Hayalde neler düşünüyor bilinmemekte. Zaten Geleneksel aile yapımızı dinamitleyen bu neidüğü belirsiz film/diziler değil mi? Evlenenler neden bir kısmı senesini doldurmadan ayrılmakta ve ALLAH’ımızın sevmediği bir şeyi işlemeye sevkeden sakın bu kanalizasyon olmasın?

 

Açık saçıkla insanları manen bozup siretini domuza kadar giden bir hal’e getiriyor. “Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.[7]Bu vecize siret-i beşerin siretinin bozulma sıralamasını yapmakta. Başta taklit eder bu maymun vasfı, sonra sinsi ve içten pazarlıklı olur tilki vasfı, sonra başkasına zarar verir bu yılan vasfı, sonra laftan anlamaz ve kaba kuvvete güvenir ayı vasfı, sonra artık apolitik yani kutsal hiçbir şeyi önemsemeyen bir vasfa gelir bu ise hınzır-domuz vasfı. Domuzlaşan birisi artık ne namusunu kıskanır ne de bir kutsala önem verir.

 

Tv’de  sefahet ahlaksızlık işlene işlene artık insanlar günahlara duyarsız hale getiriliyor. Bu ise siretini bozuyor ve ruhunu incitiyor. Bir çok şeyi normal görüyor. Bu zamanda olur mu böyle günah ayıp sene 2015 olmuş gibi şeyleri söyletiyor. Beşeriyetin yoluna dinamit koyup beşeriyetin kanını ve ahlakını içiyor sömürüyor sömürüyor! Geride ise içerisi boşaltılmış ve özü gitmiş sadece posası kalmış bir nesil görüyoruz.

 

Ahlaken ve maneviyaten çöken kimseler ruhunun sıkıntısını bastırmak için çeşitli şeylerle meşgul olur. Bu meşguliyetler ise ekseriya heva ve hevaperestane olan şeylerdir.

 

“Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir.[8]o halde aklı başında olan insan için Kabedeki putları yıkmaktan daha zor olan içimizdeki putları yıkmak elzemdir, elzemdir, elzemdir. aksi halde putlarımız çoğalacak ve başkalarını ilah edinmek kaçınılmaz olacaktır.

 

İç alemde hayalperestlik dış alemde suretperestlik olan bu hal kalb ve ruhtaki marazı işletiyor. Bizler de Risale-i Nurun eczaları ile marazlarımızı tedavi etmekten başka bir çıkış yolu görünmemekte.

 

         Tv, telefonlar ve oyunlar, internet vb. şeylerden uzak durarak hayal mahkumiyetinden kurtulabiliriz.

 

Selam ve Dua ile

 Muhammed Numan ÖZEL

[1] Muhakemat ( 88 )

[2] İşarat-ül İ‘caz ( 106 )

[3] Sözler ( 727 )

[4] Sözler ( 410 )

[5] Gençlik Rehberi ( 25 )

[6] Gençlik Rehberi ( 26 )

[7] Sözler ( 712 )

[8] Mesnevi-i Nuriye ( 88 )

 

www.NurNet.Org