Etiket arşivi: muharrem ayı

Sahabeler Arasındaki İhtilaflara Nasıl Bakıyoruz?

Kerbela’yı anma günlerinde çokça sorulan bir soru bu: Hazreti Resulullah’ın (sas) aziz torunu Hz. Hüseyin’in başında bulunduğu 72 Ehl-i Beyt’in, Kerbela’da gönülleri yakan şehadetlerini neden uzun müddet gündemde tutmuyorsunuz? Cemel ve Sıffin savaşlarını ayrıntılarıyla yazarak zalimlere karşı bedduanızı neden ısrarla sürdürmüyorsunuz? Sahabeler arasında geçmiş olan ihtilaf ve zulümleri tekrar etmekten alıkoyan gerekçeniz mi var yoksa sizin?..

Sıkça sorulan bu gibi sorulara verdiğimiz cevaplarımız hep aynı olmaktadır:

– Sahabeler arasında cereyan etmiş olan kimi içtihada dayanan, kimi de zalim siyasetin haksız gerekçesi gibi görünen gönül yakıcı, vicdan sızlatıcı ihtilafları, bugün yeni yaşanmış gibi tekrarlayarak kabuk bağlamış yaraları kaşıyıp kin ve nefretleri körüklemeyi, Ehl-i Sünnet alimleri faydalı bulmamış, zararlı görmüşlerdir.

Nitekim Müslümanların hep birlik beraberliğini savunan Bediüzzaman Hazretleri gibi maneviyat büyükleri, bu gibi hassas konularda uyarılarda bulunarak diyorlar ki:

– Ehl-i Sünnet imamları, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı yasaklamışlardır!

– Çünkü Cemel vak’asında Aşere-i Mübeşşere’den Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (ra) da bulunmasıyla Ehl-i Sünnet vel cemaat, o savaşı, içtihat neticesi deyip “Hazreti Ali (ra) haklı, ötekiler haksız; fakat içtihat neticesi olduğundan affedilmiştir.” diyerek konuyu kapatmışlar, kabuk bağlamış yarayı yeniden kaşıyarak cepheler oluşturmayı mahzurlu görmüşlerdir!

– Hatta, Haccac-ı zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere! ilm-i kelamın büyük allamesi Sadeddin-i Teftazani, “Yezid’e lanet caizdir.” demiş, fakat “Lanet vaciptir!” dememiş, “Hayır vardır, sevaplıdır.” diye bir teşvikte bulunmamıştır!. Çünkü hem Kur’an’ı, hem Peygamber’i, hem bütün sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden bugün çok kimseler vardır! Onlardan söz etmeyip de geçmişin yaralarını yeniden deşeleyip kanatmakta, cepheleri harekete geçirmekte fayda yoktur!

– Kaldı ki, şer’an, bir adam lanetlikleri hiç hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yoktur!. Çünkü zem ve lanet, medih ve muhabbet gibi (sevap getiren faziletlerden) değildir. Onlar salih amele dahil de olamazlar.

– İşte bu gibi gerekçelerden dolayı başta dört imam ve Ehl-i Beyt’in on iki imamı olarak Ehl-i Sünnet, Müslümanlar içinde o eski zaman fitnelerinden söz açıp münakaşa etmeyi caiz görmemişler, faydasız, zararı var, demişlerdir.

– Hem o savaşlarda her nasılsa çok ehemmiyetli sahabeler iki tarafta da bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakiki sahabelere, Talha ve Zübeyir (ra) gibi Aşere-i Mübeşşere’ye dahi tarafgirane bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir. Halbuki, hata varsa tövbe ihtimali kuvvetlidir. Bunları düşünmeden o büyük sahabelere karşı itiraz duygusuna girmek bir şey kazandırmaz, ama çok şey kaybettirebilir!.

– Bu gibi sebeplerle, geçmiş zamana gidip lüzumsuz, zararlı, din emretmeden o üzücü olayları yeniden kurcalamaktansa, şimdi bu zamanda bilfiil İslamiyet’e dehşetli darbeleri vuran, binler lanete, nefrete müstahak olanların verdikleri zararları önlemeye çalışmak görevimiz olmalıdır!. Mevcutların devam eden zararlarını düşünmeyip, geçmiştekilerin tarihin derinliklerinde kalan zararlarını tekrar gündeme taşımak, hep kucaklaşmayı savunan müdakkik müminlerin birlik beraberliğe hizmet anlayışlarına da muvafık düşmese gerektir.

Ömer bin Abdülaziz gibi birinci hicret asrının ilk müceddidi, bu konudaki uyarısında demiş ki:

“Allah bizim elimizi o hadiselerden temiz tuttu, biz de dilimizi temiz tutar, Müslümanlar arasında kin ve nefreti körükleyecek söz ve davranışlardan uzak durmaya gayret ederiz!.”

İşte bu gibi gerekçelerden dolayı Kerbela şehitlerimizi, camilerimizde hatimler indirip mevlitler okuyarak şanlarına layık şekilde anmayı görev biliriz.

Yarın: Hz. Hüseyin, savaşta küstüğü Abdullah ile nasıl barıştı?

Ahmed Şahin / Zaman

Alevilik ve Kerbela Hadisesi

Muharrem ayı denilince akla gelen meselelerden biriside Hz. Hüseyin ve evlatlarının Kerbela’da şehit edilmesidir. Kerbela nedir? Kerbelaya bakış açımız nasıl olmalı? Alevilik nedir? şeklindeki soruların kafalarda en çok canlandığı zaman dilimi içerisine girmiş bulunmaktayız.

Risale-i Nur’da 4. Lem’a özellikle bu konuyu anlatmaktadır. 4. Lem’a’yı okumak için tıklayın

Risale-i Nur’da 19. Mektupta geçen bahsi okumak için tıklayın

Risale-i Nur’da 15. Mektupta geçen bahsi okumak için tıklayın

Mehmet Kırkıncı Hocaefendinin Alevilik ile ilgili yayımlamış olduğu kitap mevcuttur. Kitaba ulaşmak için tıklayın

Alevilik hakkında kafanıza takılan tüm sorulara cevap vermek amacıyla hazırlanmış Sorularla Alevilik sitesine girmek için tıklayın

Diyanetten Hicret ve Muharrem Mesajı

Hicret, Muharrem ve Aşure

Sevgili peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretinin gerçekleştiği ve rahmet peygamberinin “Allah’ın ayı” olarak nitelendirdiği Muharrem ayını idrak etmiş bulunuyoruz. Bu ayın İslam dünyasına ve bütün insanlığa hayırlar ve bereketler getirmesini niyaz ediyorum. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicret, tarih başı olarak kabul edilmiş ve o günden itibaren İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Hicret; Allah’a ve O’nun kutlu elçisi rahmet peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi, dostluğa, kardeşliğe, medeniyete, ilme ve irfana açılan yolculuğun hikâyesidir.

Hicret, nurlu şehir Medine’nin şahsında, insanlığın gönlüne, sevgiye ve rahmete açılan bir yoldur. Her vesile ile paylaşmayı, dayanışmayı, insani erdem ve faziletleri öğütleyen yüce dinimizin hikmet yüklü mesajlarının insanın hayatında makes bulmasıdır. Hicret, Allah yolunda fedakârlığın, yardımlaşmanın kardeşliğin zirvesidir.

Tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

Hicret, Allah rızası için anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan ve mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü, yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan yolculuğun adıdır. Öyle ki tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

KERBELA ORTAK ACIMIZ

Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70’ten fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da şehid edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu ciğersûz hadise özellikle milletimiz başta olmak üzere, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının bu hadisedeki asil duruşları ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadeleleri bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, Hz. Hüseyin ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.

Kerbelâ olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dînî-kültürel alt kimliğe mensup olursa olsun, İslâm toplumlarının hemen hemen hepsinde önem atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Aşura ve Kerbelâ’nın, İslâm toplumlarının dînî-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur. Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşuralar ve Kerbelâ’da Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında bulunanlardan şehid olanların yad edilmesi bunların başlıcalarıdır. Nitekim, Hz. Hüseyin’in şehadetine duyulan üzüntü şiirlere, mersiyelere ve maktellere yansımış, bu alanda pek çok eser vücuda getirilmiştir. Bunlardan birinde Aşık Yunus şöyle dile getirir duygularını:

Şehitlerin serçeşmesi, Enbiyanın bağrı başı, Evliyanın gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir

Hazret-i Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri, Arşın iki küpeleri, Hasan ile Hüseyin’dir

Kerbela’dır yazıları, Şehid olmuş gazileri, Fatma Ana kuzuları, Hasan ile Hüseyin’dir

Derviş Yunus’un dünya fânî, Bizden evvel gelen hani, İki cihanın sultanı, Hasan ile Hüseyin’dir.

Günümüzde bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır.

Muharrem ayı ile bağlantılı olarak uzun yıllardır yaşatılan uygulamalardan birisi de aşura geleneğidir. Milletimizin komşularına, dost ve akrabalarına yılda iki defa dağıttığı güzelliklerden biri kurban, diğeri ise aşuradır.

Aşura paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir. Aşuranın bu mecazî anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü gelenekle bugün de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”, “birlik” gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları aynı kazanda kaynatıp, aşura aşı yapmaya, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken muhabbeti paylaşmaya devam etmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, şehitlerin efendisi İmam Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, onların İmam Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını yad ediyor, Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı saygıyla selamlıyor; asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.

Muharrem Ayına Dair Haberler

Hicret’in 1432. senesini idrak etmiş bulunuyoruz. İlk ay Muharrem ayı. Bu mübarek ayda bir çok sevindirici hadise yaşandığı gibi, ne yazık ki üzücü hadislerde yaşanmıştır.

Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.

Bugüne “Âşura” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:

1. Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.

3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.

4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.

5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.

6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.

7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.

8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.

9. Hz. Yakub’un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.

10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Hz. Hüseyin’in şehit edildiği elim hadise ise Muharrem’in 10. gününe yani aşure gününe denk gelmektedir.

Sitemizde Muharrem ayı ile ilgili yapılan haberleri sizler için toparladık.

http://www.nurnet.org/hicri-yeni-bir-yila-giriyoruz-1432/ (Mefail HIZLI – Şamil İslam Ansiklopedisinden)

http://www.nurnet.org/asil-hicret/ Asıl Hicret nedir, bunun mahiyetini açıklayan Hadis-i Şerif Meallerinin bulunduğu yazı.

http://www.nurnet.org/muharrem-ayinin-bilinmeyen-uc-ozelligi/ (Mehmet Paksu. Mübarek Aylar, Günler ve Geceler; Peygamberimizin Ramazan’ı ve Oruçları)

http://www.nurnet.org/alevilik-ve-kerbela-hadisesi/ Alevilik ve Kerbela hadisesiyle ilgili sorulara cevap arama yazısı

http://www.nurnet.org/peygamberimizin-asure-gunu-tavsiyeleri/ Samanyoluhaber’de yayınlanmış güzel bir yazı.

Asıl Hicret

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

Hicri yılbaşınızı ve Aşure gününüzü tebrik eder, hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

Resulullah Aleyhissalatu Vesselam Buyurdu ki …;

“Asıl muhacir, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir”

“Hicret iki türlüdür; biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Rasulü’ne hicrettir” (Taberani)

“Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen kimse, sanki bana hicret etmiş gibidir.”

Bir kudsi hadiste de Yüce Allah:

“Ben kuluma bana karşı kalbinde sakladığı inanç ve niyete göre muamele ederim. Kulum beni zikrettiğinde ben onunla beraber olurum. O beni gizlice içinde zikrederse, ben de onu hususi olarak zatımla zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira’ (el üzeriyle dirsek arasındaki mesafe) yaklaşırım. O bana bir zira’ yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.” diyor. (Buhari, Müslim)

Hicretle alakalı baska hadislerde ise…;

“… Hicret kötülüğü terk etmendir.” (Ahmed b. Hanbel)

“Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (İbn Mace)

“Hakiki muhacir, Allah’ın haram kıldığı şeyleri terk eden kimsedir.” (Ebu Davud)

“Hicret hususunda en faziletli olan nedir ey Allah’ın Rasulü?” diye soranlara, Rasulullah’ın (s.a.v) cevabı şöyle olmuştur:
… Rabbim’in hoşlanmadığı tüm şeyleri terk etmendir.” (Ahmed b. Hanbel)

Abdullah b. Amr’dan: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
“Allah Teâlâ’nın en sevdiği kimseler gariplerdir.” “Garipler kimlerdir yâ Resûlallah?” diye sorulunca şöyle cevap verdiler: Dinleriyle birlikte (İslâm’ı yaşamak için bulundukları yerlerden) kaçanlardır. Allah Teâlâ onları Meryem oğlu İsâ aleyhisselâm ile diriltecektir.”

Abdullah b. Ömer’den: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
İslâm garip başladı, başladığı gibi garip olacaktır. O gariplere ne mutlu!” Soruldu ki: “Yâ Resûlallah! O garipler kimlerdir?” Şöyle cevap verdiler: “Kabileler(in)den (yurtlarından) ayrılanlardır…

“Gerçek muhacir, Allah’ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir.”

“Asıl mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsi ile cihad eden kimsedir.”

“Senin en azılı düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir…

Rasulullah (a.s) Efendimiz, Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdu. Ashab:
“Ey Allah’ın Resûlü, büyük cihad nedir?” diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için) nefisle yapılan mücahededir.“
buyurdu.

Rasulullah (s.a.v) sahabelerine şöyle bir kıssa anlatmıştır:
Sizden önce yaşayanlar arasında, doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bu adam bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip tarif edildi. Adam ona kadar gidip, doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahip, ‘Hayır, yoktur!’ cevabını verdi. Bu kestirme cevaba kızan adam, onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı. Adamcağız, insanlara yeryüzünün en bilgin kişisini sormaya devam etti.

Kendisine alim bir kişi daha tarif edildi. Adam ona gidip, şimdiye kadar yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanı olup olmadığını sordu. Alim zat, ‘Evet, vardır. Seninle tövben arasına kim perde olabilir ki?’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah’a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer’ dedi.

Adam yola çıktı. Giderken, yarı yola varır varmaz, ölüm meleği gelip ruhunu aldı. Rahmet ve azap melekleri adam hakkında ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri, ‘Bu adam tövbekar olarak geldi. Kalben Allah’a yönelmişti’ dediler. Azap melekleri de, ‘Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde başka bir melek yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara, ‘Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yerin arasını ölçün. Hangi tarafa daha yakınsa, ona teslim edin’ dedi. Ölçtüler ve gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği iyiler diyarına bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.” (Buhari)

“Hz. Ali (r.a) anlatır :
– Rasulullah (s.a.v), Mekke’den hicret edip çıkacağı gece, kendisinin döşeğinde yatmamı emrettiğinde; ben ve peygamber (s.a.v) Kabe’ye gittik. Rasulullah (s.a.v) bana :
– Otur!.. Çök! buyurdu. Omzuma basıp yükselmek istedi. Birden gücüm, kuvvetim gitti! Peygamber (s.a.v), benim kuvvetten düştüğümü görünce, hemen omzumdan indi. Kendisi çömeldi ve:
– Bas omuzlarıma!..buyurdu.
Omuzlarına bastım. Bana birden güç, kuvvet geldi. İstesem semanın ufkuna ulaşacağım gibi bir hal oldu. Nihayet, Beytullah’ın üzerine çıktım. Beytullah’ın üzerinde, bakırdan bir put vardı. Onu yerinden oynattım. Rasulullah (s.a.v) :
– At onu aşağı! Buyurdu.
Aşağı atar atmaz put, sırça çanakların kırıldığı gibi kırılıverdi. Hemen Kabe’nin üzerinden indim. Rasulullah (s.a.v) ile birlikte, hiç kimseye görünmeden, yarışırcasına oradan uzaklaştık.”

İslam adına yapılan bütün hizmetler ve yolculuklar günümüz insanına hicret sevabı kazandırır ve ondan bir numune yaşatır insaallah ….

Bu mübarek gün ve gecelerde dualarınızı bekliyoruz…