Etiket arşivi: Muhiddin Yenigün

Sudan Öte Bir Su: Zemzem

Hac denince ilk akla gelen şeylerden bir tanesi Zemzem suyudur.
Zemzem ilk ortaya çıkışı ve hakkındaki hadis-i şerifler sebebiyle değer verdiğimiz, mukaddes bir sudur.
Bununla birlikte her şeyde olduğu gibi Zemzem hakkında da internette gördüğümüz veya hacda, umrede duyduğumuz her bilgi doğru değildir. Bu yazımızda Zemzem hakkında merak edilenleri, doğru ve yanlış bilinenleri inceleyeceğiz.

Zemzem Kuyusunun Konumu

İlk olarak Zemzem kuyusu ile başlayalım. İlk ortaya çıkış hikâyesi olan, Hz. İbrahim’in eşi Hz. Hacer’i oğlu İsmail ile birlikte Mekke’ye bırakması ve Cebrail’in de yardımıyla Zemzem suyunun ortaya çıkması herkes tarafından bilindiğinden tekrar anlatmayacağız. Fakat burada Sevgili Peygamberimizin bu olayı anlatırken, eğer Hz. Hacer suyun kaybolacağından korkarak, etrafını çevirip önünü kesmeseydi akan bir suya dönüşeceğini haber verdiğini söylememiz gerek.
Elbette Hz. İbrahim eşini ve oğlunu rastgele bir yere bırakmamıştır. Belki kendisinin de Zemzem’den haberi yoktur ancak ailesini bıraktığı yer, o sırada ortada görünmese de, daha sonra oğlu Hz. İsmail ile birlikte yeniden inşa edeceği Kâbe’nin kaybolmadan önce bulunduğu yerdir.
Öyle ki annesinin Hz. İsmail’i oturttuğu, yani Zemzem kuyusunun bulunduğu yer Kâbe’den 21 metre uzaklıktadır. Hz. İbrahim’in geride bıraktığı hanımı ve oğlu için yaptığı duadan da bu yerin rastgele seçilmediğini anlıyoruz. (İbrahim Suresi 37)

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”

Belki bu duanın da kabulü olarak, Zemzem suyunun da etkisiyle oradan geçmekte olan Cürhüm kabilesi bölgeye yerleşmiş ve Hz. Hacer ve Hz. İsmail inayet-i ilâhi ile yalnızlıktan kurtarılmıştır.

Zemzem Kuyusunun Tarihçesi

4000 yıl önce yaşanan bu hadiseden sonra Cürhümlüler uzun süre Zemzem suyundan istifade ettiler. O yıllarda Zemzem kuyusunun ne kadar derin olduğunu bilemiyoruz. Fakat muhtemelen uzun süren kuraklık dönemlerinin etkisiyle yeraltı sularının seviyesi kuyunun o günkü dip seviyesinin altına inmesi sonucu kuyunun kuruduğu düşünülmüş, bir rivayete göre Huzaa kabilesinin şehri ele geçirmesi söz konusu olunca da Cürhümlüler tarafından altın ve silah gibi bütün değerli eşyalar bu kuyuya doldurulup üstü örtülerek kaybolması sağlanmıştır.
Uzun süre ortadan kaybolan Zemzem kuyusu Kâinatın Efendisi’nin (asm) dünyaya teşrif edeceği zaman yaklaştığında, dedesi Abdülmuttalip tarafından, kendisine rüyada yapılan ikazlar ve yönlendirmeler sonucunda tekrar bulunup ortaya çıkarılmıştır.

Zemzem Kuyusunun Ölçüleri ve Su Kaynakları

Yukarıda kuyunun Cürhümlüler dönemindeki derinliğini bilemediğimizden bahsetmiştik. Burada özellikle internette yaygın olarak karşılaştığımız yanlış bir bilgiyi de düzeltmekte fayda vardır.
Genellikle internet mecralarında Zemzemin yerin 1,5 metre altından çıktığı bilgisiyle karşılaşılsa da bu bilgi yanlıştır. Kuyunun derinliği 1,5 metre değildir. Aslında 1,5 metre yerin altında olan şey Zemzem kuyusunun ağzıdır. Fakat kuyu ağzına kadar suyla dolu değildir. Kuyudan çekim yapılmadığı zamanlarda bile su seviyesi kuyu ağzından 3-4 metre aşağıda bulunur.
Zemzem kuyusunun toplam derinliği yaklaşık 30 metre civarındadır. Çapı ise 1,5 ilâ 2,5 metre arasında değişir. Kuyu bu 30 metre boyunca üç farklı özellikte yer katmanını geçer. Yukarıdan aşağıya doğru incelediğimizde yaklaşık olarak ilk 13 metrenin elle kazılmış olan yumuşak, kum, çakıl tabakasından oluştuğunu görürüz. Bu kısım toprağın kuyu içini doldurmasını engellemek maksadıyla duvarla çevrilmiştir. Fakat bu duvar su geçirimini de engellediğinden bu kısımdan kuyuya su girişi olmaz.
En alttaki 17 metrelik kısım ise kayadan oyulmuştur. Bir nevi depo vazifesi görür. Sadece çok ince, kılcal çatlaklardan su girişine izin verdiği için buradan giren suyun miktarı da kuyu beslemesinde ihmal edilebilecek seviyededir.
Bir de bu iki seviye arasında yani kuyu ağzının 13 metre altında, yaklaşık 30 cm kalınlığında bir ara katman vardır. Bu katman yatay taşlık yani bol çatlaklı bir tabakadır ve neredeyse kuyuya gelen suyun tamamı bu tabakadan girer. Yön olarak da biri Safa Tepesi, biri Merve Tepesi ve en büyüğü de Kâbe yönünden olmak üzere 3 koldan gelen sularla Zemzem kuyusu beslenmektedir. Kâbe tarafından gelen kol aynı zamanda en kaliteli suyun geldiği koldur. Bu üç su birleşerek Zemzem suyunu oluşturur.
Bu noktada akla gelen bir soruya da hemen cevap verelim.

Peki, Zemzem Suyu Cennetten Gelmiyor mu?

Öncelikle teknik açıklamasını yapalım. Az önce bahsettiğimiz üç koldan Zemzem kuyusuna ulaşan sular büyük ölçüde Kızıldeniz’den buharlaşan suyun içerilere ilerleyip 2000 metre yüksekteki Taif’in dağlarıyla karşılaştığında soğuyup yağışa dönüşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu çevrim bitmediği sürece Zemzem suyu da Allah’ın lütfuyla tükenmeyecektir.
Bununla birlikte bu teknik açıklama bu suyun cennet kaynaklı olmadığına da delil değildir. Bazı internet sitelerinde bu teknik açıklamayı yapan bilim adamları hakkında tekfire varan ifadeler olsa da bunların fanatiklikten öte bir anlamı yoktur. Çünkü bir şeyin sebebini açıklamak, o şeyin Allah’ın eseri ve nimeti olmadığı anlamını taşımaz. Aksine, Allah’ın eserlerini araştırmak, Onu tanımaya en büyük bir sebeptir.
Zemzem’in Cennetten gelip gelmediğine inanmak kişinin imanına zarar vermeyecek bir konudur. Bununla birlikte çok büyük bir rahmet eseri olduğu çok açık bir şekilde meydandadır. Çünkü içinden geçtiği kaya tabakalarından aldığı minerallerle son derece lezzetli bir şekilde bize ulaşır. Bu durum en yakınındakiler de dâhil olmak üzere çevresindeki hiçbir kuyuda söz konusu değildir. Konum olarak da üç güçlü yeraltı akıntısının kesişim noktasında bulunması onun mucizeliğine delildir.
Bu noktada şunun da altını çizmek gerekir. Zemzem’in tadı her zaman aynı olmamıştır. Tarih boyunca da iklim şartlarındaki değişiklikler tadını etkilemiş, bazı dönemlerde Zemzemi tatlandırmak için üzüm, hurma gibi meyvelerin bulunduğu düzeneklerden geçirme ihtiyacı hissedilmiştir.

Zemzem Laboratuvarda Üretilebilir mi?

Burada sıkça karşılaşılan başka bir soruya bakalım. Zemzemin analizini yapıp, aynı maddelerle meselâ gidip özel bir laboratuvarda bir su üretsek bu su Zemzem olur mu?
Cevap: Aynı su olabilir ama Zemzem olmaz. Zemzem olması için o kuyudan çıkması gerekir. Bu kimya ile ilgili değil manevi bir konudur. Nasıl ki insan vücudundaki elementleri aynı oranda bir araya getirmekle bir insan vücuda gelmiyor, Zemzemdeki elementleri bir araya getirmekle de Zemzem elde edilmez. Çünkü Zemzem hakkında şifaya sebep olduğu, ne niyetle içilirse o yönde netice verdiği şeklinde hadisi şerifler mevcuttur. Ayrıca birkaç defa Cebrail tarafından Sevgili Peygamberimizin kalbinin açılıp bu su ile yıkanması, bu suyu değerli kılmaktadır. Bu tip özellikler kimya laboratuvarında elde edilemez.

Zemzem’in Kıymeti

Zemzem’i mukaddes yapan özelliklerini sayıyorken şu olayı da hatırlamakta fayda olacaktır. Sevgili Peygamberimiz Mekke’nin fethinden sonra, Zemzem kuyusunun idaresini ve hacıların su ihtiyacının karşılanması işini İslâm öncesinde olduğu gibi amcası Hz. Abbas’a vermişti. Bir gün kuyudan su çeken amcası ve çocuklarına şöyle demişti:
Eğer bunun hac farzından bir parça olmasından çekinmeseydim, size kuyudan iple su çekmek için yardım ederdim.

Zemzem Vücuttan Nasıl Atılır?

Zemzem konusunda en çok sorulan sorulardan biri de idrara dönüşmediği şeklindeki iddiadır. Muhtemelen asrısaadetten beri ortaya atılan bir iddia olsa gerek ki bunun deneyi daha sahabeler hayattayken yapılmıştır. Bu deney için öyle bilim adamı falan olmaya da gerek yoktur.
Sahabeden Ebu Zer Gıfari Mekke’ye ilk geldiğinde 1 ay boyunca başka bir şey yemeden, sadece Zemzem içerek yaşadığı halde kilo aldığından bahsetmiş, ancak bu sürede tuvalete çıkmadığı hakkında bir şey söylememiştir. Eğer 1 ay boyunca tuvalete çıkmamış olsaydı bu, kilo almasından daha garip bir durum olacak ve öncelikle bu bilgiyi gündeme getirecekti. Çünkü bir insanın bir ay boyu tuvalete çıkmayıp hâlâ son derece sağlıklı olması, kilo almasından çok daha anormal bir durumdur.
Bu örnek Zemzemin aynı zamanda ne kadar besleyici olduğunu da göstermektedir. Merak edenler için bu deney yolu günümüzde de herkese açıktır. Hacda veya umrede isteyen herkes birkaç gün sadece Zemzem içerek beslenmeyi deneyebilir ve sonucu kendisi görebilir.

Zemzem Hakkında Diğer Merak Edilenler

15 yılı aşkın bir süredir, Zemzem denince ilk akla gelen kişilerden olan Zekâi Şen’in Başkanlığını yaptığı Su Vakfı’nda görev yaptığım, uzunca bir süredir de basın ve halkla ilişkilerini yürüttüğüm için kendisine en çok sorulan sorular ve verdiği cevaplardan bazılarıyla konuyu toparlamak istiyorum.

Zemzem bir gün tükenecek mi?
Bilimsel veriler, hesaplamalar ve yapılan testler tükenmeyeceğini gösteriyor. Fakat ortaya çıkması Allah’ın dilemesiyle olan bu özel su yine Allah dilerse elbette tükenir.

Zemzem bozulur mu?
10 yıl da beklese yosunlaşma olmaz, bozulmaz. Jeolojik kayaçlardan geçip Zemzem kuyusuna ulaşan bu suyun bu şekilde sahip olduğu karakteristik özelliği gereği içinde bakteri, organizma üreyemez.

Hacdan umreden sınırlı miktarda Zemzem getirebiliyoruz. Burada daha çok miktarda suya Zemzem katarak çoğalttığımızda bu su Zemzem olur mu?
Kimyasal olarak olmaz. Zemzem diğer suyun kimyasını etkileyip mayalayarak Zemzeme dönüştürmez. Fakat manevi olarak olabilir.

Ph derecesi ne kadar?
Zemzem alkali bir sudur. Ph derecesi 7’den biraz yüksektir.

Suudların Zemzem’i Kâbe temizliğinde ve tuvaletlerinde kullandığı söyleniyor, doğru mu?
Hayır. Kâbe’nin temizliğinde Zemzem kuyusuna 200-300 metre mesafede ve suyu çok tuzlu olan Davudiye kuyusunun suyu kullanılır.

Ayakta mı içmek gerekir oturarak mı?
Peygamberimizin (sav) ayakta içtiği bildirilmiştir. Bununla birlikte bu şekilde içmek farz değildir. Âlimler, Allah Resulü’nün suyun ayakta içilmesi konusundaki yasaklamasıyla birlikte değerlendirerek ya hac esnasında, kalabalıktan oturma imkânı bulamadığı için ayakta içmiş olabileceğini ya da normal suyu ayakta içmenin tenzihen mekruh olduğunu göstermek için böyle yapmış olabileceğini değerlendirmişlerdir.

Bizim köyde falanca yerden kaynayan su için de Zemzem deniyor?
İnanmayın.

Teşekkür:
Bu yazıyı, Suudi Arabistan’da uzun yıllar Zemzem Araştırma ve Geliştirme Merkezi Müsteşarı olarak görev yapan Zekâi Şen’in rehberliğinde hazırladım. Bu çalışma esnasında ve konuyla ilgili çizimlerin temininde yardımlarından ötürü kendisine teşekkür ediyorum. Zemzem hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, Zekâi Şen’in Su Vakfı Yayınları arasında çıkan “Manevi ve Bilimsel Açılardan Zemzem Suyu” isimli kitabını inceleyebilirler.

Muhiddin Yenigün

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Ağustos (500.) sayısında yayımlanmıştır.

Günün modası: Deizm

“Neizm? Neizm?” başlıklı yazımızda deizmi incelemeye başlamış ve o inanışta varlığı kabul edilen yaratıcının Allah olmadığını, farkında olmasalar da onların aslında Allah’ın varlığını kabul etmediklerini görmüştük.

Aslında bu bilgi İslâm’dan deizme kaçan pek çok kişinin bilmediği bir konudur. Onlar aslında sadece İslâm’dan kaçmak istemektedirler. Daha doğrusu Müslüman olmakla kabul etmiş oldukları yükümlülüklerden kaçmaktır istedikleri.

Ancak denizin ortasında fırtınaya tutulunca, uçakları türbülansa girince, hasta olunca, sınava girerken ya da ayaklarını bastıkları zemin 7,4 ile onları sallayınca yardım isteyecekleri bir merciden de vazgeçmek işlerine gelmediği için ateist olamazlar.

Kısaca başka ne çeşit deist vardır bakalım:

Pek çoğu moda olduğu için, deist oldum diye hava atabilmek için veya deist olduğunu ilân ederek ailesine ya da birilerine karşı isyan etmiş olmak için deist gibi yapmaktadır.

Yani toplumumuzda yaygın olan cehalet hastalığı burada da çıkar karşımıza. Çoğu Müslüman’ın maalesef neyi neden yaptığını bilmediği, inancının temellerinden bihaber olduğu gibi bugün deist olduğunu söyleyenlerin de bir kısmı bunu takım tutmak gibi, siyasi görüş gibi bir tercih zannetmektedir.

Tabii burada sorgulamamız gereken başka bir durum çıkıyor ortaya:

Bu insanlar dini, inancı nasıl olur da bu seviyede bir tercih gibi düşünebilirler? Takım değiştirme rahatlığında din değiştirebilirler?

Cevap:

Çünkü deist yaşam hiç de yabancı oldukları bir hayat tarzı değil. Zaten deist gibi yaşadıklarından bu onlara ilâve bir külfet getirmiyor. Hayat tarzlarına uygun yani…

İnandığı gibi yaşamayanlar yaşadığı gibi inanmaya başlıyor.

Evet, maalesef çoğu Müslüman zaten deist gibi yaşamakta. Ne emirlere uymayı ne de yasaklardan kaçmayı umursuyor. Dört Halife’yi peygamber, namaz ve orucu Arap âdeti zanneden, çocuğu bir şey isteyince “Allah Baba’dan iste(!)” diyebilecek kadar inancı hakkında bilgi sahibi(!) kimseler için Müslüman veya deist kelimeleri zaten bir etiketten fazlası değildir. Onlara göre “Cennet varsa bile(!), tertemiz kalpleriyle oraya gitmeye kendilerinden daha layık kim olabilir ki?”

Peki, bütün deistler böyle mi? Değil tabii ki! Bazıları gerçekten düşünerek deist oluyorlar.
Bu cümleyi okuyan deistlerin çoğu şu anda “Hah, benim işte o!” dese de bunlar oldukça azdır aslında.

Bunlar düşünerek, kafa yorarak deist olmuşlardır.

Rabbimiz yüce kitabında ısrarla kullarını aklını kullanmaya teşvik ederken, bunlar nasıl becermişlerse akıllarını kullanarak(!) dinden çıkmayı başarmışlardır. İşin garibi konuşurken kendilerini, asıl aklını kullanan taraf olarak göstermeye de bayılırlar.

Akıllarınca bu kadar büyük bir evreni yaratacak büyüklükte bir güç ve kudrete sahip biri, o evrende görmeyi bırak aramakla bile bulunmayacak kadar küçük bir yer kaplayan insanın inanmasıyla, yatıp kalkmasıyla mı uğraşacaktır?

Aslında bu görüşün altındaki subliminal fikir şudur: Eğer şu cücük kadar aklımla kâinatı ben yaratacak kadar güçlü olsaydım öyle insanla minsanla uğraşmazdım.

Tabi o kâinatı yaratmak için gerekli olan aklın ve ilmin yanında insanın aklını soğan cücüğü kadar kabul edebilmesi için galaksiler büyüklüğünde kafaya sahip olması lâzım o ayrı…

Deizm insanın, akıl kapasitesinin yaratıcıyı anlamaya yetmediğini kabul etmek yerine, kendi akıl kapasitesine göre bir yaratıcı üretmesidir. Belki de kendini fazla beğenen aklın “Allah beni yaratmadı ben onu yaratıyorum” hezeyanı…

Burada bazı deistler şöyle itiraz edecekler:

Biz yaratıcıyı anladığımızı söylemiyoruz ki! Anlaşılamayacağını kabul ediyoruz.

Aslında öyle kabul etmiyorlar. Çünkü öyle kabul etselerdi, “Din olabilir de olmayabilir de. Yaratıcıyı anlamaya kapasitemiz yetmediği için böyle bir şeyi tercih edip etmeyeceğini de bilemiyoruz.” demeleri gerekirdi. Ancak onlar yaratıcının ne bir dini ne peygamberleri ne de kitapları gönderdiğini kabul ediyorlar. Çünkü kendileri kabul edemese bile bu yaratıcı modeli akılları tarafından, nefislerinin çıkarları baz alınarak oluşturulmuştur.

Aslında birileri tarafından o küçük akıllarına sokulmuştur…

Hani şu resimlerde sivri kuyruklu, boynuzlu, elinde üç uçlu mızrak taşır şekilde tasvir edilen kırmızı birileri tarafından…

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Mayıs (497.) sayısında yayınlanmıştır.

Muhiddin YENİGÜN

İdam-ı Ebedi nedir?

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un On Üçüncü Sözünün İkinci Makamında kabrin üç sınıf insana göre üç farklı mahiyetinden bahseder.

Birinci sınıftakiler Allah’a ve ahirete inanıp hayatlarını ona göre tanzim ettikleri için kabir onlar için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır. Nasıl inandılarsa öyle bulacaklar.

İkinci sınıftakiler ise ahiretin varlığını tasdik eden fakat buna uygun bir hayat yaşamayıp zevk, sefa ve sapkınlık içinde bir hayat sürdükleri için bu kapı, ilk gruptakilerden farklı olarak cezalarını çekmek üzere gidecekleri bir ceza mahalline açılır. Burada şüphelerinin ve lakaytlıklarının yol açtığı ceza tamamlanana kadar azap çekerler. Öyle inandıkları için öyle muamele görecekler.

Üçüncü sınıftakilere gelince; burada Bediüzzaman’ın kullandığı bir ifadeyi benim gibi pek çok kişi de başta yanlış anlamış olabiliyor. Bediüzzaman üçüncü gruptakiler olarak iman etmeyenleri tarif ediyor ve bunlar için kabrin bir idam-ı ebedi kapısı olduğunu söylüyor. Hem kendisini hem sevdiklerini idam edecek bir darağacı olduğunu ifade ediyor. Bunlar da nasıl inandılarsa öyle bulacaklar diyor.

İlk bakışta, buradaki “idam-ı ebedi” ifadesi ile bu kişilerin öldüklerinde yok olacaklarının kast edildiği düşünülebilir. Nitekim ben de ilk okuduğumda öyle düşünmüştüm. Fakat bu cennet ve cehennemin ebedi olduğu, cehennemde azap görenlerin ölmeyecekleri ve yok olmayacakları şeklindeki bilgilerimizle çelişmektedir.

Peki, o zaman bu idam-ı ebedi ifadesini nasıl anlamamız gerekiyor?

İlk bakışta “ahirete inanmadığı için onun ahiret hayatı da olmayacak ve yok olacak” denmiş gibi görünse de burada kastedilen mana aslında bu değildir.

Ahirete inanmayan kişi için kabir hem kendisi hem sevdikleri için sonsuza kadar sürecek olan ayrılığın kapısıdır. Ahirete inanıp da günahkâr olan içinse bir süre ceza görse de sonunda sevdiklerine kavuşacağı bir dünyaya açılan kapıdır.

Yani burada idam-ı ebedîye gönderen bir darağacı benzetmesi, bu cezanın dönüşünün olmamasına işaret ediyor. İkinci gruptakilerin hapsi münferit cezaları ise eninde sonunda bitecek ve çıkışları olacak bir cezaya işaret ediyor. Her ikisi de inandıkları gibi muamele görmüş oluyorlar.

İnsan ne kadar uzun süreli bir ceza alırsa alsın, eğer ömrü bitmemişse bir gün mutlaka cezasını tamamlayıp sevdiklerinin yanına dönecektir. Ahirete inanan kişi de eğer cezayı hak edecek bir hayat yaşadıysa ahirette cezasını tamamladıktan sonra hapishaneden tahliye olacak ve cennetteki sevdiklerinin yanına gönderilecektir.

Fakat ahirete inanmayan kişi, ölümü dünyadaki tüm sevdiklerinden, “geri dönüşü olmayan bir ayrılık noktası” olarak gördüğünden, onun cezasının sonunda bir geri dönüş, bir tahliye günü olmayacaktır. Tıpkı idam edilen bir suçlu gibi tekrar sevdiklerinin arasına asla dönemeyecektir.

Günümüz dünyasındaki ceza sistemiyle açıklamaya devam edersek; Hapisteki adam her ne kadar suçlu olsa da bir taraftan onu içeri atan güçten umudunu kesmez. Her an çıkabilecek bir af ile affedilip sevdiklerine kavuşma ümidi vardır.

Fakat idam edilmiş olan kişinin artık bir af beklentisi yoktur. Öyle bir umudu da olamaz. Bu dünyadakilerle ve daha önemlisi af ve mağfiretle ilişkisi sonsuza kadar kesilmiştir.

Burada dönüp kendimize de bir bakmanın zamanıdır. Acaba biz kabir kapısını nasıl görüyoruz?

Hepimiz tabii ki birinci gruptakiler gibi saadeti ebediyeye açılan bir kapı olarak gördüğümüzü söyleyeceğiz. Fakat buna gerçekten inanıyor muyuz? Ya da inandığımızın gerektirdiği gibi bir hayat yaşıyor muyuz?

Bediüzzaman Hazretleri her üç grubu da tarif ederken, paragrafların sonunda ısrarla dile getirdiği gibi, nasıl inanıyorsak öyle bir âlemle karşılaşacağız.

Tabii nasıl inandığımızı tespit edecek olan zatın bizi bizden daha iyi bilen biri olduğunu, “böyle inanıyorum” demekle kandırılamayacağını da unutmayalım.

Muhiddin Yenigün

Meşhur Sorular

Bir süredir ortalarda dolaşan bir soru listesi var. Lise seviyesindeki gençlerin aklına takılan sorulardan derlemiş bir liste bu. Gençleri İslâm’dan uzaklaşmaya iten sorular ismiyle meşhur olan bu liste hakkında önce kısa bir bilgi verelim.

Deizm konulu bir bilimsel toplantıda bir bildiri ile başlıyor her şey. Bildiride uzun yıllar imam hatip lisesinde öğretmenlik yapan bildiri sahibi, bu süre zarfında 11 ve 12. sınıf öğrencileriyle yaptığı görüşmeler ve onlardan gelen soruları derleyerek bir liste hazırlamış.

Öncelikle söyleyeyim bildiride soruların cevapları yok. Fakat buna gerek de yok. Çünkü bu bildiri bir bilimsel toplantıda sunulmuş ve muhatapların içinde o soruların cevaplarını bilmeyen olamaz.

Zaten bildiri sadece bu yüz küsur sorudan oluşmuyor. Hatta bildirinin maksadı bu soruları dile getirmek de değil. Bildiri oradaki akademisyenlere “Çocukların kafasında bu sorular var. Fakat yaptığınız müfredatta kelam vb. dersi gören imam hatip lisesi öğrencileri bile bu sorulara cevap bulamıyor. Bu konulara ağırlık veren yeni bir müfredat yapın, yoksa gençlik elden gidiyor.” mealinde mesajlar içeriyor bildiri.

Buraya kadar anormal hiçbir şey yok. Fakat bu aşamadan sonra hiç de iyi niyetli olduğunu düşünmediğim bir gazete ve gazeteci bu bildiriyi alıyor ve içinden 30 kadar soruyu seçerek, “İslamî bir toplantıda gençleri Deizm’e yönelten sorular listelendi” gibi bir metinle birlikte yayınlıyor. Bu haberde maksadın bildiriyi değil soruları umuma yaymak olduğu o kadar belli oluyor ki.

Soruların ortaya çıkışına kısaca baktıktan sonra gelelim cevaplara.

Öncelikle ben o gazeteci gibi cevaplamayacağım veya cevabın yerini göstermeyeceğim soruyu yazmayacağım. Hatta sorulara ulaşılmasına vesile olmamak adına o bildiri ve bildiri sahibi hakkında bilgileri de yazmayacağım. Kimsenin kafasını bulandırmanın âlemi yok.

Burada insanların kafasını bulandırmaktan içtinap etmemin sebebi bu soruların cevapları olmamasından değil. Sorulara ulaşmadaki merak ve şevkin cevaplara ulaşmakta da aynı seviyede devam edeceğine olan itimatsızlığım.

Peki, bu konuyu niye açtım o zaman?

Çünkü o gazete/ci sayesinde soruların bir kısmı ortalığa döküldü, herkese ulaştı. Bizim de elimizden geldiği kadar çözüm üretmemiz gerekiyor.

Maarifin bir parçası olmadığımız için oradaki müfredatla ilgili bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok.

Fakat gerek sosyal medyada gerek internet ortamında bu sorulara envaiçeşit cevaplar zaten verilmiş. Başta sorularlaislâmiyet.com ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere pek çok ciddi kuruluş ve şahıs tarafından verilmiş olan cevaplar (moda tabirle) bir tık ötede. Dolayısıyla gece tuvalete kalktığında bile telefonundan sosyal medyayı kontrol edecek kadar interneti özümsemiş olan gençler bu sorulara cevap bulamıyorsa öncelikle kabahatli kendileridir. Bu durum, aslında bu soruların cevaplarını o kadar da merak etmediklerini gösterir.

Gençler cevabını araştırmadıkları soruları cevapsız zannetmekte, sonuçta kafalarında İslâm’ı “pek çok soruya cevap veremeyen bir din” olarak şekillendirmektedirler. Belki Deizmi popüler yapan da o sorular değil bu tavırdır.

Gelelim sorulara:

Ben söz konusu bildiriyi inceledim. Oradaki hazîrûnu ilgilendiren kısmını bir yana bırakırsak bildiride 106 tane soru listeleniyor. Bunların 15 tanesi “Hz. İsa dönecek mi?”, “18 bin âlem var mı?”, “Oruçluyken adam öldürürsek orucumuz bozulur mu?” gibi soranı İslâm’dan uzaklaştırmayacak sorular.

Kalan 91 sorunun da tekrarları ve birleştirilebilecek olanlarını bir araya topladığımızda yaklaşık olarak 52 soruluk veya 52 konuluk bir tablo ortaya çıkmaktadır. İşte bu tablo gençlere anlatmayı başaramadığımız konuların bir tablosudur.

Bu tabloyu incelediğimizde en fazla sorunun kader ile ilgili sorulduğu ortaya çıkıyor. Burada gençlerin bilmekle yaratmak arasındaki farkı anlayamadığı anlaşılıyor. Kader konusu Zafer Dergisi’nde birkaç aydır dizi yazı şeklinde ve son derece tatminkâr bir tarzda işleniyor. Ayrıca sorularlaislâmiyet’te de teferruatıyla incelendiği için şimdilik o konuyu onlara havale ettik.

Bunun dışında pek çok sorunun kaynağında Allah’ın zatî ve subutî sıfatlarının sindirilmemiş olmasının yattığı çok net anlaşılıyor. Örneğin zamandan ve mekândan münezzeh olmayı ve sonsuzluğu kavrayamamış gençler. Veya Allah’ı bir insan gibi düşünüp akıllarıyla yargılamaya kalkıyorlar. Meselâ kötülüklerin yaratılmasını kabullenemiyorlar.

Özellikle imtihan ile ilgili soruların çokluğu, imtihanın hikmetini kavrayamıyor dolayısıyla Cehennemi kabul etmek istemiyor olduklarını gösteriyor.

Bunların dışında soruların büyük kısmı yaratılış/evrim, kalplerin mühürlenmesi, ahiret, diğer dinlerin mensuplarının durumu, şeytanın varlığı konuları çevresinde yoğunlaşıyor.

Bundan sonraki yazılarımızda inşallah biz de bu soruların incelenmesine ağırlık vereceğiz.

Muhiddin Yenigün

Burcum burç

Yıl 2048 olmuş.
Yıl 2048 olmuş ama bazı şeyler hiç değişmemiş insan hayatında.
“Oğlum otuz yaşına geliyorsun evlen artık.” “Bir torun sevemeden göçüp gideceğim bu dünyadan.” “Akranlarının çocukları ilkokulu bitirdi, sen daha uyu uyu!” şeklinde bitmeksizin devam eden anne baskısı sonucu altı ay önce yuvasını kurmuştur Yunus.
Anne baskısıyla başlamış da olsa bu evlilikten memnundur Yunus. Eşini çok sever, eşi de onu. Hem bu altı aylık zaman içinde birbirlerini iyiden iyiye tanımış, birbirlerinin keyifli ve katlanılması gereken yönlerinin birçoğunu öğrenmeye başlamışlardır.
Meselâ Burcu, Yunus maç izlerken bir şey anlatmaması gerektiğini çabucak keşfetmiştir.
– Hayatım hani benim çocukluk arkadaşım Şeyda var ya…(10 dakika izah)
– Evet
– … (10 dakika daha)
– Hı hı!
– … (5 dakika daha)
– Tabii ki!
– Sen ne dersin? Gitmeli miyim sence?
Bu sırada maçta devre arası olduğundan Yunus konuya dâhil olur.
– Nereye?
– Bir saattir anlatıyorum ya. Hani Şeyda’nın,
– Şeyda kim ya?
– Ooo hoooo!
O günden sonra Burcu maç saatlerinde kendine başka meşgaleler bulmuştu. Bunun yanında Yunus da Burcu’nun astroloji takıntısı konusunda bir şey söylememesi gerektiğini öğrenmişti.
– Aşkım senin doğum tarihin 21 Mart’tı değil mi?
– Evet.
– O zaman sen Koç burcusun. En önemli özelliklerin de,
– Ya bırak bu safsataları. İnanma öyle şeylere.
– Ne demek inanma? Bak şimdi gökyüzünde gördüğümüz yıldızlardan bazıları karakterlerimizi belirliyor…
Şeklinde başlayan konuşma kırk beş dakika kesintisiz devam edince Yunus da bu konuda direnç göstermemesi gerektiğini anlamıştı.
Ama Burcu vazgeçmemişti. 45 dakikalık seansta kocasını burçlar konusunda yeteri kadar aydınlatamadığını düşünmüş ve bir uzmandan yardım almaya karar vermişti.
Kocasını aydınlatma konusunda kararlı olan Burcu, daha önce kaynanasının yaptığına benzer bir baskı uygulayarak Yunus’u bir astroloğa gitmeye ikna etti.
Ve bir Cumartesi öğle vakti astroloğun kapısındaydılar.
– Buyurun hoş geldiniz.
– Hoş bulduk.
– Nasıl yardımcı olabilirim?
– Eşim burçlara, astrolojiye falan inanmıyor. Kendisine konu hakkında biraz bilgi vermenizi istiyorum.
– Tabii. Neden olmasın?
– Aslına bakarsanız burcunun ve yükseleninin tüm özelliklerini de taşır kendisi.
– Öyle mi?
– Yunus Bey, nedir burcunuz?
– Yunus Koç burcudur. 21 Mart. Yükseleni de Oğlak. Gece on iki buçukta doğmuş.
– Burcu Hanım bir hayli ilgilisiniz bu konuya sanırım.
– Evet, biraz merakım var.
– O halde özelliklerini biliyorsunuzdur. Koç burcu olduğu için sıcakkanlı ve cevval, cesur ve özgürlüğüne düşkün olmalı Yunus Bey. Yükseleni de kendisine güvenilir, kararlı ve disiplinli olma özelliklerini getiriyor. Sabırlı olma konusunda iki burç çatışıyor ama yükseleninin etkisiyle sanırım oldukça sabırlı biridir kendisi. Biraz bencil, kötümser ve cimri olması da beklenen özellikleri arasında. Yalnız insanlarla alay etme huyunu bırakması gerek.
Yunus araya girmeye çalıştı:
– Ama hanımefendi,
Fakat Burcu sözü eşinin ağzına tıkadı:
– Yanlış mı söyledikleri Yunus? Baksana resmen seni tarif etti. Ne kadar özelliğin varsa saydı hanımefendi. Profil çıkardı, profil. Bana, tarif et deseler bu kadar iyi tarif edemezdim seni.
– Orası muhakkak. Şimdi müsaade edersen hanımefendiye bir şey sormak istiyorum.
– Sor tabii ki. Sor da öğren!
Ve Yunus astrolog hanıma dönerek sordu:
– Hanım efendi bakın ben bu söylediklerinize inanmıyorum. Bunlar her insanın hayat serencamı içinde yaşayacağı durumlar. Bunların yerine tam terslerini de söyleseydiniz eminim uyan bir şeyler olacaktı.
– Yani karakter üzerinde tek belirleyicidir demek zor olabilir ama etkisi de büyüktür burçların.
– Peki, bana söyler misiniz, benim burcum, meselâ Balık olsaydı, yükselenim de Yay olsaydı eminim yine bana uyacak bir şeyler çıkardı.
– Yani bazı ortak özellikler olsa da bu durumda oldukça farklı bir karakter çıkardı ortaya.
– Meselâ?
– Meselâ şu anda daha çok beyninizle hareket ederken o zaman daha duygusal olurdunuz? Şimdi ne kadar kararlıysanız, o zaman da o kadar dengesiz davranışlar sergilerdiniz. Disiplininizin yerini sorumsuzluk alırdı. Bunlara karşılık da mevcut kötümserliğinizin yerini aşırı iyimserlik alırdı.
Burcu atıldı:
– Gördün mü bak! Aman iyi ki öyle olmamışsın.
– Bayanlar ben Burcu’nun da söylediği gibi 21 Mart 2018 günü gece yarısını yarım saat geçerken doğmuşum. Bununla birlikte o yıl hükümet yıl boyu yaz saati uygulamasının devam etmesine karar verdiği için aslında o an olması gereken tarih ve saat 20 Mart 23.30 olmalıymış. Yani aslında burcum Balık ve yükselenim Yay. Şimdi buyurun çıkın işin içinden.

Muhiddin Yenigün