Etiket arşivi: numan özel

Risale-i Nur Hizmetinde Vefa

Risale-i Nur Hizmetinde Vefa

“Vefa, gavr-ı in’idama çekildi…” (1) muhtemelen bu cümle ilk defa çok kimsenin dikkatini çekecek ve ilk defa okuyacaktır. Külliyata dahil edilen Muhakemat’ın bir cümlesidir. Lakin ekser Nur talebelerince okumadığını, anlaması zor iddiası sebebiyle derslerde bile okunmadığı veya şahsi okumalarda da ihmal edildiğini biliyor ve görüyorum esefle… Her neyse bu şimdilik mevzumuz değil. İnşallah bu mevzuyu müstakilen yazarız.

Vefa, lügatte şu şekilde manası bulunmaktadır: “Ahdinde, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. Ödeme. Yetişme. Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.”

Risale-i Nur Külliyatında ise birkaç cümle ile iktibas edecek olursak;

Yâdı biliş yapasın ki, ancak dostta vefa var.” (2)

“Eğer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliği ile cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.” (3)

Bu mehazlere nazar edince şunlar karşımıza çıkıyor.

Vefa lafzı mana itibariyle bu zamanda yok olup zamanın anlayışı onu izale edip tarumar ettiğini görüyoruz. Ahirzaman olması itibariyle her şeyde bir decdiyet görünüyor. Yani hak ve batıl karması neticesinde bir bozulma, yozlaşma, içi boşalma.

Buna dair Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de hayatından bir misal veriyor ki bu hadise onu ciddi manada müteessir etmiştir. İşte o hadise, “en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi.” (4)

Demek ki bu vefa insanın istinad noktasıdır. İnsanın bu mesnedi kırılmasıyla inkisar-ı hayale düşüp adeta çölün sıcağı ve soğuğunda kavrulup külli inkılablara maruz olabilir. Hadisenin ne olduğu mühim değil, mühim olan burada vefasızlık ve vefanın ihlal edilmesidir.

“…O derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyeti İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.” (5)

İnsanın manen istifade ettiği membalara vefasızlık etmesi ise yanlış bir harekettir. Bu membalar daimi olarak belli aralıklarla aranıp laakal hal hatır sorulmalıdır. Bize katkı sağlamış ve maneviyatımıza yatırım yapmış olan insanlara en büyük borcumuz ahde vefadır.

Ne mutlu ahde vefalı olanlara…

“Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.” (6)

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

1)Muhakemat (96)
2)Tarihçe-i Hayat (538)
3)Muhakemat (109)
4)Lem’alar (238)
5)Kastamonu Lahikası (90)
6)Tarihçe-i Hayat (11)

Kaynak: RisaleHaber

Risale-i Nur Hizmetinde Risale-i Nur’a Vefa

“Vefa, gavr-ı in’idama çekildi.” (1) Vefa bu zamanda helak olmuş ve dipsiz bir kuyuya girmiştir. Bu sebeple toplumda vefa aranılır olmuş. Vefadar bir dost, vefasız olan nicelere racihtir.

Vefalügatte şu şekilde manası bulunmaktadır: “Ahdinde, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. Ödeme. Yetişme. Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.” 

Risale-i Nur Külliyatı namındaki tefsir-i Kur’an, insanın akıl ve kalbine gelen ve gelebilecek olan şüphe ve tereddütlere cevap vermektedir. Risale-i Nur gibi bu gayeye müteveccih olan bazı kimseler ve eserleri de mevcuttur. Ama Risale-i Nurun tesirini ve alem-i İslam ve insaniyet genişliğinde olan hizmetini ifa ve icra edememiştir.

Risale-i Nur Külliyatını ilk defa okuyan çok kimseler -vaktiyle bizler de- anlamakta zorlanmış belki bir paragrafta bir cümle ancak anlayabilmiş ve o anladığımız ummandan katre ile “haydi daha fazla oku ve anlamak gayretinde ol” diye kendimize demişizdir.

Anlamanın yolu sadeleştirme yoluna girip hakikatleri ayağımıza getirmekle değil, okuyarak, müzakere ve mütalaalar ile terakki ederek o hakikatlere takarrüb etmeye gayret etmeliyiz. Sadeleştirme aslına bir ihanettir. Sadeleştirme, tercüme değildir. İkisi arasında çok fark var.

Risale-i Nur’dan istifade eden kimselerin Risale-i Nura sadakati ise, ancak ve ancak üzerinde fikir teatileri, müzakere, mütalaa, istinbat ve istihraçlarla okumakla mümkündür. Okumayı, müzakereyi, mütalaayı, istinbat ve istihraçları, dersleri terk eden kimse Risale-i Nur Külliyatına olan vefasını terk etmiş en iyi ifadeyle ahde vefası sarsılmıştır.Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir.” (2)

Ahde vefasını muhafaza etmek niyet ve gayretinde olan kimselere en kestirme yol, çevrenizde vefalı olarak gördüğünüz kimselerle daha fazla fiziki ve kaliteli zaman geçirin. Çünkü kim kiminleyse onun haletinde sirayet ona akacaktır. “Dostunu söyle kim olduğunu söyleyim.” Bu söz bize yazımızda yoldaşlık etmektedir. Zaman, zemin, taam, libas bunlar insanın halet-i ruhaniyesine doğrudan etki eden sebeplerin başında gelmektedir. Bu sebeple, bu şeylere dikkat etmemiz elzemdir.

Ahde vefasını insanın muhafaza etmek gayret ve niyetinde olmak bir kenz-i mahfinin miftahıdır. İnsan, bu miftah ile hem dünyasını hem de ukbasını şekillendirecektir. Manen istifade ettiğimiz Risale-i Nur Külliyatına olan vefa borcumuzu ihmal etmemekle beraber yanımıza bu manada kimseler bularak beraber ahdimizi kuvvetlendirebiliriz.

“Hristiyan Dinini mağlub eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı manevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî vazifesini görebilir.” (3)

“Risale-i Nur doğrudan doğruya hakikî bir tefsir-i Kur’anîdir ve Kur’anın malı ve lemaatıdır.” (4)

Ne mutlu ahde vefalı olanlara…

“Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.” (5)

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

1-Muhakemat (96)
2-Kastamonu Lahikası (31)
3-Mektubat (482)
4-Emirdağ Lahikası-2 (134)
5-Tarihçe-i Hayat (11

Kaynak:RisaleHaber

www.NurNet.Org

Risale Okurken Pejmürdelikten Kurtulmalı!

Risale-i Nur hakikatları, insana insanlığı ihtar eden bir muhtar makamındadır. Muhtar makamında olmak ve kendisine daima bir hayırhah ve nasih olarak kabul etmek gerektir.

Risale-i Nur’a muhatap olmak ise ciddi mana emek, zaman, gayret sarf etmekle mümkündür. Lakin sadece bunlarla netice almak söz konusu olmuyor. Okunan ve tahsil edilen şeylerin hayatta tecellileri tezahür etmelidir.

Cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider. “ (Sözler, 274) Yoksa okunan şeyler insana malumat olarak kalır ve sıkıntılara sebebiyet verecektir. Bir ofis veya evrak trafiğinin fazla olduğu bir yer düşünelim. Gelen giden kayıt/kuyudat bir nizam ve tertip içerisinde tutulmazsa her şey çok karışık olacaktır. Bir evrak lazım olduğunda nizam ve intizamın ademiyeti sebebiyle çok zor bulunacaktır o evrak. Belki zamanı geçecek ve zamanında bulunamaması sebebiyle beklenen netice elde edilemeyecektir.

Risale-i Nur Külliyatını ister evrad ister tahkik makamında okuyalım. Buna dikkat edelim. Okuduklarımızı tasnif ederek ve bir ihtiyaç anında okuduklarımızdan istimdad ederek harekatımızı müstakim olarak yapabilelim. Yok tasnifsiz okuyacaksak ben o kadar okudum, okuyorum, gelip gidiyorum ama bir türlü kendimi düzeltemiyor ve istediğim neticeyi elde edemiyorum diye ağlayıp sızlanmanın da bir manası yoktur.

Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez.” (Mektubat, 129)

Bu keşmekeşten ve pejmürdelikten kurtulmak ancak ve ancak tahkik veya evrad makamında okunan Risale-i Nur Külliyatının tasnifli olarak okunup dimağın yedi biriminde depolanıp ihtiyaca binaen kullanılsa da kullanılmasa da arşivlenmesiyle mümkündür. Bütün sıkıntı tasnifsiz ve düzensiz ve lakayd olarak okumak sebebiyledir.

Okurken düzenli ve devamlı olarak okumak ve okunan mebhasın metinsel irtibatını kurarak mana aleminde metinler arasındaki irtibatı kurarak manalara daha muhkem olarak evham ve vesveselerin kapısını kapatıp hayatımızdaki tecellisine gayret etmekle hem dimağımıza hem ruh ve kalb daireleri başta olmak üzere letaifimize sirayet ettirerek istikamette kalabiliriz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Neden Varis ve Vekil-i Bediüzzaman

Risale-i Nur hizmeti bu ülkenin Müslüman ve Ehl-i Sünnet kalmasının sebeplerinden birisidir. Çünkü Ahir zaman, Racül-ül kıtal haline gelmiş ve Müslüman kıyımının yaşandığı bir zamandır. Yani İslami kisve ve kimliğe sahip olan kimselerin tecrit, takip, tevkif, idam, mahkeme, sürgün metotlarıyla katledilmesi neticesinde bir nevi katliam yapıldı. Neticesinde racül-ül kıtal yaşanmıştır.

Bu ülke müslümaları -ister farkında olsun ister olmasın– adamın olmadığı zamanda adam gibi, İslamı müdafaa edip yaşattıkları için Risale-i Nur hizmeti ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye minnettar olup dostane bir tavır takınması boynuna borçtur. Çünkü kelle koltukta cihad meydanına atılmıştır Bediüzzaman ve talebeleri.

O günden bugüne baktığımızda hizmet hareketi yapabilmiş bir İslam mütefekkiri bir elin beş parmağını geçmemektedir. Sonra hizmet kolaylaşınca kolay zamanın adamları piyasada mantar gibi türedi. Bediüzzaman ve emsali ise bu mantar gibi türeyen kolay zaman mürşitleri (!), kutb-ul azamları (!), müceddidleri(!), mehdileri(!) tarafından adeta bir mürteci, bir softa ve tel’inle bahsedilir veya hakir görülür oldu.

Kıbrıs mezarlığına gidenler görmüştür ki; Osman veled-i Dimitri gibi kitabelerle karşılaşmıştır. Yani İslam evladı olan çocuk başka bir dini benimsemiştir ve çocuğunu da yeni din anlayışına göre büyütmüştür. Bunu Türkiye’den Almanya’ya giden vatandaşlarımıza “Bunlar Türk, bunlardan doğan ne Türk ne Alman; ama onlardan doğanlar Almandır” diyerek sistematik olarak asimile planlarını dillendirmiştir.

Bediüzzaman ve emsali zevat (R.A.) olmasaydı bu ülke de ya tanassur edecek veya La-dini olacak ve aslını inkar edecek münkir olacaktı.

Hizmet itibariyle üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hizmet metodunu benimsemiş kimseler Risale-i Nur Külliyatına nasıl tefsir-i Kur’an olarak sahip çıkıyorsa Varis-i Bediüzzaman’a (R.A.) sahip çıkmalı ve onlarla beraber hizmet etmelidir.

Nasıl ki veda hutbesinde necatın iki şartı sayılıyor. Ki bunlar; “Kitabullah ve Sünnet-i Seniyye/Ehl-i Beytim”dir. Bu şart-ı necat hizmetimiz itibariyle Risale-i Nur’a ve onun naşirleri, varislerine sadakat ve alakadarlıktır. Bu sözüme kaşlarını çatan ya hizmetten inhiraf etmiş, sadakattan uzaklaşmış veya başka defterler sahibi olan veya onlara aldanan kimselerdir. Biz onlara şekli bir hürmet besleriz, kendi neşriyatımızı kurar ve kararlarımızı alırız gibi söylemlerde bulunanlar da ne kadar hata ettiklerini göremeyecek kadar gündüz ortasında güneşi göremeyecek kadar basar ve basireti kör olmuştur.

Üstadımızın varis ve naşirleri yakın bir zamana dek aramızdaydı. Onlar üzerinden rant kazanmak, post tutmak gibi bir emelimiz yok. Zaten ağabeylerimiz dar-ı mükafata irtihal ettiler. Onlar gitti şimdi hizmette bayram yarışında sıra bizlerde. Rabbim ihlas ve sadakatle hizmette ahir nefese dek kaim etsin. Nurcu olmak kolay amma kalmak ve ölmek müşküldür.

Peki neden bu kadar bu mesele üzerinde duruluyor ısrar ediliyor denilirse ki şunu ifade etmek isterim.

Vasiyetname-i Bediüzzaman([1])’a nazar edenler görür ki arkasında kendi hizmetini bir kadroya bırakmıştır. “Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tahirî, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.” [2] Hizmet tarzını yakından görenler ve bilenlerden olmasına dikkat etmiştir. Yoksa herkes, bu da hakka ve hakikata hizmettir deyip bir çığır açacaktı.

Merhum, meşhur ve küçük çapta bir meşrep teşkil etmiş nur talebelerinden birisi demiş; “Üstadın yanında bizim gibi ilim sahipleri olmalıydı. Ama bakıyoruz mesela falan falan ve Bayram. Köylü bunlar ama sonra anladım ki Üstadın yanında biz olsaydık kendimizden katardık ve Üstada muhalefet ederdik. Ama bunlar safi olduğu için Üstaddan ne işittiler onu yazmışlar. Safi oldukları için biz değil onlar kaldı” diyerek bu hususta haklı bir kelam etmiştir.

Bir heyet bırakmasının bir hikmeti de şudur Bediüzzaman Hazretlerinin: İnsanlar muhtelif efkar ve fıtrata malik olması sebebiyle kendi fıtratında olanlarla beraber hizmete devam etmesidir. Yoksa benden sonra falan yerime geçsin ve o sizin mürşidiniz olsun gibi bir ifade kullanmamıştır. Ama bu heyetin ağabeyleri olarak Hüsrev ve Tahiri ağabeyleri tayin etmiştir. Üstaddan sonra bu heyetin ağabeyleri olsunlar diye tayin edilmiştir.

Üstaddan sonra üstadlık payesi kimsenin hakkı değildir. Aksi halde silsile halinde “ondan sonra kim posta geçecek?” gibi meseleler çıkar ki bu Risale-i Nur Hizmetinin cemaatten tarikat sistemine dönüştürülmeye çalışmaktan öte değildir.

Her nur talebesine düşen şey hizmetin esasatını muhafaza etmektir. Unutulmamalıdır ki Bediüzzaman’ın hizmet metodunda Bediüzzaman’ın metoduyla hizmet edilir. Bu metod ise herhangi şahıs veya zümre kendilerine ne nam takarsa taksın belirleyemez. Lahika-i Nuriyede bu metodlar beyan edilmiştir.

Bediüzzaman’a sadakatin şartlarından birisi olan varisleriyle beraber hareket etmektir. Bu hususta ısrar etmemiz tarz-ı Bediüzzaman’ı yakından görmüş olmalarıdır.

Bir çok meşrep teşekkül etmiştir. Birbirleriyle irtibatlı olmaları ve aleyhtarlık yapmamak ve esasattan taviz vermemek şartıyla kötü bir şey değildir. Kalbleri bir olduktan sonra medreseleri ayrı olması ayrılık değildir. Mesele sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olmaktır.

Bunlara malik olduktan sonra medreselerin taayyün etmesi ayrılık değil rahmettir. İhtilaf değil ittihada hizmettir.

Varis ağabeyler üzerinden post-nişinlik yapanlara da dikkat etmek gerektir. Post-nişinlik nurculukta yoktur.

Nurculukta kitap esastır. Üstad merkeze kitap koyması sebebiyle okuyan ve devam eden bir cemaat var. “Ben dedim kabul edin” diye bir metod koysaydı bu cemaat bu halde olmazdı belki çil yavrusu gibi dağılırdı. Neyse ki kendi zamanına kadar olmayan farklı bir metod koyarak “Risale-i Nur’u okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Âhiret, iman, Kur’an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış. Hattâ hizmetimdeki has kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum. Yalnız bazı Risale-i Nur’un fütuhatına ve neşriyatına ait bazı hizmetler için bazı zâtlarla görüşmek isterim. Ne vakit bu noktalar için görüşmek istesem o zaman görüşmek caiz olabilir ve bana sıkıntı vermez..[3] diyerek kitaba sevk etmiştir.

Bu sevk gösteriyor ki Nurculukta emir komuta sistemi, bir post ve oradan emirler yayılmıyor. Zaten nurcuların hizmeti imani ve müsbet hareket etmek olup asayişi bozmamaktır.

Post-nişin bir tarzda yani tarz-ı Bediüzzaman ve varis-i Bediüzzaman’dan uzak olupta nurculuk iddia edenlerin bu hususlara dikkat etmeleri gerekir.

Son varis/vekil ağabeyimiz de Nurcuların sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik olması için ortak dersler düzenlemektedir. İttihad-ı Nuriyeyi bu surette teşkil etmek gayretindedir. Çünkü biliyor ki bu tesis edilmezse kendisinden sonra tüm nurcuları bağlayacak ve savrulmalara mani olacak kimse yoktur. Bunun için biz de ağabeyimize dua ediyoruz.

İnşallah sırr-ı uhuvvet, sırr-ı muhabbet, sırr-ı ihlasa malik meşrebler üstü bir heyet teşekkül eder. Ve bir merci olur.

اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ

وَ لاَالضَّالِّينَ آمِينَ

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

___________________________________________________

[1] Vasiyetnamemdir!
Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim! Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum.

Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû’-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz Said Nursî

(*): Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo’lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.
Emirdağ Lahikası-1 (136)

[2] Emirdağ Lahikası-2 (233)
[3] Tarihçe-i Hayat (703) / Emirdağ Lahikası-2 (187)

 

Kaynak: RisaleHaber 

www.NurNet.Org

Prensiplerimizden Vazgeçmemeliyiz!

Prensiplerimizden Vazgeçmemeliyiz!

“Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak..”[1]

Ahir zamanda olduğumuz alenidir. Hatta neredeyse alamet-i ekber kaldı sadece. Yani güneşin batıdan çıkması kaldı. Bunun garbdan tulu’ meselesi ise İslamiyet garbda inkişaf etmesidir. Diğeri de zahir manadır.

Ahir zaman denmesinin sebebi ise; eski zamanlarda bir insanın ömrünce işlediği günahları ve haramları bugün bir insan rahatlıkla işleyebilecek bir potansiyele sahip olması ve eskide dünyanın genelinde işlenen günah ve zulümlerin bugün bir mahallede işlenebilir bir hale gelmiş olmasındandır.

Aslında dünya veya zaman kötü değil. Zaman içinde insanlar nefs-i emaresini havalandırıp adeta             “fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi”[2] gelmiş olması neticesinde hevalarını ilahlaştırıp onlara secde eder derekeye inmiş olmasından tezahür etmiştir. Nefsi-i emmarenin de maddi olarak tatminsiz olması neticesinde hayat süresi insanlar için bir yarış atı gibi koşturmak ve mücahede etmek gibi bir şey olmuştur.

            Dünyayı taabbudi bir mertebeye getirmek ise “lâkaydlık perdesi”[3]ni insanlar üzerine bir battaniye gibi sermiş ve bu uyuşukluk da gafleti ve ülfeti netice vermiştir. Okunanlar sadece okunan metinde kalıyor. Yani okunan başka tatbikat başka oluyor.

Sekülerizm; toplumda ahiretten ve diğer dini ruhani meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki hareket olarak tarif edilmektedir. Müslümanlar materyalizmle 19.yy. karşılaştılar ve koca devletler materyalizmin şövalyesi oldular. Rusya ve Çin gibi.. Hatta Türkiye de bir ara meyletti materyalizme.

Materyalizm fikri olarak çökmesine ve şövalyelerinin yok olmasına karşın insanlık fikrî olarak menfaat üzerine endeksli bir hayata teveccüh ettiler. Ve sekülerizmin ellerinde birer kukla olarak kendilerini buldular. Her yapılan şeyde menfaat ve fayda gözetleyip hayat kar ve zarar dengesi üzerine konuldu. Müslümanların şuurlu davranmayanları ise adeta lâ dini yani dinsizcesine bir lâkaydlıkla hayatı bütün “dehşetli vicdan azablarıyla ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu..”[4] bilmesine rağmen gaflet  hayatı “batn ve fercin hizmetine..”[5] münhasır zannederek hayvancasına, dinsizcesine bir derekeye indirdi. “Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir.”[6] sözünün insanlık kuvve-i şeheviye ve gazabiyesiyle imza attı. Bir ürünün reklamında en küçük şeyin teşhirinde bile teşhir malzemesi olarak gelincik çiçeklerimiz olan taife-i nisa kullanılır hale geldi. Hal böyle olup kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise ifrata girip insanların istikameti batın ve ferç oldu. “mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu fâni hayata celb ede ede..[7]ehl-i ahiret olan insanlarda da var olan nefsin sesini dinlemeye sevketmiştir. “Şu asırda ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vâdilerinde koşuyor.[8] Binaenaleyh ehl-i hak ve ehl-i sünnet vel cemaat olan insanlar ehl-i dalaletin kamyonlarla dalalete sevkiyatından her vesileyle uzak durmak gayreti içerisinde olmalıdır. En azından gayret etmelidir. Bu sebeple de salih veya müttaki olarak bildiği insanlarla daha fazla zaman geçirmelidir ki “zaîf şeyler içtima’ ettikçe kuvvetleşir. İncecik ipler topak yapılsa, kuvvetli halat olur. Kuvvetli halatlar topak yapılsa, kimse koparamaz.[9] bu misal hayatında tezahür etsin.

 Hayatında gayesi Hakaik-i imaniye ve Kur’aniye olanların hayatlarında “Hakaik-i imaniye, her şeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzât olmak lâzım..”[10] iken gaflet ve ülfet battaniyesinin insanı hantallaştırmasıyla bu dava meselesi ötelendi ve hizmet zeminleri garip bir hal aldı. Yeni insanlar kazanmak şöyle dursun var olan mevcud kaybolmaya ve bu hadise umursanmamaya başladı.

            Medreseler mülk olması gibi bir mana tezahür etti. Lüks medreseler ve ortamlar var ama bu lükslük içinde ihlas yetmez veya görünmez oldu. Devasa medreseler oldu ama bazı mefhumlar kaybolmaya, içi boşalmaya başladı.  “اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ âyeti ile اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا âyeti gibi insanlardan istiğna hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir eder. Ve ilim ve dini neşre çalışan insanlar, mümkün olduğu kadar istiğna ve kanaatla hareket etmezse; hem ehl-i dalaletin ittihamına hedef olur, hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem salahat ve neşr-i din gibi umûr-u uhreviyeye mukabil hediyeleri almak, âhiret meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.”[11] Hizmetin temel prensipleri göz ardı edinmeye ve bazı şeyler perdelenmeye başladı.

Sekülerizm dediğimiz melanet ne bulursan at yarım saat kaynat mantalitesiyle her yerde karma bir şey meydana getirdi. Karma bir kültür oluştu. Komünizmin halkların kardeşliği ve sloganının kültürel manada zeminini ihzar etti.

Her yerde aynı manaya gelecek şekilde bir kültür ve kavram yozlaşması tezahür etti.

Bunun neticesinde mefhumlarımız, ideallerimizden ve prensiplerimizden taviz verir bir hale geldik.

Derdimiz davamız olacakken medeniyet-i fantaziyeler almaya başladı. Samimi dostluklar menfaat işlemine döndü.

Samimi bir tevbe ile davamıza mesleğimize dönüp canla başla hizmet etmeliyiz Kur’an tilmizi olmak yolunda. Tebliğ kulak ardı edinmek yerine ön plana gelmeli. Merhum Said Özdemir ağabeyim “bir yere giderken hizmet niyetiyle git ki güzel bir niyetle ibadet hükmünü alsın.” Sözü nazarlara alınmalı.

Ahir zamanda açlık hükmedecek hadisini açgözlülük olarak da görsek zannederim hata etmiş olmalıyız.

Karnı aç olanı doyurmak kolay ama gözü aç olanı doyurmak namümkündür.

Hizmetlerde de manaya hizmet etmeli maevi açlığı gidermeliyiz. Yoksa aç gözlülükle mal mülk ticaret sevdası bir yere kök salarsa orada dava mefhumu kaybolmaya dünya sevgisi köklenme başlamıştır.

Ne mutlu o adama ki medeniyet-i fantaziyeye esir olmaz.

Bedbahtır o adam ki hakkı hak bilir ama imtisal etmez.

Rabbim meslek-i hademe-i Kur’aniyede ayaklarımızı sabit etsin.

“Dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan; şu kısa mes’elede uzun konuştum, belki de israf ettim.[12]

 

            Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Kastamonu Lahikası ( 140 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 111 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 111 )

[4] Sözler ( 154 )

[5] Sözler ( 126 )

[6] Mektubat ( 58 )

[7] Tarihçe-i Hayat ( 293 )

[8] Mektubat ( 425 )

[9] Mektubat ( 119 )

[10] Kastamonu Lahikası ( 117 )

[11] Mektubat ( 484 )

[12] Mektubat ( 350 )