Etiket arşivi: nurculuk ve siyaset

Talebelikten Siyaset Meydanına..

Bir kimse Müslüman olmak istiyorsa kelime-i şehadet getirince yani “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühu ve resulullah” diyerek Müslüman olabilir, başka hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. Ancak Müslüman olduktan sonra yerine getirmekle görevli olduğu şeyler vardır ki bunlar da Namaz kılmak, Oruç tutmak, Zekat vermek ve Hacca gitmek gibi işlerdir.

Mümin olmak için de Allah’ın varlığı ve birliğine, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kadere ve Hayır ve şerrin Allah’dan geldiğine inanmak gerekir. Gerçek kurtuluşu yakalamak için hem mümin hem de Müslüman olmak gerekir.

Kişi Müslüman olduktan sonra dinini öğrenmek ister, bunun için de çeşitli yollara başvurur. Bir kısmı hafız olmak ister, bu yolda yürür. Kur’an’ı ezberlemek ve onu güzel sesiyle okumak her asırda her hizmetin başında gelir ve her şeye tercih edilir.

*Aziz, sıddık kardeşlerim,

Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz beni, ahir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, “Hıfz-ı Kur’an’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’an-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir. (K.LAHİKASI)

Ancak herkesin hafız olması mümkün değildir. Kişinin kendi arzusu ve ezber yeteneği de bu işte önemli rol oynar. Güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an herkesi mest eder.

Kur’an’ı dinleyen bir Müslüman, onun ne dediğini de anlamalıdır. Onun tefsirini de okumalıdır. Asırlar boyunca tefsir alimleri tarafından çeşitli tefsirler yazılmıştır. İşte Risale-i Nurlar da Kur’anın imani ayetlerini önceleyerek asrın anlayışına onu detaylı şekilde tefsir eden eserlerdir.

Kur’an tefsirlerinden başka Peygamberin hadisleri de bir müslümanın bilmesi gereken bilgilerdir. Hadis alimleri de bunları açıklar. Bu hadislerin bazılarının anlamı açıktır, herkes anlayabilir ama bazıları da tıpkı Kur’anda olan bazı ayetler gibi “müteşabih” denilen manası çok açık olmayan, gizli olan hadislerdir ki mutlaka bunlar da ilim adamlarınca açıklanmalıdır.

Çünkü bunların yalnızca sözlerine bakarak, hadis olmadığına yüzeysel bir anlayışla karşı çıkılıp, ret edilebilir. Bu konuda bilgisi olmayan insanların kafası karışır, imanına zarar gelir. İşte Risale-i Nurlarda bu tür hadislerin de akla ve mantığa uygun açıklamalarını bulabilirsiniz.

*Âhirzamanda Hazret-i İsa (a.s.) nüzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehâdis-i sahihanın mana-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zahir ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip, veya hurafevâri bir mana verip, âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avâm-ı Müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslamiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdis-i müteşâbihenin hakiki tevillerini Kur’an feyziyle göstermiş.(K.LAHİKASI)

Bediüzzaman tarafından yazılmış ve adına Risale-i Nur denilen bu kitapların tek parti döneminde yasaklar altında köylerde elle yazılması, tashih edildikten sonra Osmanlı Türkçesiyle çoğaltılması ve dağıtılması çok zorluklar altında olmuştur. İşte Bediüzzaman onları üç gruba ayırır.

Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.

Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyyen, Sözler’e ve envâr-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun;ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.

Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözler’in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.

İşte şu üç tabaka benim üç şahsiyetimle alâkadardır.

Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebetdar olur.

Kardeş, abdiyetim ve ubudiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur.

Talebe ise, Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebetdardır. (MEKTUBAT,26.Mektup)

Risale-i Nur talebesi olmak öyle kolay iş değildir. O günün şartlarında devletin takibi vardır, yakalanıp hapse atılma korkusu vardır. Bugünün koşullarında da kolay değildir, eleğin üstünde kalmak. Enaniyetini bu havuzda eritmek, şahsını geride tutmak, Risale-i Nurları hep öne sürmek. Bu yolda ölünceye kadar sebat etmek ve sadık kalmak zor iştir.

* Risale-i Nur’a intisap eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, “Risale-i Nur talebesi” ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur. (K.LAHİKASI)

Günümüzde kendine Risale-i Nur talebesi diyen veya kamuoyu tarafından öyle bilinen insanlar, eğer yukarıdaki tariflere uyuyorsa öyledirler. Başlangıçta talebe olmuş insanlar zamanla bu kriterlerin dışına çıkmışsa, kendi cemaatini kurmuşsa ve kendi kitaplarını basıp yayınlamışsa, ağızlarından Bediüzzaman’ın görüşleri açıkça anlatılmıyorsa onlar artık başka bir cemaat olmuşlardır. Ehl-i Sünnet yolunda olanlar hak yoldadırlar ama Risale-i Nur talebesi değillerdir.

Has talebeleri İman hakikatlerini bırakıp geniş daireye, Risale-i Nur adına siyasete girmezler. Zalimlerin satranç oyunlarında piyon olmazlar. Filistin’deki zulme susmazlar, İsrail’i otorite kabul etmezler. Ülkesini asla terk etmezler. Büyük devletlerin uzun vadeli politikalarına alet olmazlar, onlara diyet borçları da olmaz.

… bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi’ olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bu tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir. (T.HAYAT)

Talebelerinden Hicaz’a gitmek isteyen Said Özdemir’e söyledikleri bugün için de geçerliliğini korumuyor mu?

Kardeşim, ben orada olsam buraya gelirdim. Alem-i İslâm kapısının kilidi Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı Âlem-i İslâm üzerine açar. Kat’iyen buradan gitmek için izin yok” (Nur.gen.tr.)

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ana hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’andan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz. (E. LAHİKASI-1)

*Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.

Cenab-ı Hak, bize, nur ve nuranî vazifeyi vermiş, onlara da zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmaya tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir. (K.LAHİKASI)

*Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkar şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister. (K.LAHİKASI)

Nur talebelerinin yollarında uyacakları kurallar bellidir. Onun kurallarını Bediüzzaman hayatta iken koymuştur. En önemli birinci kural; “hükümetin işine karışmamaktır”. Divan-ı Harbi Örfide yargılanırken ne söylemişse tek parti dönemindeki tavrı da odur, çok partili dönemde de odur.

…husumete vaktimiz yoktur. Hükümetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz. (DİVAN-I HARB-İ ÖRFİ)”

Kim istiyorsa kendi adına veya cemaati adına parti kurabilir, siyasete girebilir. Ama dünya alem bilsin ki bu yol Bediüzzaman’ın yolu değildir.

Bir söz var ya “tak sepeti koluna herkes kendi yoluna”. Cemaatler de alsın kendi yazdıkları kitapları ellerine, kendi gazete ve televizyonlarını da arkalarına ve açıkça düşsünler artık siyaset meydanına. İşte geliyor 2015 er meydanı…

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Bediüzzaman ve Günümüz Siyaseti

Bir siyasi ile bir islam alimi  bir arada nasıll zikredilir?

Bediüzzaman onsekizinci asrın sonlarında dünyaya geldi. O doğduğunda dünyayı bugün zehirleyen bütün büyük ideologlar zehirlerini kusmuş ve gitmişlerdi. Batının ilmi gözlem ve deney ile bütün kitaplı dinleri şüphe altında bırakmıştı. Kilise Marks’ın öğretisi ile baş edememiş ancak ona domuz demekle kalmıştı. Kitaplı dinlerin bütün inayet delillerini yıkmış, yerine kendi putunu koymuştu.

Bediüzzaman doğduğunda varlık ötesi de heyecanda idi, çünkü bütün kitaplı dinler bu ateist ve nihilist filozoflar yüzünde gerilemişti. Bediüzzaman doğumundan kısa bir süre sonra  Kur’an’ın etrafından surların yıkıldığını ve mukaddes kitabın kendini korumak durumunda olduğunu ve koruma görevine kendisinin aday olduğunu görür. Medreselerin geleneksel eğitimine başkaldırır, kimse ile anlaşamaz, ondaki bu gayret ve ilim isteği Peygamberimizi gördüğü bir rüyada varlık kazanır. Kimseden soru sormamak  şartı ile kendisine ilim verileceğine peygamberimiz  söz verir. Ondan sonra  bütün ulumu şettayı okur ayıklar ve değerli yanlarını dehasına doldurur.

Bir İngiliz müstemlekat nazırının Kur’an’ı kaldırmak için yaptığı sözlü saldırı üzerine kendine söz verir, Kur’an ‘ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu isbata karar verir. Bundan sonra bütün hayatı Kur’an’ın yeni bir göz le okunması ve gözlem ve deneylerle isbatı meselesidir.

Onun yaşadığı dönemlerde birçok hükümdar ve devlet adamı gelir geçer; Sultan Abdülhamit , Sultan Reşat yaşadığı coğrafyada il gileri olan kişilerdir. Ama onun onlarla olan ilişkileri hiçbir dünyevi istek için olmamıştır, işi gücü eğitimdir, üniversitedir…

Fikirlerinin eğitim kurumlarında görmek ister, Van’da bir üniversite açmak ister. Daha sonra cumhuriyet ilan edilir. Fransız, yunan ve İtalyan sistemlerinin bir acaip karışımı olan bir kültür felsefesi orta yerdedir, devrin idarecilerini namazı bahane ederek tuttukları yolun yanlış olduğunu İslamın desatirine uymadıktan sonra felah bulamayacaklarını ve sistemlerinin kısa bir  süre sonra iflas edeceğini söyler.

Kendisi onlarla mücadele etmez, kenara çekilir, hatta sürülür, zaten kader de bu sürgünü gerekli görmüştür. Barla’da bugün bütün dünyada okunan eserleri yazılır. Eskişehir, Denizli, Afyon, Kastamonu, Isparta’da yaşar, bu dönemlerde  Mustafa Kemal, Celal Bayar, Demokrat Parti,  icraatlarını yapar, bunlarla imkanları dahilinde savaşır, eserlerine karşı açılan savaşta  kaleminin duasının ve iradesi ile çelik gibi öğrencileri sayesinde başarıya ulaşır ve eserlerinin basımına şahit olur.

Bir adam deccalizme, süfyanizme pes ettirmiştir. Bütün zulümlere rağmen bütün silahlar ve şartlar karşı tarafta iken… Allah ona mağlub olmasını yaşatmamıştır. Tarihin en ceberut adamlarını fikirleri ve cesetleri ile  gömer, zebanilerin elindeki öte diyarın ceberutlarının gittiği ahiret alemine gider, işte geldim şimdi mahkeme-i kübranın provasını yapalım der manen.

Ondan sonra talebeleri onun siyasi taktikleri ile  Adalet Partisi, Anavatan partisi, Ak parti dönemlerinde aynen onun bıraktığı teorilerle bu  ülkede siyasi ve iktisadi istikrarın takipçisi olurlar. Parti kültürü ile değil istikrar ve dengeyi sağlayacak fikirleri ile gerektiği yerde görünür ve geri çekilirler. Demirel, Nurcuları bir iki rüşvet ile  uyuttu nurcular da felsefeleri gereği ona oy verdiler, çünkü Bediüzzaman ve eserleri yine takib altında idi, iktidarlar bu zulme engel olamıyorlardı.

Erdoğan’ın siyasi duruşu ile Bediüzzaman’ın siyaseti dine alet etme mesleği örtüştüler. Yüz yıldır eğitim ve düşünce sisteminden kovulan Kur’an-ı Kerim, Erdoğan ile yeniden sisteme büyük bir hızla girdi. Müslümanlar uğradıkları zulümlerin mazlumu iken zalimlerden hesap soracak duruma geldiler.

Teori ne kadar da güçlü olsa onun uygulayıcısı bir siyasi irade  gerekirdi. Erdoğan beklenen siyasi irade idi ve demokrasinin yalaka yaklaşımları ile  değil gücü ve iradesi ile halkın iradesi ve siyasi kurumlar üzerindeki vesayetleri kaldırdı. Bediüzzaman  “biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz “ sözü gereği vasıtaları  oradan kaldırdı. Üç çeyrek asırdır Türk demokrasisi askeri ve kurumlar vesayetinde iken onları  yıktı. Bütün bunlar  Bediüzzaman’ın zaman zaman temas ettiği demokrasi dışı güçlerdi. Bunları yıkmak Erdoğan’ın erkek tavrından iradesinden ve yılmazlığından ileri geldi.

Altmış ihtilali  Menderes’i bir cephe ile yıktı, ama ihtilal sonrası Türkçü kanat solcu kanadın oyunları ile ülkeden uzaklaştırıldı. Şimdi artık Erdoğan’ın icraatlarını yıkmayı başaramayan bir cephe bütün şer güçleri bir araya getirerek yeniden yıkma provası yapıyor. Ama unutulan bir şey var, Türk siyesi tarihi Bediüzzaman sayesinde onun fikirleri ile sınıf kavgalarından etnik ve dini çatışmalardan kurtulmuş, sağlam bir yapı kazanmıştır.

Bazı dini grupların  dini hizmetler ile kanaat etmeyip devleti de dizayn etme hırsları yüzünden şer ile hayır bir araya gelerek Erdoğanı yıkmak gayretini göstermektedir. Bu sefer muhafazakar bir suni sahne ile sahnenin arkasında bir trajedi saklanmıştır. Sahnenin oyuncuları hiç biraraya gelmemiş ve gelmesi muhal kişilerdir, bu kadar şerli insanların arkasında hayır barınmaz.

Necip Fazıl;

Allah’ım sen acı bu saf millete

Akşam yatar sabah kalkar başıboş

Bu saf milleti muhafazakarlığın vadisine uğramamış insanlar kandırmak ve birilerinin siyasi hırslarını tatmin etmek için avlamak istemektedirler. Ama ne Erdoğan ne de Bediüzzaman bu ülkenin yüz  yıldır muhtaç olduğu ve elde ettiği siyasi istikrari bozdurmazlar. Bu ülke yüz yıl bugünleri elde etmeye çalışan Bediüzzaman’ın mülküdür, bu mülkü birkaç muhterise teslim etmez, ve onları başarıya götürmez. Allah adildir, ihtiras ile ihlas şimdi kavgadadır, ihlas ihtirası yenecektir. Ve Erdoğan ile Bediüzzaman bu ülkeyi daha güzel günlere götürecektir..

Prof. Dr. Himmet Uç

NurNet.Org