Etiket arşivi: Öğrenci

Sınıfta disiplin nasıl sağlanır?

Niğde’de konferans verdikten sonra okul müdürü arkadaşlarla çay içerken okuma tutkusuna hayran kaldığım Gazi İlkokulu Müdürü Mehmet Alkan, ortaya bir soru attı. Ak saçlı, tecrübeli şöyle dedi:

Öğretmen arkadaşların çoğu sınıfta disiplin kurma konusunda problem yaşıyor. Çocukları derse motive edebilmek en önemli problem. Dur, sus, konuşma yöntemi sökmüyor. Dersin bir yarısı bağırıp çağırma ve gürültüyle geçiyor. Televizyon, bilgisayar, cep telefonu gibi teknik yayınların gürültülü, resimli, efektli programlarına alışan öğrenciler, öğretmenleri dinlemeye gelince konsantre olamıyorlar. Kanaatimce eğitimdeki en büyük problemlerden biri sınıf disiplini. Bunca yılın öğretmenisiniz, Almanya’da kaldınız, dünyayı takip ediyorsunuz. Pratik bir çözümünüz var mı?”

sınıf ve öğrenciler Gönlümüz ve beynimizle öğretmenlik yapmak şartıyla problemin çözümü var.

– Nedir, söyler misin diye atıldı Mehmet Bey.

-Memnuniyetle, bildiklerimi mezara götürecek değilim yalnız çocukların gönlüne girmeyi hedeflemeden benim prensibi kullanırsak prensip işe yaramaz, onu da ilave edeyim.

Öğretmeni Başarıya Götüren Yol konulu Rize’de verdiğim konferansı hatırladım. Konuşmam bittikten sonra eğitim fakültesinde okuyan iki öğrenci gelip beni tebrik etmiş ve şöyle demişlerdi:

Dört yıldır eğitim fakültesinde okuyoruz. Öğretmenlerimiz akademisyen, bol bol teorik bilgiler anlatıyorlar. Sizi anlattıklarınız sınıfın içinden. İki saatte dört yılda öğrendiğimizden fazlasını öğrendik.”

Bu sözleri o zaman iltifat olarak algılamıştım. Mehmet Alkan, konunun ciddiyetine dikkat çekip de sınıflarda benim sandığımdan daha ciddi problemlerin yaşandığını söyleyince “paran kadar konuş” metodunu anlatmaya karar verdim.

Her şeyden önce çocukları sevmeli, onlar için çalıştığımıza onları inandırmalıyız. Dersine girdiğim sınıflarla tanışmadan sonra öğrencilerime şöyle derim:

‘Değerli arkadaşlar, sınıfta disiplin sağlamak zor bir iştir, herkes her zaman kendini kontrol edemez, ders anlatılırken birbiriyle konuşan öğrenciler çıkabilir. Bazen de bir ihtiyaçtan dolayı konuşursunuz. Sınıfta disiplin sağlama konusunda bana yardımcı olacağınıza can-ı gönülden inanıyorum. Sınıf sessizliği, dersi anlamanız için gerekli. Dersi derste öğrenirseniz işiniz kolay olur. Benim dersim kolaydır, milyonlarca öğrenci bu dersi her sene geçer. İsterseniz siz de geçersiniz. Yüksek notlar alarak sınıfı geçmeniz beni memnun eder, bu konuda size elimden gelen yardımı yapacağım.

Gelelim sınıfta disiplinin nasıl sağlanacağı konusuna. Sınıfta disiplin sağlama metotlarını gözden geçirelim. Bir arkadaşınız tahtaya gelsin, bu metotları yazalım ve oylayalım. Ben demokrat bir öğretmenim, sizin kabul etmeyeceğiniz bir metodu uygulamam. Sizin kabul edeceğiniz prensipleri uygulayacağız.”

Bir öğrenciyi tahtaya kaldırırım ve aklıma gelen metotları yazdırırım.

Sınıfta disiplin sağlama yolları:

  • Bağırıp çağırma ve azarlama.
  • Disipline verme.
  • Notu silah olarak kullanma.
  • Velinizi çağırıp konuşma.
  • Konuşanın yerini değiştirme.
  • Konuşana yazı yazma ödevi verme.
  • Konuşanın para ödemesi.

Bu metotları tek tek oylatırım, oy çokluğu ile yedinci maddede kabul edilir.

Öğrenciler paranın nereye harcanacağını bilmek isterler. Sınıf kasası oluşturacağımızı, biriken paraların harcanmasına sınıfça karar vereceğimizi söylerim. Çoğu zaman dönem sonunda çay içer, pasta yeriz, ikinci dönem dondurma alırız, fakir bir öğrenciye yardım ettiğimiz olur, kitap alıp kütüphaneye bağışladığımız olur.

Para vermek istemeyen öğrenci, çizgi sayısınca yazı yazar, kitaptaki önemli konuları yazar. Hem sınavlara hazırlanır hem de borcunu ödemiş olur.

Bazen öğrenciye, Sakarya Türküsü, Bayrak, Fetih Marşı, İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitlerine, Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Yaş Otuz Bey, Kara Toprak vb. gibi güzel bir şiiri çizgi sayısınca yazmayı öneririm. Şiiri defalarca yazan öğrenci, kolayca ezberler ve sınıfta okur, benden 100 alır. Böylece öğrenci çizgi cezalarını iyi nota dönüştürür.

Yazma ödevini yerine getirmeyen öğrenciye ödev notu veririm ki bu öğrencinin aleyhine olur. Böyle durumlarda öğrenci ile teneffüste özel olarak konuşur, kötü notu düzeltmesi için neler yapması gerektiğini anlatırım. Sınıfça alınan karara öğrenciler çoğu zaman uyar, bu konuda öğrenciyi ikna etmeye çaba sarf ederim.

Öğrenci sorunun çözümüne yanaşmazsa velisi ile görüşür, veli ve öğrenci ile sorunu çözmek için birlikte kafa yorarız. Böyle durumlarda öğrencinin evine gitmeyi, veliyi iş yerinde ziyaret etmeyi göze alırım. Sınıf disiplini sağlayamazsam verimli ders anlatamam, bu durum hem beni hem de öğrencileri rahatsız eder, ayrıca derste verimlilik düşer.

Konuşana çizgi çizme işini gönüllü bir öğrenciye veririm. Çizginin kime çizileceğini ben söylerim. Ayşe konuşunca şöyle derim:

-Ayşe iyi kızdır, sınıf kasasına yardım etmek istiyor, bir çizgi at.

Çizginin değeri bir liradır. “İsteyen öğrenci istediği kadar konuşabilir, parası olan konuşur.” diyerek espri yaparım.

Aynı şey Ahmet için de geçerlidir. Konuştuğu zaman, Ahmet iyi arkadaştır, çiz, sınıf kasasını yardım ediyor, derim.

Bazen kitabımı unutarak sınıfa gelirim, bazen telefonu sessize almayı unuttuğum için sınıfta telefon çalar. Böyle durumlarda kendime çizgi attırırım, sınıf kasasına ben de para veririm.

Dönem sonunda paralarla pasta, simit, dondurma alırız, döner yediğimiz bile oldu.

Eyüp İmam Hatip Lisesinde iken döner yiyip ayran içtiğimizi hatırlıyorum. Dönerciden çıkarken bir öğrenci şöyle demişti:

-Biraz daha konuşsak da üstüne bir de baklava yiyebilseydik daha iyi olurdu.

Sınıf disiplinini oyuna çevirmek gerekir. Oyunla disiplin sağlamak hem öğretmeni kızmaktan, bağırıp çağırmaktan kurtarır hem de öğrencilerin rahat bir ortamda ders dinlemesini temin eder.

Para işini çok da önemsemem. Nadiren de olsa öğrencilerin para vermediği ve benim hiçbir şey olmamış gibi onlara dondurma ısmarladığım zamanlar olur. Çizgi sistemi sayesinde senelerce kızmadan, bağırıp çağırmadan, oyun oynar gibi sınıf disiplini sağladım.

Öğrenciler bizim kendilerini sevdiğimizi, onların başarısı için çaba sarf ettiğimizi, onların iyiliğini istediğimizi görür ve buna inanırlarsa disiplin sağlama konusunda bize yardım ederler.

Not: Sorun çözen ve sevilen bir öğretmen olmak isteyenlere Nesil yayınları arasında çıkan “Öğretmeni Başarıya Götüren Yol” ve “En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed(sav)” isimli kitaplarımı tavsiye ederim. İrtibat: 444 24 14

MORAL HABER

Çinli Öğrenciler Adana’da Kur’an öğreniyor!

Adana’da Çin’den gelen 18 öğrenciye, Kuran-ı Kerim, Arapça ve Türkçe eğitimi veriliyor. Çin’in çeşitli eyaletlerinden Adana Müftülüğü’nün daveti üzerine gelen öğrenciler, 3 senelik eğitimin ardından ülkelerine dönerek oradaki çocuklara Kuran-ı Kerim ve Türkçe öğretmeyi hedefliyor.

Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelen çekik gözlü öğrenciler, Adana’nın Sarıçam ilçesi Baklalı Kur’an Kursu’nda eğitim görüyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilen öğretmenler tarafından Türkçe eğitimi verilen öğrenciler, yaklaşık 2 ayda Türkçe konuşmaya başladı. Bir süre Türkçe eğitimi alan öğrencilere daha sonra ise temel Arapça, temel dini bilgiler ve Kur’an-ı Kerim okuma eğitimi verilmeye başladı.

Adana Müftüsü Arif Gökçe, Çin Halk Cumhuriyeti’nin değişik eyaletlerinden gelerek Adana’da eğitim ve öğretim gören 20’ye yakın öğrenci bulunduğunu söyledi. Bu öğrencilerin oradaki altyapının yetersiz olması nedeniyle Türkiye’yi tercih ettiğini vurgulayan Gökçe, koordinatör görevliler ve Türkiye’den giden sivil toplum kuruluşlarının ortaklaşa yardımlaşmalarıyla bu öğrencilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an kurslarında eğitim aldıklarını dile getirdi. Öğrencilerin 2,5 ay önce Türkiye’ye geldiğini belirten Gökçe, “Öncelikle bu kardeşlerimize Milli Eğitim Bakanlığımızın Türkçe öğretmenlerinden katkı alarak Türk dilini öğretiyoruz. Ardından Kur’an eğitimini, temel Arapçaya giriş ve temel dini bilgilere giriş bilgileri veriyoruz.” ifadelerini kullandı.

Çinli öğrencilerin ilk aşamada 1 yıllığına Türkiye’ye geldiğinin altını çizen Müftü Gökçe, “Eğitimlerini, hafızlıklarını ilerletmek isterlerse 3 yıla kadar burada misafir edeceğiz, ağırlayacağız. 20’ye yakın öğrenci gelmişti ama bunlardan 2’si havamıza suyumuza alışamayıp geri döndü. Önümüzdeki günlerde 17 öğrenci daha Adana’ya gelecek. Ayrıca 3 de bayan öğrenci gelme hazırlığı yapıyor. İnşallah bu yavrularımız Türkiyemizde, Adanamızda eğitimlerini alacaklar.” diye konuştu.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dünyanın dört bir yanından eğitim için öğrenci getirdiğini hatırlatan Gökçe, “Afrika’dan Balkanlardan, Türkî cumhuriyetlerden ve bu iş Çin’e kadar dayanmış oldu. Biz kardeşlerimizi, Müslüman kardeşlerimiz olarak bağrımıza basmış bulunuyoruz. En güzel şekilde onlara maddi manevi katkılarımızı aktaracağız, kültürümüzü, dilimizi, kardeşliğimizi aktaracağız. İnşallah Türkiye’de bu dini ilimlerdeki yetkinliği kazanan yavrularımız kendi bölgelerine döndüklerinde orada din hizmetini sunabilme konusunda burada aldıkları bilgileri oralara ulaştıracaklar ve bu Türkiye’nin maddi manevi hem kültürünün hem dostluğunun bir nişanesi olarak Çin ile aramızda böyle bir köprü kurulmuş olacak.” dedi.

Hz. Peygamber (sav)’in ‘İlim Çin’de de olsa gidip alınız.’ şeklinde hadisini hatırlatan Müftü Gökçe, şöyle devam etti: ‘İlmin vatanı yoktur. İlim ama Çin’de ama Maçin’de ama Türkiye’de, dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman’ın yitiğidir, Müslüman onu nerede bulursa oradan alır. Biz Çin’e gidemedik ama Çinli kardeşlerimiz bizi kucaklamaya bize kadar geldiler ve Peygamberimiz (sav)’in hadisi şerifi bu sefer Türkiye’de tecelli etmeye başladı. İnşallah bunun devamı gelsin deriz. Bizim de Çin’den alacağımız varsa biz de gider almakta tereddüt etmeyiz.

ÇİN’E DÖNÜNCE ÇOCUKLARA KUR’AN ÖĞRETECEĞİZ

Öğrencilerden Ma Wei Guo ise yaklaşık 2 aydır Adana’da olduklarını söyleyerek, “Sizler bizi Çin’den davet ettiniz. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe öğrenmeye davet ettiniz. Türkçe ve Türkiye çok güzel, biz çok seviyoruz. Hocalar bize çok yardımcı oluyorlar. Kalpten teşekkür ediyoruz. İnşallah Çin ve Türkiye kardeş ülke olacaklar. Çin’de başka çocuklara Türkçe ve Kur’an-ı Kerim öğreteceğiz.” diye konuştu.

He Ying Min de Baklalı Kur’an Kursu’nda Türkçe, Kur’an-ı Kerim ve tecvit okuduklarını dile getirerek şöyle dedi: “Hocalar da bize en güzel şekilde öğretiyorlar. Yemekler çok güzel. Çin yemeklerini biraz özlüyoruz. Makarnayı özlüyorum. Müftülere teşekkür ediyorum, dünya ahiret Allah razı olsun. Burada 3 yıl okuyacağız, ondan sonra Çin’deki küçük çocuklara Allah için Türkçe ve Arapça, Kuran-ı Kerim öğreteceğiz.

Cihan

Okullarda Rehberlik Dersi Gerekli midir ?

        Okullarda iki haftada bir yapılan rehberlik dersi  kimi Öğretmenlere göre kağıt evrak kalabalığı kimilerine göre de çok önemli bir derstir. Ben de bu dersin çok önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu düşüncemi  Öğretmenliğimde, Rehberlik saatinde uyguladığım etkinliğin sonucuyla  açıklamaya çalışacağım.

        Altıncı Sınıflardan bir sınıfın Sınıf öğretmeniydim. Bir gün rehberlik saatinde etkinlik olarak öğrencilere şu soruyu sordum.

’’Hayatınızda sizi etkileyen, derslerinizi olumsuz yönde etkileyen  olay veya olayları yazınız.’’diyerek bu soruyu cevaplandırmalarını istedim.

       Etkinliği yapıp öğrencilerden kağıtları topladıktan sonra evde okumaya başladım.Öğrencilerin yazdıklarını okudukça öğrencilerin hayatlarında , başlarından geçen olayları  okudukça çok ama çok duygulandım.Bu olaylardan örnek olması amacıyla üç öğrencinin yazdıklarını aktaracağım.

        Birincisi: Erkek öğrenciydi kâğıtta şunu yazmıştı. Hocam benim annem babam boşanmış. Bana dedem bakıyor. Annemde babamda şimdi başka kişilerle evliler. Onları hatırlamıyorum. Ben bir çocuğu anne babasıyla görünce onu kıskanıyorum. Acaba bende anne babamla gezecek miyim? diye hep kendime soruyorum. Annem ve babamın ayrı olması okulumu ve tüm  hayatımı da etkiliyor hocam.

         İkincisi de  bir kız öğrenci. Arka sıralarda oturan içine kapanık bir öğrenciydi. O da,etkinlik  kağıdında şunları yazıyordu.Bundan 2 sene önce ailemle bir köyde pamuk topluyorduk .Çadırımız tarlada kurulmuştu. Ailem pamuk toplamaya giderken annem beni  3 yaşındaki kardeşime bakmam için çadırda bıraktı. Çadırın yakınından sulama kanalı geçiyordu. Ben oyuna daldığım bir anda kardeşim gitmiş sonra aradım bulamadım. Aileme haber verdim. Ailem geldiğinde kardeşimin ölü bedenini su kanalından çıkardılar. Bu olaydan sonra ailem hep beni suçladı bende  kendimi suçlu olarak görmeye başladım Bu olayı her hatırladığımda kendimden nefret  ederim. Bu olayı hiç unutamıyorum.

         Üçüncü öğrenci de bir kız öğrenci idi adı Hülya idi. Bu öğrenci hep öğretmen masasının önündeki sırada otururdu. Yüzü sapsarı idi derslerde de hep uyuklardı. Neden uyukladığını sorduğumda hep rahatsız olduğunu söylerdi. Bu öğrenci de şunları yazıyordu. Hocam ben Akdeniz Anemisi hastasıyım hep tedavi görüyorum ,hatırladığımdan beri  hep hastayım.Hayattan zevk  almıyorum. Okula geldiğimde hastalığımı unutmaya çalışıyorum. Öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı çok seviyorum. Hastalıktan dolayı tedavi gördüğüm için derslerden geri kalıyorum.

Bu etkinlikten yaklaşık bir ay sonra Hülya bir hafta sonu kötüleşiyor. Hastaneye götürüyorlar fakat ne çare kurtaramıyorlar Hülya vefat ediyor. Okula  sabah geldiğimde, benim sınıfın öğrencileri, okulun dış kapısında beni ağlayarak karşıladılar. Nedenini sorduğumda Hülyanın vefat ettiğini söylediler.Çok kötü olmuştum.Çocuğunuz gibi gördüğünüz öğrencinizi kaybediyorsunuz.

         Bu yaşadıklarımdan  sonra öğrencilere çok farklı bir şekilde yaklaşmaya başladım ve onların sorunlarıyla bire bir ilgilenmeye başladım. Her bir öğrencinin farklı bir dünya olduğunu ve özellikle kenar mahalle okullarındaki öğrencilerin  maalesef! çok sorunlu ailelerin  çocukları olduğunu bir kez daha fark ettim. Evet, yukarıdaki öğrencilerin etkinlikte anlatmış oldukları olaylar benim çocukları daha yakından tanımamı ve çocukların ruhsal ve sosyal durumuna göre yaklaşmamı sağladı. Şimdi size soruyorum rehberlik saati gerekli mi gereksiz mi? Yorumunu size bırakıyorum.

Hamit DERMAN


Öğrenci itlafı mı ihyası mı?

Bir okul müdürünün “Kanı bozuk, işe yaramayacak öğrenciler testlerle tespit edilsin ve yürümeden yok edilsin!” anlamında ki sözleri medyaya yansıdı. Bir eğitimcinin, hem de otuz yıldır eğitimin içinde olan bir eğitim yöneticisinin, ağzından bunları duymak, herkes kadar beni de üzdü. Ne yalan söyleyeyim, üzülmüş olsam da şaşırmadım.

Kameralar karşısında ve eline mikrofon alarak bu kadar ağır bir cümle kuran pek çıkmasa bile, masa başı muhabbetlerinde, bu ve benzeri bakış açılarını dillendiren bazı eğitimciler (!) var maalesef.

Bu bakış açısına sahip olan birisinin, aklından zoru yoksa, eğitimden hiç anlamayan bir eğitimci (!) olduğu şüphe götürmez. Ne insanı ne eğitimi anlamamış olmasına rağmen, otuz yıl bu mesleği icra etmiş olması da ayrı bir problem.

Hayvanların bile, işin uzmanları tarafından sabırla eğitilebildiği bir dünyada, hastalıklı hayvanları itlaf eder gibi, insan itlafından bahsedilmesi, tarihe gömülmüş Hitler kafasına sahip birisinin ağzından çıkmıyorsa, cehaletin diliyle söylenebilir ancak.

Ayılar bile eğitilebiliyor!

Eğitim, davranış kazandırmaktır. Her iş için geçerli olan, ehil olma kuralı, eğitim içinde geçerlidir. Ehil olmadan, direksiyona bile geçemezsiniz. İlk öğretmenliğe başladığım yıllarda ajandama kaydettiğim, ayıların eğitimine dair bir notumu, insan/çocuk itlafından bahsedenlerin mutlaka okuması gerekiyor.

Eskiden Los Angeles yakınlarında “Japon Hayvanat Bahçesi” denilen bir park varmış. Bu parkın görevlilerinden, hayvan psikologu Dr. Leon Smith, Japonya’nın Hokkaido adasından gelmiş vahşi ayılara basketbol oynamayı öğretirmiş.

Vahşi ayılar, adadan geldiklerinde doğal olarak basketbol hakkında fazla bir şey bilmezler(!) Dr. Smith, yine de ayılara bazı anne babaların yaptığı gibi ne bağırır ne nutuk çeker ne de onları dövermiş. Ne mi yapmış? Pozitif Ödüllendirme sistemini esas alarak çalışmış.

Yöntemi şöyleymiş: Ayının kafesin içindeki basket potasına doğru yaptığı en küçük hareket bile ufak bir parça etle ödüllendiriliyordu. Ama kafesin diğer tarafına doğru giderse ne ödül ne de ceza veriliyordu.

Dr. Smihth, bu sistemi ayılar basketbol potasının yanına gelene kadar her gün sürdürdü. Daha sonraki etaplardaysa ayıları topu yerden aldıklarında, potaya götürdüklerinde ve basket attıklarında ödüllendirdi. Anlaşılacağı gibi bu gelişmelerin hiçbiri tek bir derste gerçekleşmedi. Ama eğitimleri tamamlandıktan sonra Dr. Smith ne zaman kafesinin içine bir top atsa ayıların biri koşup topu yakaladı ve potaya attı.

İşin ehli ayılara bile basket attırabilirken, ehil olmayan kişiler, insan itlafından bahsediyorlar.

Milli Eğitim Bakanlığının Sorumluluğu

Sorunun çözümü adına söylenecek çok şey var aslında. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı, Öğretmen yetiştirme, öğretmen atama ve öğretmeni meslekte tutma / ihraç etme konularında, çok ciddi çalışmalar yapmalı.

Gelişmiş ülkelerde, öğretmen olmakta kolay değil öğretmen kalmakta. Çünkü gelişmiş ülkeler öğretmen antlaşmasını dört veya beş yıl yapıyorlar. Bu süre içerisinde gösterdiği performansa göre yeniden antlaşma yapıp yapmayacağına karar veriliyor. Maalesef bizde, diploma ve sınav sonucu, otuz yıl öğretmen kalmak için yeterli sayılıyor.

Öğrencilerle iyi ilişkiler kuramayan, velileri idare etmeyi beceremeyen, insan eğitme ve insanlığı ihya etme konusunda hiçbir becerisi olmayan bir insanın, öğretmen olarak mesleğine devam ettirilmesi, Milli Eğitim Bakanlığının en büyük hatalarından birisidir.

Tıp bu kadar gelişti yüz nakli yapılıyor. Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin” diyen okul müdürüne kendi ifade biçimiyle cevap verecek olsam şöyle derdim;

Tıp bu kadar gelişti yüz nakli yapılıyor. Emniyette okul yöneticisi ve eğitimcilerin kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Göreve başladıktan sonra analizi yapılsın. Okula, öğrenciye faydası yoksa, bu ülkenin geleceği olan çocuklarına faydası olmuyorsa, meslekle ilişkisi tamamen kesilsin.

Eğitim, itlaf kafasıyla değil, ihya kafasıyla yapılır.

Sait Çamlıca / saitcamlica.com

Öğrencinin Öğretmeni Olabilmek

Öğrencinin öğretmeni kimdir? sorusuna, öğrencinin duygu ve düşüncelerine değer veren ve onu kendisine gönül bağı ile bağlayan öğretmen cevabını verebiliriz. Mesleğinizde  başarılı olabilmek için, kendinizi sevdirmeniz şarttır. Çünkü sizi seven öğrenciniz, dersinizi de sever; bu sevgiyle daha çok çalışır ve tabii ki başarılı olur.

Üstelik sizi seven öğrenciniz, ahlakınızı da sever; size benzemek ister, davranışlarınızı örnek alır. Sizi seven, fikrinizi, zikrinizi sever ve tabii ki sevdiğini benimser ve ona benzemek ister. Böylece öğretmen, örnek olur.

Kendinizi sevdirmek için Kimlik ve kişiliğinizi sevilecek bir hale getirmek için yapılacak tek bir şey vardır ‘’Öğrencinin Öğretmeni Olabilmek.’’

Öğretmenin en önemli kazancı da öğrencilerinin kalpleridir. O minik, o saf ve o masum kalplerde olmak kadar tatlı bir manevi kazanç yoktur.

Öğretmen, dersinde ne kadar otorite olmuş olursa olsun öğrenci ile gönül bağı kuramazsa başarılı olamaz. Öğrenci öğretmeni ile gönül bağı kuramazsa dersini de sevmez. Hepimiz öğrencilik yaşadık. Bize değer veren sevdiğimiz öğretmenlerin dersini sabırsızlıkla beklerdik. Gönül dünyamızda olumsuz etki bırakmış öğretmenlerin dersleri bize eziyet verirdi. Dersin çabuk bitmesini isterdik.

Öğretmenler sadece bilgi hamalı olmamalıdır. Yaş, baş ve cinsiyetlerine göre, biraz anne, baba, ağabey, abla; biraz arkadaş, dost ve rehber olmayı da bilmelidirler. Öğretmen yerine gelince çocuğun derdiyle dertlenmeli, yeri geldiğinde sevincini paylaşmalı. Doktorun hastalığı teşhis etmesi gibi öğrencinin de ihtiyacını  teşhis edebilmeli ve ona göre çözüm üretebilmelidir.

Osmanlı döneminde hocalar ruhlara ahlak ve fazilet damgasını silinmeyecek şekilde vururlardı. İşte bu sebeple o zamanlarda, insanlara, “Hangi okuldan mezunsun?” diye sorulmaz; “Hangi hocadan okudun?” diye sorulurdu.

Ve öğrencilerin okuduğu hoca, hâllerinden, tavırlarından dolayı, tahmin edilebilirdi?

“Bu öğrencinin hali tavrı, filan hocadan okuduğunu gösteriyor” derlerdi.Tarihimizde çok güzel örnek olabilecek büyük öğretmenler yetişmiştir. Osmanlılar zamanında yetişmiş büyük öğretmenlerden. Fatih Sultan Mehmet’i yetiştiren Akşemsettin, Kanuni’nin Hocası Ebu suud  Efendi gibi hocaları örnek verebiliriz. Bu hocalar  tarihe adını altın harflerle yazmış talebeler yetiştirmişlerdir.

Öğretmenlerin çocuklara sevgiyle yaklaşmalarının basit bir olay olmadığını  anlatan ABD de yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum:

Amerika’da bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini şehrin kenar mahallelerine göndererek o bölgede yaşayan 200 çocuğun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istedi.

Araştırmasını tamamlayan öğrencilerin hemen hepsi hazırladıkları raporlarında bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını belirttiler.

Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.

Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’sının olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.

Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.

– O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz? sorusuna verilen cevap hep aynıydı:

– Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde.

Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hâlâ dinç duran yaşlı bir kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.

Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:

– Çok basit, dedi. Ben o çocukları çok sevdim.

Evet Amerika’da ki Öğretmen fazla bir şey yapmamıştır. Sadece Öğrencileri sevmiş ve onlara değer vermiştir. Böylece Öğrencilerin Öğretmeni olmuş bunun sonucunda Öğrencileri bu sevgiyi karşılıksız bırakmamış ve hepsi okuyarak topluma yararlı birer birey haline gelmişler. Bizler de Amerikalı  Öğretmeni örnek alıp zorlukları sevgi harcı ve fedakarlık tuğlası ile aşmalı ve yeni nesilleri yetiştirmeliyiz.

Hamit Derman

www.NurNet.org