Etiket arşivi: Prof. Dr. Himmet Uç

Kur’an’da Gerilim – Kur’an Sineması!

Bediüzzaman Kur’an’a; “Kur’an Sineması” der. Sinema, tiyatro, roman gibi görsel ağırlıklı sanatlarda gerilim metnin okunabilirliğini sağlayan unsurlardan biridir. Kur’an’da vaka örgüsü yani olaylar zinciri vardır. Bu olaylar zincirinin içinde mesajların tesirleri gerilimler üzerine kurulmuştur. Ayrıca gerilimler Allah’a tevekkül ve güvenin oluşum anlarıdır. Mesela Kur’an’da en çok Musa kıssası, anlatımı söz konusudur. Çok ayrıntılı olarak anlatılmıştır ve anlatım bütün Kur’an’a dağıtılmıştır. Allah öyle bir sanatlı anlatım yapmıştır ki olayın tamamını birden anlatmaz çeşitli ayetlere, epizotlara dağıtır. İnsan merak ederek bu parçaları birleştirir. Farklı ayetlerde Musa’nın hayatının bölümleri anlatılmıştır, hepsi gerilimlidir.

Hz. Musa doğduğunda çocuklar öldürüldüğü için Allah annesine vahyeder ki çocuğunu nehire bırak, biz ona sahip oluruz endişe etme,  o da oğlunu nehire bırakır, veya denize. Denize bırakmak bir gerilim, ne olacağı konusu da bir merak uyandırır. Allah öyle bir kurgu ile mesajını verecektir ki Firavun ailesine rastlar, hayır raslatılır. Allah bu gerilimle hem güven ve tevekkülü telkin eder.

Musa sarayda büyür, sevilir. Bir gün şehirde bir hemşerisinin kavgasını görür, onu kurtarmak için karşısındakine bir vurur ve adam ölür, böylece kazayla bir adam öldürür. Kaçar, bir çeşme başında çobanlar davarlarını suvarmaktadırlar. O sırada biraz uzakta iki kızcağız beklerler bir sürünün başında, Musa onlara sorar neden durduklarını onlar da çobanlar gittikten sonra suvardıklarını söylerler, Hz Musa onların davarlarını suvarır, kızlar sürülerini alır giderler. Babaları yaşlıdır. Kızlar durumu anlatırlar, baba onu çağırın ona ücretini verelim der. Hz Musa gelir, yaşlı adam ona kendi hizmetinde bulunmasını tavsiye eder, oda kabul  eder. Sonra bir de kızlarından birini ona verir. On yıl onların hizmetinde bulunur. Kurguya bak, adam öldürecek kaza ile onlara rastlayacak kendini emniyete alıp uzun süre onlarla kalacak. Burada yine tension yani gerilimler var.

Hz. Musa peygamberliğini ilan eder, Firavun ’un yanına gelir, onu görünce Firavun “ aa bu bizim sarayda büyüttüğümüz çocuk “ der onunla alay eder. Firavun, sihirbazlarını getirir ve Musa ile mücadele başlar. Hz Musa’nın elindeki asa yılana dönüşür ve sihirbazların bütün yılanlarını yutar. Bu hem merak hem de gerilimdir, sihirbazlar secdeye kapanır ve Musa ve Harun’un Rabbini kabul ederler. Firavun onlara kızar, onlarda tehditlere aldanmaz, ne olacaksa olsun derler. Gerilim, tırmanma, çözülme ve mesaj. Kur’an bu şekilde anlatılması gerekir, bir edebiyat ve anlatı metni gibi. Çocuklar bütün yaz okurlar, kimse ne Musa’nın ne de İsa’nın, ne Davut’un mücadelesini bilir, öyle gider gelirler. Yıllarca Kuran okuyanlar, ondan çıkarılcak mesajları bilmezler. Din ölüler dinidir. Akif;

Ölüler dini değil sen de bilirsin ki bu din

Diri doğmuş duracak dipdiri durdukça zemin der.

Kuran denince aklımıza Yasin ve mezarlık gelir.

Firavun Musa’nın adamlarını takip eder, arkalarından ordusu ile gider, kızıl denizin kıyısına gelirler, ön tarafta deniz gibi bir düşman, arkada Firavun ve ordusu gibi bir düşman. Ümmeti heyecanlanır, “Ya Musa bunlar bizi öldürecek” Musa “ Beni Rabbim sahipsiz bırakmaz, bana yolu gösterir “ . Allah “ Musa asanı denize vur “ der, vurunca deniz ikiye ayrılır, geriye doğru akmaya başlar. O büyük bir gerilim anıdır, hem de tevekkül ve güvenin anıdır. Deniz yol verince Musa ümmetini alır sevinirler, arkasından Firavun da ordusu ile gelir, Firavun ordusu ile boğulur, son anda inanırsa da artık geçerli bir durum değildir. Bütün bunlar büyük gerilimler, Kur’an bu gerilimlerle hem mesajı hem de heyecanı hem de metnin okunabilirliğini sağlar. Allah bize konuşmayı yazmayı öğreten Allah kendisi nasıl bir metin kurgulamıştır. Hayret ne hayret.. Ta yedinci yüzyılda… Bu kurgu ve gerilim unsurlarını yirminci yüzyılın anlatım sanatı ancak fark etmiş, yok yok adamlar Kur’an’ı bütün özellikleri ile roman sanatına yüklemişler. Biz ise mezarlıkta okumuşuz. Goethe sanatçı bir filozof roman da yazmış. O ”Beşer bütün sistemleri ve öğretileriyle  Kuran ‘dan ileri gidemez “ diyor. Göze bak algıya bak.

Gerilimler bitmez, Firavun vezirine emreder ki ”bir kule yap, bakalım Musa’nın söylediği gibi bir ilah var mı gökyüzünde“ der. Zekâ ve algı ne kadar felç olmuş. Kule yapılır, ancak Firavun böyle bir saçma istekten dolayı başarılı olamaz. Musa bu ahmaklık gösterisini ibretle seyreder ve Rabbinin büyüklüğünü sapıklara gösterir.

Kur’an ‘da gerilim bütün olaylarda kendini gösterir, onların tamamı gerilim unsurları olarak ortaya konacaktır. Liselerde Üniversitelerde roman eleştirileri yapılır, boş boş metinler, Kur’an ileri düzeyde bir anlatı metni ama meal okumaktan öteye geçmeyen bir uğraşı. Hâlbuki böyle anlatılsaydı Kur’an’ın bütün meseleleri, mesajları, insanları, olayları,  daha onlarca unsur ortaya konur ve daha iyi anlaşılırdı. Musa’nın hayatı bir ibretler deposu ama ancak bu şekilde anlatılırsa. Klasik ve gelenekselden çıkamayan bir okuma düzeni. Oku oku anlama.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Kur’an’ın Anlatımında “Şeytan” ve “Kötü Kişiler”

Her anlatı metninde kötü adamlar vardır, her varlık da kötülerle iç içedir. Kötülük ile iyiliğin insan zihninin anlamakta zorluk çekeceği bir kaynaşması vardır. Şeytan’ın varlığı gereklidir, insanın terakkisinin bir zembereğidir, herkes şeytanı kötüler ama onsuz da olmaz. Bütün büyük insanların karşısında kötüler, kötü kişiler vardır. Bütün bilim adamlarının ilerlemesini sağlayan tezatlar vardır. Tezat ve kötülük, kötü kişiler, insanların hem terakkisini hem de tedennisini sağlar.

Şeytan muhalif olmak, zıddına gitmek, gibi anlamlara geliyor. İblis yerine de kullanılır. Kur’an da şeytan yetmiş defa, şeyatin çoğul olarak 18 defa kullanılmış. İblis ise 11 yerde geçmektedir. Kuran meallerinde her şeyin indekste yeri var şeytanın yok benim gördüklerimde. Şeytan kovulmuş ama en büyük öğreti metni olan Kur’an da yüz yerde geçmektedir.

Şeytan konusunda herkes ona paye vermez, herkes onu lanetler, bu konuda sözün en idealini Bediüzzaman söyler ”Şeytan’ın vücudunda cüzi şerler olmakla beraber pek çok makasıd-ı Hayriye-i külliye vardır. “ Bu şeytanı tanımlayan en ideal sözdür, bunu bir portre yaparsak, cüzi şer, pek çok makasıd-ı Hayriye-i külliye ve  kemalat-ı insaniye vardır. Cüzi şer nerede, külli hayır maksatları nerede. Kemalat-ı insaniye nerede. Şeytan Bediüzzaman’a müteşekkirdir, çünkü onu fonksiyonel   olarak tarif etmiş, kendi kötü olabilir ama büyük hayırlara neden oluyor. Tıpkı gübre gibi, kötü ama çiçek onunla ağaç onunla gelişiyor.

Kuran’ın iki büyük aktörü var Adem ve Havva.. Bunlar öyle cennette salınsaydılar orada kalırlardı, ne biz onlardan haberdar olurduk, ne onlar bizden, onlar cennette hala yaşamaktaydılar. Kötülükten habersiz iki melek gibi insan. Bir kötü adam lazım değil mi ? Eğer anlatı metinlerinde iyiler mutlu olarak yaşarken öyle devam etse anlatı, yediler, içtiler, eğlendiler, al baştan yediler içtiler eğlendiler. Tekrar tekrar aynı şey.

Adem ile Havva, mücahade içinde değildiler. “o mücahade ile şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur.“ (lemalar 72) Demek Adem ile Havva dolaşırken bir mücahade bir de şeytan eksik, o sırada nereden gelmişse şeytan ortaya çıkmış mı ortaya atılmış mı yoksa gönderilmiş mi? Bediüzzaman “ hikmet-i tavzif “ diyor. Yani hikmeti görevlendirme. Ademi yaratan şeytanı da yaratmış. Ebu Cehil, Hazreti Peygamber ve Hz Ebubekir, ne ise Adem ile Havva ve Şeytan odur. “terakki zenbereğinin hareketi“ şeytan ile olur. Şeytan bu insanların içindeki terakki zenbereğini nasıl kurguluyor, zor bir iş, insanı başarı ile başarısızlık arasında bir yerde yönlendirmek için kötülüğü ona sunmak ve sonucu seyretmek, Şeytan Kur’an ve hayatın büyük, bir aktörü.   

Batı edebiyatında şeytan edebiyat metinlerine girmiş, ama biz de işlenmemiş. Bediüzzaman şeytanı bir realite olarak görür ve ondan sakınmayı on üç işarette anlatır. Allah şeytan ile insan arasında ehli hidayet ile ehli dalalet arasında hakemlik vazifesi yapar, şeytandan sakınmanın kurallarını öğretir. Kur’an da şeytanın bütün silahları tanıtılır, şüpheye düşürmek, kötüyü güzel göstermek, içki kumar ve fuhuşu organize etmek. Şeytan hiç uyumaz, her an uyanıktır, karıştırılacak bir ahvalde hemen görünür, aktif fonksiyonel bir varlıktır.

Bediüzzaman şeytanın bütün silahlarına karşı bir silah kuşandırma eğitimi verir. Bütün eserleri onun şer mücadelesine karşı bir hidayet mücadelesidir. Onun eserlerinde şeytan çeşitli şekillerde görünür, onuncu sözde şeytan inanmakta zorlanan  adamın içinde gizlidir, Bediüzzaman onu aşağılamaz; tedricen ikna etmeye çabalar. Bediüzzaman şeytanın silahlarından en çok şüphe ile uğraşır, şüphe 18 yüzyıldan sonra hiçbir devirde olmadığı kadar karıştıran bir ruhsal ve zihinsel durumdur.

Goethe’nin Faust isimli eserindeki şeytan karakteri Mephisto’dur. Önceleri de kullanılmakla beraber Rönesansta yaygın olarak kullanılmış ve geliştirilmiştir. Bir Hıristiyan miti olmasına rağmen İncil’de adına rastlanmamaktadır.

Kelimenin menşei Goethe’nin “Faust” adlı oyunu ile özdeşleşmiştir. Klaus Mann’ın 1936 yılında yayınlanan Mephisto isimli bir romanı vardır. Ayrıca Diablo II adlı oyuna da uyarlanarak Şeytan’ın kıdemli askeri olarak geçmektedir.

Ayrıca Ao No Exorcist adlı animede bulunan bir karakterdir. Geçmişi ve esas amacı hakkında pek bir bilgi yoktur.

Orhan Pamuk post modern romanı olan Benim Adım Kırmızı ‘da Benim Adım Şeytan diye bir bölümü romanın sonuna kadar götürür, şeytan orada kendini savunur, kötülükleri isteyen ve yapan insanın kendini masum göstermesi için ona saldırdığını söyler.

Geralt Messadie Şeytanın Kısa Tarihi diye bir kitap yazmış 550 sahife. Tarihi sosyal, dini bütün şeytanla ilgili münakaşalar ve fikirler alınmış müthiş bir kitap.” Kötülük tanımlandığı andan itibaren yani adlandırıp onu temsil edecek yetkili biri bulunduğunda sonunda belli bir yere yerleştirilir, bu iş de tamamlandığında artık tek hedef bu kötülüğün imhasıdır. Örneğin Reegan SSCB imhası için çağrı yaparken Humeyni de Büyük Şeytan Amerika’nın imhasını istiyordu, ama her ikisinin söylevleri de iki yüzlüydü. Biri SSCB ile işbirliğine devam ediyor, diğeri de Büyük Şeytan ile silah ve rehineler sorunu ile ilgili gizlice pazarlık yapıyordu” (Gerald Messadie, Şeytanın Genel Tarihi, s 13)öyle bir şeytan tarihi yine var, literatürde. Bediüzzaman ‘in eserlerinde şeytan dünya edebiyatı ve dinler tarihindeki yansımaları ile koca bir kitap olacak kadardır. Ol mahiler ki derya içredürler deryayı bilmezler. 

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Peygamberimizin “Ramazan”ı

Peygamberimiz  haftanın iki gününü mutlaka oruçlu geçirirdi. Bazen o kadar uzun süre oruç tutuyordu ki   hiç iftar etmiyor zannedilirdi. Bazan da işi  fıtri seyrine  bırakır  herkes gibi iftar ederdi. Ancak oruçlu olduğu günler diğerlerine kıyasla  daha çoktu. Yazın en şiddetli günlerinde dahi Allah Resulü  oruç tutardı. Birçok muharebede o oruç tutmuştu. Hatta bazan harp o kadar şiddetlenirdi ki  bunlardan birinde kendisi ile beraber Abdullah ibni Revaha’dan başka oruç tutan  kalmamıştı. Bilhassa Ramazan ayının son günlerinde Allah resulü bütün gününü ibadetle geçirirdi. Peygamberlik gelmezden önce de her yıl Ramazan ayında Hira dağında itikafa girer hatta yanına gelen yoksullara da yemek yedirirdi. İtikaftan çıktığı zaman  evine gelmeden  önce ilk  Kabe’yi tavaf etmek olurdu. Hira dağında itikafa girdiğinde  üç şey  üzerinde yoğunlaşırdı. Halvet, taabbüd, Beytullah’a bakış.

Hazreti Adem’den beri bütün dinlerde oruç vardır. Peygamberimiz, Allah’ın en sevdiği oruç Davut Peygamberin orucudur. O bir açar yer bir gün oruç tutardı, buyurmuştur.

Cebrail her gece  Resullullah ile asm buluşup Kur’an’ı arzeder, okur idi. Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. Resulullah buyurdu ki “kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir.” Allah’tan talep edilen dünyevi şeylerden  en çok sevdiği afiyettir. Dua inen ve henüz inmeyen  her çeşit  musibet için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise size dua etmek düşer. Kişiye dua kapısının açılması çokca dua etmeye muvaffak kılınması anlamını taşır. Dua rızayı ilahinin şifresi ve Cennet yurdunun da anahtarıdır. Allah ile kul arasındaki münasebetin tam odak noktasıdır. Allah Resulu dualarının hayatın içine paylaştırmıştı, belli zamanlar ile sınırlı değildi. Bir an dahi duasız olmamıştı. Onun sıradan bir günü yoktu. Ramazanda bol bol kelime-i tevhid  ve kelime-i şehadet getirmek  istiğfarda bulunmak, Cenneti istemek  ve Cehennemden Allah’a sığınmak gerekir.

Üç kimse vardır ki duaları geri çevrilmez;

  1. İftar edinceye kadar oruçlunun duası 
  2. adalet üzere bulunan idarecinin duası 
  3. haksızlığa uğramışın duası.

O dua bulutların üstüne yükselir, semanın kapıları açılır ve Allah şöyle der, izzetime yemin olsun ki  sana yardım edeceğim. Efendimiz iftar ettiği  zaman şöyle dua ederdi. “Allah’ım herşeyi kaplayan rahmetinle beni bağışlamanı senden istiyorum” (garip ne için bağışlanmasını istiyor, çok garip)

Efendimiz “ümmetimin en faziletli  ibadeti, Kur’an okumaktır. Kur’an-ı Kerim gökler ve yer arasında  bulunan varlıklardan daha sevimlidir. İbni Abbas “her gece Peygamberimiz, Cebrail’le Kur’an‘ı müzakere ederlerdi”, buyurur. Hz Peygamber ömrünün son iki yılı içinde  Kur’an’ı Cibril’e iki defa arzetti. Kur’an-ı Kerim fasıkın kalbinde ve yine Kur’an onu okumayan birinin evinde gariptir.

Kur’an kendisi ile ilgilenmeyen için kıyamet gününde “ Yar Rab bu kulun beni terketti , benimle  amel etmedi. Aramızdaki hükmü sen ver.” Diyecek.

İtikaf peygamber Efendimizin  ömrünün sonuna kadar hiç terketmediği  ibadet ve kuvvetli bir sünnettir. Hz Peygamber her ramazanda on gün itikafa girerdi. Bir sene seferde olduğu için itikafa girmedi, devam eden yıl  yirmi gün itikafa girdi. Vefat ettiği yıl da yirmi gün itikafa girmişti. 

Allah Resulü zevcesiyle yürürken iki sahabi hızla oradan geçip giderler. Olduğunuz yerde kalın diye emreder. Sonra da Safiye Validemizin yüzünden nikabı kaldırır ve “ bakın bu benim zevcem Safiye’dir. “Estağfirullah ya Resullallah senin hakkında sui zan mı ?” O ise “şeytan insanların kanının  dolaştığı yerde dolaşır” buyurur.,

Kur’an-ı Kerim de Efendimiz’e “sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp, Kur’an oku ve teheccüd namazı kıl. Böylece Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a eşirtireceğini umabilirsin. “Resulullah, “Kim gece eşini uyandırır, namaz kılarlarsa Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar arasına katılırlar.“ buyurmuşlar. Gecesini teheccüdle aydınlatan kabir hayatını da aydınlatmış olur. Teheccüd kabir karanlığına karşı bir zırh, bir meşale, kişiyi berzah azabından koruyan  bir emniyet sigortasıdır.

Ebu Hanife, buyurur ki “Kadir gecesini sadece belli gecelerde değil senenin üç üz altmış küsur gününde aramak lazımdır, o geceleri tam bir hassasiyetle ihya ederseniz, Allah-u  Teala’da samimi yüreğinize iltifatlarda bulunur. Söylenir yine “her geceyi kadir, her kişiyi Hızır bil. Kalp  Allah’a samimi bağlı değilse ne Kadir’i bulur ne de Hızır’ı. Peygamberimiz, “Allah Kadir gecesini ümmetime hediye etmiştir, başka ümmetlere değil.“ buyurmuştur. Yine  buyurmuştur. “Yazıklar olsun ona ki Ramazan’ı idrak etti de, Allah’ın mağfiretine mazhar olamadı.” Resulullah bir hadisi kudside “Kullarımın yanımda en sevileni  iftarını acele yapandır”  buyurur. Peygamberimiz “Bizim orucumuz ile Ashabı Kehf’in orucu arasındaki fark sahur yemeğidir.“ buyurmuştur. Yine “şüphesiz Allah ve melekleri sahur yiyenlere salat ederler.“ buyurmuştur. Buyurur “sahur berekettir.“

Efendimiz  Ramazan’da çeşit çeşit yiyeceklerin bulunduğu sofralarda iftar etmiyordu.

Onun Ramazan ayındaki seferlerinden biri Bedir savaşıdır. Bu seferde Resullullahın yaşı takriben 53 dür. Yol ise 160 kilometredir. O günün şartlarında bu mesafeyi  güneş altında oruçlu olarak, çöl ikliminde, kuma bata çıka  yolu yürüyerek gidiyorlardı çok zaman. İmkanları çok kıttı. Onlar için Fahri Kainat şöyle dua etti. “Allah’ım bu insanlar yalın ayak. Sen onlara dayanma ve yol meşakkatlerine karşı tahammül gücü ver. Bunların üzerinde elbise yok,  Sen onları giydir. Bunların ellerinde yiyecek imkanları da yok. Sen onları doyur. Bu insanlar yoksul, sen onları fazl ü kereminle zengin kıl.“ Ebi Vakkas bir ceylan avladı.  Yokluk çekilen ortamda bu Ashaba bir ikramdı, Peygamberimiz etin pişirilip ashabına dağıtılmasını emretti.

Savaşta Ebu Cehil dahil yetmiş kişi öldü. Müslümanlardan on dört kişi şehid oldu. Resulullah müşriklerin cesetlerine “Ey falan oğlu filan”  diye babalarının  ve kendilerinin adı ile seslendi. ”Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek olarak bulduk, siz putlarınızın size vadettiği şeyi gerçek olarak buldunuz mu ?” diye sordu. Hz Ömer Allah’ın elçisi şu cansız cesetlere ne diye seslenir söz söylersin?. Resulullah “benim söylediğim sözleri  onlar sizin gibi işitiyor.“  dedi.

Ramazandaki fetihlerden biri de Mekke’nin fethi idi. Ramazanın yirmi birinci günü güneş doğmadan Allah Resulu (asm) Kusva’sına binmiş yeşil birliğinin arkasına katılmıştı. Sekiz sene sonra Mekke’ye doğdukları şehre giriyordu Kainatın fahri Efendimiz. Görülmeye değer bir gündü. -bizde orda olsaydık, keşke- Şehre sekiz koldan giren islam ordusu  arşa yükselen tekbir ve tehlil seslerini arasında Mekke’yi fethediyordu. Tevazudan iki büklümdü, başı önünde ağlıyor ve sakalı mübareği ıslanıyordu. Kusva’nın semerine değecek gibiydi Sakalı şerifleri. O yine “asıl olan ahiret yurdunun hayatıdır“ diyordu Allah’a. Anlamlı olarak Mekke müşriklerinin aleyhlerine içtima ettikleri Kinane oğullarının mekanında onlarla karşılaştı.”Ey Mekkeliler sizden kim Mescid-i Haram’a girerse emniyettetir. Ebu Süfyan’ın evi de emniyettedir. Size bugün kınama yoktur, umulur ki Allah sizi affeder. Sonra Habibullah seksen dört gün sonra Medine’ye döner. Seksen dört  günlük bir seferdir.

Ramazan ve Habibullah… biri ayların hayırlısı biri insanlığın en hayırlısı…

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Huzur-u Şahane’ye Davet!

Namaz’ın Allah’ın huzuruna çıkmak olduğunu Bediüzzaman bir padişahın huzuruna çıkmak örneği ile anlatır. Sıradan bir asker yani nefer hükümdarın huzuruna çıkamaz. “Namazın hakikatı  bir nefer mahz-ı lütuf olarak..” ne demek? Bir nefer hükümdarın huzuruna çıkamaz ama hükümdar isterse onu sadece lütuf ihsan, hem de mahz-ı lütuf tamamen ihsan olarak huzuruna alabilir, çağırabilir. O istemese bir askerin onun huzuruna çıkması imkansızdır. Bediüzzaman burada huzur–ı şahane terkibini kullanır, huzuru şahane padişahlar için kullanılır. Allah Padişahı zülcelaldir, dünya ve mafiha, arz ve sema, nihayetsiz varlık tabakaları onun idaresindedir. Demek ki ezan huzuru şahaneye kabul için davetiyedir.Kim padişahın davetine icabet etmez. Camilerde bu davetiyeye cevap veren insanlara bak ne kadar ciddiye alındığını gör. Allah “  Kulum yetmiş yıllık ömründe benim davetime anında icabet ettiğin 150 defa, halbuki günde otuz kere  minareden bir davetiye memuru sizi çağırdı, davete benim istediğim mekanda değil zahmetsiz mekanlarda cevap verdin, yıllarca da vermedin, şimdi benden bir de cenneti mi isteyeceksin.   “ mahcubiyetten utançtan ne yaparız, Allah istemese  öyle zannederim ki kimse kurtulamaz, onun lütfu ile ancak kazanmak değil kurtulabiliriz.05 lik kağıtla sınıfı geçeriz, kazanmak değil bilmem adı ne.

Barla’ya sürgün giderken sandalda ezan ı duyar hemen orada davete icabet eder. Davete icabet etmediği an yok,  geciktirmek yok. Davetini geciktirdiğin Allah’dan istesen de o da senin isteğini geciktirir, niye duam kabul olmuyor diye sızlanma.  Bir nefer padişahın huzuruna kabul edildiğini duyduğunda koşarak gider, çünkü mahzı lütuftur, imkansızın gerçekleşmesidir. Namaza gitmekdeki şevk bu lütfu hissetmektir herhalde. Niye öyle neşeli koşuyorsun, “Padişah beni huzuru şahanesine kabul etmiş, onun için” Bütün mahlukat insana hikmet dairesinde koşuyor, insan da bir şeye koşmalı,

Koşan elbet varır

Düşen kalkar

Karataştan su damla damla akar

Birikir sonra  bir büyük göl olur

Arayan Hakkı  en sonunda bulur

Fikret böyle demiş ama sonu nasıl acaba.

Dinin özü neşe, şevk, canlılık,  onun yerine rehavet ve ülfet alınca tadı yok değil mi ? Bir borç öder gibi yaşamak insanın içine sinmez öyle mi ? “

“Bir nevi miraç hükmünde olan namazın  hakikatı, bir nefer  mahzı lütuf olarak  Huzur-ı şahaneye  kabülü gibi , mahz-ı rahmet olarak  Zat-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelal’in  huzuruna kabülündür. “  Terkiplerin anlamları bir okyanus gibi, korkutmayan güzellikle dolu ürkütmeyen bir celalin azametin, haşmetin zahibi Zat. Korkutmayan bir haşmetli güzellik sahibi Zat, kim Allah. Bu terkibi nasıl kurmuş düşünceye bak tefekküre bak. Mabud-ı Cemil-ı Zülcelal. Ne  demek öyle bir güzellik ki insanın zihninin ihata sınırlarını aşmış bir azametli güzellik sahibi bir mabud kendine ibadet edilen . İnsan güzelliğe hayrandır ya , öyle bir mabud ki azametli ama güzel bir mabud, öyle bir mabuda ibadet ediyoruz.  Onun huzuruna kabul edilmenin aşkını yaşıyoruz, yaşayabilirsek.

Bu huzura kabulü sağlayan ne , Allahuekber kelamı. “Allahuekber deyip  manen  ve  hayalen  veya niyyeten iki cihandan geçip kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliyeyi ubudiyete  ve küllinin bir gölgesine  veya bir suretine  çıkıp bir nevi huzura müşerref olup  “iyyakenabudu” hitabına (herkesin kabiliyeti nisbetinde )bir mazhariyet-i azimedir.” Allahuekberi duyuyorsun , arkasından namazda söylediğin Allahuekber’lerle manen ve hayalen ve niyyeten iki cihandan geçiyorsun. Manen ve hayalen ve niyyeten iki cihandan geçmek, nasıl yaşanılır bir duygu mu , veya yaşadık mı ,iki cihandan geçmek, onları arkada bırakmak. Maddenin kayıtlarından bağlayıcılıklarından sıyrılmak soyunmak, bu nasıl bir duyuş, maddenin izlerini silmek, onlardan kurtulmak. Bu halle ancak kulluğun külli mertebesine veya gölgesine  veya bir suretine çıkmak. Mertebe, gölge veya suret. Hissediş makamları , yükseliyorsun duyarak hissederek, terkederek, bırakarak, geçerek ancak o zaman kulluğun külli mertebesine gölgesine  ve suretine çıkıyorsun. Çıkıyor çıkıyorsun ve Alllahuekberin merdiveni asansörü ile huzuru ilahiye geliyor ve O ‘na iyyakenabüdü  yalnız sana ibadet ederiz. Buraya kadar maddilikten dünyevilikten geçmekten, terketmekten sonra ancak sana ibadet ederiz ama yalnız sana diyebiliriz. Yoksa bütün dünyevi gaileleler omuzumuzda , bütün dertler kafamızda iyyakenabüdü desen de sırtındaki dünyevilikler ne kadar seni samimi yapar, bu yüzden ifadedeye hakim olan terk ve bırakmak ve geçmek. Herkes bıraktığı oranda huzurun hazzını duyar, yoksa dünyevilikleri ile huzura çıkana makamdaki bunlar ne onları bırakmadan mı geldin. Ne kadar  boyutlu bir namaz yaşaması ve anlatımı .  Namaza nasıl bir ruh hali ile çıkmak lazım nihayet şimdi anlamış oldum. Deyip , geçip, tecerrüd edip, çıkıp, müşerref olmak. Hiçbir şeyden vazgeçmeden huzura çıkmak o huzurun tadı tartışılır.

Her Allahu ekber bir  basamak  , bir merdiven , tekrar edildikçe makam yükseliyor.” Adeta harekat-ı salatiyede –namazın hareketlerinde-tekrarla  Allahuekber , Allahuekber demekle  kat-ı meratibe- mertebeleri aşmaya –  ve tekakkiyat-ı maneviyeye  ve cüziyattan devairi külliyeye  işarettir ve –ı miraciye marifetimizin haricindeki  kemalatı kibriyasının  mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahuekber bir basamak-ı miraciye katına işarettir.” Namaza çağrıdan ve her bölümünde kısmında sürekli Allahuekber tekrarı sürekli basamakları aşarak  manevi terakki etmek, külli dairelere girmek , o dairelerin ne olduğunu da bilmiyoruz. Semavat tabakaları olabilir çünkü Mirac’a çıkarken o tabakaları aşmıştır Peygamberimiz. Allahu ekberler arttıkça yükselişler artıyor, sonunda  Allah ile buluşma anına geliyor , bu an tahiyyat anıdır.

“işte  şu hakikat-ı salattan  manen ve niyeten ve tasavvuren  veya hayalen bir gölgesine  bir şuaına  mazhariyet dahi  büyük bir saadettir.”Herkes bu dört durumdan ve halden birinde bulunabilir. Namazın mertebeleri kişiye göre değişir. Bediüzzaman burada nasıl bir  ruh  hali ile namaz kılmak lazım geldiğini anlatmış olur.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Barla.. (Şiir)

Barla…….

Kenâr-ı bahrde(denizin kenarında) hoş bir mahaldir, nâzır-ı âlem,(alemi görür)

Tahaccür(taşlaşmış) eylemiş bir mevcdir;(dalga) üstünde bir âdem,

Hayâlettir, oturmuş, fikr ile meşguldür her dem;

Giyinmiştir beyaz(Bediüzzaman) amma, bakarsın arz eder mâtem.

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…(arkadaş onunla)

2

Bu tenha yerleri gördün mü sen zannetme hâlîdir,(boştur)

Hayâlâtımla meskûndur; bu yerler pür meâlîdir,(mana doludur)

Muhât-ı aczdir(her taraf acizdir) hem lâ-tenâhî(sonsuz)  B i r ‘l e (Allah) mâlîdir;(doludur)

Bu mevkidir yerim sahilde bir kürsî-i âlîdir. (yüksek bir kürsü)

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

3

Sükûnetle kuşanmış hây u hûy-i şehri gûş eyle,

Sehâb-ı hande-rîz ü berk-ı yekser-kahrı gûş eyle,

(gülümseyen bulutu ve bütünüyle kahır saçan şimşeği dinle)

Ağaçlardan çıkan efkârı seyret,( ağaçlardan çıkan fikri  seyreder)

nehri gûş(nehre kulağını verir) eyle;

Bu vahşetgâhda sen gel benimle dehri gûş eyle.

(bu insan eli değmemiş vahşi Barla tabiatını gel dinle)

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…(bütün bunlar Bediüzzaman’ın arkadaşları )

4

Düşün ol Z a t ‘ı (Allah) kim emriyle zâtından ıyân (görünmüş)olmuş,

Vücûd-ı sermedîsinden (sonsuz vücudundan )zemîn ü âsmân(gökyüzü) olmuş,

Düşün deryâyı, her bir katre mevc-i bî-kerân(denizin her bir katresi sonsuz )Barla denizine bakan adam, Bediüzzaman) olmuş,

Hafâyâ-yı ilâhîdir ki(Allah’ın sırladırır, o sırları Bediüzzaman açar) yekdil, yekzebân olmuş.(hep birlikte konuşurlar, O ‘nu )

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

5

Odur hîçî-i mâzî lücce-i sürh-i meşiyyette,

Bu târîkî-i müstakbel kebûd-ı sermediyyette,

Durur bir Kibriyâ-yı bî-nihâyet nûr u zulmette,

Beraber cümle mevcûdât ü eşyâ hep muhabbette.

.

(İradenin kızıl dalgasında mazinin hiçliği odur; bu geleceğin

karanlığı ve ebediyetin maviliğinde, aydınlık ve

karanlıkta sonsuz bir büyüklük durur; bütün eşya ve varlıklar

birlikte hep sevgidedir.)

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

6

Eder yekdiğerin takbîl dâim Zühre vü zerre, (zühre ve zerre birbirinin ayağını öper, hep birlikte sanatı ilahiyi gösterirler, hep  birlikte insan için birlikte çalışırlar)

Yürür bir yolda murg u mâhî vü mehtâb ü şebperre, (Allah yolunda insanın hizmetinde kuşlar ve melekler, mehtap, yarasa koşuşurlar)

Otur şu minber-i deryâ-muhât-ı senge bir kerre,

(otur bu deryanın Barla gölünün deryasında  bir taşın üzerine )

Hemen Allah’ı gör şâmil semâdan bahr ile berre.

(hemen Allah’ı gör her tarafı kuşatmış, denizi ve karayı)

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

7

Yürür her burc bin asr-ı mücessemdir, mümâsildir,

Zılâle sûretâ, zannetme lâkin cism-i zâildir,(gölgelerin sanma surettir ve geçicidir)

Bu hey’et zîr ü bâlâ mercî-i aslîye mâildir,(toplu bir heyet halinde asıl gidilecek yer olan ebediyede meyletmişlerdir)

Giderler şâd ü handân cümlesi bir feyze nâildir.

(hepsi işinden memnun şad ve güler yüzlü  gayretin ve hizmete yöneliktirler)

Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem;

Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem…

Hamid’in ikinci şiiri Külbe-i İştiyak’tır. Bediüzzaman gibi alemi gözlemler, Barla’nın tabiatından aleme bakış gibidir.

ne alemdir bu alem akl ü fikri bi-karar eyler,

hep i’cazat-ı kudret piş-i ceşmimden güzel eyler,(bu alem nasıl şaşırtıcı bir alemdir, aklı ve fikri  kararsız yapar, insanın gözünün önünden kudretin mucizeleri akar gider, tıpkı Barla’dan bütün tabiata ve Eğirdir gölüne bakıştır)

ser-a-ser nurlardır renklerle istitar eyler,
Baştan başa nurlardır renklerle örtünürler
semavi handelerdir gökyüzünden hakk nisar eyler,
Semavi gülüşlerdir, gökyüzünden hak kendini gösterir
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

çimenliktir, denizdir, dağdır, bahar bulutudur

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.
bu yerlerde doğanın şair olması kolaydır
neye duş olsa çeşmim bunda her dem taze vü terdir,
Neyi görse gözüm burada daima tazedir, canlıdır ve yenidir
şua-i mihr-i enver pare pare germ ahgerdir,
Güneşin parlak ışıkları parça parça sıcaklıktır
bulutlar kenz-i gevherdir, murassa’-saz-i meşcerdir,
Bulutlar gevher hazinesidir, ağaçlar nakışlanmış, nakış yapmışlardır
doğar akşamları bir mai yıldız ruh-perverdir,
Akşamları mavi bir yıldız doğar ruhu besler, ilham verir ona
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,
çimendir, denizdir, dağdır, bahar bulutudur
bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.
Bu yerlerde doğanın şair olması mütefekkir olması kolaydır.Onun için Bediüzzaman buraya getirilmiştir, eserlerini besleyen ve ona ilham veren bütün tabiat unsurları burada vardır.
şafak bir nehr-i hüzn eyler reh-i ümmidi hunundan,
Şafak bir hüzün nehri ümid yolunun kanından
münevver mah-tabın fikr-i nur-i nil-gunundan,
aydınlık mehtabın çivit rengi maviliği her yanı aydınlatır
düşer bin şi’r-i muzlim ol ziyanin her sütunundan,
Binlerce kapalı şiirler dökülür o çivit rengi karanlıktan
mükerrer hüsnü yarın manzar-i sevda-nümudundan,
Sevgili görünür bütün manzaralardan onun güzelliği okunur(Allah)
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

şevahikten sukuut etmekte menba’lar menar asa,
Tepelerden inmekte sular ışıklar gibi
bütün dağlar ağaçlıktır, ağaçlar hep çenar asa,
Bütün dağlar ağaçlıktır, hepsi çınar gibi
inip bir şey semadan ruhum okşar zülf-i yar asa,
Sematan bir şey iner sevgililin saçları gibi ruhumu okşar, sevgili Allah’tır. Saç ise vuslat
revan etsem aceb mi ben de şi’rim cuybar asa,
Ben de şiirim , nehirler gibsi  aksam garip mi olur
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

işaret kılmada eşcar semt-i la-tenahiyi,
ağaçlar sonsuz öteyi işaret ederler
öper emvac kalkıp perde-yi kudret-penahiyi,
dalgalar kalkar kudretin sonsuz perdelerini öperler
eder kevkeblere isal tairler ilahiyi,
kuşlar yıldız kümelerine şarkılar söyler
o hatiflerde gel seyr eyle takrir-i vicahiyi,
sesi görünen ama görünmeyen hatifler yüz yüze görüşürler, sen onları seyret
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

sabaha karşi dönmüş af-taba muntazır ezhar,

Sabaha karqı çiçekler semaya yıldızlara yüzlerini dönmüşlerdir

tulu’uyle onun her gonce eyler handesin tekrar,
Gonceler açmakla gülüşlerini tekrarederler, çiçekler her sabah insanlara iyimserlik ve tebessüm aşılarlar.
sezadır maşrıkı add etse adem matla’-i eş’ar,
Layıktır insan güneşin doğduğu yeri şiirin doğduğu yer olarak, ne imaj ama
ne şairdir ki kudret şi’r söyler döktüğü asar,
Kudreti ilahi ne büyük şairdir ki yaptığı ve gösterdiği eserler onun şiirleridir, ne imaj ama
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

saba eyler kudum-i nev-baharı kuhtan tebşir,
Saba rüzgarı  baharın ayağını dağlardan müjdeler , ne imaj ama
eder tıfl-i muhabbet asiyab-i alemi tedvir,
muhabbet çocuğu alemi yönetir
gelir bir yanda sengistandan avaz-i peleng ü şir,
Mezarlıktan aslanın bağırtısı gelir
olur şimşeklerin aksiyle ruşen çehre-yi takdir,
şimşeklerin aksiyle Takdirin çehresi görünür
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

seher bin cuybar-i hüsn ü aheng ü seda yek-dem,
seher tek akışlı ve ahenkli güzel bir nehirdir
kılar meks ettigim vadi-yi samtı hüzn ile hurrem,
Beklediğim  sessiz vadiden  hüzn ile beni mutlu eder
gelir mihr ü meh asa fikrim ihyaya kemal, ekrem;
Gelirler ay ve güneş gibi fikrimi hayatlandırırlar Namık Kemal ile Ekrem Bey
döner karşımda ol dem şi’rden masnu’ bir alem,
O zaman karşımda şiirden meydana gelmiş bir sanatlı alem dönerler
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

bu vahşi külbeyi me’nus-i aşk-ı maderi gördüm,
Aşkın annesini aşkı doğan ünsiyetli kulübeyi gördüm
bana feryad meşk eyler bu sessiz yerleri gördüm
Bana feryadı öğretir, bu sessiz yerleri gördüm
yeşil gözlüydü, vahşetlerde sakin bir peri gördüm,
Yeşil gözlüydü , vahşetlerde sakin bir peri gördüm
-benim mülküm- dedi, mülkünde gezdim, her yeri gördüm,
Benim mülküm dedi gülkünde gezdim her yeri gördüm
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

bu canipte vatandır, bunda hep şevk-i hamiyyettir,

Bu yönlerde vatandır, bunda hamiyetin neşesidir
bu yanda fikr-i hurriyet ki nur-i ademiyyettir,
Bir yanda hürriyet fikridir amemin ışığıdır hürriyet,hürriyetsiz insan ışıksızdır
bu yanda laciverd ü sebz giymiş sermediyyettir,
Bu yanda  lavicerd bir yeşillik giymiş sonsuzluktur
bu yerler şairiyyettir, fazilettir, meziyyettir,
Bu yerler şairiyettir şiir söylerler, faziletler söyler, meziyetler söyler

Bediüzzaman bütün uluhiyetin delillerini şiirler yorumlarını, faziletleri tabiat okukamalarından çıkarmıştır.
çemendir,bahrdır,küh-sardır,subh-i rebiidir,

bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.

Barla’da sempozyum düzenledik, Üstadın nefesini teneffüs ettik. Küfrün bel kemiğinin kırıldığı fen, felsefe ve sanatın , yanlış dini telakkilerin daraltığıdünyayı genişleten adamın eserlerin doğduğu yerde konuştuk. Rektörümüz Süleyman Demirel Üniversitesi Röktörü teşrif ettiler. Türk siyasi ve  fikir tarihi göstermiştir ki Bediüzzaman’a hürmet edenler, dünyada da ahirette de mutludurlar ve olacaklardır, ama ona gereken önemi vermeyip sadece araç yapanlar gerekli tokadı yemişlerdir.

Barla’nın dağlarında uluhiyyetin çiçekleri açtı

Bütün dünya o çiçeklerin tebessümüyle güldüler

Daha nice güzel günlere ..

Nurs köyünden çıkan adam, Barla’dan eserleri ile dünyaya açıldı

Dünyaya maneviyat  ve inancın gölgesinde mutlu oldular

Nice mutluluklara

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org