Etiket arşivi: Prof. Dr. Himmet Uç

Kur’an‘daki “Hz Muhammed (ASM)”, Daveti ve Çektiği Meşakkatler..

Allah, Resulüne nasıl mücadele edeceğinin kurallarını verir. “Onları hak yola getirmek senin  görevin değil, lakin Allahtır ki  dilediğini doğru yola getirir. Hayır olarak yaptığınız her harcama  sadece kendiniz içindir.“ Peygamber uyarıcı  ve müjdeleyicidir, bunun için gerekeni yapacaktır. “Ey ehl-i kitap  Resullerin gelmesinin kesintiye uğradığı bir sırada  ileride “ bize ne müjdeleyen ne de uyaran hiçbir peygamber  gelmedi” demeyesiniz  diye size müjdeleyici ve uyarıcı Elçimiz  her şeyi beyan etmek üzere  geldi. Allah herşeye hakkıyla kadirdir”

Münafıklar da onu huzursuz ederler. “Münafıklar kalplerinde bir hastalık bulunanlar  ve şehirde müminlerin kusurlarını  arayarak kötü haber  yayanlar  bu hallerinden vazgeçmezlerse  biz onlara Seni musallat ederiz  de sonra orada   az bir zaman  sana komşuluk edebilirler. Lanetlenirler nerede rastlanırsa yakalanıp öldürülürler

Peygamberimizin asm müşriklerin engellerinden ötürü üzülmemesini ister Allah “ Sen onlardan ötürü sakın üzülme  ve onların kuracakları  tuzaklardan dolayı asla tasalanma. “ ; “şunu bil ki sen ne ölülere sesini duyurabilirsin , ne de arkasını dönüp uzaklaşan   sağırlara  bu daveti işittirebilirsin”; “ sen körleri de sapıklıktan kurtarıp  doğru yola getiremezsin” ; “ sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin , lakin Allah ancak dilediğini  doğru yola hidayet eder. O hidayede gelecek olanları pek iyi bilir. “ Birçok ayet Peygamberimize üzülmemesini telkin eden terapi örnekleridir. “ ;”hiç kötü işleri kendisine güzel görünen  kimse iyilik edip dürüst işler işleyen  kimse gibi olur mu ? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini  doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme. Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir. “; “ O halde ey Resulüm  üzülme sen laflarına  onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını  da , sen hiç tasalanma. “

Mücadelede en büyük engellerden biri Yahudiler diğeri münafıklardır. “ Ey peygamber kalpleri iman etmediği halde  ağızlarıyla iman ettik diyen  münafıklarla , Yahudilerden  kafirlikle yarışanlar seni üzmesin” Onun mücadelesinin şahidi Allah’tır. “ De ki şahid olarak hangi şey daha büyüktür? De ki Allah benimle sizin aranızda  şahid olarak yeter. “ Peygamber yapılanlara üzülür, çünkü onlar inkarcıdır. “Ey  Resulüm onların söylediklerinin seni üzeceğini  elbette pek iyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar , fakat o zalimler  bile bile Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar. “ Peygamberimize makul olmayan ikna nedenlerine meyletmemeyi söyler” Eğer onların hakka sırt çevirmeleri  sana ağır gelip de  kendilerine bambaşka bir mucize getirmen için  yer altında  bir geçit veya göğe çıkacak bir merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki  şayet  Allah dileseydi  onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı. O halde sen sakın  bunu bilmeyenlerden , fevri davrananlardan olma. “ Müşriklerle arasına bir sınır koyar. “Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı . Biz seni onların üzerine denetçi göndermedik , sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. “

İnsanlara uyma konusunda ona telkinde bulunur” Eğer dünyada bulunan  insanların  çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar, onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar. “ Onların yalanlarından etkilenmemeyi telkin eder. “Eğer onlar seni yalancı sayarsa de ki , Rabbimizin merhameti  geniştir, fakat dilediği zaman onun  serveti ve azabı suçlu toplumdan geri çevrilemez. “ Dinlerini dağıtıp bölünenlere karşı da  nasıl davranması gerektiğini belirtir. “Dinlerini  parça parça edip  fırka fırka olanlar yok mu  senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onların yaptıklarını ileri de bir bir onlara bildirip  cezalarını verecektir. “

Alay, peygamberlere karşı yapılan önemli yıpratıcı tutumlardan biridir, Allah anlatır. “ Daha önce gelip geçmiş nesillere nice nebiler gönderdik, onlara hiçbir nebi gelmedi ki  onunla  alay etmiş olmasınlar” Bütün anlayışsızlıklara karşı “ şimdi sen onlardan yüz çevir  ve selam size  de, artık yakında maruz kalacakları akibeti öğrenirler. “Ondan önceki peygamberlerle de alay edilmiştir.” Senden önce de nice peygamberlerle alay edildi.Fakat ben o kafirlere  akıllarını başlarına toplamaları için bir süre mühlet verdim. Ama onlar akıllanmayınca sonra da azabımla kıskıvrak yakaladım, cezam nasılmış gördüler. “

Peygamberimiz tebliğ görevi süresince  insanların ilgisizliğinden dolayı psikolojik durumlar  olmuştur , bu yüzden Allah ona metin olmasını tavsiye eder. “ Bu kendiyle  insanları uyarman  ve müminlere de bir öğüt  ve irşad olmak üzere  sana indirilen  bir kitaptır ki onu tebliğden  ve halkın sana inanmamasından  ötürü göğsün daralmasın. “ Bu huzursuz edici nedenlerden biri de delilik isnadı olabilir. “ Bunlar hiç düşünmediler mi ki kendilerine tebliğde bulunan arkadaşları Muhammed’de delilikten hiçbir eser yoktur. O sadece ileride ki   tehlikelerden kurtarmak  için görevli bir uyarıcıdır. “

O müjdeleyici ve uyarıcı özelliği dışında bir şey olmadığını Allah’ın telkini ile ifade eder. “ De ki ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim. Ne fayda sağlayabilirim , ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim  bana hiç fenalıkda  dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için bir uyarıcı  ve müjdeleyiciyim”;”insanları uyar . Müminlere Rablerinin üstün sadakat  makamı vereceğini   müjdele” diye içlerinden bir insana  vahyetmemiz  insanların çok mu tuhafına gitti. “ Yalancı ithamlarına karşı da Rabbi onu eğitir” Eğer yalancı saymakta ısrar ederlerse de ki , “ Benim yaptığım  bana ait , sizin yaptığınız da size . Benim yaptıklarımla sizin, sizin yaptıklarınızla da benim ilişiğim yoktur. “ Onu  dinleyen ama sadece dinleyenlere de hitap eder” Onların içlerinde senin söylediklerini dinlemeye gelenler de var. Fakat sen sağırlara nasıl duyurabilirsin ki ? Hele akıllarını  da kullanmıyorlarsa”

Onlar seni üzmesin “ O  inkarcıların sözleri seni üzmesin . çünkü bütün izzet  ve  üstünlük Allah’ındır. O herşeyi hakkıyla işitir ve bilir” onlar getiridin hakikate   ilgisiz durur ve saparsa  kendi aleyhinedir. “De ki “Ey insanlar , işte Rabbiniz tarafından hakikat size gelmiş bulunuyor. Artık kim gerçeği kabul eder de  doğru yolu tutarsa , bunun faydası yalnız kendisinedir. Her kim de o yoldan saparsa o da kendi aleyhine olarak sapar. Bilin ki ben işlerinizi yönetmeyi  üstüne almış biri değilim”

İnkar edenlerden hükümden kaçamazlar. “inkar edenlerin  dünyada Allah’ın hükmünden  kaçıp kurtulacaklarını  sakın zannetme “

Kur’an ve Peygamber

Neden Kur’an’ı Arapça göndermiştir. “ Bizim Kur’an’ı senin dilinle indirip kolaylaştırmamızın  başlıca sebebi , senin müttakileri   müjdelemen  ve inatçı kimseleri de onunla uyarmandır. “

Peygamberin uyarıcı olmasının takviye eden Kur’an ‘dır. HzMuhammed çok dramatik bir şekilde Kur’an’ı tarif eder ve kendi vazifesini anlatır.  Eline Kur’an’ı almış özelliklerini anlatır, vazifesini ortaya koyar. “ Elif Lam Ra, Bu öyle bir kitaptır ki ayetleri en kesin delillerle desteklenmiş , sonra  da  güzelce  açıklanmış  , tam hüküm ve hikmet sahibi herşeyden haberdar olan  Hakim ve Habir   tarafından gönderilmiştir. Bundan  maksad Allah’tan başkasına ibadet etmemenizdir. Gerçek  şu ki  Ben sizi cennetle müjdelemek cehennemle uyarmak  için O’nun tarafından  gönderilmiş bulunuyorum.  “Vahyin hedefi de budur. “Allah melekleri kendi tarafından  bir vahiy ile kullarından  dilediği kimselere “Benden başka ilah yoktur. Bana karşı gelmekten sakının “ diye uyarmak  üzere gönderir. “ önceki Resuller de bu maksatlarla  gönderilmiştir. “Allah hakkı için  Biz sizden önce birçok ümmete kendilerini irşad etmeleri için  resuller gönderdik. Fakat şeytan onların  batıl işlerini kendilerine güzel gösterdi. Bu yüzden peygamberlerini yalancı saydılar.

Kur’an iyi ile kötüyü ayırandır. “Hayır ve bereketi  ne muazzamdır  o Zatın ki bütün in ve cinsi uyarsın diye  o has kuluna doğruyu  eğriden ayıran  Furkan’ı indirdi. “

Yine Kur’an’ı Allah kendine hitab  içinde insanlara dönük  ifade ile  kitabının özelliklerini anlatır.”Hamd o  Allah’a mahsustur ki  kuluna kitabı indirdi  ve onun içine  tutarsız hiçbir şey koymadı. Dosdoğru bir kitap olarak gönderdi , ta ki kendi nezdinde  inkarcılar için  hazırladığı şiddetli azabı  bildirerek onları uyarsın.”    

Peygambere fazla  endişe  etme  insanların çoğu iman etmezler, yolunda konuşur. “Şunu da unutma ki , Sen büyük bir kuvvetle arzu etsen bile insanların çoğu  iman etmezler.”

Kafirlerin olağanüstü isteklerini yorumlar. “Kafirler diyorlar ki “O’na  Rabbinden bir mucize indirmeli değil mi idi. ? Sen ey Resulüm ,sadece bir uyarıcısın , her millete bir yol gösteren vardır”

Allah ‘ın peygambere söylemlerinde ağırlık uyarmaya  dayanır. “ Hem azabın geleceği günü hatırlatarak insanları uyar. O gün zalimler” Ey bizim Rabbimiz  diyecekler, ne olur bize kısa bir  süre ver de senin  çağrına uyma  imkanı bulalım  ve peygamberlerin izince  gidelim. Peki önceleri  hiç zeval  bulmayıp sürekli yaşayacağınıza dair yemin eden siz değil  miydiniz?”

Onlar  ölmeden zevklerinin peşindeydiler. “ Bırak onları yesin içsinler , zevklerine düşsünler  arzu ve emelleri kendilerinin oyalaya dursun , yakında bilecekler. “

“ve  de ki ,  sizleri bekleyen felaketten  açıkça uyarıyorum.”Onlar  kendilerine verilen nimetlere saygısızlık etmişlerse sorumlu onlardır. “Eğer bunca nimetlere rağmen yüz çevirirlerse   sen sorumlu değilsin”; “ sabret senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kafirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma , yaptıkları hilelerinden dolayı da telaş edip darlanma “

Bazan insanlarla konuşur Allah daha sonra Resulüne yapacağını söyler”Rabbiniz sizi pek iyi bilir. Dilerse size merhamet eder yahut dilerse  sizi cezalandırır.  Bunun içindir ki ey Resulüm onlar üzerine yönetici onlardan sorumlu olarak göndermedik.” Onların kabul etmeyişinden dolayı peygamberimizin üzüldüğünü  görür. “ Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin” 

Peygamber konusundaki duyarsızlıklara  onun acele etmemesini ister. “ O halde onlar hakkında acele etme , biz onların günlerini saymaktayız. “

Kendine yapılan zulümler ve anlayışsızlıklara karşı Allah ona  sabır ve namaz tavsiye eder”O halde onların  söylediklerine sabret , güneşin doğmasından  ve batmasından önce Rabbinin yüceliğini ilan et. Ona hamded . Gecenin bazı vakitlerinde  gündüzün bazı taraflarında da O’na ibaret et ki Allah’ın rızasına eresin”

Peygamberlere yapılan en büyük anlayışsızlık onları yalan ile ithamdır. Allah önceki peygamberleri de örnek vererek Resul’ünü takviye  eder” Eğer onlar seni yalancı sayıyorlarsa  sen bil ki  onlardan önce  Nuh, Ad ve Semud halkı  da, lut’un halkı da, Medyen ahalisi  de resullerini  yalanlamışlardı. Musa  da yalancı sayılmıştı. Bense şöyle yaptım, her seferinde inkarcılara mühlet verdim, sonra da tuttuğum gibi   işlerini bitirdim. Onların  inkarına mukabil nasıl olurmuş Benim inkarım “

Allah bazan perdesiz konuşur muhatabı Mekke’liler  ve onlar gibi olanlardır. Mekke bütün şehirlerin prototipi. “Şimdi siz ey Mekke’liler , bu söze mi şaşıyorsunuz? Hep gülüyorsunuz , ama ağlamıyorsunuz, haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz. “ Bugün her Müslüman şehri Mekke’dir, hitap umumidir.

Peygamberin mücadelesini karıştıran bir düşman da şeytandır. O vesveseleri  ile sarsmak ister. “Senden önce  hiçbir  resul  ve nebi  göndermedik  ki halkının hidayetini umarak gayret gösterdiğinde , şeytan onun temennisi  hakkında  bir  vesvese   vermek , ümidini  kırmak istemesin. Ama Allah şeytanın  attığı  o vesveseyi  giderir. Sonra  da ayetlerini sapasağlam  muhkem kılar , zira Allah herşeyi  hakkıyla  bilen , hikmetiyle   yönetendir. “

Düşmanlık hissini bu sefer mekanlardan şehirlerden hareketle anlatır, Peygamberine hitap eder. “Niçe şehirler vardı ki  halkı seni süren şehrin Mekke’nin  halkından daha kuvvetli idiler, işte biz onları imha ettik ve kendilerine yardım edecek kimse çıkmadı. “; “ kendilerinden  önce biz öyle nesiller helak ettik ki onlar bunlardan daha güçlü  kuv vetli idiler, hakimiyetlerini yaymış şehir şehir dolaşmış emr-i Hak’tan ölümden kaçıp kurtulacak bir yer yok mu ? diye her tarafı delik deşik etmişlerdi, ama hep eli boş dönmüşlerdi. “

Buna  rağmen  bir takım insanlar  kendilerine tapmaları halinde fayda, tapmamaları halinde  zarar veremeyen  bir  takım şeyleri tanrılaştırıp . Allah’tan başka olanlara ibadet ettiler.Zaten kafir Rabbine karşı hep batıla arka çıkar. “

Yerinde ibadeti öğer Allah. “ Tağuta ibadet etmekten kaçınıp  gönülden Allah’a yönelenlere  müjdeler var.  O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik  eden kullarımı  müjdele. İşte onlardır Allah’ın hidayetine  mazhar olanlar  ve işte onlardır aklı selim sahibi olanlar”

Peygamberin   ve ümmetin bir yanlış durumu da gaflettir, Allah Resulünün dilinden ona tavrını belirtir. “Sen onları  bir süreye kadar  daldıkları gaflet içinde  kendi halllerine bırak. “

Allah imtihan gereği  düşmanların da varlığını hesap etmiştir. “İşte  böylece  biz  her peygamber için suçlulardan bir  düşman ortaya çıkardık. Ama tasalanma Senin Rabbin yol gösterici  ve yardımcı olarak yeter mi yeter” Allah bu düşmanların iddialarını  temsillerini çürütür. “Onların sana itiraz için getirdikleri  hiçbir temsil  hiçbir soru olmaz ki ona karşı biz sana gerçek durumu bildirmeyelim ve en güzel açıklamayı yapmayalım

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

İlk Nur Eleştirmeni, Hulusi Yahyagil (2)

(İlk Yazı için Tıklayınız..)

Barla Lahikası’nda Hulusi Bey’in Bediüzzaman’a yazdığı kırk mektup var.

Bediüzzaman da Hulusi Bey’in kırk mektubundan gerekli gördüklerine cevaplar verir, bazı soruları açıklar, bu ayrı bir bahistir.

Bediüzzaman ve Hulusi Bey mektuplaşmaları” diye bir araştırma olarak ortaya konabilir. Üstad-ı muhterem lahikaları kendileri tamim etmişlerdir. Dünya edebiyatında mektuplar önemli yer tutar.

Bütün büyük adamların mektupları vardır ve mektupları ile davalarının, felsefelerinin, müntesiplerinin, hayranlarının, talebelerinin yetişmesini sağlamışlar ve onları yönetmişlerdir. Lahikada mektuplara tarih konmamış sona doğru Bediüzzaman Hazretleri Refet Bey’e yazdığı mektuba 11 Temmuz 1934 Çarşamba tarihini koymuştur.

Din-i Mübin İçin Yapılan Kahramanlık

Barla’ya Bediüzzaman 1925’ten sonra nefyedilmiştir. Bu ihata edilmez büyük mücadele adamı dağlara sürgün edilmiş, adeta “orada ölür gider biz de kurtuluruz” diye. Ama asırlarca dini mübinin kahramanlığını yapmış bir milletin çocukları için kader büyük bir plan yapmıştır.

Takdir-i Huda kuvve-i bâzu ile sönmez;

Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez

mucibince o aslında eserlerinin laboratuvarına sürgün ediliyordu.

Barla’nın tabiatı Bediüzzaman’ın eserlerini dolduran bütün gözlemlerin kaynağı idi.

Tabiatla düşünceyi ve dini birleştirememiş hem batı hem de doğu düşüncesinin bu eksiğini büyük dava adamı Barla’ya düşmanlarının eli ile sürgün ettirildikten sonra görüyor ve o gözlemler ile nesneler ile eserlerini inşa ediyordu.

Sekiz buçuk sene kalmış bu dağlarda, güzelim yerlerde. Zaten bu eserler şehirlerin kasvetli ortamında yazılamazdı.

O yıllarda eserlerini telif eden ve çevresine kurduğu posta ağı ile dağıtan Bediüzzaman Hazretleri çevresinde oluşan talebeleri ile mektuplaşıyor, onları teşvik ediyor, zulüm ve istibdad ve ceberut devrinde bir dava adamları çekirdeği oluşturmaya gayret ediyordu.

Birbirimize Nasıl Ümit Verebiliriz?

Bundan sonraki mektupların başlarında olmadığı kadar teşvik cümleleri vardır. Bediüzzaman ümit adamıdır, hiç ümitsiz olmayan bu insan, büyük bir davanın âlemşümul çekirdeğini oluştururken çok ince bir dil ve sevgi lisanı kullanır.

Bizim hiç yapmadığımız teşvik lisanını kullanır, kusurları görmez, her şeyi umumi hedefe endeksler.

Nasıl bu adamı okuruz da hep birbirimizi eleştiririz?

Garip kalmış küçük su damlalarını bir göle çeviren bir mantık nerede?

Büyük gölleri bile eleştiri ile kurutmaya çalışan mantık nerede…

Bu sekiz buçuk yıl içinde onun önde gelen muhatapları:

Hulusi Bey, Abdülmecit, Sabri, Abdurrahman, Ali, Tevfik, Seyyid Şefik, Hakkı, Hafız Zühtü, Refet Bey, Hüsrev Abi, Emrullah oğlu Bekir, Doktor Yusuf Kemal, Zekai, Asım, Süleyman, Ahmet Zekai, Hafız Sabri, Rüştü, Mehmet Reşit, Saatçi Lütfü, Ahmet Galip, Murat, Küçük Zühtü, Bekir, Hafız Ali, Şeyh Mehmet, Zeki, Muhammed Sabri, Mustafa Hulusi, Hafız Halid, Hafız Ahmet, Ali Ulvi, Hacı Mehmet, Hafız Mustafa, Şamlı Hafız, Muhacir Hafız Ahmet, Osman Nuri, Ahmet Feyzi, İbrahim, Babacan, Müzeyyene, İsmail, Doktor Şevket, Ahmet Nazif, Mesud’tur.

Bunlar mektuplarını gönderirler, Bediüzzaman da yazdığı mektuplarda hem bunlara cevap verir, hem davanın çeşitli sorunlarını çözer.

Onlara dava ruhu,

Metanet,

hizmet-i imaniye,

ibadet- taat

daha bir çok mesele hakkında fikirler öne sürer.

Bir dava nasıl oluşturulur, bu insanlar bir davanın etrafında güneşin etrafındaki gezeğenler gibi nasıl döndürülür bu kitabın büyük bir yönetim derinliği var.

Bir Bina ve Küçük Taş

Bediüzzaman’ın dava stratejisini anlatacak şahıslar bunları tahlil etmeli ve bir de dünya tarihindeki benzer olayları –benzeri de yok ya– bulup sonuçlara varmalılar.

Bediüzzaman’ın çevresindeki bu insanlara olan tavrının her biri bir değişik dünya ve yönetim mantığıdır.

Hepsinin derinliğini biliyor ve ona göre konuşuyordu.

Nazik ve kibar, beyefendi bir üslupla!

Bir binaya bakıp sadece çürük taşı görmek gibi değil.

Hakikata Açılan Yol

Hulusi Bey’in Barla Lahikasında kırk mektubu var, Bediüzzaman’a hitaben yazılmış. Bunlar yüz sahifeye yakın tutuyor. Kitabın üçte birlik kısmı Hulusi Abiye ayrılmış. Mektuplardaki en büyük muhatabı Hulusi Bey’dir ve Bediüzzaman böyle eleştiren, değerlendiren bir muhatab istediğini ona yazdığı bir mektubunda söyler.

Bediüzzaman da her yazar gibi yazdıklarının nasıl karşılandığını anlamak ister, böyle bir eleştirmen olarak Hulusi Bey’i görür.

Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum.

Maksadım gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır diye sormuyorum.

Belki hakikata açılan yol acaba umuma yol açabilir mi? diye soruyorum.

Çünkü umumun telakkisini sizin kadar bilmiyorum.” (Barla 252)

Özellikle son cümle Bediüzzaman’ın umumun telakkisini merak ettiğini gösteriyor.

Hulusi Bey onun umuma açılan kapısıdır, çünkü o harp okullarında okumuş, farklı eğitim almış insanlar ile muhatap olduğundan onu kendinden farklı bir dünyanın temsilcisi görüyor ve nasıl karşılandığını merak ediyor.

Bazı yazarlar zeki okuyucuları yüzünden yazarlar.

Bunu kitabın başında da bu mealde yorumlar. Bu Bediüzzaman’ın telif hayatında önemli bir sorundur. Eleştirilerden müferrah olur.

Sözler hakkında hüsn- i şahadetiniz bana büyük bir teselli verdi” der. (Barla 255)

Kur’an ve İman Hizmetinde Bir Talebe ve Muin

Hulusi Bey asker olduğu için Bediüzzaman onun askerliği ile eserleri arasında bağlantı kurar.

Ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir şahs-ı manevi bana muhatap olmuşçasına, ekseriyet-i mutlaka ile temsilatım onun vazifesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki bu şahsı Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur’an ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.” (Barla 21)

Adeta Bediüzzaman’la Hulusi Bey bir müellifin iki parçası gibi.

Hulusi Bey, yaptığı hizmetin civar vilayet ve kasabalardaki yayılmasından dolayı sevinir.“Fesubhanallah bu kadar cüz’i ve nakıs hizmetten, bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki bu Sözler ve Mektuplar hakikaten Nur isminin tecellisidir ki suhuletle intişar ediyorlar.” (Barla 244)

Hulusi Bey daha önce de bahsettiği Birinci Söz hakkında hissettiklerini kaleme alır. “Dünyaya arkasını çeviren Üstad Hazret-i Gavs’ın teşviki ile belki delaletiyle Kur’an’ın gayr-i mekşuf bir hazinesinden Bismillah ile giriyor.

Kur’anî tarlaya Bismillah diyerek Sözler tohumunu ekiyor.

Furkanî bahçeye Bismillah diyerek nurlu mektuplar çekirdeğini dikiyor.

Emr-i ilahiye imtisalen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şüphesiz harika asa olur.

Birinci Sözdeki seyahat eden mütevazi zat tamamen Üstadımızdır.

Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak, kök, damarları nasıl Bismillah‘ın tesiriyle, yer altında sert taşı, toprağı delip geçiyor aynen onun gibi Bismillah ile mevki-i intişara vazolunan Sözler de harika bir tarzda arza yayılıyor ve en mükemmel ve münevver meyve olan beşerin müminlerinin kalplerine nüfuz ediyorlar.

Bu bidatların kesreti muharrilerin bolluğu devrinde Bismillah ile gars olunan nur fidanının yaprakları olan, diğer sözler ve Mektuplarla bu kudsi fidanın dal ve budakları olan Hizb’ül Kuran ve bu hizbin esası ve seyyidi olan mubarek Üstad da bu hıfz-ı gaybiye mazhar bulunuyorlar.“ (Barla 245)

Bediüzzaman Hulusi Bey ile ruhsal bir birlik hissettiğini söyler.

Şimdi anladım ki şuurî ve ihtiyarî olmayan çok in’ikasat vardır.”

Daha sonra Bediüzzaman Hulusi Bey hakkında kanaatlerini açıklar.

Bunlar baştaki Mukaddemenin biraz daha gelişmiş bir izahıdır.

Kardeşim sen şimdi iki vazifeyi görmekle mükellefsin, biri kardeşim Hulusi Bey’in vazifesi, bir de evlad-ı maneviyem ve biraderzadem ve bir deha-yı nurani sahibi olmak pek muhtemel olan Abdurrahman’ın vazifesi de size ilave edildi.

O benim hakiki bir varisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telakki ederdi. Öyle de sahib oluyordu.

Sen de bundan sonra yazı ve sözleri senin hocanın yazısı diye tutma, kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahib ol.” (Barla 251)

Aynı kısımda Bediüzzaman eserleri hakkında kıymetli beyanlarda bulunurlar.

Biyografik bilgiler otobiyografik karakterlidir.

Bediüzzaman Hulusi Bey’i yüz ciddi talebe hükmünde görür. Hatta Hulusi Bey ve Hakkı Efendi‘yi kendi niyetini güçlendirdiğini söyler. “Siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşallah niyet-i haliseniz benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecektir.” (Barla 252)

Bediüzzaman Risale-i Nur okuyanların tebliğ makamındaki tutumunu anlatır.

Sözleri okumak zamanında sendeki hissiyat-ı âliye fazla inkişaf ve fedakarane hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki velayet-i Kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen dellal-ı Kur’an Said’in vekili, belki manen aynı hükmüne geçtiğin içindir.” (Barla 255)

Hulusi Bey Hastalar Risalesini maddi manevi bütün hastalıklara mükemmel deva olarak görür. (Barla 305)

Bediüzzaman Hulusi Bey’e özel bir önem verir.

Aziz kardeşim çendan Abdülmecit benim nesebi kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne o ne hiçbirisi benim Hulusi’me yetişemiyor.” (Barla 315)

Barla Lahikasında en çok mektup Hulusi Bey’e aittir.

Bediüzzaman da en fazla soru-cevap tarzında onunla konuşur.

Bunlar hem onun eserleri hem de biyografisi, ruh dünyası ile ilgili önemli bahislerdir. Hem de Hulusi Bey’in Bediüzzaman yanındaki kadrini ve hizmetteki yerini tavazzuh ettirir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

İlk Nur Eleştirmeni “Hulusi Bey”

Hulusi Yahyagil abi Bediüzzaman’ın dünyasında çok önemli bir şahıstır.

Bu cümle yetmez ama onun önemi Barla Lahikası’nın Mukaddeme diye başlayan metninde anlatılır. Bilindiği gibi mukaddimeler kitapların açılışlarıdır, yeni yazım dünyasında önsöz kısa bir bilgidir, ama geleneksel yazım dünyamızda Mukaddeme adeta kitabın muhtevasını daha genel ifadelerle tamamlar.

Bediüzzaman bir portre eleştirmenidir. Bu mukaddimede Hulusi Bey ve Sabri Efendi’nin farklılıklarını bir portre tanıtımı ile anlatır.

Bu iki şahs-ı mümtaz Risale-i Nur’un ilk metin yorumcuları, eleştirmenleridir. Bu yüzden Bediüzzaman, Barla Lahikasına bunların yazdıklarını söz konusu ederek onları tanıtır. Bunların Üstada yazdıkları yazılar, eserler hakkındaki kanaatlerini ve yorumlarını içerir. Ama bunlar yazılarının yayınlanacaklarını düşünmediklerinden samimi olarak, hasbi olarak bu yazıları yazmışlardır.

Ayrıca Hulusi Bey, “ahirdeki sözlerin ve Mektubat’ın yazılmasına sebep” olmuştur. Bediüzzaman Hulusi Bey’in yazdıklarının takriz türünden olmadığını anlatır. Çünkü edebiyatta takriz yazarları takrizlerinin yayınlanacaklarını bildikleri için hodfuruşluğa ve tasannua kaçabilir ve kendilerine bir gösteriş zemini olduğu için hakikatı ketmedebilirler.

Bunu vurgulayan Bediüzzaman onların farkını anlatır.

Takdiratları takriz nevinden değil doğrudan doğruya mübalağasız bir surette, gördükleri ve zevk ettikleri hakikatı ifade etmeleridir.” (Barla 20)

Talebelik, Kardeşlik ve Arkadaşlık

Hulusi Bey talebelik, kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassasını kendilerinde göstermişler birinciliği ihraz etmişlerdir. Mektubun tamamında onların yeri belirlenmiştir.

Hulusi Bey, Bediüzzaman’ın eserleri konusunda takdirlerini, beğenilerini ortaya koyan ilk Risale-i Nur eleştirmenlerinden, takdirkârlarındandır. Çünkü Bediüzzaman da onların eleştirilerini beğenmiş ve bu yüzden bu mukaddimede onları bir nevi mukaddime yerinde talebelerinin de mukaddimesi gibi anlatmıştır.

Kur’an Nurlarının Meydana Çıkması

Mukaddimede kendisine verilen önemi Hulusi Bey Barla Lahikasındaki ilk mektubunda yorumlar. Tevazu gösterir. Şu cümlesi tamamen vakıa mutabık ve mübalağasızdır. Orijinal ve yerinde bir eleştiridir.

Serapa Nur olan Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’ın hak ve hakikatını bu asır insanlarının bilhassa firak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede bazı Kur’an lemaatının zahir olmasına murad-ı ilahi taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme, felillahilhamd muhterem Üstadımız vasıta olmuştur.” (Barla 26)

Üstadın Sözler isimli kitabı ile ilgili yorumları mükemmel eleştiri örneğidir.

Mübarek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübin’in kudsi lemaatıdır. Küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve meşrep ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delalet etmeğe kâfidirler.” (Barla 26)

Altı Maddelik Hizmete Devam Gerekçesi

Hulusi Bey, Bediüzzaman’ın vazifesinin bitip bitmediği hususunda ona vazifesinin henüz bitmediğini de altı maddede anlatır. Bu çok özel ve tahkik ehlinin anlatabileceği bir bahistir, Hulusi Abi’nin Bediüzzaman’a bir nevi teşvik babında yazdığı yazıdır. Devler devlerle birlikte düşünülür.

Hulusi Bey bu arada bazı sorular da sorar Bismillah ile ilgili bir sırrı kendinden açmasını rica eder. Hem yorumlar hem de sorular açar.

Barla’daki ikinci mektubunda Hulusi Bey, manevi yaralarına ve gıdasız ruhuna eserlerin tesirini anlatır.

Üçüncü mektupta, “Kur’an hesabına kendisine cüzi bir hizmetkârlığı” düşündüğünü ona iletir.

Hulusi Abi tarikat menşe’li bir insandır, üçüncü mektupta üstadın tarikat hususundaki yönlendirici ifadelerini kabullenmiş ve bu dersi kabul ettiğini beyan etmiştir.

Bu “Bediüzzaman’ın tarikat zamanı değil iman kurtarmak zamanı” cümlesidir.

Dördüncü mektupta, Mekbubat’ın zeyilleri için

Emsali gibi hoş güzel ve bediidir” cümlesini kullanır. Hoş, güzel ve bedii estetiğin beğeni konusundaki üç kategorisidir. Birbiri arkasından birbirlerini teyid ederler.

32. Sözün Üçüncü Mevkıfı için “Cidden çok âli mefhumu var. Belki diğer bütün Sözler’in fevkinde parlayan bir necm-i nur efşandır” der. (Barla 30)

Hulusi Bey kendini Ashab-ı Kehf’e benzetir.

Kur’an’ın hizmetinde aciz hizmetkârınız, esrar-ı Kur’an’iyenin beyanında eşşükrülillah Ashabı Kehf gibi musahibiniziz.” (Barla 30)

Hulusi Bey, Hazret-i Küfrevî’nin mesleğinden nasıl Nur mesleğine geçtiğini anlatır.

Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu asi biçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibendî Hazretlerinden ”Muhammed ül Küfrevî” Hazretlerine doğru açılan Tarik–ı nakşibendîye idhal eylemişti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken Nurlu Sözler’inizle zulmetten nura, girdaptan selamete, felaketten saadete çıktım.

Ferman buyuruyorsunuz ki imanı kurtarmak zamanıdır.” (Barla 32)

On Dokuzuncu Mektup için

Yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş” der.

Tarık-ı Nakşî’ye mukabil Bediüzzaman’ın meşrebini ifade eden cümle-i meşhure için Hulusi Bey “Pek çok kıymetli bir cevherdir” der.

Yirmi Dördüncü Mektup hakkındaki yorumu diğerleri gibi isabetlidir.

Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur’un en münevverleri safında mütalaa ediyorum.” (Barla 36)

26. Mektub’un üçüncü mebhasini muhtelif mevkideki zatlara okumuş hepsi birlikte “çok doğru ve çok güzel” demişlerdir. Risale-i Nur’u “dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek” nitelikte görür.

Yirmi Dokuzuncu Mektub ile Mucizat-ı Kur’an’iyeyi birlikte takdir eder.

Yirmi dokuzuncu mektubun altı nüktesiyle Kur’an’ın hakiki tercümesi kabil olmadığını imandan zerre kadar nasibi olana 25. sözdeki burhanlara zeylen isbat ediyor. Ve şeair-i İslamiyeyi gayet güzel bir üslup ile tarif ve mütalaa etmekle beraber ulema üs su ashabına çok mükemmel ve manevi tokad aşkediyorsunuz.” (Barla 86)

Yirmi Sekizcinci mektup için ise

Yedinci meselesinin hatimesi gaybî işaret hakkında ihtimalen dahi olsa, her türlü evhamı izale etmek maksadıyla yazılmıştır” der. (Barla 87)

Ramazan Risalesi için ise

“Kur’an’ın has dürbünü ile bakılmak suretiyle Ramazan’ın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz bir tarzda beyan buyrulmuştur” der. (Barla 88)

Bediüzzaman eserleri ile Kur’an’ın ölümsüz icazını anlatmıştır. “İşte bu bidat ve zulümat asrında da yine o Kur’an-ı Hakîm ve Kerim lâyemut icazını Sözler ve Mektuplarla izhar etmiş ve bu hakikaten azim işte Rahmet-i İlahiyeye muazzez ve muhterem Üstadımız elyak ve elhak memur ve vasıta olmuştur.” (Barla 92)

Risale-i Nur’un tesirini iki yönlü yorumlar.

Bu nurlu eserler hem okşamak hem korkutmak gibi iki zıt tesiri haizdir. İnsanlara bu iki vasıtadan birinin müessir alacağı da şüphesizdir.” (Barla 122)

Kur’an’daki tevafukatı takdir eder.

Kur’an’daki tevafuk sırrını açmaya başlamıştınız bu güne kadar lihikmetin mahfi kalmış olan muvaffak oluşunuza ne kadar hamd ve şükredilse yeridir.” (Barla 132)

Hulusi Bey fihristeleri de çok makbul bulur ve kendindeki tesirleri anlatır. “Fihristeler dört tarafımı aydınlattılar ve itikadda bir olup çok metin hikmetlerle bazı amalde ayrılıkları olan dört mezheb-i hak gibi, bu fakire hakka hakikate, sıdka, imana, nura rızaya giden yolları gösterdiler.” (Barla 152)

31. Mektubun 13 ve 14. Lem’alarının tesirini ifadeye imkânının olmadığını söyler. (Barla 153)

Bismillah konusundaki teşrihatı “Bir hazine-i esrar-ı Rabbani” görür. (157)

Mirkat-ı Sünne için “ihtisaslarımı arza maalesef muktedir değilim” der. (Barla 194)

Beşinci Lem’a’yı “Manidar” bulur.

(Yazının devamı olan 2. yazı için tıklayınız)

Prof. Dr. Himmet UÇ

www.NurNet.Org

24 Kasım 2012

Selimname Nedir? Tarihteki Yeri ve Önemi

Selimname, I. Selim (Yavuz Sultan Selim) ile II. Selim’in hükümdarlık yıllarının anlatıldığı manzum, mensur veya manzum mensur karışık tarihî eserlere verilen addır. Bilinenler içerisinde yalnız Kazasker Vusulî Mehmed Çelebi’nin Selimnamesi II. Selim’i anlatmakta, geri kalanları I. Selim’i anlatmaktadır. Çoklukla Türkçe olmakla birlikte Arapça ve Farsça Selimnameler de yazılmıştır.

I. Selim’den itibaren Osmanlı hükümdarlarının tek tek devirlerini anlatan tarihî eserler yazılmaya başlanmış, bunlar Selimname, Süleymanname gibi adlarla anılmıştır.

Selimnameler Osmanlı tarihçiliği bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Çünkü bu eserleri yazanlar, çoklukla ya bu hükümdarların devrinde yaşamış, onunla sarayda veya seferlerde birlikte olmuş, ya da yakınlarında bulunmuş kişilerin anlattıklarına dayanmışlardır. Yavuz Sultan Selim’in sağlığında başlayan (Örn. Keşfî’nin eseri) Selimname yazarlığı Kanuni Sultan Süleyman zamanında doruğa ulaşmıştır.

I. Selim devri olaylarını anlatan eserlerin büyük bir kısmı bu büyük hükümdar zamanında yazılmıştır. Özellikle Osmanlı Devletinin sınırlarının ve gücünün doruğa çıktığı bu devirde sanat faaliyetleri de artmış, şair ve ediplere değer verilmiş, onlar korunmuş ve yazıp getirdikleri eserler hükümdar tarafından ödüllendirilmiştir. Bu sebeple de birçok tarihçi, kahramanlıklarla dolu fakat kısa bir hayat süren Sultan Selim’in ilgi çekici devrini farklı kaynaklara dayanarak defalarca yazmışlar ve oğlu Sultan Süleyman’a sunmuşlardır.

Bu yazarların bazıları sarayda önemli mevkilere getirilmiş, Şükrî-i Bitlisî gibi bazıları da yüklü miktarda para yanında tımarla da ödüllendirilmiştir. Selimnamelerin bazıları, daha Sultan Selim’in 1509 yılında Trabzon valisiyken Gürcülerle yaptığı savaşları anlatarak başlarlar.

Birçok eserde onun kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yaptığı taht mücadelesi geniş bir yer tutar. Hatta kimi yazarların bu eseri Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a sunmaları ve Selim’in mücadeleyi kazanarak iktidara gelmiş olması sebebiyle bu taht mücadelesinde taraf olduğu ve Sultan Selim’i tuttukları görülür.

Selim’in tahta geçişi, babasının ölümü, İran ve Mısır seferleri bütün canlılığıyla ve teferruatıyla anlatılır. Eser genellikle Selim’in ölümü ve oğlu Sultan Süleyman’ın tahta geçmesiyle son bulur. Selimnamelerin hepsi Sultan Selim’in hayatının tamamını anlatmazlar.

Meselâ İshak Çelebi’nin Selimnamesi, II. Bayezid Türk Edebiyatında Selimnameler 33 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009 devrinin sonlarından başlayıp Selim’in cülusuna kadar getirip bırakmıştır. Eserlerin tarihî değerleri oldukça yüksektir. Bunlar, bizzat saray çevresinde bulunmuş, hükümdarla birlikte seferlere katılmış kişiler tarafından ya da birinci derecede kaynaklara dayanarak yazılmış oldukları için birer vesika durumundadırlar.

Bu yüzden de Yavuz Sultan Selim devri tarihi yazılırken başvurulan en önemli kaynaklar arasında yer alırlar. Selimnameler sayesindedir ki, Osmanlı hükümdarları arasında dönemi en iyi aydınlatılan ve kolay yazılabilen I. Selim olmuştur.

Selimnameler yalnız birer kuru tarih kitabı değildir. Bir yandan çoğu vesikalı tarihî bilgiler verirken, diğer yandan devrin bütün özelliklerinin bu eserlere yansıdığı görülür. Devlet yönetimi, saray, Osmanlı coğrafyası, ordunun durumu, gelenekler, kültürel yapı, kullanılan silâhlar, savaş taktikleri, hükümdarın ruh hâli, dil, edebiyat, folklor vb. konularda oldukça sağlam bilgiler de bu eserlerde yer almaktadır.

İstanbul ve Anadolu kütüphaneleriyle birlikte Avrupa kütüphanelerinde de çok sayıda Selimname nüshası vardır (Bunlar hakkında bkz. Babinger, Tekindağ, Uğur ve Kartal’ın çalışmaları). Bu eserler üzerinde kimi zaman toplu, kimi zaman da bağımsız çalışmalar yapılmış, özellikle son yıllarda Türkiye’de bazı Selimnamelerin metinleri yayımlanmıştır.

Selimnameler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır. Türkçe metinler çoğu zaman 16. yüzyılın Arapça ve Farsça kelime oranı oldukça yüksek ağdalı diliyle yazılmış olsalar da içlerinde Şükrî’nin Selimnamesi gibi dil bakımından oldukça önemli ve orijinal olanlar da vardır.(Makale Mustafa Argunşah’a aittir)

Süleyman Demirel Üniversitesinde  Yahya Kemal’i okuttuğumda Selimname’yi  ödev olarak verdim. Daha Sonra Mehmet Kırkıncı Hoca Hazretlerinin Yavuz Sultan Selim isimli eserini ödev yapan çocuklara karşılıksız dağıttım. Şimdi Yukarıda Mustafa Argunşah’ın  bu konudaki yazısı ile birlikte bu kısmı daha sonra da şiiri alıyorum. Himmet uç

 

Selimname Yahya Kemal Beyatlı

eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tûğlar

···

SEFER

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi
tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tûğlar
···
ÇALDIRAN

her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
andırdı rûz-ı mahşeri hengâm-ı imtihan

saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman

garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan

sağ kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran

pâmâl-i rahşı kıldı acem tâc ü tahtını
tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tûğlar
···
TOPLAYIŞ

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları

bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları

zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezâları

···

MERCİDABIK
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını

memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını

bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını

sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar
···

RİDANİYYE

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm

gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam

on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm

fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

···

RIHLET

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete

doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete

râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete

yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete

dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete

yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Kur’an’ın Anlatım Zenginliği; “Hz. Musa (a.s.), Firavun, Yahudi ve Yahudiler”

Allah  peygamberlerini bazen olayların içinde gösterir, bazen de  portrelerini çizerek tanıtır. Allah Musa ile Firavun arasındaki olayları anlatır. ”inanacak kimseler için  ibrettir”.  Musa ile Firavun’un  arasında geçen  olayların bir kısmını, gerçeğe tam uygun olarak anlatacağız. Allah bazen olay anında anlatır, bazen de özetlemeler yaparak tanıtır. “Gerçekten biz Musa’yı ayetlerimiz ve mucizelerimiz ve apaçık  bir yetki ile Firavun’a , Haman’a ve Karun’a  gönderdik de onlar “Bu yalancı  bir sihirbazdır “ dediler. Musa onlara bizim tarafımızdan gerçeği getirince “ Onun yanında olan bağlılarının  oğullarını öldürün, kızlarını ise hayatta bırakın “ dediler. Fakat kafirlerin hile ve tuzakları boşa çıkar.

Büyük peygamberleri anlatınca onların hayatlarını çok yönlü olarak anlatır ve gösterir Allah, Hz Musa’nın çocukluğundan başlar.

Musa, dünyaya gelince annesine şöyle ilham ettik.“ onu bir süre emzir, şayet onun başına bir şey geleceğinden endişe edersen, ırmağa bırak. Hiç endişe etme, hiç üzülme. Zira biz onu sana kavuşturacağız ve onu resüllerden yapacağız. Firavun ailesi onu ırmakta bulup yanlarına aldılar. Firavun’un hanımı onu sandıktan çıkarınca kocasına “Bana da sana da göz bebeği olacak  sevimli bir çocuk ! Öldürmeyin onu  olur ki bize fayda sağlar, bakarsın biz onu evlat da ediniriz” dedi.

Anlatımlarda çoklu perspektifler kullanılır, anlatımın içine anne de dahildir. Bediüzzaman Kur’an’ın anlatımlarına Lemaat’da müşahit anlatım” yani gözlemci anlatım. Yani olaylı güncelleştirmeyen  mazi sigasını kullanmayıp hikmeti ve seyri sanki şu an cereyan ediyormuş gibi anlatır. Musa’nın annesi çocuğunun  Firavun’un eline geçtiğini  öğrenince  aklı başından gitti.Onun dışındaki her şeyi unuttu.

Eğer biz vadimize inananlardan olması iç in  kalbine  sabır kuvveti vermeseydik, neredeyse işi açığa vuracak, gidip çocuğa sahip çıkacaktı. Burada Musa’nın annesi ile mesafa sıfırlanmıştır, onun bütün ahvalini müşahit olarak anlatır. Müşahit anlatım yirminci yüzyılda büyük anlatım teorisyenleri tarafından kullanılmıştır. Ku’ran ise bunu daha yedinci yüzyılda uygulamıştır. Kur’an’ın Türkçe’ anlatımı dahi harika anlatım unsurları taşır.Anlatım tek boyutlu değil kendi gördüğü  değil Musa’nın kardeşi, annesi hepsi anlatıma dahildir.İşte bu  haldeyken Musa’nın kızkardeşine “ sen çaktırmadan onu izle “ dedik. O da kendini ele vermeksizin kardeşini uzaktan gözetledi.

Biz daha ilk günden itibaren  onun süt emziren  kadınların memelerinden  emmesini önlemiştik. Kız kardeşi bu durumu öğrenince onlara “Ona güzelce bakabilecek , onun iyiliğe olan her işi yapacak bir aile  tavsiye etmesini ister misin ?” dedi.Böylece onu annesine kavuşturduk ki gözü aydın olsun tasalanmasın ve Allah’ın  vaadinin  gerçek olduğunu  fakat insanların  çoğunun bunu anlamadıklarını öğrensin.Bütün uzlaşmaz olaylar bile onun elinde mantıklı ve hendesi olaylar şekline dönüşür.   “Yine Musa’yı tanıtır. Musa yiğitlik çağına erişip olgunlaşınca , Biz ona hikmet ve ilim verdik.  Biz iyilik edenleri işte böyle mükafatlandırırız.

Bazan mazi sigasını ve hal sigasını birlikte kullanır Burada mesafa uzaktır anlatımda .Musa bir gün halkın habersiz olduğu bir sırada  şehre girdi. İki adamı bir biri ile kavga eder vaziyette gördü, onlardan biri kendi kavminden , öbürü ise düşmanının kabilesindendi.  Hemşehrisi düşman olana karşı yardım istedi. Musa da bir yumruk atıp onu öldürdü. Arkasından Bazan  da  Musa’nın ağzından anlatır“ Bu dedi  şeytanın işindendir, kötü bir iştir. O gerçekten saptırıcı açık bir düşmandır. “ Ya Rabbi ben kendime yazık ettim, affeyle beni  “ dedi. Allah da onu bağışladı , çünkü o Gafurdur, Rahimdir.”Ya Rab dedi bana lütfettiğin bu nimetler hakkı için  artık suçlulara arka çıkmam. “

Sabaha kadar  endişe içinde  etrafı kontrol ederek geceyi geçindi. Sabahleyin bir de baktı ki  kendisinden yardım isteyen soydaşı, yine imdada çağırıyor. Musa ona  “ Belli ki sen azgının tekisin” dedi . Bununla beraber Musa , hem kendisinin hem de soydaşının hasmı olan adamı tutmak isterken  soydaşı; “Ne o  Musa dedi  dün bir adam öldürdüğün  gibi  bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Senin tek istediğin bu ülkede bir zorba olmaktır, asla ıslah etmek arabulmak istemiyorsun .”

Derken şehrin öte başından bir adam  koşarak geldi ve dedi ki “ Ne yapıyorsun Musa  yetkililer idam talebi ile senin hakkında karar vermek üzere toplantı halindeler. Beni dinlersen derhal şehri terket! Ben hakikaten senin iyiliğini isteyen biriyim.

Hemen oradan ayrılıp, hem etrafını kontrol  ederek endişe içinde şehirden çıktı ve “ Şu zalimler güruhunun  elinden beni halas eyle  ya Rabbi” diye yalvardı. Medyen tarafına yönelince “ umarım Rabbim beni doğru yola yöneltir “ dedi.  Medyen’in su kuyularına varınca orada davarlarını sulayan bir grup insan buldu. Onların gerisinde de kendi hayvanlarını  uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü. “Siz niçin bekliyorsunuz “ diye sordu. Onlarda “  çobanlar hayvanlarını suvarıp ayrılmadıkça  biz suvarmayız. Babamız da bir hayli yaşlı olduğu için iş bize kalıyor” dediler. Bunun üzerine onların davarlarını suvardı, sonra gölgeye çekilip “ ya Rabbi bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım“ diye dua etti. Az sonra iki kızdan biri utangaç bir tavırla  yürüyerek çıka geldi  ve “ Bize sunduğun  suvarma hizmetinin  ücretini  vermek üzere  babam seni  davet ediyor “dedi. Musa onun yanına girip  başından  geçen olayları  anlatınca o zat” Endişe etme artık kurtuldun  o zalimlerin elinden “dedi.  Kızlardan biri “ Babacığım dedi bunu işçi olarak tut, zira senin  çalıştıracağın en iyi adam böyle kuvvetli  ve güvenli biri olmalıdır” . Babaları ona “ Kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Buna karşılık sen de sekiz yıl  yanımda çalışırsın, şayet süreyi on yıla çıkarırsan , o da senin ikramın olur. Ben seni zahmete sokmak istemem , inşallah benim dürüst bir insan olduğumu görürsün “ Musa, “Bu senine benim aramızdaki bir sözleşmedir. Bu iki müddetten hangisini yerine getirsem  buna itiraz edilemez. Yaptığımız bu sözleşmeye Allah şahid olsun “ dedi . Musa müddeti tamamlayıp ailesiyle Mısır tarafına  doğru yolda giderken , dağ tarafında bir ateş farketti.

Ailesine “ Durun demişti uzaktan bir ateş gördüm , oraya gideyim belki oradan yol hakkında bir bilgi alır , yahut hiç değilse bir ateş koru getirir de ısınmanızı sağlarım. Aynı şeyi başka kelimelerle de  anlatır   “ Musa, Medyen’de sekiz on yıl kaldıktan sonra ailesi ile Mısır’a dönüyordu. Oraya varır varmaz birden şöyle nida edildi “Ateş mahallinde  ve çevresinde  bulunan kimselere  feyiz ve bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah  yüceler yücesidir. Bütün noksanlardan da münezzehtir.

Bazan da Allah kendini tanıtır. “Dinle Musa ben herşeye kadir , mutlak galip , her işi hikmetle dolu olan  gerçek ilahım .

Şimdi  asanı yere bırak, Musa ,bıraktığında onun  çevikçe hareket eden bir yılana dönüştüğünü görünce derhal kaçtı.Bir kere olsun  dönüp arkasına bile bakmadı . “Korkma Musa “ diye buyurdu  Allah.  Benim huzurumda Resuller korkmazlar.Benden korkanlar zulüm edenler  ve günah işleyenlerdir. Fakat onlar da fenalıktan sonra güzel işler yaparlarsa , onlara karşı da ben çok affedici, geniş merhamet  ve ihsan sahibi olarak  muamele ederim. Haydi elini koynuna sok , şimdi çıkar. İşte kusursuz pırıl pırıl ışık saçıyor. Böylece Firavun’a  ve onun halkına  göstereceğin  dokuz mucizeye  bu da dahil  olsun. Hakikaten onlar  yoldan tam çıkmış bir güruh, azgın gruptur.

Peygamberlik dönemlerini anlatır. Mucize ve belgelerimiz bütün aydınlığıyla onlara geldiğinde  “bu besbelli bir büyü “ dediler. Vicdanları onların doğruluğuna şahitlik ettikleri halde  sırf kibir ve haksızlık nedeniyle onları inkar ettiler. İşte bak da , fesatçıların , bozguncuların  akıbetlerinin nasıl olduğunu gör. “ Allah zaman zaman göstererek anlatır bazan da özetleyerek. “Musa’yı   delillerimiz ve mucizelerimizle  Firavun’a  ve ilerigelen yetkililerine gönderdik. O da onlara “Ben Rabbülalemin’in  size elçisiyim “ dedi. Bunlar Hz Muhammed’e geliyor, Kureyş Musa’dan  Muhammed’e empati yapması gerekiyordu. Hz Musa’yı küçümsediler siz de Muhammed asm  küçümsüyorsunuz, sizin de akıbetinin onlar gibi olacak , gibi dersler çıkması için indiriliyordu.  

Hz Musa olayı tarihe takılmış değil her  devirde örnek olacak vakalar taşır. Peygamber her halü karda dua eder, Allah’a güvenir, bu yüzden menfi olaylar bile lehinde şekillenir. O delillerimizle onlara gidince  onlar alay edip gülmeye koyuldular. Onlara hep birbirinden  büyük mucizeler  gösterdik. Belki dönüş yaparlar diye azaplarla sarstık. “

Firavun  “Bırakın beni  şu Musa’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvarsın bakalım,o kendisini kurtaracak mı ?Zira bu gidişle onun sizin dininizi  değiştireceğinden  veya ülkede anarşi çıkaracağından  endişe ediyorum.” Musa da şöyle dedi. “Ben ahirete , hesap gününe inanmayan  her kibirli ve zorbadan Allah’a sığınırım” Firavun hanedanından  olup  o zamana kadar iman ettiğini saklayan  biri çıkıp şöyle hitap etti. “Ne o bir insan  Rabbim Allah’dır “ diye kalkıp  onu öldürecek misiniz ?Halbuki o Rabbiniz tarafından  açık belgeler ve mucizeler  de getirdi. Eğer yalan söylüyorsa yalanı zaten kendisinin aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse  en azından onun sizi tehdid ettiği   şeylerin bir kısmı  başınıza gelecektir. Şu ise bir gerçektir ki Allah haddini aşan  yalancı kimseleri iflah etmez.

Anlatımda şahıs kadrosu geniştir. Anlatıcı Allah’tır olayların karakterine göre farklı anlatım paktları kullanır. Musa, Musa’nın annesi, kız kardeşi, firavun , inanmış adam, halk, sihirbazlar.Herkes olayın karakterine göre seyreder veya olaya katılır.

Ey benim sevgili halkım ,bugün hakimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın azabı başımıza gelir çatarsa , söyler misiniz hangi kuvvet bizi  kurtarabilir? “

Buna karşılık Firavun  “ ben size sadece  kendimce uygun bulduğum  görüşü bildiriyor  ve size tutulması  gereken  doğru yolu gösteriyorum “ dedi.

Doğrusu Firavun  ülkesinde  zorbalık yaptı , büyüklük tasladı .  Halkını çeşitli  fırkalara ayırdı. Onlardan bir taifeyi erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise  hayata atmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O bozguncunun teki idi .

Biz ise o ülkedeki  güçsüzlere ihsanda bulunmak , onları dünyada örnek şahsiyetler yapmak  ve ülkeye onları varis kılmak , onlara dünya hakimiyeti  vermek. Firavun’u Haman’ı,  onların orduları ise korktuklarına uğratmak istiyorduk.

Haman  eski Mısır dininde  tanrı Aman’a mensup  başrahibe verilen  Ha Amen ünvanının Arapçasıdır.

Firavun ‘a Allah ayetleriyle birlikte Musa’yı gönderir. Rabbi Musa’ya “ Haydi git o zulme batmış olan topluma, yani Firavun halkına  onlar  küfür   ve isyandan  hala mı sakınmayacaklar? Musa, “ Ya Rabbi korkarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun ‘a da risalet ver. Kardeşim Harun’un ifadesi benden daha düzgündür,  onu da benimle beraber  yardımcı olarak görevlendirki  beni tasdik etsin .  Doğrusu beni yalancı  saymalarından endişe ediyorum.  Hem sonra onların benim üstümde bir hakları da var, ben yanlışlıkla onlardan bir adam öldürdüm . Bundan ötürü beniöldürmelerinden endişe ediyorum.

“Seni kardeşinle destekleyeceğiz , size öyle bir kudret vereceğiz ki  ayetlerimiz sayesinde  onlar size el uzatamayacaklardır. Siz de size tabi olanlara da mutlaka galip geleceksiniz.Allah “ Biz Musa ile Harun’a da  nübüvvet vererek ihsanda bulunduk, onları da milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık. Hem onlara yardım ettik de galip gelenler onlar oldular. Kendilerine gerçekleri apaçık gösteren  o kitabı verdik. Doğru yola ilettik onları . Sonraki nesiller içinde  onlara da iyi bir nam bıraktık. Selam olsun Musa veHarun’a. İşte böyle ödüllendiririz iyileri. Gerçekten onlar bizim  tam inanmış  has kullarımızdandı.  

“Hayır“ buyurdu. Benim ayetlerimle gidin. Biz de sizinle beraberiz, olup bitenleri işitiriz.Gidin O Firavun’a biz Rabbülalemin tarafından sana gönderilen elçiyiz. Ondan sana mesaj getirdik. İsrailoğullarını serbest bırakacaksın , bizimle gelecekler. Musa ile Harun ‘un iki görevleri vardı. Firavun’u ve halkını  Allah’a kulluğa çağırmak, israiloğullarını Firavun’un esaretinden kurtarmak.

Firavun, Musa’yı görünce , Aa , sen şu bebekken alıp yanımızda  büyüttüğümüz çocuk değil misin ? Sonra da bizim sarayımızda  senelerce kalmış , ömrünün bir kısmını bizimle geçirmiştin.? Sonunda da bildiğin o işi yapmıştın. Sen doğrusu nankörün tekisin. ! Ben dedi yanlışlıkla

Sonunda ne olacağını bilmeksizin, şaşkın bir vaziyette o işi yapmıştım. Sizden korktuğum için de kaçmıştım. Ama Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberler arasına dahil etti.O başıma kalktığın iyilik ise , israiloğullarını köleleştirmenin bir sonucu değil miydi?

Firavun, “ Şahi şu bahsettiğin Rabbülalemin’de ne dedi? Yani göklerin ve yerin Rabbi. Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim. O göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki  her şeyin Rabbidir.

Firavun alaycı bir şekilde çevresindekilere “Bu adamın dediklerini işittiniz değil mi ? Kendine kalsa cevap veriyor. Musa onu hiç duymamış gibisözüne devam ederek “ O sizin de sizden önceki babalarınızın da  Rabbidir. Firavun “ Dikkat edin  size gönderilen bu elçi  kesinlikle bir deli “ Musa , “ O doğunun da batının da , doğu ile batı arasındaki her şeyin de Rabbidir. Aklınız varsa bunu anlarsınız.

Firavun , Musa’ya cevaben “ Eğer benden başka tanrı kabul edersen  mutlaka seni zindanlı ederim “ dedi. “Ya dedi , sana doğruluğumu isbatlayan aşikar bir delil getirmiş olsam da mı ?”Haydi dedi doğru söylüyorsan  göster o belgeni de görelim.

Ve Musa  Firavun’a “ Ben alemlerin Rabbi tarafından sana gönderilen bir resulüm, görevim Allah hakkında doğrudan başka bir şey söylememektir. Ve beni teyid eden doğrulayan Allah’ın benimle birlikte gönderdiği delildir.

Firavun halkına duyuru yapıp dedi ki “ Ey benim halkım , Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi ? Ayaklarımın altından çıkan  şu nehirler, kanallar benim değil mi ? Görmüyor muşunuz ? Yoksa ben şu aşağılık meramını bile neredeyse  anlatamayan adamdan  daha üstün değil miyim? Eğer o dediği gibi ise  üstüne  gökten altın bilezikler atılmalı ,yahut beraberinde  melekler gelmeli değil  miydi? O halkını küçümsedi onlar da   ona itaat ettiler . Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir toplum idi.  Bizi  gazaba  davet edince  , biz de onların  hepsini  suda boğarak  onlardan  müminlerin intikamını aldık. Onları sonraki nesillere  geçmiş  bir ibret ve misal yaptık.  

İsrail oğullarını benimle birlikte olmaya çağır.aholayların can alıcı noktalarında bir sahne gibidir anlatım. Hz Musa gözlemci ve anlatıcı Allah, Firavun , Sihirbazlar, Halk eşya ve nesneler, sihir araçları , Musa’nın asası. Çok yönlü çok özneli anlatım.

Firavun ” Eğer gerçekten getirdiğin bir delil  varsa , ve sen doğru söyleyen biri isen , onu ortaya koy da görelim.” Dedi .

Musa asasını yere bıraktı , bir  de ne görsün o koskoca bir ejderha kesiliverdi. Eli ni sıyırıp çıkardı  ,birde ne görsün bakan kimseler için  parlak mı parlak , ışık saçan bir el haline geliverdi.Olayı seyreden firavunun yetkilileri “anlaşıldı bu usta bir saf  uydurma bir sihir “ dediler.Böylesi bir iddianın  peygamberlik davasının, veya sihrin  önce yaşamış atalarımız zamanında  bulunduğunu da işitmemiştik. Musa  da “ kimin kendi tarafından hidayet getirdiğini  ve bu dünya hayatının sonunda  hayırlı akibetin kime nasıl nasib olacağını Rabbim pek iyi biliyor. Şu bir  gerçektir ki  zalimler iflah olmazlar , Allah’ın cezasından kurtulamazlar.

Firavun da dedi ki “ Ey benim danışmanlarım  ve devlet adamlarım , ben sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum.”

Haman “ haydi benim için bir tuğla ocağını  tutuştur, balçığı pişir, fazlaca tuğla imal ettirip benim için öyle bir kule  yap ki belki onun vasıtasi ile  yükselip Musa’nın  varlığını iddia ettiği tanrısını  görürüm, aslında ben onun bir yalancı olduğu görüşündeyim, ya neyse.”

İşte böylece  Firavun’un kötü gidişatı  kendisine cazip göründü  ve yoldan çıkarıldı. Hilesi  ve düzeni boşa çıktı.

İman eden zat şöyle devam etti. “ Ey benim halkım   gelin bana uyun ki size   doğru yolu göstereyim . Ey benim halkım , bu dünya hayatı geçici bir eğlenceden ibarettir, ahiret ise işte asıl yerleşecek yer orasıdır.kim bir kötülük  işlerse , sadece o kadar  cezalandırılır. Ama mümin olarak  ister erkek ister kadın  kim makbul ve güzel bir iş yaparsa ,işte onlar  cennete girer ve  orada hesapsız nimetlere nail olurlar.

Ey benim sevgili halkım nedir bu başıma gelen  ben sizi kurtuluşa davet ederken , siz tutup beni ateşe çağırıyorsunuz.Çünkü benim Allah’ı inkar etmemi  ve onun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim  olmayan şeyleri  kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz. Bense sizi o üstün kudret sahibi  ve mağfireti pek çok bol olan  ve O Aziz ü Gaffar’ın  yoluna davet ediyorum. Hiç şüphe yok ki sizin beni tapmaya davet  ettiğiniz putların  ne dünyada ne de ahirette  asla kendilerine ibadete davet yetkileri yoktur. Şu kesin ki hepimizin dönüp varacağı yer  Allah’ın huzurudur ve haddini aşanlar  cehennemi boylayacaklardır.Size söylediğim bu sözleri yakında  hatırlayacaksınız. Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum. Çünkü Allah kullarını pek iyi görmektedir, Allah onu o kafirlerin  tuzaklarının şerrinden  korudu. Firavun hanedanı da kötü azap kuşatıverdi.

Aynı olayı başka ayetlerde  farklı şekilde anlatır.  Firavun adamlarına “ Bu adam sizi yerinizden , yurdunuzdan  etmek peşinde . Bu konuda fikrinizi açıklayın. Onun danışmanları, uzmanları, yetkilileri “ Onu ve kardeşini alıkoy , bütün şehirlere de görevliler yolla , mahir sihirbazların hepsini alıp buraya getirsinler. ”Belirlenen günde bütün  usta sihirbazlar toplandı, geldiler. Halka da ,” haydi ne duruyorsunuz siz de toplansanıza ! Umarız büyücüler galip gelirler de

Biz  de onların dinlerine tabi oluruz “denildi. Bu büyücüler  Amon kültürünün  resmi rahipleriydiler. Onların Hazreti Musaya galip gelmeleri devletin dininin halkın gözünde önemini pekiştirecekti.

Firavundan başarılı olurlarsa mükafat alıp alamayacaklarını sordular, o da “Elbette , üstelik siz benim sayılır adamlarımdan, gözdelerimden  olacaksınız” Büyücüler Musa’ya hitaben “ önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın , yoksa biz  mi gösterelim? . Musa “ siz koyun “ Büyücülerin ortaya koydukları asaları ve ipleri  yılana dönüştüler,ortalığa  dehşet  saçtılar.

Büyük bir sihir gösterisi yaptılar. Allah’a Hz Musa’ya “ Asanı yere bırak “ diye vahyetti. Sahnedekiler bir de ne baksınlar onların ortaya koyduğu bütün yılanları ve sihirleri Musa’nın asası yutuverdi.  Kimin güçlü olduğu ortaya çıktı , onların yaptıkları göz boyama ve fiyoskoydu. Firavun ve takımı olanları görünce perişan  oldular ve küçüldüler.

Böylece o ve orduları  haksız yere ülkede  büyüklük tasladılar ve huzurumuza  dönüp hesap vermeyeceklerinin zannettiler. Biz de kendisini de orduları da  yakalarından tuttuğumuz gibi  denize fırlatıverdik.işte bak zalimlerin sonunun ne olduğunu gör. Onları insanları ateşe çağıran  önderler yaptık. Bu dünyada halkı çalıştırıp destek sağlasalar da  kıyamet günü  en ufak bir yardım bile  görmeyeceklerdir.Bu dünyada arkalarına bir lanet taktık, kendilerine lanet yağdırılıyor. Kıyamette o büyük duruşma gününde ise  en çok  nefret edilenlerden olacaklardır.

Biz daha önceki  bazı nesilleri imha ettikten  sonra insanların  vicdanlarını  aydınlatacak  basiretlerini açacak  delil , bir hidayet rehberi  ve bir rahmet tezahürü  olmak üzere  Musa’ya Tevrat’ı verdik ki düşünüp ibret alsınlar. Ama bunu yapmadılar.

Ama neticede  Biz onları  bahçelerinden  ve pınarlarından , hazinelerinden , servetlerinden  ve kendilerince  çok değerli  makam ve mevkilerinden çıkardık

Türk edebiyatına batılı düşünceyi roman   ve tiyatroyu getirenler on dokuzuncu yüzyılda batılı örnekleri anlata  anlata bitiremezler. Halbuki Kur’an onların 19 yüzyılda teessüfle seçtiği  anlatım ve dramatik yapının daha daha gelişmişini  ta yedinci yüzyılda uygulamış. Kur’an Firavun’un çevresindeki şahısları tepkileri ve tepki tavırları ile birlikte anlatır, anlatım o kadar   canlı.Fon şahıslar yani anlatıyı hayatla bağlayan kişiler ne kadar canlı tesbit edilmiş. Firavun , adamları , şehirlere gönderilen şahıslar vs , Sadece Nazmı celilin yaprağına bakmışız.  Bir edebiyat harikası olan mukaddes kitabı üç beş namaz suresinin dışına taşmayan bir dünyaya hapsetmişiz, namazda okunan surelerin bile anlamını cemaatin yüzde doksanı bilmez. Kabe’de Araplar okur okur Kur’an’ı başına koyar yatar, yastık makamında mukaddes kitap, kusur olduğunu söylemiyorum. Bizim Kur’an’lailişkimiz işte öyle . Bediüzzaman “ Beş yüz senedir yattığınız yeter” diyor. Sondaki yeter bir kızgınlık ifadesi , hani yeter artık deriz ya , Üstad tenbelliğimizi eleştirir.Namık Kemal romana ata olarak Telemak’ı seçmiş, Mithat Efendi Aleksandre Duma ve oğlunu, yanı başımızdaki mukaddes kitabın anlatım sanatındaki mucizeliğini görememişiz. Hilmi Yavuz , Kur’an ve Roman diye iki yazı yazmış, ne romanla ne de Kur’an ‘la alakasını göremedim olabilir ya.Belki Kur’an’a bu gözle bakmaya fırsat bulamamıştır.

Musa’nın asası büyücülerin yılanlarını yutunca onlar secdeye kapandılar.İnandık , iman ettik  , O Rabbülalemine , Musa ve Harun’un Allah’ına . “ Firavun firavunlaştı “  Demek siz benden izin almadan ona iman ettiniz ha.Anlaşıldı size büyüyü öğretmiş olan ustanız oymuş.

 Şüphe yok ki bu yerli olan Kıbti ahaliyi yurtlarından  sürmek için sizin şehirde  beraberce  planladığınız gizli bir oyundur. Ama yakında bileceksiniz başınıza gelenleri . Evet ellerinizi ve ayaklarınızı  değişik taraflarından keseceğim , sonra da sizi asacağım. “

Onlar , müminler , “Hiç önemi yok  dediler, biz zaten  elbette Rabbimize  döneceğiz .İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki  Rabbimiz  günahlarımızı   affeder.  Senin bize kızman da sırf Rabbimizin bize gelen ayetlerine iman etmemizden dolayıdır.Biz de ona dayanarak ve yönelerek deriz ki “Ey bizim büyük Rabbimiz , sabır kuvveti ile doldur kalbimizi , yağmur gibi sabır yağdır üzerimize  ve sana teslimiyette  sebat eden kulların olarak  can  emanetimizi teslim al. “

Allah , Musa’ya “mümin kullarımı geceden yola çıkar, zira siz mutlaka takip edileceksiniz” dedi.

Firavun halkının ileri gelenleri ona “ne yapıyorsun , Musa ile kavmini , seni ve senin tanrılarını  terketsinler , ülkede bozgunculuk yapsınlar diye kendi hallerine mi bırakacaksın?”Firavun ise onları takip etmek gayesiyle  bütün şehirlere asker toplamak  üzere görevliler çıkardı. “Esasen,  bunlar dedi , çok küçük bir sefil gruptur. Fakat bize karşı kızgın olup diş bilemektedirler. Biz de elbette uyanık , tedbirli bir topluluğuz “ diyordu.

Firavun , “Hayır onların erkek evlatlarını öldürüp  kız çocuklarını sağ bırakacağız. Biz elbette onların üzerinde  tam bir hakimiyet sahibiyiz “ dedi.   

Güneş doğup ortalık aydınlanırken  Firavun’un ordusu   onları takibe koyuldu.

İki topluluk birbirini  görecek kadar yaklaşınca  Musa’nın arkadaşları “ Eyvah yetiştiler bize dediler” gerilim yükseldi.  Musa,hayır asla Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolu gösterecektir.”

Biz Musa’ya “ Asanı denize  vur diye vahyettik . Vurur vurmaz deniz yarıldı  öyle ki birer koridor gibi  açılan her yolun  iki yanında sular büyük   dağlar gibi yükseldi.

Firavun ordusunu da oraya yaklaştırdık, Musa’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık , öbürlerini  ise suda boğduk.Firavun boğulurken  “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım, dedi.”Firavunun cesedi ibret olsun diye karaya atıldı. Allah’a tevekkül eden Firavun ‘un karısı idi.O örnek gösterildi.

Elbette bunda alınacak ibret vardır, fakat onların ekserisi  ibret alıp da iman etmezler. Ama senin Rabbin Aziz ve Hakimdir, mutlak galibdir, gene merhamet sahibidir.

Bundan önceki Firavun da  Musa’nın dünyaya  geleceği sırada  israiloğullarının çoğalmamaları için böylesi bir uygulamayı yapmıştı, Hz Musa’ya  tabi olanlara uygulanan bu ikinci işkence  döneminin Minnettah  adlı firavunun  yönetimine rastladığı rivayetleri vardır.

Musa, kavmine yöneldi ve dedi “Allah’tan yardım dileyin  ve sabredin . Muhakkak ki dünya Allah’ın mülküdür, kullarından dilediğini oraya varis kılar. Güzel sonuçlar, akıbet, imanla gitmek  Müttakilerin, Allah’tan korkanlarındır.  İsrailoğulları , Musa’ya “ Hem sen gelmeden, hem peygamber olarak bize geldikten sonra  işkenceye maruz kaldık” diye yakındılar.

Musa ise onlara “  Hele biraz daha sabredin  umulur ki Rabbiniz  düşmanlarınızı imha eder de onların yerine  sizi hakim kılıp nasıl  hareket edeceğinize bakar”

Biz Firavun hanedanı düşünüp ibret alsınlar diye senelerce onları kuraklık , kıtlık ve ürün azlığı ile cezalandırdık.Onlara iyilik bolluk geldiğinde “Ha işte bu bizim hakkımız kendi gayretimizle , çalışmamızla  bunları elde ettik,” derlerdi.Eğer kendilerine bir kötülük gelirse , Musa ile beraberindeki müminlerin uğursuzluklarına verirlerdi. Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi  kötülüğü de yaratmak ancak Allah’ın kudretiyledir fakat onların çoğu bilmezler.

Ve şöyle derlerdi”Bizi büyülemek için sen hangi mucizeyi getirirsen getir, imkanı yok sana inanacak değiliz, “

Biz de (Allah) kudretimizin ayrı ayrı delilleri olarak  onların üzerine tufan gönderdik, çekirgeler gönderdik, haşarat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik. Yine de inad edip büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. Azap üzerlerine  çökünce dediler ki “Musa Rabbinle arandaki ahid uyarınca bizim için ona yalvar. Eğer bu azabı üzerimizden kaldırırsan , mutlaka sana inanacak veisrailoğullarını  seninle göndereceğiz”Onlardan azap kaldırılınca yeminlerinden döndüler. Biz de ayetlerimizi  yalan sayıp umursamadıkları için onlardan intikam alarak denizde boğduk .

Ama neticede  Biz onları  bahçelerinden  ve pınarlarından , hazinelerinden , servetlerinden  ve kendilerince  çok değerli  makam ve mevkilerinden çıkardık. 

Horlanan ezilen milleti de , bereketlerle donattığımız o ülkenin her tarafına varis kıldık. Böylece sabretmelerine mükafat olarak İsrail evlatlarına senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen  gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptığı  binaları , yetiştirdikleri bahçeleri de imha ettik.Bu olay böylece tamamlandı. Bahsedilen bütün o nimetlere israiloğullarını mirasçı yaptık

İsrail evlatlarını denizden geçirdik, derken yolları, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan  bir topluluğa uğradı.Musa dediler, bunların tanrıları olduğu gibi  bize de tanrılar yapıver” o ise : Siz dedi gerçekten cahil bir milletsiniz, çü’nkü şu imrendiğiniz kimselerin  dini yıkılmıştır  ve yaptıkları bütün ameller  de boşunadır. Hem Allah size bunca lütufta bulunup  öteki insanlara üstün kılmış olduğu halde hiç ben sizin için ondan başka  Tanrı  arar mıyım?”

Hem düşünün ki sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık, onlar ki size pek acı işkence uyguluyor , oğullarınızı hep öldürüyor , kızlarınızı ise kendilerine hizmetçilik etmeleri için sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbiniz tarafından bize büyük bir imtihan vardı.

Otuz geceyi ibadetle geçirmesi ve Tevrat’ı  almaya hazırlanması için Musa ile  sözleşip huzurumuza kabul ettik. Sonra on gece daha ilave ettik . Böylece Rabbinin belirlidiği  müddet tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a “Kavmim içinde benim vekilim ol, onları güzelce yönet ve sakın karıştırıcıların , ifsad edicilerin yoluna uyma “ dedi.

Musa tayin ettiğimiz vakitte  gelip de Rabbi ona hitap edince “ Ya Rabbi dedi , göster bana zatını bakayım sana “Allahü Taala şöyle cevap verdi . “ Sen beni göremezsin , ama şimdi şu dağa bak , eğer yerinde durursa  sen de beni görürsün!”Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez dağı un ufak ediverdi. Musa  da düşüp bayıldı.Kendisine gelince dedi ki “ Subhansın Ya Rabbi  , her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi dünyada seni görmemizden de münezzehsin. Bu talebimden ötürü  tevbe ettim. Ben ümmetim içinde Seni görmeden iman edenlerden ilkiyim”

Buyurdu ki “Musa ben seni risaletlerim  mesajlarımla  ve hitabıma  mazhar etmemle öbür insanlar arasından seçip mümtaz kıldım. Şimdi şu sana verdiğim nübüvveti al ve bu nimetime şükreden kullarımdan ol.”

Ona verdiğimiz levhalarda insanlara öğüt   olmak üzere  her  tafsilatlı olarak  buyurduk. Sen bunlara kuvvetle sarıl  ve ümmetine de o hükümlerin daha sevaplı olanlarına sarılmalarını emret. İtaat dışına çıkanların  diyarlarını ise nasıl tarümar ettiğimi yakında size göstereceğim. “Böyle olmayıp ne olacaktı ya? Onlar yaptıklarından başkasıyla mı karşılık göreceklerdi.?

Rabbinin huzuruna  çıkmak için  Musa Tur’a gitti. Ümmeti zinet takımlarından  böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp  tanrı edindiler. Görmemişler miydi ki  o heykeli onlara  hitap edemiyordu. Kendilerine yol gösteremiyordu. Fakat buna rağmen  onu tanrı edindiler ve zalimlerden odular. Ne vakit yaptıklarının saçmalık olduğunu anlayıp  son derece  pişman oldular  ve saptıklarını gördüler. “ Yemin olsun ki dediler. Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez  ve bizi affetmezse  muhakkak herşeyimizi kaybedenlerden oluruz.”

Musa pek  öfkeli ve üzgün olarak  halkına dönünce ;”Benden sonra arkamdan  ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk  terk mi ettiniz” dedi ve levhaları yere bırakıverdi.

Kardeşler başından tuttu , kendisine doğru çekiyordu. Harun ise ona  “ anamın oğlu “ dedi  inan ki bu millet beni fena halde hırpaladı, neredeyse beni linç edip öldüreceklerdi.Ne olur düşmanlarımı  üstüme güldürme beni bu zalim milletle bir tutma !”

Musa , Ya Rabbi   beni ve kardeşimi  affet. Rahmetine bizi de dahil et çünkü merhamet edenlerin  en merhametlisi Sensin Sen”

Buzağıya  tanrı diye tapanlar var ya . işte onlara Rableri tarafından  dünya hayatında bir gazap  ve bir zillet gelecektir. İşte iftiracıları böyle cezalandırırız biz.

Günahları işledikten sonra  arkasından tevbe edip iman edenler için ise  Rabbin elbette  Gafur ve Rahimdir. Affedici ve merhametlidir. Affı ve merhameti boldur. Musa ‘nın öfkesi yatışınca  levhaları   yerden aldı. Onlardaki  yazıda Rablerinden çekinenler için hidayet ve rahmet vardı.

Hz Musa mikatta iken  Samiri’nin  aldatmasıyla altından yaptığı buzağıyı putlaştırma fitnesi Hz Musa’nın dönmesinden sonra  yaptığı uyarılarla  telafi edildi.  Onlar pişman olunca  Allah içlerinden  yetmiş temsilci seçerek  dağdaki mikat yerinde  tevbe etmelerini istedi.

Gelenlerin kabul şerefi ile yetinmeyip Allah’ı açıkça  görmek istemeleri  üzerine  onları şiddetli bir deprem yakaladı. Musa “ Ya Rabbi dedi dileseydin , beni de bunları da daha önce imha ederdin . Şimdi bizi aramızdaki  beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helak mi edeceksin? Bu sırf senin imtihanından ibarettir. Dilediğini  bu imtihanda istediği için şaşırtır, dilediğine o istediği için yol gösterirsin. Sensin bizim Mevlamız   affet bizi , merhamet eyle , sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın”

Bize bu dünyada da  ahirette de iyilik nasip et . Biz sana yöneldik . Senin yolunu tuttuk. Allah şöyle buyurdu” Ben dilediğim  kimseyi, o istediği için cezalandırırım.Rahmetim ise herşeyi kaplar. O rahmetimi de Allah’a karşı gelmekten korunan  zekat  veren  ve özellikle bizim  ayetlerimize iman edenlere nasip edeceğim. “   

Hz Musa, kötü adam Firavun , Haman, sihirbazlar, Musa’nın annesi , kızkardeşi, Musa’nın kayınpederi, ailesi , farklı coğrafi mekanlar, olaylar, insanlar,  mucizeler, şaşırtıcı olaylar ile Allah bir sepete bırakılıp nehre  atılan garip o an   kimliksiz bir çocuğu  olayları ilahi tasarım gücü ile yöneterek bir peygamberle ve dünyanın en ceberut insanına galip getirir. Her anında hikmet ve uluhiyyet dersi verir, ve insanlığa modası geçmeyen bir daimi ders olarak verir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org