Etiket arşivi: Prof. Dr. Mehmet Görmez

Din Algısı Üzerinde Oluşan Yaraları Tedavi Etmeliyiz!

Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye genelinde görev yapan ilçe müftülerini bir araya getirdi. İlkinin Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2012 yılında seminer halinde gerçekleştiği toplantı, bu yıl farklı olarak kongre çatısı altında toplandı. “90. Yılında Türkiye’de Din ve Diyanet Hizmetleri” teması altında gerçekleşen I. İlçe Müftüleri Kongresi’ne Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr.Mehmet Görmez de katıldı. 
 
İlçe müftüleri kongresinin sıradan bir toplantı olmadığını, bir muhasebe toplantısı olduğunu vurgulayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Bu toplantı sıradan bir toplantı ya da seminer değil, çok ciddi bir muhasebe toplantısıdır. Ulusaldan küresele, yerelden evrensele doğru din ve diyanet hizmetlerini değerlendirmek, geçmişin muhasebesini yapmak, bugünün değerlendirmesini yapmak ve geleceğin planlamasını yapmak üzere bu kongreyi gerçekleştiriyoruz” dedi.
 
“Toplumun din algısı üzerinde oluşan yaraların tedavisi için bizlere büyük görevler düşüyor…”
 
Din-i Mübin-i İslam, bütün dünyada çok zor bir süreçten geçiyor. İslam dünyasının her tarafından alevler yükseliyor. Hatta İslam dünyasın Osmanlı’nın son dönemlerini yaşıyor.  Ülke olarak da çok zor günlerden geçiyoruz. Son zamanlarda toplumda din algısı büyük yara almıştır. Genç kuşaklarda din ve dindarlık algısı yara almıştır. Bütün toplumun fertlerinde İslam’a, dine ve dindarlığa karşı bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Milletin her ferdini kucaklayarak toplumdaki bu hayal kırıklığını tedavi etmek gibi bir görevimiz var. Diyanet İşleri Başkanlığı manevi boşluk bırakmadan manevi rehberliğini yaparsa toplumda bu hayal kırıklığı yaşanmaz. Toplumdaki bu hayal kırıklığını nasıl giderebiliriz? Din nasıl yara aldı? Toplumun bütün fertlerini yeniden nasıl kucaklayabiliriz? Bunlar üzerinde durmamız gerekiyor. Kutlu Doğum Haftasını bütün bu yaşananlar için, bütün bu yaraları tedavi etmek için iyi bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz. Bu sene “Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet” konusunu ele alıyoruz. Din, samimiyettir. Kendimizden başlayarak toplum olarak samimiyet eksikliği ile ilgili ne gibi eksikliklerimiz varsa hepsini tedavi etmek için seferber olmalıyız. 
 
“Bütün görev tanımlarımız değişmiştir…”
 
Çok sevdiğim bir müftü tanımı vardır. Müftü, İslam akidesine göre, beyan vazifesini ifa etmede, yerine getirmede takliden değil tesisen Hz. Peygamberin halifesidir. Müftülük makamı, görevlilerin idari ve bürokratik işlemlerinin yerine getirildiği bir müdürlük değildir. Müftülük, şehrin dini-manevi hayatını sevk ve idare eden merkezdir. Bunu irşad kurulları marifetiyle yerine getirir. Şehrin manevi hayatını kemiren bütün kötülükleri tespit ederek yerine getirir. Evlenme-boşanma oranlarını, suç oranlarını temin ederek yerine getirir. Bölgesel farklılıkları göz önünde bulundurarak yerine getirir. Buna göre vaazlarını, irşad faaliyetlerini belirler. Aynı şekilde din görevlisinin tarifleri de değişmiştir. Din görevlisi sadece camide namaz kıldırmakla görevli olan imam ve müezzin demek değildir. Mahallesinin, camisinin hoca efendisidir. Ebu Davud da geçen bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (sas): “İmam, bütün insanların kefilidir, namazda önüne durduğu bütün insanların kefilidir. Müezzin de müstemendir, yani en büyük emindir.” buyuruyor. Buna göre topluma götürdüğümüz bütün hizmetleri yeniden ele almamız gerekiyor.  
 
Beş gün sürecek ve durum değerlendirmelerinin yapılacağı kongreye, Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz ve Diyanet teşkilatının üst düzey yöneticileriyle birlikte Türkiye geneli görev yapan ilçe müftüleri katıldı.

Müslümanlar Sizin Yüzünüzden Bu Halde!

“Zekat parasıyla gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz…”

“ZEKAT PARASIYLA İSLAM’IN DA OLSA PROPAGANDASI YAPILAMAZ”

22. Uluslararası Güncel Zekât Sorunları Sempozyumu İstanbul’da başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kuveyt Zekât Fonu işbirliğiyle düzenlenen sempozyumda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, “Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür” dedi.

Konuşmasında zekat müessesesinin işleyişi konusunda yaşanan sıkıntılara dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları söyledi;

“ALLAH’IN HUDUDUNA VE FAKİR KULLARIN HAKLARINA TECAVÜZDÜR”

Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür.

Afrika’da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz, zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılmaz. Suriye’de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorla tevil ederek gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek, yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi dinimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.

“ZEKATI SADECE BİR BAŞLIK OLARAK ELE ALMAK DOĞRU DEĞİL”

Bildiğimiz gibi zekât mali ibadet olarak tavsif edilmektedir. İslam’ın genel paradigması içerisinde zekâtı anlayabilmek için İslam’ın ekonomik düzenle ilgili hangi prensipleri vazettiğini bilmek gerekir. Bugün gerek üretim biçimi ve gerekse iktisadi nizamla klasik İslami literatürün yazıldığı dönemler arasında ciddi bir farklılık vardır. İslam toplumunun iktisadi yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan bugün İslam ülkelerinin içinde bulunduğu iktisadi bilgi ve hayat en genel olarak doğrudan doğruya, İslam medeniyetinin dinamiklerinden ziyade genellikle batıda gelişen iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan ve iktisadi olayları modernitenin postulatlarıyla inceleme, yorumlama ve hayata aktarmadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her şeyden önce, tamamen metafizik anlamda farklı bir hayat tasavvuru ortaya koyan, sosyal hayatı ahiret inancıyla bütünleştirmeyen ve buna göre iktisadi ve sosyal hayatı inşa etmiş bir dünyanın tecrübesinden doğmuş kavramları İslam toplumlarında uygulamaya çalışmak temel yanlışları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla İslam’ın hayatla ilgili görüşünü bütünüyle kavramadan bugün sadece bir başlık olarak ‘zekâtı’ ele almak ve bugünün dünyasında zekâtla ilgili fıkıh bağlamında sorunları çözmek eksik ve yetersiz olacaktır.

“MÜSLÜMAN ASIL MÜLK SAHİBİNİ UNUTMAMALIDIR”

Tarihsel İslami toplumlarda kendine mahsus bir iktisadi sosyal hayat var olmuştur. Bu hayatın temel yapısı İslam’ın hayat tasavvurudur. Öncelikle bu dünya kalıcı ve ebedi bir hayatın yaşandığı bir mekân değildir. İslam, gerek insana, gerek eşyaya baksın, Allah’ı, insanın da, eşyanın da yaratıcısı ve yaşatıcısı olduğunu asla unutmaz. Bu anlamda Tevhid anlayışı olaylara bakışının temel paradigmasını oluşturur. Mutlak anlamda eşya da insan da O’na aittir. Mülk mutlak anlamda sadece O’nundur. Müslüman mülk edinişinde ve ona tasarruf edişinde, daima asıl mülk sahibini hatırlar ve hatırlamak zorundadır. En geniş daire Allah’ın hakkıdır. Mutlak hak O’nundur. Sonra insanın, sonra hayvanın, bitkinin ve eşyanın hakkı gelir. İslami zihinde ve algıda, bu açıdan bakılınca, bir taşın bile bir hakkı vardır ki o hakkı ne insan ne de toplum elinden alabilir. Allah bu mülkte insanı kendisine halife kılmıştır. İslam, insana bir mülkiyet hakkı tanımıştır ama bu hakkın üzerinde, Allah’ın hakkı birinci sırada gelmektedir. Mülkiyet hakkı, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte tanınmıştır. İslam, üzerine dinin uhrevi damgasını da vurduktan sonra, kişinin mülkiyet hakkını tanımıştır. İnsana en üstün şan, bu dünyada Allah’ın halifesi olmak hak ve yetkisine sahip oluşudur; bu anlamıyla yeryüzü insana emanet edilmiştir.

“ZEKATINI VERENLER BİLE GÖNÜL HUZURUYLA YATAMAZ”

Mesuliyetleriyle mükellef olan insan bu emanet düşüncesinden bağımsız değildir. İnsan, sadece kendi benliğini var etmek ve bunun için çaba ve gayret içerisinde olarak tutkularının esiri olamaz. Sınanması için insanın potansiyelinde var olan mülkiyet duygusu bizatihi bir değer değildir. Mülkiyet duygusu ahlaki kaygıları bir tarafa bırakarak bir amaç ve tutku haline gelirse bu duyguyla hareket edenleri Kur’an, Kabil ile sınanmayı kaybedenler olarak bize anlatmaktadır. İslami toplumsal hayatla ilgili genel ahlaki ilkeler bir birini tamamlar. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”, hadisi en meşhur bilinen hadislerin başında gelmektedir. Buradaki ahlaki prensip, zekât ile ilgili fıkhî hükümlerin ötesinde çok anlamlı bir duruş vermektedir. Bugün İslam dünyasında veya başkaca dünyada açlıktan ölenlerin sayısı istatistiki rakamlar içerisinde yer alıyorsa hiçbir mümin kılı kırk yararak ve kırkta bir ölçüsüne göre zekâtını vermeyi hesaplayıp bunu ifa etmenin huzuruyla yatamaz.

“Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar…”

“İSLAM ÜLKELERİNE SERT GÖNDERME: MÜSLÜMANLAR SİZİN YÜZÜNÜZDEN BU HALDE”

İslam’ın her hükmünde olduğu gibi iktisadi hayatla ilgili görüşünde birinci prensip onun İslam dışı sistemlerden farklılığını kabul etmekse, ikinci prensipte İslam’ın bu cephesinin öbür cephelerinden, yani, inanç, ibadet, ahlak, hukuk, sosyal hayat ve genel dünya görüşü cephelerinden ayrı ve bağımsız ele alınamayacağıdır.

Bugün için göz önünde tutulması gereken diğer bir hususta İslam ülkelerinin bugünkü durum ve sistemlerine bakıp veya Müslümanların pratiklerine bakarak İslam’ın özgün iktisat sisteminin olmadığını söylemek doğru değildir. Çünkü bugün gerek Müslüman zihinler ve gerekse Müslüman toplumlar İslam’ın toplumsal ahlaki kaygılarını önceleyen bir durum içinde değillerdir. Uzun süredir modernitenin dayatmalarıyla ve aydınlanma paradigmasıyla düşünmeye mecbur edilmiş kitleler ister istemez farklı bir düşünüş biçimine yönelirler. Bizler bugün fıkhı sorunları zorunlu olarak ele almaktayız. Elbette bu bizim için önemli sorumluluktur. Ancak İslam fetvalar eşliğinde sadece günümüzü zorunlu yaşamak değildir. Bir taraftan reel halimizi her şeye rağmen İslami prensipler doğrultusunda yaşamaya gayret ederken diğer taraftan tarihsel dönemlerde olduğu gibi İslam’ı yaşanan bir medeniyet haline nasıl getireceğimizle ilgili tasavvur üzerine çaba göstermek gerekmektedir. Modernitenin getirdiği üretim biçimlerinin değişmesiyle yaşanan bugün ki sosyal hayat birçok geleneksel kalıpları değiştirmiş ve yeni bu durum karşısında Müslümanlar henüz güçlü söz söylemiş değildir. Yüz yıllardır dünyada gerek ekonomik, gerek siyasi ve gerekse bilimsel açıdan etken olmaktan uzaklaşan İslam ümmeti hep dışarıdan kendisine biçilen rollere göre hayatını idame ettirmekte tarihin yapıcı aktörü olma yerine maalesef edilgen faktörü olma halini yaşamaktadır.

Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için, egemen ülkeler bu zenginlikleri maksimum düzeyde ekonomiye dönüştürürken, maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar.

“ZEKAT, MUHTAÇ MÜMİNLERİN DİĞERLERİNİN ÜZERİNDEKİ HAKKIDIR”

Allah yarattığı herkes için nimet vermiştir ve rızık Allah’tandır. Ancak bu nimetler bir kısım insanlar tarafından gasp edildiği ve adil bir paylaşım olmadığı için insanların bir kısmı bu rızkı elde edemediğinden açlıkla ve ölümle yüz yüze bırakılmaktadır. İslam sermaye hareketliğini gösteren ve bunun belli bir mutlu azınlığın elinde olmasını değil tabana yayılarak toplumsal bir yapının oluşmasını öngörür. Zekât bütün bu ahlaki ilkelere rağmen toplumsal katman olarak ihtiyaç sahibi konumunda bulunanların diğer müminler üzerindeki hakkıdır. Bu durum, asgari ölçüler içerisinde zekâtı vermeyenler, ihtiyaç sahiplerinin hakkına ve hukukuna uymadıklarını gösteren bir sınırdır. İslam bu hakka riayet etmeyenleri hududullaha tecavüz olarak değerlendirir. Bu sınırın dışında Kur’an müminlere kendilerine rızık olarak verilenlerden infak etmeyi ahlaki olarak tavsiye ve teşvik etmektedir. Sadece zekâtı hesap ederek toplumsal vazifeler yerine getirilmez.

“HANGİ VİCDANDAN VE HİKMETTEN BAHSEDEBİLİRSİNİZ”

Zekât olmazsa olmazdır. Ancak zekâtın yanında sadaka da, infak da, karz-ı hasen de ibadettir. İbadetin şeklinden ziyade aslolan ibadetlerdeki amacı ve anlamı idrak etmek olmalıdır. Bugün İslam dünyasında hangi mallardan nasıl ve ne şekilde zekât verileceğiyle ilgili yapılan hesapları anlatan kitaplar kadar, zekâtın hangi gaye ve maksada binaen İslam’ın emri olduğunu anlatan ve bu yönüyle Müslümanın toplumsal sorumluluklarını hatırlatan eserlerin de var olması bir o kadar önemlidir. Bugün bizim kaybettiğimiz şey bilgi değil hikmettir. Bugün bilgiye erişmek kadar kolay bir şey yoktur. Bilgiyi ansiklopedilerde ve kitaplarda bulabilir; bilgisayarlarda en güzel tasnif edebiliriz. Ancak hikmeti buralarda bulamayız, vicdanlarımızda olan kadardır. Bugün her birimizin yanı başında açlık ve sefalet içerisinde yığınlar yaşıyorsa yaşamın koşullarına dayanamayıp cinnetler karşısında ölümler yaşanıyorsa ve bizler buna seyirci kalıyorsak hangi vicdandan ve hikmetten bahsedebiliriz. Bu durumlar yaşanırken ciltler dolusu zekât hesaplamalarını anlatan kitapların var olması ne anlam ifade edebilir. Üzülerek belirtmek isterim ki, dünyevileşmenin geçici büyüsüne kapılarak İslam’ın toplumsal ahlaki kaygılarından bağımsız bireysel zenginleşmenin getirdiği yozlaşma bugünün Müslümanları için yeni bir durumdur.

Bu hal içerisinde hiçbir ahlaki kaygıya riayet etmeksizin kazanılan serveti yüzde iki buçuk hesaplamayla verilecek zekâtla temizleneceğini düşünmek İslami bir zihnin ürünü olamaz. Müslüman her şeyiyle helal ve temiz olana riayet etmelidir; helal olan kazancından zekât vermeli, infak etmelidir. Zekât malın haramlardan temizlenmesi değil, müminlerin mallarındaki başkaca müminlerin hakkının verilmesidir.

“İSLAM DÜNYASININ ZİHNİYET DEVRİMİNE İHTİYACI VAR”

Elbette her türlü çaba önemlidir. İslam medeniyetinin inkişafı bilgiyle ve toplumsal hukukun var olması ve adaletin yaygınlaşmasıyla mümkün olmuştur. Yapılan tüm çabalarımız yeniden bu medeniyetin yeryüzünün tüm mazlum ve mağdur insanları için bir umut olmasına yönelik olmalıdır. Bugün biz Müslümanlar olarak önce kendi nefsimizden başlamak üzere zihnimizi, mala mülke, servete ve paraya bakışımızı değiştirmeli ve her türlü arınmalı yapmalıyız. Bu arınmayla birlikte toplumsal değişimin nasıl olacağı sünnetullahın bir gereğidir.

Bugün İslam dünyası her şeyden önce bir zihniyet devrimine ihtiyaç duymaktadır. İbadeti bir bütün halinde görmeyen, kendi içinde hayatı parçalayarak departmanlara bölen zihniyetin var ettiği toplumdan, her şeyi kuşatacak şekilde ahlaki prensiplere uygun hareket eden bir toplumsal yapı meydana gelmez. Bugün birçok şey güç ve servet tutkusu için istismar edildiği gibi İslami birçok kavramda bilerek veya bilmeden istismar edilebilmektedir. Fakirin hakkı olan zekât müessesesi iktisadi teşekküller haline dönüşebilmektedir. Maalesef üzülerek belirtmek isterim ki, dini vecibe olarak yapılan mali ibadetlere yönelik hizmet yapma vadiyle ortaya çıkan bir kısım kuruluşlar, kolayca istismara kapı aralayacak hale bürünmektedirler. Klasik dönemlerde kamusal ahlaki denetimler mahallinde kolayca yapılırken bugün, modern hayatın getirdiği karmaşa ve kargaşa içerisinde gönüllülük esasına göre hareket eden yapılarda kamusal denetim gereğince yapılamamaktadır. Özellikle dini vecibeler kapsamında olan mali ibadetlerle ilgili yani zekât, sadaka, kurban, infak vb yardımların toplanma ve harcanma usulleriyle ilgili kamu adına dini hassasiyetlere uygun bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

“ZEKAT PARASIYLA GAZETE ÇIKARILAMAZ”

Zekat müessesesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma ve azaltma amacını bir tarafa bırakarak zekatı kendi düşüncemizin, dünya görüşümüzün, güç ve çoğaltma tutkumuzun bir aracı haline getirmek hem Allah’ın hududuna hem de fakir kullarının hukukuna alenen tecavüzdür. Buna göre Afrika’da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz. Zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılamaz. Suriye’de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorlama teviller sokarak gazete çıkarılamaz. TV kanalları kurulamaz. İslâm’ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi derneğimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.

Toplantımızın hayırlara vesile olmasını yüce Allah’tan diliyorum. Dün kaybettiğimiz Berkin Elvan kardeşimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Allah bu ülkede barışı ve huzuru içimizden eksik etmesin.

Said Nursi’nin Talebesi Mehmet Fırıncı’nın Fotoğraf Açıklaması

Son günlerde tekrar ortaya çıkan ve kasıtlı saptırmalarla başka bir mana yüklenen bir fotoğrafımızla ilgili olarak şu açıklamayı yapmak lüzumu hasıl olmuştur:

Söz konusu fotoğraf, 2012 yılının Aralık ayına ait olup, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bütün hayatı boyunca takip ettiği ve zamanın idarecileri nezdinde teşebbüslerde bulunduğu üç idealinin devlet ve yetkililerimize aksettirilmesi için gerçekleştirilen bir ziyaret sırasında çekilmiştir.

said-nursinin-talebesi-mehmet-firincinin-aciklamasi2

Bu üç gaye ise,

(1) Din ilimleri ile fen bilimlerinin birlikte okutulacağı üniversitelerin açılması,
(2) Ayasofya’nın tekrar cami olarak ibadete açılması,
(3) Risale-i Nur’ların Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilmesinden ibarettir.

Bediüzzaman Hazretleri bu idealleriyle ilgili olarak Osmanlı döneminde Sultan Abdülhamid ve Sultan Reşat’a müracaat ettiği gibi, Cumhuriyet döneminde de Birinci Meclis’te bizzat dile getirmiş, ayrıca CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a ve DP döneminde de Başbakan Adnan Menderes’e mektuplar yazarak aynı istekleri devletin en yüksek kademelerine ısrarlı bir şekilde iletmeye devam etmiştir.

Talebeleri de, Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından sonra bu ideali takip ederek Süleyman Demirel ve merhum Turgut Özal nezdinde teşebbüslerde bulunmuşlardır. Son olarak, 2012 yılı sonunda, aynı talepleri iletmek üzere Başbakanımızdan bir randevu alınmış ve Bediüzzaman Hazretlerinin ömrü boyunca takip ettiği bu üç ideal, kendilerine intikal ettirilerek gerekli açıklamalar yapılmıştır.

Bu görüşme bizim tarafımızdan yapılan bir talep üzerine gerçekleşmiş olup, konuyla ilgisi dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanımız da görüşmeye dahil olmuştur.

Söz konusu resimde yer alan kişilere gelince, bunlar (soldan sağa) Mehmet Fırıncı, Başbakan Tayyip Erdoğan, Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Barla Platformu Başkanı Said Yüce, Bediüzzaman’ın talebeleri Abdülkadir Badıllı, Said Özdemir, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve yine Bediüzzaman’ın talebesi olan Abdullah Yeğin’dir.
Saygılarımla..

Mehmet Fırıncı

Risale Ajans

Müslümanların En Büyük Üç Düşmanı

Bunlardan birincisi ‘cehalet‘tir. Cehaleti bilgiyle, hikmetle, ilimle yenmeliyiz. İslam dini cehaletle birlikte varlığını sürdüremez. İslam dini bir ilim ve medeniyet merkezidir. İkinci büyük düşman ‘fakirlik‘tir. Küfürle fakirliği eşdeğer kabul etmiştir. Bu düşmanı yenmemizin yolu üretmekten ve çalışmaktan geçer. Üçüncü büyük düşman ise ‘tefrika‘dır. Ayrılık ve gayrılıktır. İslam kardeşliğini yeniden ihya ederek her türlü tefrikayı ortadan kaldırmalıyız.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Eyüp Sultan Camiinin açılışındaki konuşmasından bir kesitti.

Bediüzzaman Said Nursi, Şam Emevi Camiinde vermiş olduğu hutbede, bundan 100 yıl önce söylediği sözü aktarıyoruz. Ayrıca Hutbe-i Şamiye, eserinden ulaşabilirsiniz.

Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san′at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz.

Yılın Bürokratı, Diyanet Reisidir!

Bürokrat, üst düzey yönetici, istisnai memur; devleti yasa ve yönetmeliklere dayanarak icra ettiği kimsedir. Ancak Bürokratın kalitesi, bilgi ve cesareti, vizyonu ve mizacı başında olan kurumun işleyişini, verimini arttırdığı gibi kalite kat sayısını da arttırıyor.

Örneğin Milli Eğitim Bakanına fırsat verilirse eğitim öğretim camiasına bir heyecan bir motivasyon kazandırabilir, tabi o bir Bakan. Ancak bir bürokratımız var ki, kanaatimce yılın bürokratı olmayı şimdiden hak etmiş bile. Bu zat, Diyanet Reisi Prof.Dr. Mehmet Görmez’dir. Neden mi? Beraber değerlendirelim;

1-Diyarbakır’da bir ilk olarak Kürtçe Mevlit okudu ve Tükçe Mevlidin yazarı Süleyman Çelebi ile Kürtçe mevlidin yazarı Melayı Bateyi’nin dost olan ruhlarına, duygu birlikteliğine vurgu yaparak, barış sürecine katkı verdi, bu vesileyle örülmeye olan barış duvarına bir tuğla da kendisi bıraktı.

2-Din görevlilerine seslendiği bir etkinlikte, “eğer yıllardır cemaatiniz belli şahsiyetlerden oluşan 3-5 kişi ise siz o zaman namaz kıldırma memurusunuz, tebliğ görevinde yetersisiniz” diyerek din görevlilerini özeleştiriye davet etti.

3-Cami cemaatinin hassasiyetini en ince noktasına kadar düşünerek, seccade motifli halıların cemaat mantığına aykırı olduğu, insanlar arasındaki samimiyeti bozduğuna vurgu yaptı.

4-Diyanet Riyasetinin dini ve ilmi açıdan özerk olması gerektiği üzerinde durdu ve faydalarını dile getirdi.

5-Alim, Amil ve Fadıl bir insan, saygın bir din adamı profilini sergiliyor, kamuoyuna güven verip, diyanetin saygınlığını arttırıyor.

Sevgili dostlar, Diyanet sürekli eğitime katkı verebilecek, hayatın her aşamasında vatandaşı aydınlatma mevzuunda aktif rol alabilecek nadide bir kuruluştur. Bir kuruluş düşünün ki memleketin en ücra köşesine kadar sesi ulaşıyor, hem de toplumun en saygın kimseleri aracılığıyla. Niye saygın diyorum, çünkü istisnalar hariç hala da din adamlarına saygı duyuluyor.

Bu manidar kuruluştan bir talebim var, en geç Kurban Bayramına kadar tüm Türkiye’de bir “Barış Hutbesi”nin okutulması ve bu vesileyle ülkemizde bir barış, huzur ve kardeşliğin tesisi için katkıda bulunmasını talep ediyorum.

Türkiye’nin doğusu ve batısı yıllardır, medya üzerinde bir birleri hakkında yanlış bir bilgi sahibidirler, maalesef bu bilgi de sağlıklı olmadığı gibi, aynı zamanda taraflı bir bilgidir. Nefret ve düşmanlığı aşılamaya yöneliktir.

Eski devlet anlayışı bu memlekete sıkıntı oluşturduğu, bu süreçte yetişen defolu vatandaşın hayatı birilerine zehir ettiği, devlet adına yapılan zulümlerin artık son bulması gerektiği, devletin kutsallığı, adalet ve hizmetkâr olmasından kaynaklandığını, devlet adına kimsenin vatandaşa sıkıntı verme hakkına sahip olmadığını, bu şekilde davranan devlet adamı olsa şayet yanlışı örtbas etme adına onlara karşı sessiz kalmanın bir marifet olmadığı gerçeğine vurguda bulunma gerekliliği üzerinde durulmalıdır.

Biz de nitelikli vatandaş olarak bu konuyu gündemde tutmamız gerektiğine inanıyorum. Siz sevgili okurlarımı Diyanet Reisi Prof. Dr. Mehmet Görmez’e, sahip olduğu misyona sahip çıkmanız gerektiği kanaatini taşıyorum. Ayrıca tüm imkânlarımızla barış sürecinin arkasında olup, varsa bir yanlış düzeltmek için çalışıp çabalamamız gerekir diye düşünüyorum.

Bu sürecin adil, adaletten taraf ve cesur bir adamı olarak Sayın Görmez’i yılın bürokratı ilan ediyor, katkılarınızı bekliyorum.

Selam ve saygılarımla

Eyüphan Kaya

www.NurNet.Org