Etiket arşivi: tefekkür

Dünya Uçağında Mana-yı Harfi ile Seyahat Etmek

İnsanların yaptığı, dünyanın en büyük veya en hızlı yolcu uçağına ait bir haber ilgimizi çeker. Halbuki biz şu anda, yedi milyar insan yolcusu ile ve onlardan daha fazla ve toplam sayısı tahmin edilemeyen çeşitli hayvanlar ve bitkiler ile ve ayrıca denizler, dağlar, bahçeler, evler,  köşkler vs. ile süslü, üstelik 6.592.000.000.000.000.000.000 ton  ağırlığında ve yaklaşık 12.500 km (ekvatorda 12.727 km) çapında gövdeye sahip bu dünya uçağında saatte 108.000 km ortalama hızla, gece-gündüz hiç durmadan seyahat ediyoruz! Bu hızla yıllık yörüngesinde seyahat eden dünya uçağımız, aynı zamanda kendi ekseni etrafında da devrini her 24 saatte, çok muntazam bir şekilde tamamlayarak dönüyor!

İnsan yapısı uçaklar, kapalı mekânlardır. “Yolcu kabini” denilen o kapalı mekânlarda yolcuların hayatı ve seyahati esnasındaki rahatı için uygun bir ortamın tesisine çalışılır. Halbuki, insan yapısı uçaklardan en az 100 misli daha hızlı olduğu halde,  sürekli seyahat halinde olduğumuz bu dünya uçağımızda kapalı bir mekânda da değiliz!

İnsan yapısı uçaklarda zaruretsiz kalkıp dolaşılmaz. Halbuki çeşitli hızlarda yürümek, koşmak, bisiklete, motosiklete, otomobile, gemiye, sürat motoruna ve hattâ bu dünya uçağının etrafında uçan, insan yapısı başka bir uçağa da binmiş halde bile, bu dünya uçağında birlikte seyahatimize devam etmemiz mümkün olabiliyor!

Güneşin etrafında bahsettiğimiz ortalama hızla sürekli hareket halinde olan bu dünya uçağının yolcuları olarak, açık mekândaki bu seyahatimizde dünya uçağımız bizi dengeli bir şekilde çektiğinden, uzaya savrulmamak için kendimizi kemerlerle bu uçağın bir yerine bağlamak ihtiyacını da duymuyoruz; hem lüzumundan fazla bir çekimle çok ağırlaşıp hareketlerimiz engellenmiyor; hem de lüzumundan az bir çekimle ayaklarımızı yere basabilmekte güçlük çekmiyoruz. Hattâ bu dengeli çekimle, bir küreye birbirine zıt istikamette batırılmış toplu iğneler gibi, bu uçakta bizim zıt istikametimizde öbür ucundaki canlı ve cansız varlıklarla birbirimize göre baş aşağı durumda bulunduğumuzun bile farkında olmuyoruz!

İnsan yapısı uçaklar, kısa mesafeli uçuşlarında bile tarifelerinde yazılı varış saatlerine tam uyamazken, o uçaklara göre çok daha büyük, çok daha hızlı olan bu dünya uçağımızın insan yapısı uçaklardan en az yüz misli kadar büyük bir hızla 13,5 milyar seneden beri kat ettiği çok daha uzun mesafelerde harika bir düzen ve dakiklik içerisinde hareket ettiği için, ne zaman hangi mevkie geleceği insanlar tarafından çok önceden büyük bir doğrulukla tahmin edilerek, buna göre yıllar öncesinden takvimler bile yapılabiliyor.

17 km kalınlıktaki dış tabakasının kalınlığının gövdesinin çapına oranı, ancak bir elmanın kabuğunun kalınlığının elmanın çapına oranı kadar olmasına rağmen burada bitki, hayvan ve insan nevilerinden hayat sahipleri olarak yaşayan; insan yapısı uçaklardaki gibi içinde uçuş ekibi, motoru, yakıtı, haritaları ve muhabereyle, hızla, yükseklikle ilgili aletleri, bilgisayar vs gibi uçuş ekipmanı bulunmayan; bunların tam aksine, gövdesinin derinlerinde yüksek sıcaklık ve basınçta erimiş madenler mevcut bulunan bu harika dünya uçağımızı Kim yapmıştır; 13,5 milyar yıldan beri Kim sevk ve idare etmektedir? Bu, akıl sahiplerinin üzerinde hayretle ve ibretle düşünerek doğru hükme varması icap eden mühim mevzulardan biri değil midir? Bunu; “evrim”, “çevrim” gibi bu mevzudaki asıl gerçeği örtmeye çalışan sözlerle açıklayabilmek, selim akıl ve bozulmamış vicdan sahiplerini bu şekilde tatmin edebilmek mümkün müdür?   

İnsan yapısı uçaklarla yaptığımız her seyahatin belirli bir ücreti varken ve seyahat edilen uçağın uçuş mesafesi arttıkça seyahat ücreti de artarken, insan yapısı uçaklara nispeten çok daha uzun uçuş mesafeli bu dünya uçağında yıllarca yaptığımız seyahatimizin de ücreti yok mudur? Varsa, bu ücret nedir? Biz o ücreti ödüyor muyuz?

Hem, her çeşit vasıtayla yapılan seyahatlerin başlangıç yeri ve varış yeri vardır. Biz, dünya uçağıyla yolculuğumuza nereden başladık; bu yolculuğumuzda varış yerimiz neresidir? Bu dünya uçağıyla seyahatimizde varacağımız yerin neresi olduğunu biliyor muyuz?

Her seyahatte varılacak yerin şartları önceden merak edilir ve o şartlara göre tedbirler alınır; hazırlıklar yapılır. Dünya uçağı ile yaptığımız bu seyahatimizde varacağımız yerin şartlarını merak ediyor ve o şartlara göre tedbirlerimizi alıyor, hazırlıklarımızı yapıyor muyuz? 

İnsan yapısı uçaklarla yapılan her yolculukta ve bilhassa dış hat seferi uçuşlarında yolculardan kimlik bildiriminde bulunmaları ısrarla istenir. Yolcusu olduğumuz bu dünya uçağında biz kimiz? Bu dünya uçağında halimizle, tavrımızla, yaşayış tarzımızla gösterdiğimiz kimliğimizin en mühim özellikleri nelerdir?

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org

Anladığımı Zannediyorum – 2

Karınca, ateşe atılan İbrahim’i (as) kurtarmak için küçücük ağzıyla su taşırken ateşin azametini anlamaya kesinlikle minicik yapısı ile hiç müsait olmamakla beraber yardım etme vazifesine devam eder.

Ama ben, bütün duygularımın sultanı olan hayalimle karıncadan daha farklı bakabilirim, eşyaya. Hatta bana verilen ve sadece kıyas yapabilmem için emanet olarak verilen duyu organlarım ve hislerimle eşya ve hadiseler konusunda değerlendirmeler yapabiliyorum. Evimin bütün idaresini ailemle yapmaya, devletimin bütün işlerini idaredeki yardımcılarımla tanzim etmeye, nasıl muktedir olabiliyorsam bu koca âlemin bütün mahiyet ve keyfiyetiyle yardımcısız çekip çeviren var olmalı diye akıl âletimi kıyaslamalarla kullanıyorum.

Kırkayak kırk ayağı ile dengesini kurup hayatını devam ettirirken, sürüngenler sürünür, sudakiler yüzerken ben aklımla bunlardaki esma-i İlahiyenin tecellilerini tefekkür etmeye çalışıyorum.

Dünyanın içerisindeki dört yüz bin çeşit mahlûkatı sınıflara ayırıp her birisinin kendi içi ve dışındakilerle münasebetini idrak etme uğruna gökyüzü ve ötesi ile irtibat kurmaya çalışıyor ve oralarda yollar arıyoruz saha ötelere. Şişen bir balon gibi sınırsızca genişleyen kâinatın hala uzak köşelerini keşfetme azmimiz keşiflerle tahrik edilmekte.

Dışarılara, ötelerin ötesine giderken elim, kendimi kendime çekerek içime işaret etmekte. Alınan nefes ile vücuttaki bütün faaliyetler beslenirken verilen pis hava ile konuşma sağlandığını anlamaya yaklaştım.

Maddenin enerjiye dönüşümü, ruhun bedene hâkimiyetini, eşyanın devamındaki sır ve hikmeti, zaman hakikatini, rüyada gözsüz görebilmeyi, kulaksız duyabilmeyi, yaratılışın sırlarını anlamak için laboratuarlarda ne kadar deney yapılırsa yapılsın eşyanın esir denizinde nasıl yüzdüğünü, zerrenin hâlden hâle girerek esma-i İlâhiyenin cilvelerini tahakkuk ve tecelli ettirdiklerini anlamaya çalışırken karşılaştığım gerçeklerle itirafımı ifade ediyorum ki hâlâ anladığımı zannediyorum.

Zannediyorum, zira bu zan; bana bir takım kanaat verirken bir başkasına vermemekte. Zanların,  insandan insana farklı olduğunu, değişik tesir ve mahiyetlerde olduğunu müşahede ediyorum. Bu farklılıklarla ne kadar zengin ve engin zanların içerisinde bulunduğumu keşfediyorum. Etrafımdaki zanları da idrakime dâhil ederek anladığımı zannetmeye devam ediyorum. Ahirette,  zannettiğim hakikatler ile muhatap ve müşerref oluncaya kadar anladığımı zannetmeye devam ediyorum.

Zaten vazifem de bu değil midir?

Mehmet Çetin

www.mehmetcetin.de

15.07.2012.Doğanbey-Beyşehir-Konya

Anladığımı Zannediyorum

Nice şeyler var ki anladım diyemiyor, anladığımı zannediyorum. Bununla hayatıma istikamet vererek, doğruyu yanlıştan ayırıp, dünya hanından ayrılık gününe kadar mevcudiyetimi Resul-i Ekrem’in (asm) sünnetinden anladığım kadarıyla uygulamayı sürdürüyorum.

Eşyada yaptığım müşahedeler bir yaratıcının olmasını şart koşuyor. Zira bu kadar nizam ve intizam kendi kendine olamaz, hele tesadüfen hiç mümkün değil. Sebepler ise zaten yaratıcı değil, adı üstünde sebep. Bu kısa değerlendirmem ile anlamaya çalışıyorum ki mevcudat bir yaratıcının kudretiyle var edilmiştir. Bu değerlendirmem sadece yaratıcının olması gerektiğini anladığımdır. Fakat bu, kanaat seviyesindedir. Zira işin mahiyetini ve keyfiyetini anlamaya henüz fıtraten müsait değilim.

Anlamak kavramak demektir. Bir şeyi bütünüyle kavramak ise ilim, irade ve kudret ile mümkün. Eşyanın bütününü kavrayabilmem için evvela bütünü hakkında hâkim, hakîm ve nâfiz bir ilmimin olması gerekir. Bu ilmim ile irademin ve kudretimin o eşyaya hükmedip, muktedir olması lazım ki kavrayabileyim, ardından da anladım diyebileyim. Yaratılışım ise bu kadar mükemmel, ilim, irade ve kudrete kesinlikle müsait değil. Ama anlamaya çalıştığımı iddia ediyorum. Ve yine diyorum ki âlemin gelişat ve gidişatından ahiretin olması gerektiğini anlıyorum.

Ahiretin bizzat kendisini anlayabilmem konusunda fıtratım hiç müsait değil. Zira sonsuz ve sınırsız olan bir manayı sonlu ve sınırlı olan ben anladım diyemem. Ancak anladığımı zannediyorum diyebilirim, o kadar.

Melekler ve semavat konusu da öylesine. Hele kader konusunu anladım diyebilmem hiç mümkün değil. Okuyorum, araştırıyorum, mütalâa ve tefekkür ediyorum ki netice itibariyle masivanın öncesinden bir plan ve programının olması lazım ki ortaya çıkışları âdeta bu plan istikametinde olmakta. Evet, bunu anladığımı zannettiğimi rahatlıkla ama imanla söyleyebilirim.

Kâinatta cereyan eden nice şeyler var ki ne akıbetleri ve ne de mahiyetleri konusunda haberim olmuyor, kavramam ve anlamam mümkün değil. Ama ben anlasam da anlamasam da o şeyler vakti geldiğinde oluyor ve gidiyor, arkasından bir yenisi, bir yenisi daha. Evet, bunların hemen hiçbirisini anlayamadan çekip gidiyorlar. Ama umumu hakkında burada bir vazife için geldiklerine ve başka vazife için de oraya gittiklerini anladığımı hissediyorum.

Daha başkaca anladığımı zannettiğim şeyler de olmalı, onları da haftaya devam edelim, inşaallah.

Mehmet Çetin

MehmetCetin.de

15.07.2012.Doğanbey-Beyşehir-Konya

Üç Dalda Açan Çiçekler (İnsanın Yaratılışı)

İnsanın vücudunu oluşturan atomlar, moleküller çevrede dağılmış bir vaziyette iken özel kanunlara tabi olarak ve bir nizam ve intizam altında yediği içtiği gıdalarla insan vücuduna girerler. Dışarıda cansız olan bu maddelere içerde canlılık kazandırılır, ilgili organlar içinde erkeklerde sperm hücreleri, kadınlarda yumurta hücresi yaptırılır. Bunların yapılışında özel bir kasıt ve hikmet vardır. Sonra ana rahminde çok değişik olaylar gelişir, iki hücre birleşip tek hücre olur sonra onlardan et olur, kemik olur, zincirleme olaylar gelişir. Her yeni olay, bir öncekinden daha mükemmel olarak meydan getirilir. O kadar karmaşık olaylar yaşanmasına karşın hiçbir düzensizlik olmaz.

Annelerin karnında iki ayrı hücrenin birleşmesiyle başlayan olay, üç karanlıkta bölünerek ve çoğalarak devam eder. İnsanın anne karnı içindeki gelişimi, bir gövdeye bağlı üç ana daldan gelen küçük dallar ile bunun uçlarında açmış güzel çiçekleri olan bir ağaca benzer. Bir yumurta hücresinin bir spermle birleşmesiyle ana rahminde başlayan hayat, çok çeşitli halden hale dönüşür. Bir damla sudan başlayan bu insan olma serüveni önce embriyo halini alır, sonra bir çiğnem et parçasına benzer, sonra kemikler oluşur ve ete bürünerek şekillenir sonunda da insan olur.

Bu ağacın dış, iç ve orta dallarındaki atomlar, moleküller belli zaman aralılarında bir plan içinde dizilerek hücreleri, hücreler bir araya gelerek dokuları, dokular organları ve hepsi beraber ise insanı meydana getirirler. 

üc dalda insan gelisimi

Her üç daldan insanda farklı organlar meydana getirilir. Dış tabakadan; Sinir sistemi, beyin ve deri, Orta tabakadan; Böbrek, Kalp, Kaslar, Kemikler, kemik iliği ve kan hücreleri, İç tabakadan ise; Karaciğer, akciğer ve bağırsaklar gibi organlar oluşturulur. Ve sonunda iki hücrenin birleşmesinden 9 ay 10 gün sonra, 100 trilyon farklı hücreden ve farklı organlardan meydana getirilmiş özel bir insan yaratılır.

Mesela Kalp, 19.günde gelişmeye başlar, 22.günde atmaya başlar, dakikada 113 kez atar. Tam şeklini alıncaya kadar da gelişimini sürdürür. Beyin ve sinir sistemi ise 3.haftada gelişmeye başlar. 3-4 hafta sonunda vücut planı ortaya çıkmaya başlar. Her organın oluşmaya başladığı gebelik haftaları birbirinden farklıdır. 9 ay 10 gün sonra vakit gelir ve bebek tamgelişmiş vaziyette dünyaya gözünü açar.

Bediüzzaman bu olayları aşağıdaki gibi anlatır:

*İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, alemin zerratı içinde camid, dağınık bir şekilde iken, bakarsın ki, mahsus bir kanunla, muayyen bir nizamla intizam altına alınarak alem-i anasıra gönderilir. alem-i anasırda sakit, sakin, gizli bir vaziyette iken, birden bire kafile kafile, muayyen bir düsturla, yevmi bir intizamla, bir kast ve hikmet altında alem-i mevalide intikal eder. alem-i mevalidde de, sükut içinde iken, birdenbire acip, garip bir tarzla nutfeye inkılap eder. Sonra müteselsil inkılaplarla alaka olur, sonra mudga olur, sonra et, kemik olur. Bu inkılapların herbirisi, evvelkisine nisbeten daha mükemmel ise de, layıkına göre mevattır, yani hayatsızdır. (İ.İCAZ)

*en basit bir cismin geçirmiş olduğu inkılabat ve tahavvülata dikkatle bakılırsa görülür ki, alem-i zerrattaki zerreler, alem-i anasıra intikal edince başka suretlere girerler, alem-i mevalidde, başka suretlere dönerler, nutfede başka vaziyet alırlar, sonra alaka olur, sonra mudga olur, sonra bir insan suretini giyer, ortaya çıkarlar. Bu kadar inkılabat-ı acibe esnasında, zerreler öyle muntazam harekat ve muayyen düsturlar üzerine cereyan ederler ki, sanki bir zerre, mesela alem-i zerratta iken vazifelendirilmiş ve Abdülmecid’in gözünde yer alıp vazife görmek üzere yola çıkarılmıştır. Bu hali, bu vaziyeti, bu intizamı gören bir zihin, bila-tereddüt hükmeder ki, o zerreler, bir kasıtla ve bir hikmet altında gönderilir.(İ.İCAZ)

*Vücud-u insan, tavırdan tavıra geçtikçe acîb ve muntazam inkılâblar geçiriyor. Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme, azm ve lâhmden halk-ı cedîde, yani insan sûretine inkılâbı gayet dakîk düsturlara tâbidir. O tavırların herbirisinin öyle kavânîn-i mahsusa ve öyle nizâmât-ı muayyene ve öyle harekât-ı muttarıdaları vardır ki, cam gibi, altında bir kasd, bir irâde, bir ihtiyâr, bir hikmetin cilvelerini gösterir.

İşte, şu tarzda o vücudu yapan Sâni-i Hakîm, her sene bir libas gibi o vücudu değiştirir. O vücudun değiştirilmesi ve bekâsı için inhilâl eden eczâların yerini dolduracak, çalışacak yeni zerrelerin gelmesi için bir terkibe muhtaçtır. İşte o beden hüceyreleri, muntazam bir kanun-u İlâhî ile yıkıldığından, yine muntazam bir kanun-u Rabbânî ile tâmir etmek için rızık nâmiyle bir madde-i latîfeyi ister ki, o beden uzuvlarının ayrı ayrı hâcetleri nisbetinde, Rezzâk-ı Hakiki, bir kanun-u mahsus ile taksim ve tevzî ediyor. (SÖZLER, 29.Söz)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Tefekkür Gafleti İzale Eder

Şuurlu bir insan semaya başını çevirince ne görür?

Güneşin,ayın yıldızların haşmeti ona ne söyler?

Yağmur, gök gürültüsü ona neyi anlatır ?

Nizam, intizam, zamanlama gibi mükemmelikler kimden bahseder? Bunları yaratan birisini anlatır Onu O nun büyüklüğünü söyler elbet.

Ya Peygamberimiz(sav), sahabe efendilerimiz, evliyaullah, veli zatlar, yaşantılarıyla, dürüstlükleriyle ahlak ve edepleriyle,ilim ve insanlığa kazandırdıklarıyla ayrıca yaşadıkları dönemin huzur ve güvenli oluşu, bir birleriyle, aileleriyle, çocuk ve komşularıyla olan mükemmel münasebetleri?

Bunları terbiye eden eğiten birinden bahseder.

Başta insan denen varlık olmak üzere tüm canlıların tüm ihtiyaçları tam zamanında ve yeteri kadar verilmesi, havanın ve suyun bileşenleri ,elde edilmesinin kolaylığı, gıdaların midelere vs organlara uyumluluğu, faydalı olması beslemesi ayrıca enerji ve şifa vermesi,bütün bunları ikram eden Birini söyler Birini anlatır.

Çevremizde olup bitenleri gözleyen şuurlu bir insana , ağacın yaratılışı yaprağının meyvesinin oluşumunu görmesi, doğan yavruyu, onun büyümesini fark edebilmesi, çiçeğin açmasını , koku vermesini hayretle izlemesi, tüm bunların olması için olması gerekenlerin tam ve eksiksiz olması yağmur, toprak, güneş, su ,anne, şefkat gibi zahiri ve batini şeylerinde hazır ve nazır olması. Bütün bunların bir yaratıcısının olduğunu ve o yaratıcının çok şevkatli olduğunu anlatır.

Yaratılmışların çokluğu, güzel hatta birer sanat harikası olduğu çiçeğin rengi ve kokusu kadar bülbülün sesi tavus kuşunun mest edici güzelliği yavruların sarılasıca ve sımsıcak oluşları, tüm varlıkların vücüt ve azalarının boy adet gibi birbirlerine uyumlu olması, göz, burun sayısı parmak kol bacak ölçüleri şaç kaş diş renk ve yapıları ayrıca yerli yerinde olması bunları yaratanın ilim sahibi ve cömert olduğunu söyler.

Tüm bunları görmemiz için verilen gözün, aklın, şuurun hikmetini düşünmeli şükretmeli , dönüp bir daha , bir daha bakmalı akletmeli  yine şükretmeliyiz.

İnsanlığımız  düşündüğümüz ve şükrettiğimiz kadardır.

Çetin Kılıç / Lüleburgaz

NurNet.Org