Etiket arşivi: zulüm

Asrın Zalim Kurtları (Şiir)

Asrin.Zalim.KurtlariNerede kaldı insanlık, hani nerede Müslüman

Vicdanlar satılmış, Allah korkusu yok, gözleri bürümüş kan

 

Kin, öfke, nefret ve zulüm

Katliam, gözyaşı, kan ve ölüm

 

İnsanlık ölmüş, merhamet yok, kan kusuyor zalimler

Diğer yandan kıs kıs gülüyor Emperyalistler

 

Bu zulme seyircidir bazı İslam ülkeleri

Hatta yardımcı olmuş daha da gitmişler ileri

 

Çıldırmış asrımızın Firavunları, Karunları, Ebu Cehilleri

Mazlum Müslümanlara uzanıyor kanlı elleri

 

Kana doymayan bu zalimlerin topu ve tüfeği var

Atomları, kimyasalları ve nükleer silahları var

 

Kaskatı kalpleri, hain işbirlikçileri ve katliamları var

Hain medyaları var, yalanları var,  iftiraları var

 

Bizim de gafletimiz, ihtilaflarımız, nemelazımcılığımız var

Kilitlenmiş dillerimiz, kirletilmiş zihinlerimiz var

 

Kör edilmiş gözlerimiz, kapatılmış kulaklarımız var

Vurdumduymazlığımız, uyutulmuş halklarımız var

 

Nerede bizim insaf, vicdan, şuur ve imanımız

Uhuvvet, merhamet, yardımlaşma ve ihsanımız

 

Hâlbuki duyarlı olmalıydık, uyanık ve canlı olmalıydık

Kardeş olmalıydık, birlik olmalıydık, şuurlu olmalıydık

 

Tek vücut olmalıydık, insaflı olmalıydık, imanlı olmalıydık

Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olmalıydık

 

Rabbim bize şuur versin, ihlâs versin, ihsan versin

Bize uhuvvet versin, birlik, dirlik ve iman versin

 

Bu karanlık gecelerin sabahı yakındır inşa Allah

Allah’ın vaat ettiği zafer Hakk’ındır inşa Allah

 

Diğer Diktatörler gibi sonları olur rezil ve perişan

İnşallah pek yakında gösterir Allah-ü Azimüşşan

 

Yaşasın İslam Kardeşliği

Yaşasın Mazlum Mü’minlerin direnişi

Yaşasın Demokrasi Yanlıları ve Masum Destekçiler

 

Kahrolsun Asrın Zalim Kurtları

Kahrolsun Firavunlar, Karunlar, Nemrutlar

Kahrolsun eli kanlı Diktatörler

Kahrolsun Zalimler ve İşbirlikçileri

Kahrolsun Emperyalist güçler ve yandaşları

 

Selam olsun imanlı Mücahitlere

Selam olsun Şehit ve Gazilere

Selam olsun semaya kalkan ellere

Selam olsun Rabbine niyaz eden dillere

Ve selam olsun “İSLAM KARDEŞLİĞİ”ne

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Tükürün İsrail’in Vahşetine

Tükürün İsrail’in Cehennemlik yüzüne
Tükürün o zalimin kan bürümüş gözüne

Sırtlanları geçmiştir İsrail’in vahşeti
Filistinli yaşıyor bu şiddetli dehşeti

Gazze’yi füzelerle, bombalarla vuruyor
Bütün dünya da sessiz ve seyirci kalıyor

Ona yardım ediyor Siyonist yandaşları
Vahşete göz yumuyor zalim büyük başları

Bu zulmü alkışlayan eli lanetliyorum
Onları da Allah’a havale ediyorum

Kadın-çocuk demeden bombalar yağdırıyor
O masum insanları vahşice öldürüyor

Acı ve vahşet dolu yaptıkları bu zulüm
Başlarına patlasın onlara gelsin ölüm

Bunun için kardeşler zalimlere tükürün
Ya Bismillah! diyerek tükürükle öldürün

Acı ve vahşet saçan ey Siyonist İsrail!
Bu zulüm sana kalmaz hiç unutma bunu bil

Hepimiz Filistinli hepimiz Gazzeliyiz
Hepimiz Muhammed’in şanlı askerleriyiz

Allah’ım İsrail’i kahr-u perişan eyle
Onun yandaşlarını rezil ve rüsva eyle

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

İsrail’in (Yahudilerin) Filistin’e yaptığı zülümler daha ne kadar sürecek !?

Bugün İsrail’in (yahudilerin) Filistin’e yaptığı zülümler yer göğe sığmıyor. Bu nereye kadar sürecek. Allah neden yardım etmiyor?

Değerli Kardeşimiz;

Musibet kelimesi, daha çok, insana isabet eden hastalık, bela, sıkıntı gibi elem ve keder verici hâdiseler için kullanılır. Ve bunlarla insanoğlu, sabır imtihanına tabi tutulur. Bir hadis-i şeriften aldığımız müjdeye göre, lambanın sönmesiyle yeniden yanması arasında çekilen cüz’i bir sıkıntı bile günahlara kefaret oluyor. Hastalıklar, musibetler, özellikle umumî afetler, bunları sabır ve rıza ile karşılayan bir kulun manevî makamını yükseltiyorlar; kalbini safileştiriyor, ruhunu olgunlaştırıyorlar.

Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar.” Lem’alar

Her hastalık, her musibet ayrı bir sabır imtihanıdır. Bu imtihanı kaybeden insanlar, kadere itiraz etme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Kaderin ince sırlarını bilmenin insan idrakinin çok ötelerinde olduğu, Kur’an-ı Kerimde, Hz. Musa’nın(a.s.) bir kıssasıyla müminlere ders verilir. Bu kıssada Hz. Musa (a.s.) ile Hz. Hızır’ın(a.s.) seyahatlerine yer verilir. Kısaca özetleyelim:

Hz. Hızır, ilm-i ledün denilen, “hâdiselerin hikmet yönünü bilme,” hususunda İlâhî lütfa mazhar olmuş bir büyük veli, yahut bir peygamber. Hazret-i Musa (a.s.) bu zattan hikmet dersi almak ister. Hz. Hızır onun arkadaşlık teklifini, “sen benimle beraberliğe sabredemezsin” şeklinde ilginç bir gerekçe ile reddeder ve sözünü şöyle tamamlar: “(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?

Hz. Musa’nın(a.s.) “İnşallah sen beni sabreden bir kul olarak bulacaksın, senin emrine de karşı gelmem” demesi üzerine arkadaş olurlar. Hz. Hızır bu arada bir de şart koşar: “Ben bir konuda sana bilgi verinceye kadar benden hiçbir şey sorma!” Bir gemiye binerler. Hz. Hızır, gemiyi yaralamaya başlar. Hz. Musa(a.s.) dayanamayıp itiraz eder. Hz. Hızır’ın ikazı üzerine, “unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme…” diyerek özür beyan eder. Yolculuğa devam ederler. Hz. Hızır, küçük bir çocuğu öldürür. Hz. Musa, buna da itiraz eder. Hz. Hızır kendisini tekrar ikaz edince, Musa aleyhisselâm: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme” der.

Daha sonra bir köye uğrarlar, kimse onları misafir etmez. Hz. Hızır, o köyde yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı tamir eder, doğrultur. Hz. Musa, biraz da sitem karışımı bir üslupla, böyle yapmasının hikmetini sorunca, Hz. Hızır, “arkadaşlığımız burada sona eriyor; şimdi sana sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim” der.

Gemiyi yaralamasından başlar: “Zâlim bir hükümdarın sağlam gemilere el koyduğunu, gemiyi bu yüzden ayıplı kılmak istediğini söyler. Öldürdüğü çocuğun babasının salih bir zat olduğunu, çocuğun onları azgınlığa ve nankörlüğe boğmasından koktuğunu ifade eder. Duvar tamirine gelince, o duvarın altında bir hazine bulunduğunu, evdeki iki yetim çocuk büyüyünceye kadar duvarın yıkılmaması gerektiğini, onun için tamir yoluna gittiğini anlatır. Ve bütün bu işleri, kendi hevesiyle değil, İlâhî ilhamla yaptığını özellikle vurgular.

Allah kelâmında yer almış bu kıssadan almamız gereken en büyük ders şu olsa gerek: “Hz. Musa gibi büyük bir peygamber bile, hâdiselerin altında yatan İlâhî hikmetleri tam olarak bilemediğine göre, biz boşuna kendimizi yormayalım.

Beşerin iradesi dışında cereyan eden olaylara kendilerince yorumlar getirenler, bir bakıma Hz. Hızır’ı taklide kalkışmış oluyorlar. Ancak, o, bütün bunları İlâhî ilhamla söylüyordu; bunlar ise ya nefislerinin isteklerini aktarıyorlar, yahut kendi his ve heveslerine tercüman oluyorlar. Nur Külliyatında, “Ehl-i hakikat gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler” buyurulur. Hakikat ehli denilince en başta peygamberler hatıra gelir. Onlar bile gaybî şeylerden, ancak Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bildirdiği kadarına vâkıf olabilirler. Peygamberlik görevlerini yürütürken, olayların zahirine bakar, İlâhî emirlere uygun olup olmadıklarına nazar eder, ona göre hükmederler. Hâdiselerin altında yatan bütün hikmetleri bilmeleri, bazen, bu kutsî görevlerinde aksamaya yol açabilir. Bu hikmet içindir ki, kendilerine her şeyin iç yüzü ve hikmet yönü tam olarak bildirilmemiştir.

İşte bu kıssa bunun en güzel bir örneğidir. Kıssanın ayrı bir yönü üzerinde de durmak isteriz: Seçilen üç olay âdeta birer semboldür. Birincisi “mala gelen zararları” ikincisi “cana, çoluk çocuğa, akrabalara gelen musibetleri” üçüncüsü de, “İslâm düşmanlarının dünyada nâil oldukları nimet ve ihsanları” temsil ediyor.

Muhyiddin Arabî Hazretleri, kıssada geçen üç olayla Hz. Musa’nın(a.s.) başından geçen üç olay arasında ilgi kurar. Bunlardan birisini nakledelim: Hz. Musa’yı da annesi bir sandığa koyup Nil nehrine atmıştı. Ama bu atışın “Zahiri helâk, batını necat idi”. Yani görünüşte annesi onu boğulmaya terk ediyordu. Halbuki, o böylece ölümden kurtulmuş, bununla da kalmayıp Firavunun sarayına yerleşmişti. Hz. Hızır’ın gemiyi yaralaması da böyle idi.

Hz. Hızır, Hz. Musa’ya(a.s.) “kendisiyle arkadaşlık etmeye güç yetiremeyeceğini” söylemekle ona ilk gaybî haberi de vermiş oluyordu. Bu haberini bir teselli cümlesiyle tamamlamıştı: “(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” Bu teselli cümlesinde aynı zamanda büyük bir müjde de saklı: “Kadere itiraz etmemek şartıyla, insanoğlunun musibetler karşısında gösterdiği sabırsızlıktan dolayı ceza görmeyeceği müjdesi…

Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı…

Musibeti Allah’a şekva etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şekva eder gibi, ‘Eyvah! Of!’ deyip, ‘Ben ne ettim ki, bu başıma geldi’ diyerek, aciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, mânâsızdır.” Mektûbat

Başta da belirttiğimiz gibi, bu kıssadan alınacak en büyük hisse, “insanın İlâhî hikmetleri ve kaderin derin sırlarını anlamadaki aczini hissetmesidir.

Ahmet Avni Konuk şöyle buyurur:

Bir abd bir belâya giriftar olunca, onun eleminden Hakk’a şikayet ederse sabrına zarar vermez. Ancak Hakk’ın gayrına şikayet etmeyip, nefsini zapt etmeli. Şikayet eden kimse, … kazaya değil makzi olan şeye razı olmamış bulunur. Halbuki bize, ‘makzi olan şeye razı olun’ diye hitab olunmadı.

Filistindeki müslümanların çektikleri sıkıntılar onların ahiretleri noktasında düşünüldüğü zaman büyük mükafatlara mazhar olacaklardır. Allahu Tealanın direk azab etmemesinin hikmetine gelince;

Bunun bir cevabı, bu dünyanın tecrübe ve imtihan yeri olması sırrında yatmaktadır. Yani eğer musibet geldiği vakit sadece zalimler ve günahkarlara isabet etse, masumlar ve günahsızlar bu musibetlerden korunsalar o zaman imtihan sırrına zıt bir durum ortaya çıkardı.

İşte imtihan gereği olarak bir musibet geldiği zaman hem iyileri hem de kötüleri beraber içine alıyor. Böylece imtihan sırrı kaybolmuyor. Eğer musibetlerde ve zulümlerde iyiler kurtulup sadece kötüler zarar görseydi, imtihan sırrı kaybolurdu. Kötüler de iyi olmak zorunda kalırlardı. Böylece Ebubekir r.a. ruhlu insanlar ile Ebucehil ruhlu insanlar aynı seviyede kalırdı. Bu açıdan bazen hiç suçu olmayan günahsız kimseler de zulme maruz kalabiliyorlar.

2- Zulmedenler yaptıklarının cezasını bu dünyada olmasa bile ebedi alemde hakkıyla çekeceklerdir. Bu bakımdan adalet yerini bulacaktır. Zulme uğrayanlar ise hem zalimlerden haklarını alacaklar, hem de suçsuz ve günahsız olduğu halde bu zulme uğramasından dolayı da Allahın lütfuna ve rahmetine mazhar olarak ebedi alemde sonsuz nimetlere gark olacaklardır. Hatta günahsız olarak böyle zulümlere maruz kalanlara ahirette durumları ve nasıl oldukları sorulacak olsa, “çok az zahmetle çok büyük mükafat aldık ve zulmedenlerin cezalarını hakkıyla aldıklarını da gördük, çok memnunuz” diyeceklerdir.

Bunların bedenlerine yapılan çirkinlikler ise sadece dünya yönüyledir. Ahirette onların hiç bir eseri olmayacaktır. Siyaha boyanmış bir çekirdek ağaç olunca, onun çekirdeğindeki siyahlık ağacın, yaprak, çiçek ve meyvelerinde olmayacağı gibi, bu dünyada değişik zulümlere uğrayan masum insanların ahiret alemlerinde hiç bir eseri ve izi kalmayacaktır.

3- Ayrıca böyle zulümlere maruz kalanların istikballeri noktasından da bir rahmet olacağı düşünülebilir. Gerek kendileri gerekse de aile, eş ve dostları açısından bir rahmet eseri olarak Allahın değişik rahmet tecellilerine mazhar olabilirler.

İşte hiç günahı olmadığı halde başına böyle zulümler gelen çocuklar ve kadınlar da kendilerine yapılan bu zulümlerden dolayı, gerek dünyada gerekse ahiret alemlerinde öyle büyük sıkıntılardan kurtulacaklar ve öyle büyük rahmetlere gark olacaklardır ki bunu anladıklarında şikayet bir tarafa çok şükredecekler ve Allahın sonsuz rahmeti karşısında memnun ve mesrur olacaklardır. Allah hiç bir kuluna zulmetmez. Kullarına zulmedenlerin cezasını ise onlara zaman tanısa bile asla ihmal etmez.

Selam ve dua ile…
Kaynak: Sorularla İslamiyet

 

Rabbim imhal eder(mühlet verir) ama asla “İHMAL” etmez!

Zalimlerin nasıl zelil duruma düştüklerini hep beraber seyrediyoruz. Oysaki onlar, bu zulmün bin yıl süreceğini, Allah’ın bile buna mani olamayacağını parmaklarını sallaya sallaya iddia etmişlerdi.

İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz, onlar için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahlarını artırsınlar ve onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Ali İmran Sûresi. 178)

Rivayet edilir ki, Bermekî Hanedanlığı’nda önemli bir makamda görev yapan bir zat yaptıklarının neticesinde oğluyla beraber zindana atılır. Oğlu babasına sorar:

“Babacığım! Onca izzet ve saltanattan sonra, aklımıza gelmeyen başımıza geldi, adi bir suçlu gibi zincire vurulup hapse atıldık, der! Bunun üzerine babası:

Evladım! Mazlumun duası geceleri yol alır ve Allah’a ulaşmak için hızla yol alırken, biz gaflete daldık. Bu zevk-ü sefanın, saltanatın, demir yumruğun hep böyle süreceğini zannettik. Fakat mazlumun duasının er geç Allah’a varacağını hesaplayamadık. Hâlbuki Allah hiç bir şeyden gafil değildir, diye cevap veriyor.”

Evet, tarihi ibretle incelersek, kendi halklarına bile, hayvanları tiksindirecek, insanları insan olduğundan utandıracak akıl almaz işkenceler yaptıran, zulmeden zalimler, zorbalar dünya üzerinde hep var olagelmişlerdir. Ve bu dünya var oldukça da despot ve zalim kişiler de hep olacaktır. İşte bunun için; “cehennem lüzumsuz değil.” İşte bunun için, Kur’an-ı Kerim, zalimlerin akibetlerine dikkat çeker, işaret eder.

Evet, hiçbir zorbanın yanına yaptığı kâr kalmaz. Eninde sonunda Allah’a hesap verir. Bu hesap imhal edilir (hesap sonraya bırakılır), ama ihmal edilmez. Bazen de hikmeti gereği sıcağı sıcağına da hesap sorar Allah.

Bilhassa bugünlerde TV’lerde zalimlerin nasıl zelil duruma düştüklerinin görüntülerini hep beraber seyrediyoruz. Oysaki onlar bu zulmün bin yıl süreceklerini, Allah’ın bile buna mani olamayacaklarını parmaklarını sallaya sallaya iddia etmemişler miydi?

Adeta, İsrailoğullarının Hz.Musa’ya; git, sen ve Allah’ın birlikte savaşınız, deyişleri gibi bunlarda, mazlumlara hitaben; hani sizin Allah’ınız, niçin yardım etmiyor, der gibi, alayvari ve tehdit ederek, sonuna kadar bu saltanat ve izzetimiz sürecek dememişler miydi? Malatya Üniversitesinin rektörünün sözlerini hatırlayınız. (Şu anda kendisi nerede acaba? Ve nicedir akibeti?)

Evet, ne oldu zalimlerin sonu! Bugün izzet kimin, zillet kimin. Kiminle cenk ettiklerini bilmek lazım.

(Habîbim!) Hatırla ve sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ı gâfil sanma! Muhakkak onlar(ın cezaların)ı Allah, ancak öyle bir güne kadar erteler…

O gün Onlara: “Hani siz, bundan önce (dünyada): sizin için zevâl yoktur, diye yemin etmiş değil miydiniz?”

Gerçekten onlar çeşitli hileler ve tuzaklar kurdular. Allah katında da onların hileleri ma’lumdur, isterse onların hileleri dağları yerinden oynatacak (derecede büyük) olsun, diye cevap verilir. O halde (Habîbim!) sakın Allah’ın peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah azîzdir, (her şeye galiptir), intikam sahibidir, (kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.)” (İbrâhim sûresi Âyet: 42-47)

Bu ve benzeri ayetlerde Zalimi ihmal etmeyen ama imhal (mühlet) veren Hz. Allah, bazen hikmeti gereği cezayı peşin de veriyor.

Recai ALBAY

Zamanın Firavunu Diktatörler

Diktatör,sözlük anlamıyla bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimseye denir.

Diktatörlerin belirgin üç özelliği vardır.Bunlar:

1.Korkaktırlar.

2.Halkın eğitime önem vermezler halkı cahil bırakırlar.

3.Her zaman içerideki halkı kontrol etmek için dış düşmanları vardır.

Evet diktatörler korkaktır.Gölgesinden bile korkar,kimseye güvenmez.Çünkü insanlara yaptığı kötülüklerin farkında oldukları için halk tarafından sevilmediklerini bilirler.Yerine geldiği zaman en yakınındaki kardeşini bile öldürmekten çekinmezler.Onlara göre diktatörlüğü sürdürmek için kimseye güvenmeyeceksin.Herkesten şüpheleneceksin.Bir çoğu kardeşini ve yakın akrabalarını en ufak bir şüpheyle öldürmüşlerdir.Bu durum diktatörlerin ne kadar korkak olduğunu açık bir şekilde gösterir.

Diktatörlerin ikinci bir özelliği de halkının bilinçlenmesini istemezler.Dikkat edilirse tek adam ile yönetilen ülkelerde okur yazar oranı yüzde 40-50’lilerde dolaşır.Burada halk bilinçli bir şekilde cahil bırakılır.Halkın cahil bırakılmasındaki amaç halkın daha kolay yönetilmesidir.Cahil halkı sürü mantığı ile daha kolay yönetirler.Eğitimli  bir halkı istedikleri gibi yönetemeyeceklerini bilirler.Günümüzde Ortadoğu ülkelerinde meydana gelen halk hareketlerinin arkasında bilgili ve  bilinçli bir gençlik vardır.Artık ne Suriye,ne Libya ve ne yemende gençler daha önceki nesiller gibi sürü mantığını kabul etmemektedir.Artık bilgi toplumunda diktatörlerin yaşama imkanı olmadığı ortaya çıkmıştır.Basın-yayını ne kadar engellemeye çalışsallarda  facebook ve twitter gibi ağlar bütün bu engelleri ortadan kaldırıp kalabalıkların organize olmalarını sağlıyor.

Diktatörlerin üçüncü bir özelliği de her zaman bir düşmanları vardır.Bu düşman diktatörler için bir can simididir.Ne zaman halkın kendisine karşı bir hareketi olursa hemen düşmana saldırır veya bu halk hareketinin düşman tarafından organize edildiğini öne sürerek kendisine karşı yapılan bu haklı başkaldırıyı düşmanların işi olarak göstermeye çalışır.Buna en iyi örnek Suriye ve Libya’daki halkın barışçıl ve meşru isteklerini İsrail ve Amerika’nın planladıklarını,bu göstericilerin buralardan yardım aldıklarını iddia etmeleridir.Halkın meşru isteklerine olumlu cevap vereceklerine halka silahla cevap vermeleridir.

Sonuç olarak Ortadoğu da meydana gelen halk hareketleri diktatörlerle ilgili yukarıda saydığımız üç özelliği haklı çıkarmaktadır.Bundan sonra diktatörlerin korkaklıktan gelen zalimliği de, halkı cahil bırakması da ,halkı uyutmak için düşman üretmesi de onların ömürlerini uzatmayacaktır.Halklar artık bilinçlenmiştir.Bilinçli bir halkın önünde hiçbir engel duramayacaktır.

Hamit DERMAN