Kategori arşivi: Hanımlar

“Tereddütün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor.”

bosanma

Gittikçe artan boşanma oranları; evliliklerde sadakat ve sabrın kaybol­maya başladığının işaretlerini veriyor. Bizler de konuyu Çift Terapisti Klinik Psikolog Ayşe Yıl­maz ile konuştuk.

 Evliliklerde sabır, tahammül ve sadakatin azalmasıyla ilgili görüşlerinizi almak istiyoruz. Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle evlilik yapmadan önce bireyin kendini tanıması, açmazla­rını, zaaflarını, temel ve duygusal ihtiyaçlarını, güçlü ve zayıf yönle­rini bilmesi önemli. Sadece davra­nışsal boyutta değil de duygusal boyutta da kendisini tanıyan kişiler evlilikten ve evleneceği kimseden ne beklediğini bilerek yola koyu­lur. Kendini tam olarak tanımayan, kimle birlikte ve hangi durumlarda yapamayacağını bilemeyen, çocuk­luk dönemin doyurulmamış olan ihtiyaçlarını fark etmeyen kişiler, bu ihtiyaçları tamamlayamayacak kişileri bilinçdışı olarak seçebiliyor­lar. Kendini tanıma, ihtiyaçlarını ve beklentilerini bilme tarafını çalış­mış olan kimseler bu ihtiyaçlarına hitap edebilecek kişileri seçebilirler ve evliliklerinde sıkıntı olmaz.

 Kendini tamamlayacak kişi­ler…

Evet, temel ihtiyaçlarını karşı­layabilecek kişiler. Tabi ki problem olmaz dediysem; iki farklı beyin, iki farklı cinsiyetin aynı evin içerisine girmesi zaten problem olabileceği­nin göstergesi ve bu normal. Kar­deşinizle, ailenizle bile ara ara bazı sıkıntılar yaşabiliyorsunuz.

Bazı sıkıntılar olmasını abartmamak lazım; fakat bazen şu olabiliyor: İnsan kendini tanıdığını zannede­rek evleniyor; fakat aslında kendini tanıma sürecine evlendiği zaman giriyor. Eşini tanırken kendisini tanıyor. Evlendiğinde yaşadığı ça­tışmalarla temel ve duygusal ihti­yaçlarını, doyurulmamış taraflarını görmüş oluyor.

özellikle evliliğin ilk beş yılı kişilerin birbirlerini ken­dilerini tanıma ve adapte olabilme dönemi. Kritik bir dönem aslında; çiftler bu dönemde duyguların yo­ğunluğuyla güzel bir dönem yaşıyorlar; fakat bununla birlikte doyurulmamış, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını eşinin karşılayamadığını gördüğü zaman içinde büyük duygusal reaksi­yonlar verebiliyor. Burada kişinin duygusal reaksiyon vermeyip, “Ben burada ne hissediyorum, neden kaygı, olumsuz duygu ya da çatışma yaşama ihtiyacı his­sediyorum?” sorusuna odakla­nıp bunu kendi içinde çözmeye çalışması ve eşiyle doğru ileti­şim yoluyla çözmesi çok önemli. Eşini suçlayarak, aşağılayarak, eleştirerek, eşine duvar örerek vs. olumsuz iletişim yollarını kul­lanmadan, olumlu bir yaklaşımla eşini anlaması, ona kendini an­latması ve beklentilerini ifade etmesi önemli.

 Evlilik demek; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek…

Kişiler evlenmeden önce ben yani birey olarak ya da aileleri­nin bünyesinde bireyleşememiş olarak yaşayabiliyorlar. Evlilik; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek. “Ben” demeye devam ediyorsa bir taraf, “Ben ve benim ihtiyaç­larım… Benim istediğim olacak. Sen benim ihtiyacımı karşılaya­caksın. Sen benim uzantımsın. Sen benim için varsın.” gibi al­gıları varsa; bu, karşı tarafı da kilitler. Bencillik ilişkiyi kilitleyen bir durumdur. Bencilliği sonlan­dırmaya, ben yerine biz olmaya odaklanmak önemli.

Bunu da tabi olumsuz iletişim yollarını kullanmadan tanıma, anlama, anlatma ve doğru iletişim kurma yoluyla yapabiliriz. Tabi ki özel­likle evliliğin adaptasyon döne­minde problemler olabilir. Bura­da problemi tanımlayıp çözüm odaklı olabilmek çok önemli. Kişiler karşılıklı olarak memnun olabilmelidir. Yani ben buna ka­zan-kazan dengesi diyorum. Yani çiftlerden biri o ilişkiden devamlı besleniyor, o kazan konumunda diğeri de kaybeden konumun­daysa bir süre sonra o ilişkide bir çatal olmaya başlıyor, bir taraf büyüyor diğer taraf küçülüyor, bir süre sonra o küçülen taraf problem olmaya başlıyor.

İlişki­nin başında kontrol kimdeyse bir süre sonra kontrolü diğer taraf alıyor. Ya istediğini vermiyor ya daha mutsuz ediyor ya da ilişki­yi bitirme kararı alıyor. İlişkinin başından itibaren kazan-kazan dengesini korumaya çalışmak iki tarafı da memnun edecek ve ilişkiyi de güdebilecek bir şeydir.

 Bencil olmamak, biz olmaya çalışmanın içerisine saygı da gi­riyor, diyebilir miyiz?

Evet, elbette öyle. Evliliğin başı, güven temelinin atıldığı bir dönem. Bu dönem sevgiyle, insanların duygusal yakınlaşma­sıyla başlıyor. Tanışma dönemin­de ve evlenme ânında artık bağ kurma ve güven duygusu oluşu­yor. Çiftlerden biri devamlı kendi ihtiyacına odaklı biriyse güven duygusu zedelenmeye başlıyor. Bu ilişkiyi krize sürükleyen bir şey. Güveni sağlayabilmek için iki tarafın da bu ilişkiden bes­lenme hakkının olduğunu bilmek gerek. İlişkiyi iyi hale getirecek şey saygıdır. Saygıyı oluşturan şey ise “Karşımdaki kişi benden farklı bir birey, benim gibi dü­şünmek zorunda değil, benim her istediğime, her ihtiyacıma karşılık vermek zorunda değil, o benim uzantım değil.” gözüyle bakabilmek. Bu da saygıdan doğan bir şey. Ve saygıyı büyüten en önemli şeylerden biri de doğ­ru iletişim kurmak. Sevgi konu­sunda ise, herkesin sevgiyi ifade etme kanalları farklı. Kimisi sev­gisini hediye alarak sunar, kimisi konuşarak, kimisi yüze bakarak, kimisi dokunarak vs… Çiftlerden biri “Ben nasıl sevildiğim zaman kendimi sevilebilir ve değerli hissediyorum” a odaklanırsa ve eşinin de sevgi alma yolunu bul­maya çalışırsa kendi ihtiyacına cevap verme ihtimalini arttırmış olacak. Bunlar tabi deneyimle­yerek öğrenilecek şeyler. Yani aslında şöyle diyoruz biz; mutlu evliliğin yolu bireylerin sağlıklı ol­masından geçiyor. Özellikle 0–3 yaş dönemde anneyle bağlan­mayı iyi yaşayamamış ya da an­neden bağımsızlaşamamış ya da baba otoritesi altında ya da anne-baba çatışmasına maruz kalmış olan bireylerin kendi evliliklerin­de kriz yaşama riskleri vardır. Ne kadar çok severek ve hayallerin­deki insanı bulduğuna inanarak evlenmiş olsalar da, eğer kendi ailelerinden ya da çocuklukla­rından getirmiş olduğu sıkıntılar varsa mutlaka evlenmeden önce danışmanlık almaları gerekir.

 Mesele doğru insanı bulmak mı?

Biz şunu yapıyoruz; doğru in­sanı bulalım, karşımızdaki kişiyi doğru insan yapalım, o ilişki gü­zel olsun… Genellikle bize tera­piye gelen çiftlerimiz “Eşimi de­ğiştirin, benim kafamdaki, benim bu ihtiyacıma cevap veren insan olsun!” beklentisiyle geliyor; ama iki taraf da aynı beklentiyle gel­diği için o ilişkinin dönüşmesi zor oluyor. Birey; “Ben ilişkimi dö­nüştürmek için kendimde neleri dönüştürebilirim” e odaklanırsa o zaman dönüşüm başlıyor. Çün­kü insanın kendini değiştirmesi gerçekten zor ve sancılıdır. İnsan mekanizması muhafazakâr olu­yor. Anne-babasından görmüş olduğu iletişim biçimiyle ya da annesiyle veya babasıyla kur­muş olduğu iletişim biçimiyle eşiyle bağ kurmaya çalışıyor. Ör­neğin: Anne-babasına çok yakın olamamış, babasının dünyasına girememiş bir kız çocuğu büyü­düğünde dünyasına giremeyece­ği, ona yakın olamayacağı bir eş seçebiliyor. Ya da yakın olmaktan korkuyor. “Annesinin kucağından inememiş.” diyorum ben bunla­ra. Annesine bağımlı kalmış olan bir erkek çocuğu, büyüdüğü za­man yine annesini kendi ailesine müdahale ettireceği için kendi ailesinde sıkıntılar oluşturmaya sebep olabilir. Yani evlenmeden önce birey olmak, kendi anne-ba­basıyla çözümleyemediği me­seleleri çözümlemeye çalışmış olmak önemli. Farkında değilse de zaten evlilik “Senin bu tarafın eksik, şu özelliklerinin törpülen­mesi gerekiyor.” diye ayna tutu­yor insana. Ve kişi bu aynayı alıp kendine çevirdiğinde; “Evet, ben hangi özelliklerimi değiştirmek istiyorum? Bana ve ilişkime yara­yacak şekilde neyimi değiştirmek ve dönüştürmek istiyorum?”diye sorduğu ve bu gözle bakmaya başladığı anda hem daha sağlıklı ve olgunlaşmış bir birey olacak, hem de ilişkisini sağlıklı hale ge­tirdiği için doyumlu bir ilişki yaşa­mış olacaktır.

Şu önemli; “Eşim benim ter­cihim, kaderim, Allah’ın takdir ettiği emanet. Kusurlarıyla, ek­siklikleriyle, hatalarıyla eşimi ka­bul ediyorum.” algısıyla evliliğin içinde kalıp bütün çıkış yolları­nı kapattığınız zaman bir süre sonra eşiniz değişmeye başlıyor. Evliliğin temelinin atıldığı ve güven duygusunun oluş­maya başladığı bir dönemde; evli­liğin içindeki problemleri ailelere çok taşırı­yorsanız, bir sıkıntı olduğu anda evi terk ediyorsanız, küçük bir meseleyi büyütüyorsanız, yanlış iletişim yollarını kullanıyorsanız o evlilik yanlış yola girmiş oluyor maalesef. Ve eşlerin kafalarında tereddütler oluşmaya başlıyor. Tereddüdün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor. Zih­nin bir tarafında soru işaretleri oluşturacak, sevgi ilişkisine ve evliliğe zarar verecek olan şeyle­re dikkat edilmeli.

 Peki, aile büyüklerinin tavrı nasıl olmalı?

Mümkün olduğunca aileleri müdahale ettirmemek yetişkin davranışının göstergesidir. De­vamlı evliliğine ailesini müdaha­le ettiren kişinin, sınır problemi vardır ya da bağımlı kişilik yapısı­na sahiptir. Kendisine çok müda­hale edilmiş olan kişiler ailesine müdahale ettirebiliyorlar; özel­likle erkeğin ailesine müdahale ettirmiş olması o ailenin denge­lerini tamamen bozuyor. Ailesini, bilhassa annesini eşine müdaha­le ettirmemek, arada denge ku­rabilmek çok önemli

 Erkeğe çok iş düşüyor diyorsu­nuz yani…

Evet, ama ağır kritik tablo­lar yaşanıyorsa, “Ne yaparsam yapayım bu mevzuyu çözemiyorum.” dönemine girildiyse objektif olabilecek, iki tarafa da nötr bakabilecek kişi hakem ola­rak tayin edilebilir.

 Ailede hakem tayin etmek di­nimizde de yeri olan bir şey, ama eksik bırakılıyor maalesef…

Evet, bizim evlilik terapisti hocamızın bir sözü vardı: “Aileler Yahudi gibidir; ailenin içine giren bir daha çıkamaz” demişti. Çok doğrudur, gerçekten çiftler ken­di aralarında problem yaşadıkları zaman birbirlerine karşı bağlılıkla­rı, duygusal çekimleri itibariyle bir süre sonra problemi aşabiliyorlar. Fakat aileler işin içine girdiği anda bu aşılamıyor. Mümkün olduğun­ca işin içine sokmamak önemli; ama çift terapisti, üçüncü bir kişi olarak, kişilerin geçirdiği o ilişki­nin sistemine baktığı için ilişki­nin yola girmesini sağlayacaktır. Çünkü bir evliliğin içerisinde sa­dece iki kişi yaşamıyor, o kişilerin anne ve babaları da var ve aslında anne-babalar ile kurulmuş olan ilişkiler işin içine giriyor. Bunu dı­şarıdan biri göremeyecektir; ama profesyonel anlamda çift tera­pistleri bunu görürler ve evliliğin içinde dengeyi kurabilirler. İlk iki yıl adaptasyon dönemi olduğu için problem olabilir; fakat hâlâ çözümlenemeyen meseleler var­sa çiftlerin aile terapisi almalarını tavsiye ederim.

 Üçüncü bir göz olarak uzman, o hakem rolünü üstlenecek di­yebiliriz. Peki, çiftler beraber mi geliyor yoksa teker teker mi alı­yorsunuz? Sizin önünüzde de kavgalar oluyor mu?

Çift olarak alıyoruz. Amacımız ilişkinin iyileşmesi, ilişkinin için­de o bozulan dengelerin oturma­sı ve sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğretmek. Bu denge oturduğu zaman zaten kaldığı yerden de­vam ediyor. İlişki nasıl başlıyorsa öyle devam ediyor, eğer olumlu bir müdahale yoksa.

 Biraz açar mısınız?

Evliliğin başında adil hakka­niyetin olmadığı bir ilişki varsa, güven problemi oluştuysa, say­gı yitimi olduysa ya da doğru iletişim kurulamadıysa, ilişkinin kontrolü sadece bir taraftaysa, bir taraf ‘ben’ diyor diğer taraf da onun ihtiyacına odaklı ilişki ku­ruyorsa, bu ilişki yanlış başladığı için yanlış devam edecektir. Ya da bir süre sonra kontrolü diğer taraf ele alacak ve yine ilişki ra­yına oturamayacaktır. Yani den­geyi kurabilmek için profesyonel destek almak önemli.

 Danışmanlık hizmetini alanla­rın başarı oranı nasıl? Boşanmak­tan kurtardığınız aileler var mı?

Her aile boşanma niyetiyle gelmiyor. Kriz oluşmadan, baş­tan tedbir almak amaçlı gelen çok bilinçli aileler var. Kriz sü­recinde ne yapacağını bileme­yenler var. Ya da tam boşanma öncesinde, “Artık yapamıyoruz. Bu evlilik dönüşecek mi, dönüş­meyecek mi?” veya “Boşanmak istiyoruz bize yardımcı olun.” di­yenler var. Ailenin neye ihtiyacı varsa ona göre müdahale etme­ye çalışıyoruz.

 Toplum sağlığı için çok önemli bir hizmet yapıyorsunuz. Çiftle­re son nasihatleriniz varsa ala­biliriz.

Şöyle diyelim: Bireyler; “Ben eşimi bana Allah’ın emaneti ola­rak görüyorum ve eşim bana, beni gösterecek ailem. Eşim be­nimle alakalı bir şeyler söylüyor­sa ona hissettirdiğim bir şeyler vardır, gerçeklik payı vardır. Bu benim kişisel anlamda olgunlaş­mam ve gelişmem için fırsattır. Bu fırsatı bana sunduğu için eşi­me minnettarım. Ben bu süreçte acı da zorluk da çeksem eşimden çok şey alacağım. Bireysel ola­rak olgunlaşacağım ve ne olursa olsun eşimi kendi olarak özüy­le seveceğim ve ilişkinin dışına çıkacak tüm kapıları kapataca­ğım.” diyebilirse bu evlilik inanın zamanla huzura dönüşecektir. Evlilikler gerçekten cennet bah­çesine dönmüş olur, eşler el ele tutuşarak, ‘biz’ duygusuyla Al­lah’a doğru yürüyebilirler.

Yasemin GÜLEÇ

KAYNAK: Bizimaile

wwwNurNet.org

Evlilik bir ibadettir !

Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.

Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. [1]

Malumdur ki insan sosyal bir varlık olması ve Adem (a.s.)‘dan bugüne ve bugünden berzah aleminin kapısı olan kabre kadar da böyle olacaktır. Cemiyetten istifa edip yerin altına hendek kazıp saklanmak imkanı da yoktur.

Cemiyetten/sosyal hayattan ayrılması söz konu olmayınca bu hayat içerisinde insan kendi efkar ve mizacına dair kimseler olup kendi hayatını ve efkarını daha rahat ve kendi alemine renk katması için kendisi kimseler arar.

Bu hali ile insanın ihtiyacını bu manada tatmin edecek en büyük şey ise ailesidir, aile hayatıdır. Nitekim “Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden,kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”  [2]

Aile hayatı ise “İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.” [3]

İnsanı düşünecek olursak kim olursa olsun ne iş yaparsa yapsın kendi alemini paylaşacak birisini ister. Bu kimsenin de ömür boyu ve ahirette de devamlı olarak yanında olmasını ister bu her insanın düşüncesidir. Bu kimse ise insanın hayat arkadaşıdır. Çocuklarının anne/babasıdır.

Böyle bir vaziyette birisi elbette tefekkürünü, tezekkürünü, hayretini, şevklerini, neşesini, gamını, kederini hülasa her şeyi paylaşacağı her an yanında olmasını isteyecektir. Lakin ömür boyu söz konusu ise bu ancak ve ancak refika-i hayatıdır.

Bir insanın refika-i hayatı ise erkek olsun kadın olsun onun hayatının tamamını kapsayacak surette olmalıdır.

Erkek ve kadın arasında irtibatın sağlam olması ise çok ehemmiyetlidir. Bu irtibatı samimiyeti kıracak şeylerden de uzak durulması gerekmektedir. Bunu sadece sosyal medya olarak değerlendirmemek gerekir. Mesela birkaç şeyini söyleyecek olursak boşanan kimselerle çok zaman geçirmek, mahremiyete dikkat edilmeyen düğünler, gösteriş meraklısı kimseler ve onların ev ortamları. Bunların hepsi evliliği dinamitleyen sebeplerdir.

İnsan evine girdiği zaman sanki ilk günkü heyecanını hissedebilmesi çok ehemmiyetlidir. Sadece dünya hayatında bir yoldaş olarak bakılmamalı. İnsanın evlilik içinde ve o süreçte ev eşyası, takı tasarım, saz söz, davul zurna gibi şeylerle incitip gençleri evlendirmek yerine eşyaları evlendirmeyi tercih edilmesi ise bir faciadır.

Adeta bir saz söz, eşya, takı tasarım için nice aileler kurulmadan yıkılıyor. Hadisat-ı alem buna şahittir.

Erkek ve kadını birbirine zamklayan, tutkallayan ise arasında var olan ve olması gereken ahlaktır. Hassaten rezil ahlaktan uzak olmasıdır. Ve anlayışlı olmaktır. Unutulmamalıdır ki iki testi tokuşturulsa birisi muhakkak kırılır. Dik başlılık asla evlilikte tavsiye edilmemektedir. Aile hayatında ise bu felaket sinyalleridir.

Kadının ahlaklı olup saliha olması ise erkeği kendisine daha çok bağlayacaktır. Tesettürlü olan kimseye mesture, dindar olana mütedeyyin, iyi bir ahlaka sahip olup dikbaşlı olmayan kimseye saliha denir.

Sadece mesture ve mütedeyyin olan kimseler salih/saliha sayılmaz. Salih/salihlık ise karakterle mizaçla alakalı olan bir meseledir.

Aile içinde bir salih erkek veya saliha bir kız/kadın ise o aile içinde bir gül bahçesidir. Ama selahiyet söz konusu yoksa şatafatlarla evlenip kısa bir süre içerisinde iyi bir avukat yolu tutulur. Ve arşı titretecek bir şey olan boşanmak yolu açılır. Allah katında helal olan ama Allah’ımın sevmediği bir şeydir.

Bekarlara vesile olmak ve salih/saliha kimselerin evlilik hususunda ellerinden tutmak ise toplumsal bir vazifedir.

İnsanların önüne askerlik, iş, diploma gibi şeylerin çıkartılması ise toplumsal bir felakettir.

Herhangi bir vakfa derneğe cemiyete tarikata giden kimselere bu hususta vazife daha fazla düşmektedir. İffetli Müslümanların bir araya gelip aile kurmasına vesile olmalıdır. Vesile olmaktan kaçınmak ise ahlaki olarak çöküntü sebebidir. Sadece maneviyat verip ahlak verilmezse namaz kılıp ahlaksız kimseler türemesine sebeptir.

Namaz nasıl bir ibadetse o ibadet kadar ehemmiyetli olan bir şey hatta ibadet olan evliliktir. Bu sebeple dengini bulmuş iki kişinin evlenmesinden güzel bir şey yoktur.

Muhammed Numan özel


[1] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[3] Lem’alar ( 201 )

 

www.NurNet.Org

“ON BİR  AYIN SULTANI RAMAZAN HOŞ GELDİN”

“ON BİR  AYIN SULTANI RAMAZAN HOŞ GELDİN”

Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. (Buhari, Savm, 2)

 

Hoş Geldin Gönlümüzün Nuru, Ruhumuzun Süruru Ramazan Hoş Geldin…

Ah nerede o eski ramazanlar nidalarını duymaya başlarız daha ilk günlerinde ramazanın,

Büyüklerimizden özellikle.

Oysa içinde bulunduğumuz ramazanları yaşatmak, yaşatmaya çalışmak dahi mana mana yaşanır kılmak ve bırakmaya çalışmak daha evla olmaz mıydı, gelecek nesiller adına…

Oruç; Rahmettir Cennet vesikadır, berekettir ömre, tertemiz sayfalar açmamıza vesile-i himmettir Rahmeti Sonsuz Rabbimiz den.

Kavuşma zamanıdır en Sevgiliye hasretle, vuslattır ayet ayet, secde secde arınmak şuuruyla Muştu dur oruç Kevser-i Firdevs-e ümmetçe, çokluğu paylaşmak adına yokluklardan, yoksunluklardan…

Günahları sevaplara,

sevapları iman-ı ihlasa,

ihlası ise nefislere devşirme vaktidir.

Katibe Meleklerinin amel defterlerine itina ile nakşedilen”

İnşallah Elhamdulillah Subhaallah…

Huzurdur sonra, libası ruhlara biçilen,

Felahı sükunetin koynu, sahurlardan iftarlara.

Tüm ruhumuzla tââf edilen hasadımız dır sonsuzluğa

İnşallah Ezanı Muhammedi ile nice iftarlara…

“Oruç, en çokta yetimin, kimsesizin, mazlumun sevindiği sevindirildiği ve bu kutsal vazifeden istifa edebilmenin en mübarek fırsatıdır Rahmandan kullarına”…

Ham-du Senalarla yine kavuşurken bir ramazana daha, Elhamdulillah diye başlar tatlı bir telaşe, pelesenk olmuştur, ah nerede o eski ramazanlar nidaları dillerimize…

Özlenen ramazandan ziyade, her geçen zamanla birlikte azalan, komşu, akraba, dost muhabbetleridir aslında. Çünkü en çok ramazan ayında bir araya gelirlerdi, yüz yüze diz dize ahvallerini paylaştıkları, hem hal oldukları, mis gibi çaylarını yudumlarken, faslı menkıbeler kıssalar anlatıkları. Adı üstünde bereket ayı olduğundan, dost muhabbetlerinde de gösteriyordu kendini, ramazanın bereketi.

Oruç ruhlara manevi bir değer kazandırdığı içindir ki, kalbi muhabbet bağlarını daha bir güçlendirir Elhamdulillah. Dolaylı yoldan fakiri fukarayı araştırır birlikte iftar yemekleri düzenlenir akabinde zekat fitre verilecek aileler belirlenirdi. Dini ve vicdani sorumluluğu yerine getirmekti hasıl olan ve insana mukaddes-i ulvi bir huzur bahşeder her zaman. Dahi yapılan hayır hasenatlar yüz yüze olduğundan, vicdana daha bir tesir ederdi. Özellikle çocukların görerek yaşayarak ve örnek alarak öğrenmesi, dini, vicdani, merhamet duygularının ve sorumluluklarının olgunlaşmasına vesile olurdu…

Hatırlanma hatırlatma ayıdır ramazan. Mesela, yaradılış gayemizi gözden geçirmek adına, dünyevi olanı uhrevi olandan arındırmak ve nefis muhasebesi yapmak.

Her ne kadar eleştirmeyi veya kusur görmeyi istemese de insan, ince eleyip sık dokuma müslüman. İbadet hassasiyeti gereklidir dinimizde, tabi ayıplamadan kusur aramadan dahi aşağılamadan. Hayrı şerden, kaderi nasipten ayırt edebilmeli mümin olan. Her adem; kendi nispetinde, iradesinde, beklentisi ve inanç seviyesine göre nasiplenecektir dinimizce. Rahmanın, kullarının arınması için bahşettiği Rahmet ve bereket aylarından…

Ve asıl hakikat Kaderi Mutlaktır, Cüz-i Kaderi Kullarına Lütfetmişti Yaradan. Dolayısıyla adem oğlu meşrebine göre seçecekti kaderini…

Diğer yandan ramazan ve bayram tatilerinil eğlence ayı gibi fırsata çeviren ve bu mübarek ayın

rahmetinden bereketinden bihaber tatil rezervasyonu telaşına düşen ihlas iman yoksunları da, dini ve manevi değerlerimize gölge düşürmeye devam edecektir dünya döndükçe.

Yukarıda da değindiğimiz gibi hayrın şerden şerrin hayırdan ayrılması ve kulluk sınavından geçtiğimizden dolayı, iyi de kötüde var olmaya devam edecektir, dünyanın miladı dolmadan…

İftar sofrası adı altında, daha çok oruçsuz iftarların ağırlandığı göz boyayıcı davetlerle, manevi değerlerimize gölge düşürenlerde olacaktır, ramazanı en ihlaslı manevi bir şekilde icra etmeye ve geçirmeye çalışanlarda hayat sınavında…

Velhasıl-ı kelâm yukarıda da değindiğimiz gibi ademoğlu kendi meşrebine göre yaşayıp sonunu belirleyecektir. İnşallah-u Rahman, bu manevi yolculuğu yüzümüzün dahi ruhumuzun akıyla kazanmayı nasip Kılsın İlahi Yaradan, cümle müminlere yürekten sonsuz aminlerle, vel dua vel muhabbet ile vesselam…

Erkek Merhametli Olmalı

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Hadîs-i Şerîf)

 MERHAMETLİ OLMALI  (“Huzur Bulalım Diye” kitabından)

Merhamet sevginin koruma kalkanıdır. Huzuru bulmanın, sükûna ermenin iki gereğinden biridir. Merhamet; hoşgörüye, affa, ikrama, iyiliğe sebeptir.

Erkek karısının her hatasını görmemelidir. Zira kusursuz insan da dört dörtlük bir eş de yoktur. Önemli olan, insanın iyi huylarının çok, kötü huylarının daha az olmasıdır. Erkeğin eşinin pek çok iyi huyunu görmeyip, birkaç kötü huyuna takılıp hepten kötüymüş gibi söylenmesi, şikâyet etmesi, ona ters davranması zulümdür. Erkek eşin iyi huylarını takdir ederse, eşini daha iyi olmaya teşvik etmiş olur.

Cezalandırıcı olmamalıdır: Eşinin küçük hatalarında onu cezalandırmaya çalışan bir erkek hem hanımını çok incitir, onun sevgisini kaybeder hem de hanımın yanında itibarı kalmaz. Erkek saygınlığını korumak istiyorsa çok konuşmamalı, evde her şeye karışmamalıdır.

“Otoriteyi sükût kadar arttıran bir şey yoktur.” derler. Küçük meseleleri büyütüp karısının başını şişiren mıymıntı bir adam büyük bir şey söylediğinde de bir kıymeti olmaz. Erkek evde büyük meselelere müdahale etmelidir.

Affedici olmalıdır: Hatasını anlayanın özrünü kabul etmemek de zulümdür. “Bu söz bana söylendi, daha ömür boyu unutmam, affetmem…” gibi bir katılığa sahip olmak da bir mümin vasfı değildir. İnsanlar üzgünken, kızgınken bazen karşısındakinin canını acıtmak için gerçekten öyle düşünmediği halde onu kıracak sözler söyler. Eğer eşi bunu daima yapmıyorsa affedici olmalı. Rabb’imiz affı tavsiye etmiş.

Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşmanlık etmiş olanlar da vardır. Onlardan sakının. Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Tegabun, 14)

İyi davranmalı: Rabb’imiz Nisâ suresinde erkeklere; kadınların ihtiyaç ve masraflarını karşılamalarını, onlara âdil olmalarını, güzel muamele etmelerini emrediyor.

Sadece birlikte yaşarken değil, karı-koca anlaşamadı ise ayrılırken de Allah iyilik etmeyi emretmiş: “Ya güzelce tutun yahut güzellikle (haklarını vererek)  ayrılın.” (Talak, 2)  buyuruyor. İslam nezaket dini.

İkram edici olmalı: Erkek karısının gönlünü alacak ikramlarda bulunmalı. Bu bir tatlı söz de olabilir bir hediye de. Allah Rasulü müminlere muhabbeti artırmak için güzel sözü ve hediyeleşmeyi tavsiye etmiş.

Sema MARAŞLI

KAYNAK: cocukaile.net

 

WWW.NurNet.Org

“Resulu Ekrem Efendimizin Duasi “

“Resulu Ekrem Efendimizin Duasi “

 

Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem’in hayatında duanın çok büyük bir yeri vardı. Zira “De ki, eğer dualarınız olmasaydı Rabbim size değer vermezdi.”(1) ve “Onlara de ki “Kullarım sana benden sordukları zaman Ben onlara çok yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin çağrısına icabet ederim.”(2) ayetleri onun kalbine vahyedilmişti. O bu ayetlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle hayatının her alanında, o alanın konumuna uygun ve o alana büyük bir mana yükleyen çok geniş kapsamlı dualar ederdi.

Evinden dışarıya çıkarken; Allah’ın adıyla (dışarıya çıkarım). Allaha tevekkül ettim (güvendim). Hiç bir kuvvet ve hareket Allah’ın izni olmadan gerçekleşemez. Allahım, (dışarıdaki hayatımda) dalâlete düşmekten (bir şeyin en mükemmel şekli varken onun bir düşüğünü yapmaktan) veya başkasının beni delâlete düşürmesinden sana sığınırım. Ayağımın (sırat-ı müstakimden) kaymasından veya bir başkasının benim ayağımı sırat-ı müstakimden kaydırmasından sana sığınırım. Bir kimseye zulmetmekten (haksızlık etmekten) veya bir başkasının bana haksızlık etmesinden sana sığınırım. Yapmam gereken bir işi unutmaktan, veya bir başkasının benim hakkımda yapması gereken bir işi unutmasından sana sığınırım.(3)

Yeni bir elbise giydiğinde o yeni giydiği elbisenin ismini zikrederek şöyle derdi; Allahım, hamd yalnızca sanadır. Bu elbiseyi sen bana giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve yapılış maksadının hayrını isterim. Bu elbisenin şerrinden ve yapılış maksadının şerrinden sana sığınırım.(4)

Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem yemeği bitirdikten sonra, yatağa giderken, yataktan kalkarken, bir binite bindiği zaman, tuvalete girerken-çıkarken bir yere otururken-kalkarken, hatta zevcesi ile beraber olurken bile bu ve buna benzer bir çok dua etmiştir. Bu duaları inceleyen bir kimse Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemin, hayata ne kadar büyük manalar yüklediğini, ne kadar zengin bir iç dünyaya ve ne kadar derin bir anlayışa sahip olduğu açıkça görür.(5) Meselâ bir meclisten kalkarken devamlı yaptığı şu dua ne kadar mühim ve ne kadar anlamlıdır. “Allahım senin korkundan bize günah işlememize engel olan bir pay ver. Sana itaattan bizi cennete götüren bir parça ver. Dünya musibetlerini bize hafifleten yakini bir iman ver. Allahım, bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden faydalandır. Ölümümüze kadar onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Bize düşamanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musibete uğratma. dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz; ilmimizin de ulaştığı son nokta yapma. Bize merhamet etmeyenleri üzerimize yönetici ve otorite tayin etme.(6)

Senin korkundan bize günah işlememize engel olan bir pay ver; Allahın emir ve yasaklarını çiğnemek insanı hem dünyada hem de ahirette felaketlere sürükleyen büyük bir suçtur. Günahlar insanı dünyada korkunç zarara uğrattığı gibi ahirette de insanın ebedi hayatını mahveder. Bu günahlardan dolayıdır ki insan, bir kıvılcımı dünyayı kül eden cehennemi hak eder. Bu günahlardan dolayıdır ki, insan cenneti veya cennetin daha güzel yerlerini kaybeder. Bu günahlardan dolayıdır ki, insan iç dünyasını ve ruhunu tahrip ettiği için dünyada işlemediği suç, haksızlık ve zulüm kalmaz, böyle önemli ve hassas bir mesele karşısında beşerin efendisinin bizlere öğretmek için Rabbine yakarışı: Allahım, kalbime senin korkundan öyle bir pay ver ki, nefsim günah işlemeye yöneldiğinde o korku benimle günahın arasına girsin ve günah işlemekten uzak durayım. Temiz tertemiz bir insan olayım. Bembeyaz bir defter ve parlak bir yüz ile sana döneyim..

Sana itaatten, bizi cennete götüren bir parça ver; Kalbime sana itaat duygusunu yerleştir. Beni cennete ulaştıracak kadar sana itaat etmeyi bana nasip eyle.. O cennet ki, orada hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir insanın aklına hayaline gelmeyen güzellikler, nimetler, zevkler ve tadlar var.. Zira O sevgili bir başka duasında Rabbine şöyle yakarıyordu “Ey kalpleri evirip çeviren Allahım benim kalbimi sana itaata çevir..”

Dünya müsibetlerini bize hafiflettirecek yakini bir iman ver; Yakîn, kesin bilgi demektir. Kuran-ı Kerim ölüme “yakîn” ismini vermektedir. Çünkü insan öldüğü zaman melekleri ve perde arkasındaki dünyayı gözüyle gördüğü için ahiret, cennet, cehennem, yaratıcı ve alemin hakikatı hususunda kesin bilgiye ulaşır. İşte dünyada, bu yakini bilgi ve imandan pay alan bir kimseyi, cenneti ve cehennemi görüyormuş gibi inanan bir kimseyi nakillerde perde arkası hakkında verilen haberlere yakinen bağlanan bir kimseyi, dünyanın hangi bir musibet ve belası üzebilir ki?!

Ey güzel peygamberim! Bize ne yüce bir anlayış, ne geniş bir ufuk, ne büyük bir talep öğretiyorsun!.. Allahım, perde arkası hakkında bana öyle bir iman ver ki, başıma dünyanın hangi musibet ve belası gelirse gelsin, o belalar bana bu imanla hafif gelsin, beni üzmesin..

Bu duayla Efendimiz aleyhissalat-i vesselam, Rabbinden, dünyanın sıkıntılarına karşı bir nevi ruhî donanım istemektedir. Zira bu gücün zayıflığından dolayıdır ki bir çok insan kendisine isabet eden bir bela, bir musibet karşısında ezilmekte, yıkılmakta ve ruhsal bunalımlara düşmektedir. O nedenledir ki bu dua, dünyanın her türlü acılarını, belalarını ve sıkıntılarını, çeşidi ve şiddeti ne olursa olsun, büyük bir müjdeye, kolaylığa ve rahatlığa çeviren engin bir muhtevaya sahiptir.

Allahım bizi yaşattığın müddetçe, kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden faydalandır; Bu da çok önemli ve büyük bir taleptir. Zira bir çok insan bazen gözünü kaybederek, bazen işitmesini yitirerek, bazen kendisine felç isabet ederek başkalarına muhtaç hale düşmektedir. Hele “yaşlandığımda eğer elden ayaktan düşersem ben ne yaparım?” sorusu hepimizin en büyük endişesidir. İşte günümüzde bir çok insanın kendisine sahip olamayacak duruma gelince en yakınlarının bile kendisini terkettiğini görünce bu cümlelerin ne büyük değer taşıdığını daha iyi anlıyoruz. Bize bu acıyı tattırma Allahım..

Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et; Haksızlıklar ve zulümler günden güne artmaktadır. İnsanlar, başkalarının haklarına ve hukukuna saygı göstermemektedir. Böyle olunca da hayatta bir çok haksızlıklar ortaya çıkmaktadır.

İşte böyle durumlarda Allah’ın yardımını talep etmek bizim için büyük bir teselli, huzur ve sevinç kaynağıdır. Zira bir başka hadis-i şerîfte sevgili peygamberimiz “Mazlumun bedduasından kork. Zira mazlumun bedduasıyla Allah arasında hiç bir engel yoktur.”(7) buyurmaktadır.

Bizi dinimizde Musibete uğratma; Musibet ve belamızı dinde verme. Namaz kılmamak, oruç tutmamak, günah işlemek, inancı bozuk olmak, Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmemek vb. gibi şeyleri dinde musibete uğramaya misal verebiliriz. Dünya işlerinde musibet ve belaya uğrayan bir kimse, dünyanın en büyük acılarını çekse bile, ölüm ile bütün bu acılardan kurtulur ve ahirette mutlak mutluluğun kaynağına ulaşır. Oysa dinde musibet ve belaya uğrayan bir kimse bir yandan dünya hayatını mahvettiği gibi, öte yandan ahiret hayatını da zehir eder, işte bundan daha korkunç bir felaket olamaz!.. Dininde musibet ve belaya uğramayan ve dini hayatı düzgün olan bir kimse ise hem dünyasını hem de ebedi hayatını cennet eder. O nedenle bu dua son derece mühimdir.

Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz yapma; En önem verdiğimiz, öncelikli meseleler arasına dünyayı yerleştirme. Günümüzde milyonlarca insanın en önem verdiği öncelikli meseleler arasında hep dünya gelmektedir. Dünyaya önem verip ahireti bir kenara atan bir kimse dünyayı doğru yorumlayamadığı için bir çok haksızlıklara sapar. Oysa ahireti unutmayan bir kimse ise dünyayı doğru yorumladığı için onu ebedî güzelliklere ulaşmaya bir vesîle yapar. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) dünya hayatını, bir yerden başka bir yere yolculuk yaparken bir ağacın gölgesi altında dinlenen, sonra kalkıp yoluna devam eden bir adamın ağacın gölgesi altındaki durumuna benzetmiştir. Akıllı bir insan ömür sermayesini ağacın gölgesinde harcayarak ebedi yolculuğunu perişan etmez.

Dünyayı ilmimizin ulaştığı son nokta yapma; Burada dünya ile kast olunan fizik âlemidir. Duyularla hissedilen madde alemi, şuhûd alemidir. Bir de fiziğin ötesinde, perdenin arkasında (metafizik) bir alem var.. Gayb alemi… İşte Efendimiz bu duayla şöyle demek istiyor. Ey Rabbimiz! Bizim ilmimizi bu fizik (şuhûd) alemiyle sınırlandırma.. Perdenin arkasındaki alemden de bize bilgiler ver.. İlmimiz maddeyi de aşıp madde ötesine taşsın..

Günümüzde bile pozitif bilimler dünya kadar bilimsellikle boğuşurken ondört asır önce çölün ortasında okuma yazma bilmeyen bir ümmi’nin fiziğin ötesine taşan bir ilmi Rabbinden talep etmesi ve “Allahım mevcudâtı hakikatine uygun olarak bize göster” diyerek yakarması derin bir anlayışı gösteren muazzam bir olaydır. İşte bu dualara icabet eden Rabbimiz Ona perdenin arkasından bir çok ilim vermiştir. Bu nedenle Efendimiz şöyle diyordu; “Hiç şüphesiz ki ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Sema çatırdadı. Çatırdamakta da haklı, zira semada dört parmak miktarı boş hiçbir yer yok ki bir melek alnını oraya koyup Allaha secde etmiş olmasın. Allah’a yemin ederim ki şayet siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan lezzet almaz, dağlara çıkıp Allah’ın yardımını isterdiniz.(8)”

Bize merhamet etmeyenleri üzerimize otorite yapma; Bize merahmet etmeyen bir yöneticiyi üzerimize musallat etme. Bize acımayan, şefkat ve nezaket ile yaklaşmayan kimseleri bizim üzerimize güç, kuvvet ve iktidar sahibi yapma.

Her insanın üzerinde bir otorite vardır. Bu otorite anne, baba, koca ve öğretmenden tutun da siyasi iktidara hatta uluslararası güç odaklarına kadar uzanabilir.

Bir işçinin veya memurun kendisine acımayan zalim bir patronun veya amirin altında ne sıkıntılar çektiğini müşahade ettiğimiz dünyamızda – zira bu durumdaki bir kimse ne işi bırakabiliyor ne de devam edebiliyor- halkına merhamet etmeyip sadece kendi çıkarları için çalışan yöneticilerin altında ızdırap çeken halkları gördüğümüz günümüzde ey yüce Peygamber! Senin öğrettiğin bu duanın ne demek olduğunu çok iyi anlıyoruz. En güzel selamlar senin üzerine olsun.

Rabbim Efendimiz’in (S.A.V) Dua’ları ile sana iltica ediyoruz. Rabbim Efendimiz (S.A.V)  duası ile onun ummetim kardeşlerim duasına nail olmayı nasip eylesin RABBİM AZZE VE CELLE…

HATİCE BAŞKAN

Dipnotlar:

1) Furkan: 77.

2)Bakara: 186.

3) Ebu Davud, Edeb 103, Tirmizi Daavat 34.

4) Ebu Dâvud, Libas 1, Tirmizi, Libas 28.

5) Maalesef günümüzde bir çok insan manasız ve anlamsız bir hayat yaşamakta, böylece duygu anlam ve his yoksulu bir nesil türemektedir.

6) Tirmizi, Daavât 80.

7) Buhari, Megazi 60, Müslim, İman 29.

8 ) Tirmizi, Züht 9