Bir Sıkıntı Bin Hayır Kapısı Açar!

Sual: “Çok dertlerim var. Bazen altında ezilecek gibi oluyorum. Bana bir tesellî var mı? Bu sıkıntılarımın benim için hayır ciheti var mı?”

Dünyanın hiçbir derdi bizi yıldırmamalı. Çünkü biz mü’miniz; Allah’a inanıyoruz, güveniyoruz, itimad ediyoruz. Îmânımız bize öyle bir ümit ve ricâ kapısı açıyor ki, aslında yüz bin dünya derdi de gelse yine hafif kalır, yine çekilir cinsten olur.

Fakat biz şüphesiz, dertten ve belâdan Allah’a sığınıyoruz, sığınmalıyız. Çünkü Allah’a sığınmak bir ibâdettir.

Cenâb-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanâtın, bütün mahlûkatın, bütün kullarının yegâne umududur. Herkes, her derdinde, her kederinde, her ıztırabında yalnız Cenâb-ı Allah’a sığınır, yalnız Cenâb-ı Allah’tan ümit eder. Umutların tükendiği her noktada, Allah’ın rahmet ve umut kapısı hep açıktır. Emîn olmalıyız ki, Allah Kendisine ilticâ edenlere şefkatle ve merhametle yardım eder. Mü’min, bütün kapılar yüzüne kapansa da, yalnız Allah’tan ummaya devam eder, Allah’tan umudunu hiçbir zaman kesmez.

Şu âyetlerdeki ümit bize yetmez mi?

* “De ki: ‘Rabbine kavuşmayı uman kimse, salih amel işlesin. Rabbine kullukta hiç şirk koşmasın.’” 1 “Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? O halde Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” 2

Acziyetini bilen bir kulun Allah’a tevekkül edeceğinden eşsiz bir tesellî bulacağını beyan eden Bedîüzzaman, Fâtihâ Sûresindeki “Nestaîn” 3 kelimesinin tevekkül mânâsını içerdiğini, bu mukaddes kelimenin dertli kullara tesellî verdiğini ve Allah’ın recâ ve ümit kapısını her an açık tuttuğunu kaydeder.4

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, celâlî ve cemâlî isimler vicdana tecellî edince ümit ve korku hâsıl olur.5 Allah’ın emrine muhatap olan insanlar, korku ve ümit ortasında bulunmalıdırlar. Takvâyı umarak Rabbine ibâdet etmesi gereken insan, ibâdetini hiçbir şekilde yeterli saymamalı, ibâdetine itimat etmemeli, dâimâ ibâdetinin artmasına çalışmalıdır.6 Ümidin kaynağı hiç şüphesiz îmandır. Îman, dünya ve âhireti, nimetlerle süslenmiş iki sofra olarak insanın önüne sürer. Îmân nimetini bize ihsan eden Rabbimiz, ümit bakımından bize elbette kâfidir, yeterlidir.7

Recânın ve umudun cemâlî bir tecellî olduğunu8 kaydeden Üstad Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın, tesellî isteyen kullarının dâima refîki, en yakın arkadaşı ve en sâdık dostu olduğunu, recâ ve umut makamı mâhiyetinde, şefkatini kullarından aslâ esirgemediğini9 beyan eder.

Üstad Hazretlerine göre, mü’min için hiçbir zaman umutsuzluk ve yeis söz konusu değildir.10 Ölüm bile mü’mini ye’se ve ümitsizliğe atamazken, mü’minin başka hangi sebeple ümitsizliğe düşmesi beklenebilir ki?

Zira ölüm yokluk ve umutsuzluk kapısı değildir.11 Mü’min için ölüm, mekân değiştirmekten ibârettir. Kabir ise, karanlıklı bir kuyu ağzı değil, nûrâniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünyâ da bütün ihtişâmıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Dünya zindanından Cennet bahçelerine çıkmak, dünya hayatının rahatsız edici dağdağalarından rahat âlemine ve ruhların uçtuğu meydana geçmek ve mahlukâtın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Rahmân’ın huzuruna gitmek bin can ile arzû edilir bir seyahattir ve eşsiz bir saadettir.12

Cenâb-ı Hak ölüm esnasında bu can ve ten mülkünü bizden, bizim için muhafaza etmek üzere alacak, fakat sonra tekrar geri iâde edecek ve fiyat olarak da—inşâallah—Cenneti ihsan edecektir.13

O halde Allah’a dayanmalıyız, Allah’a sığınmalıyız, Allah’a duâ etmeliyiz. Dünyanın hangi sıkıntısı olursa olsun; bilmeliyiz ki, bir kapıyı kapayan Rabbimiz, bize sayısız kapı açmaya kâdirdir. Ve yine bilmeliyiz ki, sabrettiğimiz ve Allah’tan ümidimizi eksik etmediğimiz takdirde, her sıkıntının perde arkası mutlak hayırdır, mutlak sevaptır, Allah’ın rızâsıdır ve her sıkıntı aslında birer âhiret azığı teşkil etmektedir.

DUÂ

Ey Dâfi’ü Kerîm! Zorluklarımızı kolaylıklara, darlıklarımızı genişliklere, korkularımızı umutlara, dertlerimizi devâlara, musîbetlerimizi rahmetlere, hastalıklarımızı âfiyetlere, seyyiâtımızı hasenata tebdil eyle!

Aczimizi kudretine, zaafımızı kuvvetine, fakrımızı gınana şefaatçi kıl! Bizi emrettiğin gibi dosdoğru istikametten ayırma! Âmin!

Süleyman Kösmene

www.saidnursi.de

Dipnotlar:

1- Kehf Sûresi: 110. 2- Âl-i İmrân Sûresi: 159, 160. 3- Fâtiha Sûresi: 5. 4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 32. 5- A.g.e., s. 66. 6- A.g.e., s. 154. 7- Şuâlar, s. 85. 8- İşârâtü’l-İ’câz, s. 66. 9- A.g.e., s. 32. 10- Sözler, s. 580. 11- Mektûbât, s. 13. 12- Sözler, s. 187. 13- A.g.e., s. 31.

 

Günahkar Psikolojisi

“Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf; 53)

“Günahın açığını da, gizlisini de bırakın.” (En’am 120)

Günah, cennet yurduna giden nurlu yolda, bizi yolumuzdan alıkoyabilecek en büyük engeldir. Bu engeli çıkaranların başında ise şüphesiz nefsimiz gelir. Nefsin çok çalışkan ve kurnaz olması ise,bu yoldaki ilerlememizi daha da zorlaştırır. Aslına bakılırsa nefsimizle her an bir mücadele içindeyiz. Burada asıl sorun şu: 

Günah işledikten sonraki psikolojik durumumuz, nefsimiz tarafından yönlendirilebilmektedir. Nitekim ’günahkar’ bir insan, nefsi tarafından yanıltılmaya çok uygundur.

Haftalar süren izlenimler neticesinde ortaya çıkan çalışmamızın bir kısmını bu yazıda neşrederek, günahkar insanların ortak psikolojisini ve farkedilmeden nefsimiz tarafından nasıl yönlendirilebileceğimizi ortaya çıkarmaya çalıştık.

Bu çalışmamızda günahkar psikolojisini dörde böldük. Bunlar:

1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırmak

2-Güvence altında olduğunu zannetmek

3-Başkalarıyla karşılaştırmak

4-Umutsuzluk evresi

 1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırma evresi:

Günah işledikten sonra yaptığının bir hata olduğunu kabullenmekle başlar bütün süreç. Artık bir yola girilmiştir. Nefsin aldatmasıyla yapılan tek şey, o yolda olmanın aslında doğru olabileceğine, bu durumda olmaya mecbur kalındığını veya göründüğü kadar kötü olmadığına inandırmaktır kendini.

Zaten diğer evrelerdeki düşünceler, bu evrenin mahsulü olarak karşımıza çıkar.

Her insan, hangi konuda olursa olsun kendini haklı görmek istediği için, artık içinde bulunduğu bataklığı çiçeklerle kaplamaya başlar.

Fakat bu günah bataklığının üstünü güzel çiçeklerle süslemek, altında kötü kokular saçan bir bataklık olduğu hakikatini değiştirmez.

Sonuç itibariyle nefis devreye girerek  bazı gönül rahatlatıcı sözler fısıldar. Genç insanlarda özellikle şu düşüncelerin hakim olduğunu gördük:

’Namaz kılmıyorum ama gönlüm temiz’

‘Bu zamanda günah olan şeylerden uzak durmak zaten imkansız’

‘Benim kız/erkek arkadaşım var ama böylelikle başka kızlara/erkeklere

bakmıyorum’

‘Biliyorum bu yaptığım günah ama ne yapayım işte…’

‘Gıybet gibi olmasın ama…’ (fakat konuştuğu gıybettir)

‘Beni bilen nasıl olsa biliyor’ (Allah beni kabul edecekse böyle kabul

etsin der gibi)

 2-Güvence altında olduğunu düşünme evresi:

Her çukura düşen insan elinden tutacak birisini bekler. Her yerde ve mekanda bir umut belirsin ister. Çoğu kez de bir umut vardır. Ama şu da bir gerçek ki, her umut olarak gördüğümüz şey, bizim için bir umut kaynağı değil, bilakis bir hüsran sebebi olabilir.

İşlenilen günahların ardından bir çok insanda bu psikoloji hakim olmaktadır. Yaptığı şeyin günah olduğunu bilen mümin, bu sefer kendisini güvende hissetme arzusu besler. Bu duygu neticesinde, işlemiş olduğu günahtan duyduğu azabı bastırmak ister. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çok insan dinimizce bizlere bir dayanak noktası ve bir umut ışığı teşkil eden bazı şeyleri (Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bilmemiz gibi mesela) kendi vicdan azaplarını gidermek için ‘sömürmesi’ , mümin insana yakışır bir hareket değildir.

Nefsimiz, bizlerin böyle bir lükse sahip olduğumuz inancına kaptırmaması için bu psikolojik evrede meydana gelen bazı yanlış düşünce ve fikirleri sayalım:

‘Yanar yanar çıkarız. Nasıl olsa müslüman değil miyiz. Eninde sonunda Cennete gireceğiz’

‘Bu günahı işledim ama öte yandan……. sevaplarım var’ (ameline güvenmek)

 3-Kendini diğer insanlarla karşılaştırma evresi:

İnsanoğlunun vazgeçemediği bir şey varsa o da kendisini başkalarıyla karşılaştırmaktır. Bundan büyük bir lezzet alır insan.

Diğerleriyle malını mülkünü karşılaştırıp, kendisinde daha fazla olduğunu görünce, insanlar bir haz duyamayacaksa, onca maddi varlığın ne kıymeti var değil mi?

Fakat bir çok insan sadece bununla da yetinmeyip, aynı düşünce tarzını manevi boyutlara da taşımaktalar. Böylelikle 2. maddede zikrettiğimiz, kendini güvence altında hissetme arzusu tatmin edilmiş bulunuyorlar.

Gariptir ki, kendisini karşılaştırdıkları insanlar, kendilerine nazaran daha günahkar olan, dini emirleri kendilerinden daha az yerine getiren insanlardır.

Elbette öyle olacak…

Nefis, kendimizi bir islam alimi veya sahabelerle karşılaştırmamıza izin verse işsiz kalırdı.

Onu da becersek, o sahabeydi, büyük bir evliyaydı, ona zaten yetişemezsin gibi sun’i fikirlerle aklımızı çelmeye çalışır, böyle bir karşılaştırmanın saçma olduğu kanısına varmamız için de elinden geleni yapardı ya neyse..

Çoğu kez de,okulda öğrendiği gibi, iki yanlış bir doğruyu götürür mantığı çerçevesinde yapılan karşılaştırmalar veya kendi eksiklerini diğer insanlarla karşılaştırarak rahatlamak da bu evrenin içine katılabilir.

Gözlemlerimiz neticesinde dikkatimizi çeken bazı örnekler:

‘Başkaları neler yapıyor, benin işlediğim günahtan ne çıkar ki?’ (günahı küçümsemek)

‘…. bile beceremiyor, ben nasıl bu günahtan uzak durabilirim ki?’

‘Evet … günahlarım var ama öte yandan …. sevaplarım, iyi yönelerim var’ (kendi fiilerini karşılaştırma/iki salih amel bir günahı götürür mantığı ismini verdiğimiz psikoloji)

 4-Umutsuzluk Evresi

 İşlediği günahların yükünü taşıyamayıp bu bataklıktan kurtulamadığı için, her şeyden umudunu kesip, daha çok günahların içinde boğulan insanları gördünüz mü?

Ben çok gördüm. Eğer bir insan işlediği günahlardan dolayı daha çok ümitsizliğe kapılıyor, direncini yitiriyorsa, bu nefsinin, onun üzerinde kurmuş olduğu hakimiyetinin en bariz göstergesidir.

Bu evre hem çok önemli olduğu, hem de diğer yazımızda bu konuya değineceğimiz için, ümitsizliğe düşmüş insanların sarfettiği bazı cümle ve düşünceleri örnek vererek yetiniyoruz:

‘Benden zaten adam olmaz’

‘O kadar günahım var, namaz kılsam ne olacak ki sanki?’

‘Zaten batacağım kadar günaha batmışım, işlediğim günahlara devam etsem de etmesem de benim için  bir’

Bu evrelerin her insanda meydana gelmesi veya saydığımız sıralamaya uygun olması gerekmez. Amacımız, bu düşüncelere kapıldığımızda, bunların nefsimizden geldiğini bilmemizi sağlamak ve günahkar insanların savaştıkları psikolojik durumlarını hatırlatmaktı. Elbette ki her madde için ayrı bir yazı neşretmek gerekir, fakat konumuz çok kapsamlı olduğu için bu kadarıyla yetindik.

Şunun tekrar altını çizmekte fayda var: Evrelerdeki zikrettiğimiz düşünceler, ancak işlediğinin günah olduğu bilincine sahip olan insanlarda meydana gelir. İşlediğinin günah olduğunu tam anlamıyla idrak etmemiş olan insanlar da meydana gelmesi çok az rastlanılan bir durumdur.

Bu yazımızda sadece problemlerden bahsettik. Müslümanların neden günah işlediğini ve bundan kurtulmak için ne gibi çözümlere başvurabileceğimizi diğer yazımızda konu edineceğiz.

Hiçbir kaynağa başvurmadan ortaya çıkan çalışmamızı neşrettiğimiz bu yazıda, elbette ki eksikler veya yanlışlar mevcut olabilir.

En iyisini Rabbim bilir

Hüseyin Tuğrul

www.NurNet.org

Allah deyip girdiğinde hizmet ummanına dağlar erir…

Allah deyip girdiğinde hizmet ummanına dağlar erir, taşlar erir yol olurda koşarsın. İla-i Kelimetullahı maksat yaptığında ne kurşunlar saplanır sinene, ne tonlarca ağırlığında kendini bilmez insanların söylemiş olduğu sözler deler geçer kalbini.

Zaman zaman hüzün çöker gönlüne fakat hatırlarsın Üstadının sözünü ”Ümitvar olunuz” diyerek. Korkmadan, eğilmeden, bükülmeden, cesurca, mertçe dimdik ayakta durarak anlatırsın davanı ve attığın her adım inletir toprağı ”Allah Azze ve Celle” dedikçe.

Kimi zaman tesir eder sözlerin kalpleri yumuşatır, taş kalpleri bile eritir, gönül köprüleri kurdurur gönülden gönle. Kimi zaman ise gözlere perde inmiş görmüyor, kulakları sağır olmuş duymuyor, kalpleri mühürlenmiş almıyor. Fakat hep ümitvar olursun. Çünkü Cenab-ı Hakkın esması sana yol gösterir.

Kula kulluk etmez Yaradan’a sığınırsın. Kâinatı Yaradan’a. Coşar kalbin Allah (C.C) diye attıkça ve coşar yine gönlün Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa Aleyhissalatu Vesselamın sünnetini ihya ettikçe. Bir rehber ararsın bu zorlu yolda bir rehber. Bir kapı var uhreviyet namına çalınacak ve o kapıdan girdiğinde peygamberin gülü geliyor, mücedditler içinden bir müceddit geliyor, sağlam bir rehber ”Üstad Bediüzzaman” geliyor. İla-i Kelimetullah için ömrünü adamış bir dava adamı karşılar seni kapıda.

Dava İslam, kitap Kur’an, Kılıç Kur’an’ın kılıcı, çağın tefsiri ”Risale-i Nur”. Açıldıkça açılır gönlündeki ummanlar Risale-i Nur hakikatlerini okudukça; kapandıkça kapanır, adeta yok olur kin, nefret, enaniyet, gıybet ve riya kapıları.

Amaç Allah (C.C) Rızası, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V), Rehberimiz Bediüzzaman, kıyamet geliyor etmeyin AMAN!

Yaradan’a emanet olun. Kâinatı Yaratana.

Zehra Gül

Kuantum Fiziği

Tahavvülat-ı zerrat, yani zerrenin değişimi veya diğer bir deyişle fizikteki atomun ve atom altı zerrelerin (partikül) hareketinin incelenmesidir veya bunun fizikteki karşılığına kuantum mekaniği de denir. Kuanta, Latince’de fani zerre demektir. Kuantum mekaniği de zerrelerin hareketlerini inceleyen ilim dalıdır.

Üstad Bediüzzaman, zerreden bahseden 30. sözün başında, Sebe suresinin üçüncü ayetini yorumlarken, üç tane keşfi zikretmiş oldu. Bunlar:

1- Atom altı ve atom-üstü parçacıklar

“Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık kitaptadır” ayetinden;

Zerre, bileşik kabul edilse, daha küçükleri moleküller olur. Molekül, zerre kabul edilse, daha küçük atomlar vardır. Zerre eğer atom kabul edilirse, ondan daha küçük partiküllerin var olduğunu ima etti. Zerre proton kabul edilse, ondan daha küçük kuarklar var. Zerreden daha küçük, atom-altı parçacıkların varlığını ayetin açık manası yorumladı.

2-Zerrelerin paket halinde bulunmaları

“Şu ayetin pek büyük hazinesinden bir miskal zerre miktarında yani zerre sandukçasında olan cevheri gösterir.” ifadesiyle Üstad:

Zerrelerin bir sandukça (paket) içinde olduklarını ifade etti, mesela proton paketi içinde üç tane kuark alt zerresinin yer aldığı gibi. Nötronda da üç tane alt zerre, farklı kombinasyonda vardır. Işığın da paketler halinde demetlenerek yayıldığı belirtiliyor.

3-Zerrenin iki özelliği: dalga ve partikül (madde ve madde akımı)

Tahavvülatı zerrat, Nakkaş-ı ezelinin kalem-i kudreti, kitab-ı kainata yazdığı ayat-ı kevniyenin hengamındaki ihtizazatı (dalgalanması, Mevlevi gibi dönmesi, titreşimi) ve cevelanıdır.(Akması, madde olarak bir partikül özelliği göstermesidir. )” ifadesinden;

Kuantum teorisinin temeli olan Planks ve diğer ilim adamlarının ortaya koyduğu hem ışığın, hem de diğer maddelerin hareketlerinde iki özelliğinin olduğu ve bunların dalga (wave) ve zerre (particle) özelliği göstermelerinden Risale-i Nur tarafından keşfediliyor. Zerrenin ihtizazatı (zerrelerin dalga özelliğidir. ‘wave’). Akmaları ise, partikül yani madde akımı özelliklerini göstermeleridir. Misal olarak, elektron dalga özelliğinden, elektron mikroskopları yapılmış, elektronun maddi akımı özelliğinden de elektrik akımı ile ampüllerin yanması sağlanmıştır. Barajlardaki suyun, türbinlerde elektrik akımına çevrilerek şehirlere nakledilmesi elektronun madde akımı özelliğindendir.

4-Belirsizlik kanunu

Elektron 1897 yılında J.J.Thomson tarafından keşfedildi. Nötron ise, 1932 yılında keşfedildi. Kuantum teorisine göre, elektron çekirdeğe sınırlandırılamaz yeri tam belli değildir. Elektron , çekirdek etrafında ip gibi bir yörüngede değil, fakat belli bir uzayda ve bir bulut halinde bulunuyor.

Kuantum kimyasına göre, bir anda nerede olduğu bilinmemekle birlikte, bulunabileceği muhtemel yerlerden söz edilebilir deniyor. Bu yüzden, protonla birleşip birbirini yok edemez. Bunu böyle dizayn eden, bu hikmetleri sonsuz ilmiyle bilendir.

Zaten ayetin başlangıcında, gaybı ancak Allah (C.C.) bilir diyor. Sanki, elektronun bir andaki yeri belirsizdir. Bir bulut şeklinde bir yörüngededir. Bir ip şeklinde değildir. Bir andaki yeri belirsizdir. Muhtemelen, belli bir yerdedir. Ancak Allah(C.C ) bilebilir.

Mustafa Ertem   
www.saidnursi.de

Hür kadınlar…

Lemaat, Bediüzzaman’ın ilk eserlerinden biridir. 1921 yılında Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası iken telif edilmiştir.

LEMAÂT’TAN KADINLARIN HÜRRİYETİNE DAİR

1. Cihan Savaşında mağlub olan Osmanlı payitahtı İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgale uğradığı dönemde Bediüzzaman boş durmamış Hutuvat-ı Sitte, Lemaât, Sünûhat, Şuaât, Rumuz, Tuluât isimli eserlerini yazmış, Anglikan Kilisesinin suallerine cevap vermiştir.

Hareketli yıllardır 1920-1921 yılları… Bediüzzaman Yeşilay Cemiyetini kuranlar arasındadır. İstanbul’da son meclis-i mebusan açılırken, TBMM de Ankara’da açılmıştır. Türkiye’de Komünist Partisi kurulmuştur. Bediüzzaman 1921’de Şeyhülislâmın fetvasına karşı fetva vermiştir. Beri yanda İnönü ve Sakarya Savaşları yapılmıştır.

(Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Şubat 2005, Kronolojik Bilgiler, s. 1476)

ÇEKİRDEKLER, MEYVELER…

Bediüzzaman, oluşacak yeni dünya düzeninin çekirdeklerini net bir şekilde müşahede etmiş, atılan tohumların vereceği meyveleri görmüş ve bir ıslâhatcı kimliğiyle problemlere reçeteler hazırlamıştır.

Kadınlar âlemi için hazırladığı reçete de bunlardan biridir.

Lemaât’ta yer alan hanımlarla ilgili bölüm günümüzdeki kadın meselelerinin hem çekirdeklerini, hem çiçeklerini, hem meyvelerini içinde barındıran kısa, şiir gibi, ama şiir olmayan nefis ifadeler ihtiva eder.

Kendi ifadeleri ile talebeleri için kaleme aldığı “küçük bir mesnevî ve imânî bir divan” dır.

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli” başlığı problemi ve çözümü, tohumu ve meyveyi içinde barındıran veciz, aynı zamanda formül bir cümledir.

BOL UCUZ MAL, SÜS VE EĞLENCE

Sanayi Devrimiyle evde üretimin azalıp, fabrikaların çoğalmaya başlamasıyla kadın da yavaş yavaş evinden çıkmış, dışarıda çalışmıştır. Bütün dünyayı saran gelişmeler Osmanlı için de geçerlidir. Bunu müşahede eden Bediüzzaman menfî gelişmelerden mesul gördüğü erkekler için yaptığı tesbit orjinaldir: “Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayasızlıkla erkekleşirler.”

Sefih medeniyetin etkisiyle kadınlar bu yeni hayatlarında “hürmet” görmedikleri gibi ortalıkta bol bulunan “ucuz mal” muâmelesine de tabi tutulurlar.

Mimsiz medeniyet kadını işyerlerinde, fabrikalarda çalıştırırken beri yanda süslenip, eğlence dünyasındaki yerini de almasını ister. Çalışma hayatının yorgunluğu ancak böyle atılır (!)

KUR’ÂN ECZAHANESİNDEN TERTİB EDİLEN İLÂÇ

Lemaât’ta “Kadının rahatı, ev ve aile hayatı ortamındadır” der Bediüzzaman. Kadın için en güzel zinetin ve bakımın temizlik, iyi ahlâk ve şefkat olduğunu belirtir. En iyi eğlencesiyse çocuklarıyla masumane yaptığı sohbetlerdir…

Bediüzzaman’ın Kur’ân eczahanesinden formüle ettiği bu ilâcı “Evinden dışarıya çıkma, hapsol!” anlamında yorumlamak (sahabe hanımlarının hayatı yıldızlar gibi parıldamaktayken) hakikate haksızlık olur.

“Kadının rahatı, ev ve aile hayatı ortamındadır” ifadesini “Hayatının merkezine yuvanı, eşini ve çocuklarını al! Önceliğin onlar olsun. Aksi halde zarar görürsün!” şeklinde anlamak çok daha gerçekci olacaktır.

Zira çalışan kadınlar üzerinde özellikle Batıda yapılan araştırmalar artık kadınların ev merkezli bir hayatı özlediklerini ortaya çıkarmıştır.

Batıda sosyal bilimciler kadınlar üzerinde yapılan bu araştırma neticelerini “Modern kadının uyanışı” olarak nitelendiriyorlar.

Kaldı ki, vefat eden Papa II. Jean Paul’ün de ölmeden önce kadın ve aile üzerine verdiği mesajlardan biri de şuydu: Kadınlar evine dönmeli!

GERÇEK HÜRRİYETE KİM ÇAĞIRIYOR?

1920’li yıllardan günümüze yaklaşık yüzyıllık süre geçmişken bu tabloda sizce değişen, güncelliğini yitiren bir tesbit var mıdır?

Tüketim ekonomisinin acımasız çarkları kadını ucuz işçi konumunda sabahtan akşama köleler gibi çalıştırırken, beri yandan da “Kendini süslemeyi ve eğlenmeyi, bu arada bizi de eğlendirmeyi unutmamalısın!” şeklinde verdiği öğüdü ne kadar samimidir sizce?

Sefih medeniyetin, kadınlaşan erkekleri ve erkekleşen kadınlarıyla yaptığı bu çağrının insanlığı nerelere getirdiğini hep birlikte müşahede ediyoruz. İnançsızlıktan kaynaklanan içindeki o büyük boşluğu neyle dolduracağını bilmediği için eğlence dünyasının maskarası hâline gelen, heveslerinin esiri olmuş, hayvanlardan aşağı mertebelerde hızla yol alan bir insanlık…

Beri yanda merhamet ve şefkatle kadınları kurtuluşa çağıran Kur’ân’ın sesi…

Sizce hangisi kadına gerçek hürriyetini sunuyor?

Yasemin GÜLEÇYÜZ

www.saidnursi.de

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version