Etiket arşivi: ahirzaman

Tahribat ve günahlara karşı sığınak nedir?

Tahribat ve cazibedar hevesat zamanında yüzer günahın hücumuna karşı korunmak için neler yapılmalı?

Öncelikle ayetin“Yaklaşmayın!” uyarısına kulak vermek gerekir. Pek çok haram ve yasak öncesinde bu ikaz vardır. Haramın çekim alanına yaklaşmamak gerekir. Tez elden istiğfar ve tövbe ile ön tedbir alınmalıdır. İşlenen günahın ardındaki pişmanlığı küçümsememek lazımdır. Aksine nedameti etkin hâle getirerek davranışlarımızı tashih etmeliyiz.  Buradaki hassasiyetin kesinlikle sabır, gayret ve azimle zinde tutulması gerekir. Musîbeti şekva ile değil sabır ve hikmetle karşılamak gerekir. Kişi cisminin küçüklüğüne bakıp da günahları küçük görmemelidir. Kendisine karşı günah işlenen Zatın büyüklüğüne bakılmalı. Çünkü kalbin katılığından bir zerre, şahsî âlemin bütün yıldızlarını karanlığa tutturur.

gunahAyrıca Allah bir deyip de O’nun yerine yahut yanına koyduğumuz nice şeylerle gizli/açık şirke düşme ihtimalini de unutmamak gerekir. Bu zamanda özellikle sosyal medya marifetiyle de günah bir iken bin olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Nefsimizin her nevi şer ve kötülüğü işlemeye meyilli olduğunu bilerek, onu temize çıkarmayıp, avukatı olup savunmayıp aksine ıslahı için fiili ve kavli dua etmeliyiz. Her nevi iradenin ön kademesi olan hayalin kötü ve günahlı tahriklerden uzak tutulması lazımdır. İşte bütün bunlar için mevcut olan imanın bir an önce kuvvetlendirilerek takva ile muhafaza edilmesi lazımdır. Yapılan ibadeti, yasak savma pozisyonundan çıkarıp huşu ile icra etmek, huzurda hissetmek adına ruhanî ve manevî zevk ve hâl ile yapılmalıdır. İşte bütün bunları özetleyen ifade olan takva ve salih ameli ihlâsla yoğurup imanî derslerle uzun ömürlü hale getirilmelidir.

Tahribat ve günahlara karşı en mühim siper takvadır. İmandan sonraki işimiz budur. Bediüzzaman Hazretleri, gayet ehemmiyetli gördüğü hususu Kastamonu Lâhikası’nda bir mektupta dile getirir. Ahirzamandaki tahribat ve menfi cereyanın dehşetine karşı takvanın esas alınması gerektiğini söyler.

Takva, haram ve günahlardan Allah emrettiği için sakınmaktır. Günahtan kaçınmak Allah’ın emridir. Allah’ın emrini yerine getirmek, yasakladıklarından sakınmak ibadettir. O halde bir nevi menfi ibadet ismiyle de tanımlanan bu amelin özünde Allah rızası için yapmak anlamındaki ihlâs vardır ve olmalıdır. İfsat ederek yoldan sapmaya sebep olacak her nevi davranıştan sakınıp, büyük günahlardan uzak durmak gerekir. Bu anlayışın esas olduğu hayat; Allah’ın (cc) emrettiği, Resul-i Ekrem’in (asm) özendirdiği doğru davranışlarla tezyin edilmeli.

Ahlâkî ve Kur’anî terbiyenin sarsıntıya uğradığı, zulmetli bir anarşiliğin, zulümlü bir dinsizliğin ifsada başladığı bir zamanda doğrusu salih amelin her zaman işlenmesi mümkün gözükmemektedir. Bir haramın terki vaciptir, şarttır. Bir vacibin işlenmesi çok sünnetlere mukabil sevabı var. Böylesi dehşetli bir zamanda bir günahtan çekinmek anlamındaki takvalı davranışla işlenen vacip, çok sünnetlere bedel sevabı olan bir amel-i salihtir. İhlâsla kuvvetlendirilen takva sığınağına girenleri bekleyen bir başka manevi bir ortak sığınak daha var o da iştirak-ı a’mal-i uhreviye denilen ahirete ait işlerdeki ortaklık, bu zamanda ayrı bir kuvvetli koruyucu kalkandır. Birbirimiz hakkında yaptığımız dua ve teşvikler, takva kalesine yardım ederek kalkanın mukavemetini artırmaktadır.

Takva kalesinde bütün donanımlar yeniden ve her seferinde gözden geçirilir, yenilenir, güncellenir. Zira dışarıdaki ifsat düşmanı sürekli yenilenerek gelmektedir. Tek başımıza karşı koymanın yetersiz kaldığını idrak ederek cemaatî anlamdaki manevi ortaklık bu bağlamda da çok önemlidir.

Ve ahirzamanda yaşayan mü’minler olarak gıyabımızda dua almaya ve dostlarımıza da sürekli duaya devam etmek gerekir.

Mehmet Çetin

Unutkanlık Üzerine

Hani Rabbin meleklere demişti ki: ”Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Ona suret verip yarattığım ruhtan üflediğimde, hepiniz onun önünde secdeye kapanın.” Meleklerin hepsi birden ona secde etti. Ancak iblis müstesna. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.
Allah buyurdu ki: ”Ey iblis! Kudretimle yarattığım şeye seni secde etmekten alıkoyan nedir? Kibir mi taslıyorsun; yoksa gerçekten yücelerden misin?”
İblis ”Ben ondan daha hayırlıyım.” dedi. ”Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.”
Allah buyurdu ki: ”Öyleyse çık Cennetten. Artık sen kovulmuş biri sin. Kıyamet gününe kadar lânetim senin üzerinedir.”
İblis ”Ey Rabbim, onların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi.
Allah buyurdu ki: ”Sen mühlet verilenlerdensin. Bu mühlet, İlâhi ilmimizde vakti belli olan bir güne kadardır.”
İblis dedi ki: ”Senin izzetine yemin olsun ben onların hepsini azdıracağım. Ancak onlardan ihlasa erdirdiğin kulların müstesna.”
Allah buyurdu ki: ”Bu doğrudur ve Ben hakikati söylüyorum: muhakkak ki cehennemi sen ve sana uyanların hepsiyle dolduracağım.” — Sa’d süresi 38:71-85.
Ve İblis huzurdan ayrıldı. Artık şeytanın hikayesi başlamıştı… Şeytan durdu ve bir süre düşündü. İşe nereden başlanabilirdi? Neler, nasıl yapılmalıydı? İnsanlara ‘haydi Cehenneme birlikte gidelim!’ demekle bu iş olmazdı. Cehennemi, Cennet gibi göstermek gerekirdi. İnsanoğluna düşman olduğu halde dost görünerek onları kandırmak şimdi elzem olmuştu. Soldan yaklaşamadığı birisine sağdan da yaklaşabilmeliydi. Strateji, ince ve hileli olmalıydı. Bu, pek de kolay görünmüyordu.
Bir kibir uğruna üstlendiği vazifenin ağırlığı çöktü omuzlarına. Vazifesini zorlaştıran bir dizi faktörle karşı karşıya olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Her şeyden önce insan, İslam fıtratında yaratılıyordu. Ve içinde yaşadığı kainat ta buna şahitlik ediyordu. Semavi kitaplar ve peygamberler de buna apaçık deliller teşkil edeceklerdi. Ve azdıramayacağı ihlasa erdirilmiş insanların her birisi onun yolunda aşılması imkânsız birer dağ gibi duracaktı. Velhasıl işi çok zordu. Ve kendi kibirlenmesini hatırladı. Allahın bir emrine kasten karşı gelerek sonra tevbe etmemekte direnmenin cezası her halde ebedî cehennem olacaktı. Acaba bütün bunlara değer miydi?
Dönüp özür dilemek, bütün bu lânetli işleri binlerce sene sürdürerek sonunda ebediyyen ateşte yanmaktan daha kolay olmasındı? ‘Ama hayır’ dedi, ‘bunu kesinlikle yapamam.’ Ben muhakkak ki üstün bir mahlukum ve bunun anlaşılmadığını düşünüyorum. Hem bunun artık dönüşü olmadığını ve tövbemin de kabul edilmeyeceğini zannediyorum. Artık vakit geçirmeden işe koyulmalıyım!
Ve bunun üzerinden bin yıllar geçti, zaman gele gele asr-ı saadet oldu. Şeytan, bu geçen zaman süresince yeryüzünün diğer toplulukları gibi Arabistan toplumu üzerinde de, o ilk baştaki iddiasında oldukça etkili olmuştu. Son Kitabın ve Peygamberin (s.a.v.) gönderildiği ortamda cahiliyet ve gericilik diz boyu yaşana gelmekteydi. Bu insanlığın en bedevi kavmini kendi kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye kadar götüren azgınlık şekillerinden birisi de açık saçıklıktı. Hatta öyle ki, Kabedeki putlar bile müşriklerce açık saçık biçimlerde ziyaret ediliyordu.
İşte bu zamanda ve ortamda gönderilen Resul (s.a.v.) ve nazil olunan Kur’an, inananlara tesettürü emrediyor, nazarları helâl olmayana sarf etmeyi yasaklıyordu. Ve bu dairede hareket etmeye çabalayan mü’minlerin kuvve-i hafızalarındaki netlik hemen dikkati çekiyordu. Hz.Peygamberin (s.a.v.) kendisine Cebrail (a.s.) vasıtası ile vahyedilen ayetler, bunları ilk kez ve bir kez duyan insanların hafızalarına yanlışsız kaydediliyordu. Keza Resulullahın (s.a.v.) sözleri ve halleri de bu keskin nazarlarda eksiksiz iz düşümünü derhal buluyordu. Bu insanların kuvve-i hafızaları bir çocuk kadar saflaşmaktaydı. Onlar için bir şeyi bir kere görmek veya duymak, hiç unutmamacasına öğrenmek için yeterliydi. Ve böylesi berrak nazarlarda ve keskin hafızalarda kazınan bu sözlü kültür birikiyor, birikiyordu.
Yine günlerden bir gün hadis konusunda uzman on âlim toplanarak, hafızasında bir milyondan fazla hadisin senetleri ile var olduğu söylenen İmam-ı Buhari’yi denemek için, herbiri senetlerini karıştırarak kendisine on adet hadisin doğruluğunu sorarlar. Hepsini baştan sona dinleyen İmam, söz konusu yüz hadisi soru sırası ve doğru senetleri ile sıralar. Bu muazzam kültür birikimi ve öğrenileni unutmama hâli, mü’minlerin hakikat noktasında bildiklerinin bütünü ile düşünüp, bu bütünlük içinde yaşamalarına imkân tanıyordu. Çoğunluğunu eğitimsiz hatta ümmî insanların oluşturduğu bu toplumun birike gelen İslamî kültürü, onun fertlerinin günlük hayatlarında bir bilinç motifi olarak her zaman yansımaktaydı.
Mü’minler, aciz ve fâni oldukları, bu dünyada bir imtihan yaşadıkları, Allah ve ahiretin var olduğu gerçeğini hiç unutmadan yaşıyorlar, toplumsal ilişkilerini de bu gerçeklikle düzenliyorlardı. Ve ehl-i İslam, kendilerini insanlığın zirvelerine çıkaran bu halin bereketli meyvelerinden çok ama çok memnunlardı. Fakat bu durumdan hiç de memnun olmayan birisi vardı. İblis. O bu hali kıskanıyor ve içi içini kemiriyordu. İlk insanın yaratılışındaki isyanına uygun olarak, düşmanı olan insanın yaratıcısı ve ahiret ile bağını koparması, unutmadıklarını unutturması gerekiyordu. Yoksa bu iddiasını kanıtlamak ve kendisi ile aynı yolun yolcularını bulmak çok zor olacaktı. Pek te aptal olmayan şeytanın, tesettür ve harama sarf-ı nazar etmemek emrine ittiba ile, göz kamaştırıcı parlaklıktaki kuvve-i hafızalar arasındaki paralel ilişkiyi fark etmemesi imkansızdı. Bu çerçevede neler yapabilirim diye kara kara düşünmeye başladı…
Şeytanın mahiyeti ve düşünce sistematiği bütün detayları ile kendisine bildirilen Hz.Peygamber (s.a.v.) daha o zamandan, mucizevî bir tarzda, zaman içinde gitgide şiddetlenecek ve ahir zamanda doruğa tırmanacak olan bir umumi hastalığa karşı mü’minleri açıkça uyarıyordu; ”Ahir zamanda hafızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor”.
Evet, bu şeytanî tasarının adı ‘unutkanlık hastalığı’ olacaktı ve iblis planlarını bu eksende hazırlıyordu. ‘Benimle beraber cehennemlik olacakları belirlemek için ehl-i İslam ve İmana Allahı ve ahireti unutturmak gerekir’ diye kurgulamaya devam etti iblis. ”Bu ‘unutturma’ işini gerçekleştirebilmek için şu ‘unutmayan’ parlak kuvve-i hafızaları bozmaya çalışmalıyım. Bu da ancak harama nazar ile mümkün olabilir. Bunun için de tesettür emrine ilişmek şarttır.” Şimdi şeytanın ehl-i İslam üzerindeki yeni planının ana hatları belli olmaya başlamıştı. Ve bunun devamında ikinci bir safha başlayacaktı. Bunları uygulama safhası. Şeytanın fikrince, tesettür emrini kırmak için açık saçıklığı daha da teşvik etmek gerekirdi. Bunun için nefsinin heva ve heveslerine tabi olmuş kişilerden gönüllü yardım alınabilirdi…
Derken o zamanın üzerinden bin dört yüz şu kadar sene geçerek vakit asrımıza geldiğinde artık medeni değerler, kültür, moda, medya, tiyatro, dans vs. ile açık saçıklık umumileşti ve sokağa düştü. Belki de medya ile evlere kadar girdi. Ve bu tuzağın farkında olmayan ehl-i İslamda harama nazar arttıkça nefsin hevesleri heyecana gelip, vücudunda su-i istimaller ile israfa girmesi ve haftada birkaç kez gusül abdesti alması kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda, günümüzde tıbben de ispat edildiği gibi, kuvve-i hafızasına zaaf gelir, ve unutkanlık başlar.
Adamın birisi doktora gider. Doktor ‘Şikayetiniz nedir?’ der. Hasta ‘Unutkanlık hastalığı doktor bey.’ Doktor ‘Bunun belirtileri nasıl?’ Hasta ‘Neyin belirtileri?’ Doktor ‘Unutkanlık hastalığı dediniz ya!’ Hasta ‘Ne unutkanlığı?’ •••
Harikulade parlak kuvve-i hafızaların nereden nereye geldiğini anlatan bu misâl aynı zamanda ehl-i İslamın yıpranmışlığının boyutlarını da ortaya koymakta. Günümüzde herkesin az ya da çok şikayet ettiği bu hastalık, açık saçıklıkla paralel şiddetini de arttırarak devam etmekte. Zamanımız insanını, başladığı bir işi, hatta bir cümleyi bile tamamlayamayacak hale getirebilen bu unutkanlık illeti, ciddiye alınmazsa, çok kere ehl-i İslamda bu hayatın gerçeklerini unutarak yaşama temayülleri ortaya çıkartmakta. Allah ve Resulü ise, ehl-i imana ve ehl-i hakikate yakışmayan bu halden kaçınmamızı istemekte. Ve ilgili hadisten çıkardığı dersle İmam-ı Şafii’ (r.a.) bu hükmü açıkça belirtmiş; ”Harama nazar, unutkanlık verir”. Bu derdin dermanı ise, mümkün oldukça harama sarf-ı nazar etmemektir.
Murat Kazancı

Hz. İsa Dünyaya Tekrar Gelecek mi?

Peygamber (asm), ahirzamanda meydana gelecek olaylardan söz ederken; Hz. İsa’nın tekrar dünyaya geleceğini, haçı kıracağını, domuzu öldüreceğini, İslâm dini üzere amel edeceğini bildirir. Bu rivayetler, bir kısım ilim ehlince ahirzamanda, Hristiyanlığın mânen İslâm’a dönüşmesi olarak değerlendirilir. Bir kısım ilim ehli ise, Hz. İsa’nın bedenen tekrar geleceğini söyler. Kur’an-ı Kerim âyetlerinde Hz. İsa’nın tekrar gelişiyle ilgili bazı işaretler söz konusudur. Meselâ şu âyetlere bakalım:

“O, kıyamet için bir ilimdir (alâmettir)” (Zuhruf, 61) Âyette ‘o’ zamiri Hz. İsa olarak açıklanır. Fakat aynı âyetin yorumunda, ‘o’ zamirini Kur’an’a raci kılanlar da olmuştur. Çünkü Kur’an, kıyametin gelişinin yakınlığına delalet eder. Veya onunla kıyametin halleri ve dehşetli durumları bilinir. Kurtubî, zamiri Hz. Peygambere raci görür. Çünkü Hz. Peygamber, işaret ve orta parmaklarını gösterip, “ben ve kıyamet bu ikisi gibiyiz” demiştir.

“O, insanlarla hem beşikte, hem de yetişkin iken konuşacak.” (Âl-i İmran, 46) Hz. İsa daha kundakta bebek iken harika bir şekilde konuşmuştur. Mealde ‘yetişkin’ şeklinde ifade edilen kelimenin aslı ‘kehlen’dir ve bu ifade bazı yorumlara göre 35-40 yaşlarından sonrası için kullanılır. Hz. İsa ise, 33 yaşında semaya yükseltilmiştir. Demek ki tekrar gelecek ve o dönemi yaşayacaktır. Ancak ‘kehlen’ kelimesinde böyle bir yaş anlamı görmezsek aynı neticeye varamayız.

“Kitap ehlinden hiçbir fert yoktur ki, ölümünden önce O’na (İsa’ya) iman edecek olmasın…” (Nisa, 159) Bazı yorumlara göre bu âyet Hz. İsa’nın tekrar geleceğine ve ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanların kendisine toptan iman edeceğine işaret eder. Kanaatimizce bu âyeti ‘sekerat hâli’yle açıklamak daha uygun olur. Perdenin aralandığı o anda ehl-i kitaptan olan her fert O’nun gerçek şahsiyetini görecek ve o şekilde inanacaktır. Ama bu iman kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Zira imtihan bitmiş, iş işten geçmiştir.

“Selâm bana doğduğum gün ve öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım günde.” (Meryem, 33) Bazı yorumlara göre ‘öleceğim gün’ ifadesi Hz. İsa’nın tekrar geleceğine bir işarettir. Zira O, ölmemiş, semaya yükseltilmiştir. Demek ki tekrar gelecek ölümü tadacaktır. Bu yorum ilk bakışta çok kuvvetli görülse de delil olmaktan uzaktır. Çünkü Maide Suresi’nin son sayfasında anlatılan olayda Hz. İsa’nın vefat etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Konunun hayli ayrıntıları olmakla beraber, şu noktalara işaretle yetiniyoruz:

Kur’an’ın bir kısım âyetleri muhkem, bir kısım âyetleri müteşabihtir. Muhkem, mânâya delaleti açık olan; müteşabih, mânâya delaleti kapalı olan âyetler için kullanılır. Muhkemin te’vili bilinir, mânâ ve tefsiri kolay anlaşılır. Müteşabihte ise, mânânın çok vecihlere ihtimali söz konusudur. Muhkem âyetler, Kur’an ağacının kökü, müteşabih âyetler ise, o ağacın dalları durumundadır.

Müteşabih âyetler, aklı işlettirmek, taklit zulmetinden kurtarmak içindir. Muhataplarına, köklü bir anlayışa ulaşmaları için, lugat, fıkıh gibi ilimlerin tahsiline lüzum hissettirir. Bu tür âyetler, insan aklının daha çok çalışmasını sağlamış, onu aklını kullanmaya zorlamıştır. Müteşabih âyetler ufuk açıcıdır. Ulaşılan her ufuktan ilerde bir başka ufuk kendini gösterir. Böylece, idrak bir ufuktan bir başka ufka açılır, düşünce monotonluktan kurtulur, Kur’an’a yönelenler “ufuk-u âlâ”ya/en yüce ufka doğru yol alırlar.

Müteşabih âyetler sadece iman edilmek için değil, aynı zamanda anlaşılmak için gelmiştir. İslâmî düşüncenin gelişmesi, müteşabih âyetlerin muhkem âyetler rehberliğinde yorumuyla gerçekleşecektir. Muhkem âyetler tefsir, müteşabih âyetler te’vil edilir. Te’vil, “bir delile dayanarak, lâfzın muhtemel mânâlarından birini tercih etmektir.” Te’vilde bir katiyet olmayıp, “mümkün bir ihtimal” söz konusudur. Bu cihetten, müteşabih âyetlerle ilgili te’viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler. Bunlarla ilgili nihaî hüküm ve söz, Cenab-ı Hakk’ındır. “Doğrusunu Allah bilir” kaydıyla “bu müteşabih âyetten murat bu olabilir” diye göstermek, “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa bazı kalblerde kilitler mi var” âyetinin mucibince amel etmektir. (Muhammed, 24)

Müteşabihatı bütünüyle yorum dışı bırakmak ise, Kamer Suresi’nde beş defa tekrarlanan “Biz Kur’an’ı zikr (öğüt) için kolaylaştırdık. Yok mu düşünen?” âyetine aykırıdır. (Kamer, 15, 17, 22, 32, 40) Muhkem âyetler ‘ümmü’l kitab’tır. Yani, ana kitap veya kitabın anası, esasıdırlar. Meselâ, Allah’a ‘el’, ‘vecih’, ‘gelmek’… isnat eden âyetler müteşabih; “hiçbir şey O’nun misli gibi değildir” âyeti ise muhkemdir. (Şura, 11) Keza, “Meryem oğlu İsa ancak Allah’ın elçisi ve kelimesidir. O’nu Meryem’e ilka etmiştir ve O’ndan bir ruhtur” (Nisa, 171) âyeti müteşabih; “Allah’ın bir çocuk edinmesi olur şey değildir” âyeti ise muhkemdir. (Meryem, 35)

Hz. İsa’nın Allah’ın bir kelimesi, olması, babasız bir şekilde doğrudan ‘kün (ol)’ emriyle yaratılmış olduğu cihetledir. O’ndan bir ruh olması ise,—haşa—Hristiyanların iddia ettikleri gibi, Hz. İsa’nın Allah’tan bir cüz, uluhiyetten bir rükün olması anlamında olmayıp ‘teşrif’ içindir. Her ne kadar bütün ruhlar Allah’ın yaratmasıyla ise de, Hz. İsa’da özel bir durum olduğundan, Cenab-ı Hak, O’nu doğrudan zatına nispet etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah gökleri ve yerde olanları size musahhar kıldı” âyetinin devamında “hepsi O’ndandır” denilmesi konumuza açıklık getirmektedir. (Casiye 13) Gökler ve yerdekiler Allah’tan bir parça olmadığı gibi, Hz. İsa da O’ndan bir cüz değildir.

Sonuç

İşte, bu tür farklı yorumlara açık olması sebebiyle, bahsedilen âyetlerin Hz. İsa’nın nüzulüne delaleti katiyetten çok, bir kanaat bildirebilir. Bu konuda gelen hadisler esas alındığında ise, Hz. İsa’nın kıyamet öncesi geleceği yorumu çıkar. Hz. İsa’nın nüzulüne inanmak, akideye dahil değildir. İlgili âyetler ve hadisler te’vile açık olduğundan “ben Hz. İsa’nın ahirzamanda bedenen tekrar nüzulüne inanmıyorum” diyen birisi, asla tekfir olunamaz. Zira bu tür bir ifade, âyet veya hadisi inkâr olmayıp, onların muhtemel bir te’vilini reddetmektir. Aynı âyet ve hadislerin başka yorumları da vardır. Müteşabih âyetlerde nihai söz Cenab-ı Hakk’ındır. “O gün sırlar ortaya çıkacak” (Tarık, 9) âyetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, “Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacak” âyetinin mânâsı görülecektir. (Hacc, 69) … Hem ilgili âyetler ve hem de ilgili hadisler bir arada düşünüldüğünde şöyle bir ortak kanaate varmak mümkündür:

Cenab-ı Hak, Hz. Cebraili zaman zaman insan şeklinde Peygamber Efendimiz ve ashabına göndermiştir. Sahabeden, Dıhye şeklinde görülmesi veya tanımadıkları bir şahıs olarak gelmesi gibi.. Hz. Hızır’ın ara sıra bazı insanlara görünmesi, şehitlerin ruhlarının bazı savaşlarda Müslümanlara yardım için gelmeleri çokça rivayet edilmektedir. Hatta vefat etmiş bazı zâtların ara sıra onlarla alâkalı bazı kişilere göründüğü bilinmektedir. Bu tür olaylardan hareketle, ahirzamanda Hz. İsa’nın bazı insanlara görünmesi, onları irşad etmesi, kendi dinine mensup insanları teslisten kurtarıp tevhide sevk etmesi mümkündür. Bu şekilde geldiğinde, herkesin onu gerçek Hz. İsa olarak bilmesi tanıması gerekmez. Kanaatimizce, herkesçe bilinecek şekilde gelmesi de şu dünyadaki imtihan sırrına aykırı düşmektedir.

Şadi Eren / Zafer Dergisi

Ahirzaman Hadisleri

• İnsanların başına bir zaman gelecek ki, onlardan faiz yemeyen kalmayacak, yemese bile tozu onlara bulaşacaktır.
• Birçok kişi, az bir dünyalık karşılığında dinini feda edecek.
• Kazanç, belirli kişiler arasında dolaşacak, dar gelirliler açlık ve sıkıntıya düşecek.
• Kabirler süslenecek ve Kur’an, kazanç getiren bir meta hâline gelecek…
• Fitne her eve girecek ve tecrübesiz gençler başa geçecekler.
• Kur’an’dan bir resim, İslâm’dan bir isim, Müslüman’dan bir cisim kalacak.
• Üç şey çok kıymetlenecek; Helâl para, kendisiyle amel edilen sünnet ve candan bir dost.
• Ecnebiler çoğalacak ve müslümanlara galebe edecekler.
• Sonradan gelen nesiller, önceden gelenlere sövüp sayacaklar.
• Mihnet, belâ, musibet artacak, rahat ve huzur kalmayacak, kimse eliyle bunları önleyemeyecek.
• Bir Müslüman, koyundan daha âciz olacak, hor ve hakîr görülecek.
• İlim azalacak, cehalet, anarşi ve cinayetler artacak, adam öldürmek, hafif bir suç sayılacak.
• Hilesiz iş yapılamayacak, tacirler ve yazarlar artacak kalem bollaşacak.
• Kişi, elbisesini sakındığı kadar dinini sakınmayacak ve fakirler de namaz kılmayacak.
• Akrabalık bağlan kopacak ve selâm, sadece tanıdık olanlara verilecek.
• Zenginler ticaret için, hafızlar riya ve gösteriş için hacca gidecekler.
• Büyükleri merhametsiz, küçükleri hürmetsiz olacak çocukları terbiye, köpekleri terbiyeden daha zor olacak.
• İnsanlar, kötülüklerden birbirlerini sakındırmayacaklar ve iyiliği emretmeyecekler.
• Minareler çoğalacak, camiler süslenip ziynetlenecek (kilise ve havralar gibi) ve içlerinden yüksek sesler gelecek.
• Hâinlere emin, emin olanlara hâin denilecek ve “şurada emin bir insan vardır” denilecek kadar emin insan sayısı azalacak.
• Kişiye, şerrinden korkulduğu için ikramda bulunulacak. Görünüşte dost fakat esasında düşman insan sayısı artacak, sözler hep yalan ve birbirine muhalif olacak, amir ve memur çok, doğru iş yapan az olacak.
• Yıldızlar (fal) doğrulanacak ve kader yalanlanacak.
• Allahü Teâlâ (C.C.) apaçık inkâr edilecek.
• Âlicenaplık, izzet-ikram ve cömertlik duyguları kaybolacak ve haklar para karşılığında satılır hâle gelecek.
• Cemaatin inancı zayıf, ibadeti taklit olacak, hafızlar çok, ama âlim bulunmayacak.
• Zenginlere itibar edilecek, cimrilik artacak, zekât ağır bir borç olarak kabul edilecek.
• Âlimler, para ve dünyalık karşılığında ilim öğretecek, âhiret ameli ile dünyalık talep edecekler.
• Dinden gayrı hususlar için öğrenim yapılacak.
• Erkekler kendilerini kadınlara, kadınlar da erkeklere benzetecekler.
• Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla münasebetsiz alâkalar kuracak.
• Her tarafta şarkıcı ve çalgıcı kadınlar zuhur edecek.
• Söz kadınlarda olacak ve zina yaygınlaşacak.
• Kadınlar, saçları deve hörgücü gibi, sokaklarda dolaşacaklar.
• Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işlemeye ve kötülük yapmaya çok meyledecekler.
• İmanı kalpte tutmak, kor ateşi elde tutmak kadar zor olacak, kişi gece mü’min yatacak, sabah kâfir olarak kalkacak veya bunun tersi olacak.
• Dünya işlerine dalınıp âhiret unutulacak, Allah’ın kitabıyla hükmetmek, ayıp sayılacak.
• Büyük ve gösterişli binalar yapılacak ve bunlardan dolayı sokaklar daralacak.
• Yırtıcı hayvanların derileri tabaklanarak çeşitli giyim eşyası yapılacak. (Kürk, manto ve benzeri…)
• Sabah giyilen elbise başka, akşam giyilen elbise başka olacak. Önünüze yemeklerden birisi gelip diğeri gidecek ve Kabe’nin örtüldüğü gibi, evlerinizin duvarları halılarla süslenecek.
• Ümmetimin erkekleri şişmanlayacak ve semizleşecekler.
• Dedikodu, yaygın bir hâl alacak.
• Herkes “kazanamadığından ve geçinemediğinden” şikâyetçi olacak.
• Yalancı şahitlik ve boşanmalar artacak, ani ölümler sık görülecek.
• Mal çoğalıp sel gibi akacak, mal sahibi malına tapacak ve tüccarların çoğu hilekâr olacak.
• Kişi, karısına itaat edip anasına âsi olacak ve arkadaşına yaklaşıp babasından uzaklaşacak.
• Gönüller birbirini sevmez olacak, dinde ve dünyalık işlerde muhtelif görüşler belirecek, kardeşler bile dinde ve mezhebde ihtilâf edecekler.
• İmar edilen şeyler harap edilecek, harap olanlar ise imar edilecek.
• Fâsıklar başa geçecek ve konuşmasını bilmeyenler halka hitab edecekler.
• Arap arazisinin çölleri, nehirlere ve yeşilliklere kavuşacak.
• Köylüler şehirlere akın edecek ve ne idüğü belirsiz deve çobanları, bina yaptırmakta birbirleriyle yarışacaklar.
• Faize alış-veriş, rüşvete hediye denecek, tefecilik artacak, helal-haram unutulacak, para gelsin de nerden gelirse gelsin denilecek.
• Zaman kısalacak. Bir sene bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün gibi geçecek, bir günün geçmesi ise bir yaprağın yanması kadar çabuklaşacak, hiçbir şeyde bereket kalmayacak.
KAYNAKLAR: 1- Riyâzüs-Salihîn, İmam Nevevi, Terc: Mehmed Emre. 2- Tezkiret-ül-Kurtubî, imam Şaranî. 3- Kıyamet Alâmetleri Râmuz el- Ehadis’ten Dersler, ist. 1983 4- Kitab ül-Keşf, Celâleddin-i Suyutî, El yazma eser Süleymaniye Kütüphanesi. 5- Kıyamet Alâmetleri, Muhammet! el-Hüseyni, Terc: Naim Erdoğan.
Suat Arusan / Zafer Dergisi

 

AHiRZAMAN FİTNESNDEN UZAK DURMAK

AHiRZAMAN FİTNESNDEN UZAK DURMAK

Tatbiki Şekli. Yani “Nelerden Uzak Durulacak?

“Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan her asırda her ferde hitab eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i şamile ile herşeye bakabilir; ve madem ülema-i İslâm’ın ittifakıyla, âyetlerin mana-yı sarihinden başka işarî ve remzî ve zımnî müteaddid tabakalarda manaları vardır.

Ve madem يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا   gibi hitablarda her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki mü’minler gibi dâhildir.

Ve madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur’an ve Hadîs ihbar-ı gaybî ile, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.”  (K: 186)

Altıncı Mes’ele: Rivayette var ki: “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra

مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.

Allahu a’lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya’da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlub olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar.

İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid’aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.” (Ş: 584)

“Yine o ehl-i dalalet fırkaları, siyaset yoluyla Hülâgu Cengiz fitnesini İslâmların başına getirdiler. Bu fitneden hem hadîs, hem Hazret-i Ali Radıyallahü Anh sarih bir surette aynı tarihiyle işaret ediyorlar.

Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddid hadîsler, hem çok işarat-ı Kur’aniye aynı tarihiyle haber veriyorlar. Buna kıyasen, ümmetin geçireceği safahatı küllî bir surette bir hadîs beyan ettiği vakit, bazan o küllînin birtek hâdisesini, misal olarak tarihi gösterir.

Böyle müteşabih ve manası tamam anlaşılmayan hadîslerin Risale-i Nur eczaları kat’î bir surette tevillerini beyan etmiş. Yirmidördüncü Söz’de ve Beşinci Şua’da, bu hakikatı düsturlarla beyan etmiş.” (Ş: 332)

“Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin

Penceresinde Oturmuştum

Karşısında bulunan Lise mektebinin büyük kızları onun avlusunda gülerek raks ederken, onları, o dünya cennetinde cehennem hûrileri hükmünde gördüm. Fakat birden elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Onların gülmeleri elîm ağlamaları suretini aldı. Ondan bu gelen hakikat inkişaf etti. Yani, elli sene sonraki hallerini manevî ve hayalî bir sinema ile gördüm ki: O gülen altmış kızdan ellisi; kabirde azab çekiyorlar, toprak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nazar-ı nefretini celbediyorlar. Ben de onlara ağladım.

Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki;o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi,  senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.” (G: 17)

“Birden İhtar Edilen Bir Mes’ele-İ Mühimme

Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivayetlerinden anlaşılıyor.Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.

Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka dalaleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar.

Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem’in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur.

Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahibsiz, kıymetsiz bir surete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor.” (G: 24)

“Risale-i Nur’daki mukaddes Kur’an hakikatleri bizim kalblerimize işliyor, kalbimizde nurdan muhabbet alevleri yandırıyor, imanımıza kuvvet veriyor, maneviyatta derecatımızı yükseltiyor. Risale-i Nur bizi fitnelerden uzaklaştırıyor, tarîk-ı müstakime, Kur’an yoluna intisab ettiriyor.

Bizi şeytanların, cinnîlerin ve bizi din perdesi altında aldatıcı, kandırıcı kimselerin şerlerinden emin kılıyor. Hak Teâlâ Hazretleri siz Üstadımızdan ebediyen razı olsun, uzun ömürler versin… Siz Üstadımıza olan şükranlarımız sonsuzdur.” (Hn: 154)

Bediüzzaman Said Nursi

Risale-i Nur Araştırma Merkezi

Yozgatnur

WWW.NURNET.ORG