Etiket arşivi: islam

“Mevlit Kandili” : Peygamberimizin (sav) Dünyaya Teşrifi.. (02 Ocak 2015)

Kandil gecelerinin İslam dininde ve biz Müslümanların yanında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her Müslüman o gecelerin fazilet ve sevabından azami derecede istifade etmeye çalışır. Bu gecelerde Rabbimizin rahmeti ve bereketi herkesi kuşatır ve tecelli eder. Bizler de özel gayret ve ibadetimizle o rahmetten ve tecelliden hissemize düşeni almaya gayret ederiz. Bu kandillerin ilki Mevlit kandilidir. Mevlit kandili Peygamberimizin as dünyaya teşrif edişinin yıldönümü olarak Alem-i İslamda  kutlanacaktır. Bu kutlamayı yaparken şu hususlar bizim anlayışımızda öne çıkmalı ve Peygamberimizin as dünyaya teşrifi bize şunları hatırlatıp düşündürmelidir.

gül tomurcuğu1 – Peygamberimizin as dünyaya gelmesi ve İslam’ı tebliğ etmesi ile o asırda neler değişti?

2 – Yaşadığımız şu asırda ve hayatımızda, değişimin izleri ve hayatımıza yansıması nedir?

3 – İslam’da helal ve haram kavramları vardır. Bu kavramlar Müslümanların hayatında önemli yer tutarlar. Benim hayatımda da yerini koruyor mu?

4- Günümüz itibarıyla bazı şeyler dinen normal sayılmaz. Fakat ülfet, ünsiyet, özenti ve taklit ile normal bir hale gelmiş olabiliyor. Bu gibi şeylerin bizim  hayatımızda nasıl bir yeri var. En azından dinimizin helal dediğine helal, haram dediğine de haram diyebiliyor muyuz?

5 – Peygamberimiz as insanları Allah’a kul olmaya çağırırken Kabe’deki 360 putu kırmış ve gönüllere imanın nurunu koymuştu. Bizim de gönlümüzü kin, nefret, riya, haset, şöhret, makam, hırs, günah gibi putlardan arındırmamız lazımdır.

Mevlit kandili ve diğer kandil gecelerinin özellikleri kısaca şöyledir:

1-Mevlit kandili. R.Evvel ayının 12.gecesi Mevlit kandilidir. Bu 02 Ocak 2014 Cuma gününe tevafuk etmektedir. Peygamberimiz’in as doğum gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bu kutlama Peygamberimizi anma ve Onun dünyaya teşrifini salavatlar ve dualarla yad etme şeklindedir. Bu gecenin birçok özelliği ve güzelliği vardır. Bu özellikleri bizim de bilmemizde fayda ve maslahat bulunmaktadır. Peygamberimizin doğum gecesinde meydana gelen mucizeler o gece dünyaya gelen Peygamberimizin as yapacağı iş ve icraatlarının birer habercisi ve müjdecisi olarak tecelli etmiş ve tüm dünyaya şu mesajlar verilmiştir:

Birincisi. O gece Peygamberimizin as annesi ve orada bulunanların gördükleri bir nurdur ki, demişler. “ Biz öyle bir nur gördük ki, bize doğu ve batıyı aydınlattı “  İşte bu mucize ile tüm insanlara şöyle bir mesaj veriliyor ve deniyor ki: Tüm dünyayı saran ve insanları Allah’tan uzaklaştıran şirk ve küfrün karanlığı her şeyin hakikatini gizlemiş, insanların dalalet ve sefahate düşmelerine sebep olmuştur. Her şeyin Allah’a bakan yönünü örtüp gizleyen küfrün karanlığını izale edip kaldıracak, insanlara hak ve hakikati gösterecek birisi gelecek ve getireceği nur ve imanın ışığı ile dünya  ve insanlığı kaplayan küfrün karanlığını kaldırıp insanların hidayet ve imanlarına vesile olacak. Peygamberimiz’in as doğumunda Allah bu nur ile o asrı ve ondan sonra gelecek tüm asırları müjdelemiş ve annesine o nuru göstermiştir.

İkincisi. İnsan mükerrem yaratılmış ve her zaman hakkı arama ve bulma fıtratında olmuştur. Fakat çevre ve nefis gibi unsurlar onun batıla ve şirke düşmesine sebep oluyor ve Hak yerine puta tapınan insanlar ortaya çıkıyor. Bu hal insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi bu asırda da bulunmaktadır. Kabe’nin içini de puthane yapmışlar,360 putu oraya yerleştirmişlerdi. İşte Peygamberimizin doğum gecesi bu putların çoğu baş aşağı düşerek yerle  bir olmuştu. Bu mucize ile o zamana ve  ondan sonraki zamanlara şu mesaj veriliyor ve deniyor: Yeni dünyaya gelen bu çocuk tüm putlarınızı ve putperestliği yıkıp yerine Hak ve tevhidi ikame edecektir. Ve böylelikle insanlar bir olan ve her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah’a kul olacak ve kulluk yapacaklardır.

Üçüncüsü. O gece insanlarca takdis edilen –sava-  gölünün kuruması ve Mecusilerin bin senedir yanan ve sönmeyen ateşlerinin o gece sönmesi mucizesidir. İnsan yapısı ve yaradılışı itibariyle çok aciz ve zayıftır. Bunun için korkuları ve endişeleri çok olan bir varlıktır. Her zaman korunmaya ve güçlü birine dayanmaya mecburdur. İman ve İslam bizleri Kadir-i Mutlak olan Allah’a dayandırıp, Allah’tan yardım istetir. Her türlü zorluk ve darlık karşısında hemen Allah’a sığınırız ve sadece O’ndan yardım isteriz.

Allah’ı bilmeyen ve bulmayan insanlar batıla sapar ve batıl inanışlara sığınır ve onlardan korunma bekler. Ve böylece toplum içinde yüzlerce, binlerce batıl inanış ve hurafe anlayış ortaya çıkar. Nazar boncuğundan, at nalına, kurşun dökmekten, bez bağlamaya, mum dikmekten, bazı şeyleri uğurlu-uğursuz saymaya, yatırlara türbelere adak adamaya kadar giden bir çok batıl inanış ve anlayış içimize girmiş ve Müslüman olmamıza rağmen bu batıl hurafe yüzlerce şeyi içimizde barındırıp yaşatır olmuşuz.

Peygamberimiz as gelmeden önce de bu gibi batıl inanışlar vardı. İşte Peygamberimizin doğum gecesi meydana gelen o mucize yeni dünyaya gelen bu çocuğun tüm batıl ve hurafe inanışları kaldıracağını bildiriyor. Ve öyle de olmuştur.

Bu geceyi Peygamberimize as çok salavat getirip, namaz gibi ibadetlerle geçirebiliriz. Özellikle yukarıda söylediğimiz hususları düşünerek, Peygamberimizin as insanlara neleri getirdiğini ve nasıl bir hayat yaşadığını düşünmemiz gerekir. Kendi hayatımıza O’nun hayatına bakarak yön vermek başka bir ifade ile Rabbimiz, Peygamberimiz as ile neleri emrederek bizlere  – farz-  kıldı. Neleri yasaklayarak onları da bize –haram- kıldı. Bu şekilde gecemizi ihya edebiliriz.

2-Regaip Kandili. Recep ayının ilk perşembe gecesidir.  Bu geceye meleklerin rağbeti ve bizler için yaptıkları istiğfar için bu isim verilmiştir.

3-Miraç Kandili. Recep ayının 27.Gecesi Miraç kandilidir. Miraç kandili Peygamberimizin as Alem-i fena olan dünyadan, Alem-i beka olan ahiret alemlerine yaptığı   ve birçok İlahi tecellilere mazhar olduğu gecedir.

4-Beraat Kandili. Şaban ayının 15.Gecesi Beraat kandilidir.  Beraat kandili bir yıl içinde meydana gelecek olayların Allah cc tarafından ilgili meleklere gerekli bilginin verildiği bir gece. Özellikle insanın kazancı ve o yıl başına gelecek olayların bilgisinin verildiği bir geceyi ibadetle ihya ederiz.

5-Kadir Gecesi. Ramazanın 27.Gecesi Kadir gecesidir. Bir gecede seksen yıllık ibadet sevabı kazandıran bir gecedir. Kadir gecesi okunan her Kuran harfine 30.000 bin sevap yazılır. Bizler bu geceyi Rabbimizin bize Lütuf ve Rahmeti olarak bilir, elden geldiği kadarıyla Namaz, Kuran ve istiğfar ile ihya ederek o rahmetten hissemizi alırız.

Bir yıl içinde en sevaplı ve manevi kar ve kazancı en çok olan ve üç ayların habercisi olan kandil geceleri 02 Ocak’ta Mevlit kandili ile başlamış oluyor. Rabbim bizi, ailemizi, milletimizi ve tüm alem-i İslam’ı bu mübarek gün ve gecelere kavuşturup ecir ve sevabına nail eylesin, Amin.

Mustafa Şevki Kavurmacı

www.NurNet.Org

Anne Baba Olmuş Müslüman Çiftlerin Yolu

Şanı yüce Allah’ımız, kâinatın en şerefli mahluku, hulasası ve şuurlu meyvesi olan insanı bir dişi ve bir erkekten meydana getirmiştir. Bu insan ilk yaradılışına bir baksa görecektir ki: Kendisi çok âciz, fakîr,  kabiliyetsiz ve her şeye muhtaç bir vaziyette iken; Allah’ımız  dünyaya getiren anne ile babayı, ona karşı her şeyini  feda etmeye hazır, iki hizmetkâr ve yardımcı vermiş ki: Onların yavruları gelişip büyümesi için, yedirmek içirmek giydirmekten tut, tâ bütün ihtiyaçlarını te’min etmek için onları dolu dizgin evlatlarının yardımlarına koşturuyor.

Öyle ki, o yavruyu muhafaza edip korumak için canlarını feda etmek pahasına da olsa o iki fedakâr, hiç çekinmeden vazife yapmaktan geri kalmazlar. Hele anne, en ufak bir şey beklemeden bir şefkat kahramanı gibi yavrusunu tehlikeden muhafaza etmek için kendini öne sürer, aman evladımın altı ıslanıp rahatsız olmasın diye en tatlı uykusunu bozar temiz ve kuru bezlere sarar uyutur. Hatta yavrusu dünyaya geldiği ilk günlerde sert ve kabuklu yiyecekleri çiğnemek için  dişleri ve yeme kabiliyeti olmadığını bilen Allah, ona özel bir gıda olarak annesinin sinesini bembeyaz, pak ve temiz  bir sütle  doldurmuş. Öyle ki, bugün ilm’i tıp, o yavru için anne sütünden daha iyi bir gıda düşünülemez diyor. Sonra yavru biraz büyüyünce, anne kendi yemez evladına yedirir, giymez onu giydirir, kendisi rahatsız olsa bile, yavrusunun rahatlığı onu memnun eder, ondan lezzet alır.

Hatta anne ile baba hiç kimsenin kendilerinden üstün olmasını istemezken, evlatlarını kendilerinden üstün olmalarından, kıskanmak şöyle dursun, evlatlarında olan bütün iyilikler için, oh ne mutlu bize diyerek sevinirler memnun olurlar. En ufak bir rahatsızlık çocuklarına isabet etse, onlar da rahatsızlık çekerek muzdarip olurlar.

Velilerden hiçbirisini ayırmadan bütün anne ve babaların kalplerine bu şefkat ve merhameti, başkası değil, Kerim olan Allah koymuştur. Gayrimeşru yollarla anne olup canavarlaşan tek tuk bazı anneler müstesna,  Müslüman tut, tâ Hıristiyan’ına  kadar, Allah tarafından anne ve babaların kalplerine konulan o evlat sevgisi devam eder. Bu velinimetlere Allah tarafından verilen o şefkat sayesinde,  hiç  karşılık beklemeden bir kahraman gibi evlatlarına karşı fedakârlıktan geri kalmazlar.

Fakat onları eğitmeye gelince, dindar ile dinsiz âile tarafından evlada verilecek terbiye farklıdır. O yavru, eğer şanslı olup, din terbiyesini mükemmel alabilen anne baba olan çiftlerin yavrusu ise, ötekilerden çok farklı bir terbiye almış olur. Çünkü bu anne ile baba kendilerini mal sahibi bilmezler, belki Allah’ın malında yaşayan Allahın birer şerefli kulu ve misafiri bilirler. Kendilerini Esmaül-Hüsnasının (Allah’ın güzel isimlerinin) birer aynası ve ilancısı görürler. Evlat sahibi anne ile babanın bütün dertleri, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam vasıtasıyla kendilerine gönderdiği Kanunu İlahiye isyan etmeme ve O’nun emirlerini yerine getirebilmeye gayret etmekle geçer .

Sonra Allah tarafından onlara lütfedip verilen evlatları, kendilerine bir sevindirme ve görevlendirme vesilesi kabul ederler. Şükürden başlarını secdeden kaldırmasalar doymazlar. Kendileri Allah’a karşı: Ey yüce Rabbimiz ne kadar kudret sahibisin  yediğimiz ölü gıdaları canlandırıp, birçok safhalardan geçirerek inşa ettiğin ve hakketmediğimiz halde bize ihsan ettiğin bu mu’cize yavrumuz, çok  şükür ki sakat değil, sağ salim doğdu ve mükemmel bir insan olma kabiliyetini taşıyor. Yavrumuza el ayak göz kulak vererek, çok çeşit his ve duygularla donattın.

Bu büyük hediyeyi ihsan ederek, bizi sevinçlere gark ettin. Aynı zamanda bize verdiğin bu akılla farkındayız ki, bize hediye verdiğin bu yavruyu dindar mı dinsiz mi yetiştireceğiz diye bizi imtihana tabi tutacaksın. Şimdi bu evladımız üzere bize düşen ilk iş, Peygamberimiz (a.s.m.) ın emrine uymak sureti ile,  bir Müslüman ismi takmakla mükellef olduğumuzun idraki içerisindeyiz.

-Erkek ise: Ahmed, Mehmed, Ali, İbrahim ve bunlara benzer herhangi bir isim, eğer kız ise: Hatice, Fatıma, veya Aişe gibi dini manalı güzel bir isim takmakla mükellef olduğumuzu biliyoruz diyerek ona göre davranırlar. Bunu unutmamalıyız ki, bugünkü Müslümanın imanının derecesi, içinde gizlenmişse de, bazı işlerinde olduğu gibi, oğlunun veya kızının isminden, onların anne babalarının İslam şuuru belli olur.

Bu şuurlu anne baba yavruları ile eğlenip onu severken, hatta uyuması için beşikte sallarken bile, şarkı yerine, “Büyük Allah Sen uyut, Yüce Rabbim yavrumuzu Sen büyüt.” veya Kur’an, ilahi, veya kaside okuyarak, o güzel ve tatlı seslerle evlatlarını uyutmaya çalışırlar.

Çocuk daha bir yaşını doldurmadan, anne ile baba çocuğa karşı tek parmağını kaldırarak evladım, Allah bir de, (bizim kaldırdığımız tek parmağımıza bak sen de kaldır da Allahın birliğini ikrar et, manasında işaret etmesini kendisinden isterler). Hatta ilk kelimesini Allah’la başlamasını sağlanması için gayret gösterirler. O küçük yavru daha konuşmaya başlamadan anne babasını namazda nasıl düşüp kalktığını görerek kendisi de namaz kılar gibi düşüp kalkmaya başlar.

O yavru konuşmaya başladığı zaman, ya kısa sürelerden birini veya mühim bir Ayet-i Kerime’yi kendisine ezberletirler. Bu anne baba her zaman, kendilerine farz olan namazlarını kıldıktan sonra, el açıp evlatları için Allaha dua ederken İbrahim Aleyhisselam gibi Allah’a  şöyle yalvarırlar: “Rabbim beni ve soyumu Namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz duamı kabul eyle”(İbrahim 40)  Devam ederek: Ya Rabbi! Bizi ve bize ihsan buyurduğun yavrularımızı dine imana Kur’ana hizmetkâr olmamızı nasip ve müyesser eyle. Bize ihsan buyurduğun evlatlarımızı, vatana, millete, anne ve babalarına hayırlı birer evlat olmalarını senin yolunda istikametle yaşamalarını, Müslüman gibi yaşayıp imanla ölmelerini, senden yalvarıyoruz, Allah’ımız duamızı kabul eyle derler. Ağızlarıyla böyle güzel dualar yaparken, işleri ile de, fili dua yerini tutacak sebepleri ellerinden bırakmazlar.

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Kâfirler istemese de…

Evet, kâfirler istemese de hakkın, hakikatin, İslam’ın inkişafı her geçen gün devam edecektir. Hak ve hakikatin çekirdeği çoktan toprağı çatlatıp çıkmış, her geçen gün gürbüzleşmekte, göz alıcı bir ihtişama kavuşmaktadır. Müslümanlar, ellerini gevşettikleri İslamiyet’in özüne döndükçe bu gelişme kaçınılmaz olacaktır. 

Zira, Muhakemat’ın Mukaddeme’sinde Üstad Bediüzzaman, Müslümanların mağlubiyetinin sebeplerini izah ederken şöyle diyor: “İslamiyet’in mağz ve lübbünü (özünü) terk ederek kışrına ve zahirine (kabuğuna) vakf-ı nazar ettik ve aldandık ve su-i fehim ve su-i edeple İslamiyet’in hakkını ve müstahak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta o da bizden nefret ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. Hem de hakkı var. Zira İsrailiyatı esaslarına, hikâyeleri akidelerine, mecazları hakikatlerine karıştırıp kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dip için zillet ve sefalet içinde bıraktı!

Bediüzzaman, Müslümanların zillet ve mağlubiyetlerinin sebeplerini böylece ortaya koyduktan sonra çareyi şu cümlelerle gösteriyor: “Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir. Öyleyse ey ihvan-ı müslimin! Geliniz, ona tarziye vereceğiz (ondan özür dileyeceğiz). El birliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine (kopmaz ipine) sarılacağız.’’

Bir asır önce yapılan bu teşhis ve ikazlardan sonra giderek Müslümanlar özüne dönmekte ve hakikat-ı İslamiyet’ten özür dileyerek onun hablü’l-metinine daha sıkı sarılmaya çalışmaktadırlar.

Tarih bize gösteriyor ki, Müslümanlar İslam’dan ellerini gevşettikçe gerilemiş, İslam’a sımsıkı sarıldıkça terakki etmişlerdir. Diğer din mensuplarının durumu bunun tam tersidir. Onların tahrif edilmiş batıl dinlerine sarıldıkça gerilemiş, ondan uzaklaştıkça da ilerlemişlerdir. Fransız İhtilali öncesi ve sonrası buna delildir.

Kur’an hükmedecek

Evet, hak ve batıl mücadelesi Hz. Âdem’den başlayıp, kıyamete kadar devam edecektir. Tarihin akışı içinde hak ve batılın en yoğun mücadelesine sahne olan asır, hiç şüphesiz ki, geçirdiğimiz yirminci asırdır. Bu felaket ve helaket asrının adamı Bediüzzaman, “İtikadım ve yakinimdir ki, hak, toprakta gizlenmiş olsa bile neşv ü nema bulacaktır. Taraftar ve mültezimleri az ve zayıf olsalar bile muzaffer olacaklardır” diyor.

Bunu Allah’a olan imanı kadar kesin bir dille ifade ettikten sonra, “İstikbale hüküm sürecek ve her kıtasında hâkim-i mutlak olacak yalnız, hakikat-ı İslamiyet’tir. Evet, istikbalin saadet sarayında taht kurup oturacak olan hakikat ve marifet yalnız İslamiyet olacaktır” diyor. Çünkü akıl ve fennin hükmedeceği istikbalde, bütün hükümlerini akla ve ilme tespit ettiren Kur’an hükmedecek. Bu, iki kere iki dört eder kat’iyetinde bir gerçeğin ifadesidir.    

Tarih boyunca Müslümanların başına gelen felaketler, dalgalanmalar ve karışıklıklar, dinlerine sarılmalarına ve kendilerine dönmelerine ve hakkın kuvvet bulmasına sebep olmuştur. Zira “Hak yumruklandıkça kuvvet bulur!” Yer altında kalan çekirdek, önce karanlık toprağın darbesine maruz kalır, sonra yağmurun darbesine uğrar. Gün yüzüne çıktığında bir de güneşin darbesini yer. Tıpkı bunun gibi zalimlerin darbelerine maruz kalan hakikat kuvvet bulur. Mazlumlardan yükselen ah vah’lar ise rahmet-i bulut teşkil eder. Böylece hakkın neşv ü neması için bütün şartlar yerine gelir ve artık inkişafı engellenemez olur.

İşte bugün İslam dünyasındaki inkılabat ve ızdırabatın sebep ve sonuçlarına bu açıdan baktığımda bu işlerin sonu âdetullah kanunları kadar kesindir. Her geçen gün dünyada İslamî yükseliş, düşmanların kin ve gayzını artırmaya devam edecektir.

İhsan Atsoy

MoralDunyasi.com

Her Yıl 18 Bin Kişi Risale-i Nur ile İslam’ı Seçiyor

6. Milletlerarası Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam Sempozyumunda konuşan Hayrat Vakfı Genel Sekreteri Av. Hakkı Aygün, dünya genelinde yapılan araştırmalarda her yıl binlerce kişinin Risale-i Nur vasıtası ile İslamı seçtiğinin belirlendiğini bildirdi.
İSLAM’IN GELECEĞİ
6. Milletlerarası Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam Sempozyumu’na katılmak üzere, Afganistan, Kırgızistan, Bangladeş, Senegal, Bulgaristan gibi ülkelerden Türkiye’ye gelen kanaat önderleri, İslam’ın geleceğini konuşmak ve Müslümanların yaşadığı zulümlere çözüm yolları aramak için toplandı.RİSALE-İ NUR VASITASIYLA MÜSLÜMAN OLUYORLAR
Hayrat Vakfı Genel Sekreteri ve Hayrat İnsani Yardım Derneği Başkanı Av. Hakkı Aygün, düşüncelerini şu şekilde açıkladı. ‘’Bu sene altıncısını tertip ettiğimiz bu çalışmaların amacı, dünyadaki Müslümanları bir araya getirerek İslam aleminin sorunları ve çözüm yolları üzerinde görüşmeler yapmaktır. Türkiye’nin her alanda itibarının artması İslam aleminin dikkatini buraya çekmektedir. Bu süreçteki en temel referans ve dayanaklardan biri de Kur’an-ı Kerim’in tefsiri Risale-i Nurlardır. Dünya genelinde yapılan araştırmalarda her yıl 18 bin kişinin Risale-i Nur vasıtası ile İslam’ı seçtiği belirlenmiştir.”
Risale Ajans

Allah Korkusu Sahibini Nereye Götürüyor?

Geçmiş devirlerde insanlarla günahlar arasında aşılması güç duvarlar örülmüş, toplumu tehdit eden kötülükler böylece bir çember içine hapsedilmişti.

Bu yüzden insanlar günün her saatinde günahlarla yüz yüze, göz göze gelmiyor; kalplerinde, gönüllerinde kötü duygular filizlenmiyordu. Tertemiz bir kalp ve gönülle günlük hayatını rahatça sürdürüp gidiyordu.

Zaman içinde durumlar değişmiş, günahlarla insanların arasındaki duvarlar yıkılmış, artık insanlar günün her saatinde günahlarla yüz yüze, göz göze yaşamak zorunda kalmıştır. Hatta toplumun günahlara karşı tepkisi de sıfırlanmış, böylece kötülüklerden koruyacak başka bir engel de kalmamıştır.

Bir tek şey müstesna: O da, Allah korkusundan başkası değildir.
Şayet Allah korkusu da etkili olmasa her an ve saat günahlara düşmek işten bile değildir.

– Peki, ne mânâya geliyor, insanları günahlardan alıkoyan, haramlardan muhafaza eden Allah korkusu? Kuran–ı Kerim böylesine koruyucu Allah korkusuna sahip olanları nasıl anlatıyor, nereye gideceklerini nasıl haber veriyor?

Şayet bunu öğrenmek istiyorsanız buyurun hanımını boşadığını düşünen beye İmam–ı Şafii Hazretlerinin verdiği cevabı birlikte okuyalım da sorunun cevabını açıkça öğrenmiş olalım.

Hazret–i İmama gelen biri sıkıntısını şöyle anlatır:
– Hanımla tartışmaya girdik. O beni cehennemlik adam olmakla itham etti, ben de tam aksine onun cehennemlik, kendimin ise doğrudan cennetlik olduğunu söyledim, hatta, ben cennetlik değilsem benden boş ol, dedim. Öfkem geçince de pişman oldum; ama iş işten geçti. Kime sordumsa sen hanımını boşamışsın, dediler. Lütfen bir kurtarış yolu bulun, benim yuvam yıkıldı mı? Cennetlik sayılamaz mıyım ben?

İmam–ı Şafii Hazretleri adama şu soruyu sorar:
– Sen der yüz yüze, göz göze geldiğin günahları işlemene hiçbir mani olmadığı halde sırf Allah korkusundan dolayı o günahtan uzak kaldın, haramı işlemekten nefsini men ettin mi? Böyle hallerin var mı?

Adam cevap verir:
– Efendim, beni günahlardan alıkoyan Allah korkusundan başkası değildir. Nice defalar günahlarla yüz yüze, göz göze geldim. Bir engel de kalmamıştır o günahı işlemem için. Ama kalbimde, gönlümde hissettiğim Allah korkusu beni alıkoymuş, nefsime mani olmuş, o günahı işlememi önlemiştir!

Bunu duyan İmam–ı Şafii Hazretleri hemen cevabını vermiş:
– Bak demiş, Nâziât Sûresi âyet 40–41de Rabbimiz buyuruyur ki: Kim Rabbinden korktuğundan dolayı kendini günahlardan alıkoyarsa onun gideceği yer cennetten başkası değildir. Sen de madem Rabbinden korktuğundan dolayı günahlardan uzak kalmışsın öyle ise âyetin haber verdiği gibi gideceğin yer de cennetten başkası değildir. Söylediğin söz yalan sayılmaz. Aileni boşamış olmazsın, git evinde ailenle mutlu yaşa, vesveseye kapılma! Yeter ki bu Allah korkusunu kalbinde, gönlünde hissetmeye devam et.

Evet, Allah korkusundan dolayı günahlardan uzak kalanlara Hazret–i Kuran böyle bakıyor, gidecekleri yeri de böyle haber veriyor. Şimdi daha iyi anılyoruz Allah korkusu insanları nereye götürüyor ve biz kendimizi kötülüklerden koruyan bu türlü Allah korkusuna ne kadar muhtacız?

Bizi koruyacak başka bir zırh da kalmamıştır zaten.

Ahmet Şahin / Zaman