Etiket arşivi: mevlüt kandili

O’nun (A.S.M) Ruhu, Aramızda Yaşıyor ve Bizimle Alâkadar…

Kamerî takvime göre “Mevlid Kandili” adıyla bilinen Rebi-ül Evvel ayının 12. gününden başka, Peygamberimiz’in (asm) dünyayı teşrif ettiği günün Miladî Takvim’de Nisan ayı içindeki yıldönümünde de, ülkemizde yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla, ”Kutlu Doğum Haftası” idrak edilmekte ve kutlanmaktadır.

Peygamberimiz, İki Cihan Serveri, (Miladî: 571’deki) Rebi-ül Evvel ayının 12. günü ve haftanın günlerinden, Türkçe’deki karşılığı “Pazartesi” olan bir günün sabahı dünyayı şereflendirdi; Kamerî Takvim’le altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki) diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene haftanın günlerinden bir Pazartesi gününe tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Haftanın günleri arasında Pazartesi gününün, Peygamberimiz’in hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’in doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, haftanın Pazartesi gününde olmuştur.

Bundaki hikmetin ne olabileceğine belki de gereksiz yere merakımızı sarf etmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz bazı mühim dersleri alabilmeye çalışırsak, daha isabetli hareket etmiş oluruz.

Alabileceğimiz en mühim derslerden biri de belki şu olabilir: Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi, ömür sermayemizi değerlendirmekte bazen ihmaller göstersek de; onu sadece bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi halen içinde yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî, çok büyük menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir. Çünkü, insanın ömrü birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek de şudur: Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; fakat, gafletle geçen saatlerimizi ve dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi -bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi- geri döndürebilmek imkânımız yoktur.

Böyle bir durumda, aklını iyi kullanan bir insan, geri dönmemek üzere geçen zamanının kıymetini düşünür; onu israf ederek tüketmekten kaçınmağa, çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde ebedî ve çok büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanabilmeğe çalışır. Bunu yapabilmek için de, insanlığın en büyük rehberi olan Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine uyar ve onun ilmî vârisleri olan selahat ve takva sahibi âlimlerin izinde gider.

Şöyle bir sual de akla gelebilir: “Rebi-ül Evvel ayının 12. gününün Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğumunun yıldönümü olduğu Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, o günün ayni zamanda onun vefatının da yıldönümü olduğunun Müslümanların daha büyük bir ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?

Bu sualin cevabı, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikatiyle ilgili Kur’an âyetleriyle verilebilir. Çünkü, Kur’an bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ

(Resûlüm!), Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi, 21/107)

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌؗ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ

Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in bu Kur’an âyetleriyle de açıkça bildirilen “rahmet peygamberliği” sıfatı, sadece bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, bütün insanlar ve bütün âlemler içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, onlara çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli, merhametli olan” Resulullah’ın, altmışüç yaşındayken bir Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmışüç yıl önceki bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almaktadır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki de bu sebeple, o gün yalnız “onun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima onun doğumuyla dünyayı teşrif edişinin manâsı ve ehemmiyetiyle ilgili programların icrasına çalışılmaktadır.

Bu gerçeğin de ışığı altında, şu soruyla nefsimizi tekrar murakabe etmeli ve hesaba çekmeliyiz: “Madem ki onun ‘Rahmet Peygamberi’ olarak, mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, mü’minlere çok düşkün, şefkatli ve merhametli olan ruhu aramızda ve bizimle alâkadar; acaba biz onunla ve Sünnet-i Seniyyesiyle ne kadar alâkadarız, bilhassa Hac ve Umre vesilesiyle kabrini ziyaret ettiğimizde, onun ruhunun bizimle alâkadarlığını ne derecede hissedebiliyoruz?

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selâm, Efendimiz Muhammed (asm) ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

“Mevlit Kandili” : Peygamberimizin (sav) Dünyaya Teşrifi.. (02 Ocak 2015)

Kandil gecelerinin İslam dininde ve biz Müslümanların yanında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her Müslüman o gecelerin fazilet ve sevabından azami derecede istifade etmeye çalışır. Bu gecelerde Rabbimizin rahmeti ve bereketi herkesi kuşatır ve tecelli eder. Bizler de özel gayret ve ibadetimizle o rahmetten ve tecelliden hissemize düşeni almaya gayret ederiz. Bu kandillerin ilki Mevlit kandilidir. Mevlit kandili Peygamberimizin as dünyaya teşrif edişinin yıldönümü olarak Alem-i İslamda  kutlanacaktır. Bu kutlamayı yaparken şu hususlar bizim anlayışımızda öne çıkmalı ve Peygamberimizin as dünyaya teşrifi bize şunları hatırlatıp düşündürmelidir.

gül tomurcuğu1 – Peygamberimizin as dünyaya gelmesi ve İslam’ı tebliğ etmesi ile o asırda neler değişti?

2 – Yaşadığımız şu asırda ve hayatımızda, değişimin izleri ve hayatımıza yansıması nedir?

3 – İslam’da helal ve haram kavramları vardır. Bu kavramlar Müslümanların hayatında önemli yer tutarlar. Benim hayatımda da yerini koruyor mu?

4- Günümüz itibarıyla bazı şeyler dinen normal sayılmaz. Fakat ülfet, ünsiyet, özenti ve taklit ile normal bir hale gelmiş olabiliyor. Bu gibi şeylerin bizim  hayatımızda nasıl bir yeri var. En azından dinimizin helal dediğine helal, haram dediğine de haram diyebiliyor muyuz?

5 – Peygamberimiz as insanları Allah’a kul olmaya çağırırken Kabe’deki 360 putu kırmış ve gönüllere imanın nurunu koymuştu. Bizim de gönlümüzü kin, nefret, riya, haset, şöhret, makam, hırs, günah gibi putlardan arındırmamız lazımdır.

Mevlit kandili ve diğer kandil gecelerinin özellikleri kısaca şöyledir:

1-Mevlit kandili. R.Evvel ayının 12.gecesi Mevlit kandilidir. Bu 02 Ocak 2014 Cuma gününe tevafuk etmektedir. Peygamberimiz’in as doğum gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bu kutlama Peygamberimizi anma ve Onun dünyaya teşrifini salavatlar ve dualarla yad etme şeklindedir. Bu gecenin birçok özelliği ve güzelliği vardır. Bu özellikleri bizim de bilmemizde fayda ve maslahat bulunmaktadır. Peygamberimizin doğum gecesinde meydana gelen mucizeler o gece dünyaya gelen Peygamberimizin as yapacağı iş ve icraatlarının birer habercisi ve müjdecisi olarak tecelli etmiş ve tüm dünyaya şu mesajlar verilmiştir:

Birincisi. O gece Peygamberimizin as annesi ve orada bulunanların gördükleri bir nurdur ki, demişler. “ Biz öyle bir nur gördük ki, bize doğu ve batıyı aydınlattı “  İşte bu mucize ile tüm insanlara şöyle bir mesaj veriliyor ve deniyor ki: Tüm dünyayı saran ve insanları Allah’tan uzaklaştıran şirk ve küfrün karanlığı her şeyin hakikatini gizlemiş, insanların dalalet ve sefahate düşmelerine sebep olmuştur. Her şeyin Allah’a bakan yönünü örtüp gizleyen küfrün karanlığını izale edip kaldıracak, insanlara hak ve hakikati gösterecek birisi gelecek ve getireceği nur ve imanın ışığı ile dünya  ve insanlığı kaplayan küfrün karanlığını kaldırıp insanların hidayet ve imanlarına vesile olacak. Peygamberimiz’in as doğumunda Allah bu nur ile o asrı ve ondan sonra gelecek tüm asırları müjdelemiş ve annesine o nuru göstermiştir.

İkincisi. İnsan mükerrem yaratılmış ve her zaman hakkı arama ve bulma fıtratında olmuştur. Fakat çevre ve nefis gibi unsurlar onun batıla ve şirke düşmesine sebep oluyor ve Hak yerine puta tapınan insanlar ortaya çıkıyor. Bu hal insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi bu asırda da bulunmaktadır. Kabe’nin içini de puthane yapmışlar,360 putu oraya yerleştirmişlerdi. İşte Peygamberimizin doğum gecesi bu putların çoğu baş aşağı düşerek yerle  bir olmuştu. Bu mucize ile o zamana ve  ondan sonraki zamanlara şu mesaj veriliyor ve deniyor: Yeni dünyaya gelen bu çocuk tüm putlarınızı ve putperestliği yıkıp yerine Hak ve tevhidi ikame edecektir. Ve böylelikle insanlar bir olan ve her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah’a kul olacak ve kulluk yapacaklardır.

Üçüncüsü. O gece insanlarca takdis edilen –sava-  gölünün kuruması ve Mecusilerin bin senedir yanan ve sönmeyen ateşlerinin o gece sönmesi mucizesidir. İnsan yapısı ve yaradılışı itibariyle çok aciz ve zayıftır. Bunun için korkuları ve endişeleri çok olan bir varlıktır. Her zaman korunmaya ve güçlü birine dayanmaya mecburdur. İman ve İslam bizleri Kadir-i Mutlak olan Allah’a dayandırıp, Allah’tan yardım istetir. Her türlü zorluk ve darlık karşısında hemen Allah’a sığınırız ve sadece O’ndan yardım isteriz.

Allah’ı bilmeyen ve bulmayan insanlar batıla sapar ve batıl inanışlara sığınır ve onlardan korunma bekler. Ve böylece toplum içinde yüzlerce, binlerce batıl inanış ve hurafe anlayış ortaya çıkar. Nazar boncuğundan, at nalına, kurşun dökmekten, bez bağlamaya, mum dikmekten, bazı şeyleri uğurlu-uğursuz saymaya, yatırlara türbelere adak adamaya kadar giden bir çok batıl inanış ve anlayış içimize girmiş ve Müslüman olmamıza rağmen bu batıl hurafe yüzlerce şeyi içimizde barındırıp yaşatır olmuşuz.

Peygamberimiz as gelmeden önce de bu gibi batıl inanışlar vardı. İşte Peygamberimizin doğum gecesi meydana gelen o mucize yeni dünyaya gelen bu çocuğun tüm batıl ve hurafe inanışları kaldıracağını bildiriyor. Ve öyle de olmuştur.

Bu geceyi Peygamberimize as çok salavat getirip, namaz gibi ibadetlerle geçirebiliriz. Özellikle yukarıda söylediğimiz hususları düşünerek, Peygamberimizin as insanlara neleri getirdiğini ve nasıl bir hayat yaşadığını düşünmemiz gerekir. Kendi hayatımıza O’nun hayatına bakarak yön vermek başka bir ifade ile Rabbimiz, Peygamberimiz as ile neleri emrederek bizlere  – farz-  kıldı. Neleri yasaklayarak onları da bize –haram- kıldı. Bu şekilde gecemizi ihya edebiliriz.

2-Regaip Kandili. Recep ayının ilk perşembe gecesidir.  Bu geceye meleklerin rağbeti ve bizler için yaptıkları istiğfar için bu isim verilmiştir.

3-Miraç Kandili. Recep ayının 27.Gecesi Miraç kandilidir. Miraç kandili Peygamberimizin as Alem-i fena olan dünyadan, Alem-i beka olan ahiret alemlerine yaptığı   ve birçok İlahi tecellilere mazhar olduğu gecedir.

4-Beraat Kandili. Şaban ayının 15.Gecesi Beraat kandilidir.  Beraat kandili bir yıl içinde meydana gelecek olayların Allah cc tarafından ilgili meleklere gerekli bilginin verildiği bir gece. Özellikle insanın kazancı ve o yıl başına gelecek olayların bilgisinin verildiği bir geceyi ibadetle ihya ederiz.

5-Kadir Gecesi. Ramazanın 27.Gecesi Kadir gecesidir. Bir gecede seksen yıllık ibadet sevabı kazandıran bir gecedir. Kadir gecesi okunan her Kuran harfine 30.000 bin sevap yazılır. Bizler bu geceyi Rabbimizin bize Lütuf ve Rahmeti olarak bilir, elden geldiği kadarıyla Namaz, Kuran ve istiğfar ile ihya ederek o rahmetten hissemizi alırız.

Bir yıl içinde en sevaplı ve manevi kar ve kazancı en çok olan ve üç ayların habercisi olan kandil geceleri 02 Ocak’ta Mevlit kandili ile başlamış oluyor. Rabbim bizi, ailemizi, milletimizi ve tüm alem-i İslam’ı bu mübarek gün ve gecelere kavuşturup ecir ve sevabına nail eylesin, Amin.

Mustafa Şevki Kavurmacı

www.NurNet.Org

Mevlit Kandili 02 Ocak 2015. Mevlit Kandilinde Nasıl İbadet Edilir?

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’ân-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur’ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289).

Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hâli-uzak değildir.

Selam ve dua ile…

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ruh Üflendi Kainata..

Big bang’dan sonra 10.000.000.000 senesi civarıydı. Bugünkünden daha küçük, ama daha hızlı ve hareketliydi kâinat. Büyüyor, serpiliyor, genişliyor, bir hedefe doğru aceleyle koşuyordu. Yuvasından henüz çıkmış genç kuşlar gibi uçuşan yıldızlar, ışıl ışıl kandillerini yakmış dev filolar misâli birbiriyle yarışan galaksiler… Hepsi o kadar. Güzel, muhteşem, muazzam bir kâinat. “Fakat birşeyler eksik” derken, Yerel Galaksi Kümesi içinde, tıpkı yüz bin milyon kardeşi gibi uzun saçlarını savura savura dönüp duran bir galaksi güzeli, bir yıldıza hâmile kaldı. Görünüşte diğerleri gibi, fakat istikbâli farklı bir yıldızdı bu.

B.B.S. 10.000.000.000 yılında birgün, Samanyolu nurtopu gibi bir güneş doğurdu. Güneşle beraber bir dizi gezegen ve içinde bir de mavi dünya doğdu. Minik ve mavi yavru, doğar doğmaz özel bir ilgiye mazhar oldu. İlk andan itibaren çehresi şekilden şekle girmeye başladı. Jeolojik takvim milyarları birer saat gibi sayarken, onun üzerinde denizler yaratıldı, kıt’alar kaydırıldı, dağlar dikildi, nehirler ve vadiler açıldı. Görünmez bir Sanatkârın elinde şekilden şekle giren dünyanın simasında hatlar ve kıvrımlar belirmeye başladı. Sonra kayalar ufalandı, yeryüzüne toprak serpildi. Etrafına kat kat koruyucu bir atmosfer geçirildi. Ve mavi dünya, milyarlarca sene boyunca bir beşik gibi hazırlandı.

Sonra da hayale gelmeyen şeyler geçti dünyanın başından. Yerden hayat fışkırdı! Hiçten, yoktan, görünmezden ortaya çıkan canlılar birbiri ardınca beliriverdi. Yine de birşeyler eksikti. En sonunda insan manzarayı tamamlar gibi oldu. Çünkü etrafında olup bitenlere bir anlam verebilen sadece o vardı. Bütün bu hazırlıklar birisi için yapılmışsa, bu ancak insan olabilirdi. Nitekim binlerce sene boyunca yüz binlerce muallim, insanlara etrafındaki varlıkları anlattı ve mânâlarını öğretti. Ama gün geldi, insanlık bütün öğrendiklerini unuttu. Ve kâinat, milyarlarca yıl erişmek için çabaladığı şeyi bulduğu anda yeniden kaybetti.

Sonraki yüzyıllar boyunca güneş ve yıldızlar hergün doğdu, fakat gören bir göz göremeden battı. Çiçeklerde, dağlarda, denizlerde nakış nakış Esma dokundu; ama okuyan nerede? Kuşlar yine cıvıldaştı, kuzular yine meledi, hiçbiri tesbihatını eksik etmedi; ama işiten kim? Yüzyıllar geçtikçe karanlık da bastırdıkça bastırdı. Canlı canlı nişan tâlimlerine hedef yapılan develerin, babasının eteğindeki tozları minik elleriyle temizlemeye çalışırken kendisini toprak altında bulan diri kız çocuklarının feryatları eklendi hazin çığlıklara. Asırlar boyunca her gece ve her gün, melekler yeryüzünden Arşa dualar taşıdı. Gökler ve yer, gözü yaşlı Hazret-i Âdem’in Cennet kapısındaki sözlerine hep beraber âmin dedi: ‘Çabuk gel evlât, gel de bizi felâketlerden kurtar!’  Garibiz, gel! Yetimiz, gel! Mazlumuz, gel! Yeter artık; biz bunun için yaratılmadık. Gel de niçin yaratıldığımızı göster!

Sonra, beldelerden bir mutlu beldede, gecelerden bir mutlu gecede dualara cevap geldi. Âlemlerin Rabbinden, Âlemlere Rahmet geldi. Yerel Galaksi Kümesinin kuşlarından Samanyolunun merkezine 30 bin ışık yılı uzaktaki bir yıldıza 150 milyon kilometre mesafedeki bir mavi gezegenin üzerinde, Mekke sokaklarından birindeki bir mütevazi evde Muhammed Aleyhisselâm doğdu. B.B.S. 15.000.000.000 yılında kâinata ruh üflendi. O gelince herşey yerli yerine oturmaya başladı. Bir elindeki kitabın sayfasını çevirdi, bir kâinat kitabının. Okudu ve okuttu: ‘Yedi gök ve yer ve içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir varlık yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.’

Bir elinde güneşi, diğer elinde mehtabı tuttu: ‘Güneşi bir ışık, ayı bir nur yapan, vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye ona menziller takdir eden Odur. Allah bütün bunları hak ve hikmetle yarattı. O, bilgi sahibi olanlar için âyetlerini işte böyle açıklar.’

Gökyüzünü gösterdi: ‘Gecenin karanlığını yarıp sabahı çıkaran da Odur.’ Bir daha gösterdi: ‘Karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için var eden de Odur.’

Bulutları işaret etti: ‘Gökgürültüsü hamd ederek, melekler de Allah korkusuyla Onu tesbih eder.’

Yağmuru gösterdi: ‘Gökten size bir su indiren Odur. O suda sizin için hem bir içecek vardır, hem de ağaç ve otlar yeşerir; siz de hayvanlarınızı otlatırsınız.’

Sonra başka bir yeri işaret etti: ‘İçindeki taze balıklardan yiyesiniz ve süs eşyalarını çıkarıp takınasınız diye denizleri sizin hizmetinize veren de Odur.’

Sonra dünyayı gösterdi: ‘Yeryüzü sizi sarsmasın diye dağları O dikti; yolunuzu bulasınız diye nehirler ve yollar, daha nice alâmetler yarattı.’

İnsanlara ellerini uzatmış ağaçları ve yüzlerine gülümseyen çiçekleri gösterdi: ‘Daneleri ve çekirdekleri çatlatan şüphesiz Allah’tır. O ölüden diriyi çıkarır; diriden ölüyü çıkaran da Odur.’

Kuşları, kuzuları, böcekleri, balıkları tek tek gözler önüne serdi: ‘Yeryüzünde hareket eden hiçbir hayvan, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer topluluk olmasın. Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.’

İnsanlığa göklerle beraber kendi simasını gösterdi: ‘Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.’

Sonra, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen ve bütün sevdiklerinden ebediyen ayrılıp yokluğa karışmak üzere olan insana en büyük müjdeyi verdi: ‘Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye kadirdir.’

Sonra da, dâvetine koşup gelen asırları ve kıt’aları ‘Ümmetim’ deyip bağrına bastı. Hepsini arkasında topladı ve ciğerlerinden kopup gelen bir feryatla onlar için Âlemlerin Rabbine yalvardı: ‘Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar!’

Artık kâinat garip değil. Dünyada yetim ağlayışları, mazlum hıçkırışları işitilmiyor. Çünkü tenlere can, canlara canan geldi. Hepsi sahibini buldu, hepsi ruhunu buldu, hepsi de ‘Muhammedim’ diye kucağına atılacak bir sevgili buldu. Bu güneş onun doğuşunu gördü. Bu yıldızlar onun başı üzerinde dolaştı. Bu dünya ona beşiklik etti. Ama o güneşin ve o yıldızların altında, o mavi dünyanın üzerinde, hepsinden daha talihli biri var. O benim. Çünkü ben onun ümmetiyim. Sıkıntıya düştüğümde, bilirim ki ona pek ağır gelir. Hastalandığımda o yanı başımda, derdimde o benimledir. O benimle üzülür, benimle sevinir. Selâm gönderdiğimde selâmımı alır. Duasına âmin dediğimde o beni bilir. Çünkü ben onun ümmetiyim.

Her peygamberin bir duası vardı; o duasını benim için sakladı. Eğer mahşerde bütün ümmeti kurtulup da tek ben sıkıntıda kalacak olsam, bilirim ki o beni elimden tutup kurtarmadıkça Cennete adım atmaz, Havuzdan bir yudum içmez. Çünkü boğazından geçmez. Çünkü ben onun ümmetiyim.

Onun ümmeti olana herşey dost olur. Çünkü herşey onun dostu ve müştakıdır. Onun dostlarıyla dolu bir dünya, onun ümmetine bir cennet olur. İşte güvercinler, işte örümcekler: Hani dedeleri Hirâ Mağarasında onu beklemişlerdi. Ne zaman bir güvercine yem versem, bir Peygamber dostuna ikramda bulunmanın hazzını yaşarım. Ne zaman bir örümcek bulsam evimde, bir Peygamber yadigârını bana misafir gönderene hamd ederim. ‘Böyle dostluğun firakı yok, hep visaldir.’ Nerede olsam, ondan ne hâtıra bulsam, bilirim ki o benimledir.

Onu gören güneşe ve yüzündeki tebessümüne merhaba! Onun parmak izini taşıyan aya ve nuruna merhaba! Sabaha ve ışığına, geceye ve âyetlerine merhaba! Gökkubbeye ve ışıl ışıl kandillerine merhaba! Onu bağrında büyüten dünyaya ve içindekilere merhaba! Meleklere merhaba, cinlere merhaba! Onun ümmetinden bir vücudun parçası olabilmek için ellerini uzatıp bana meyvelerini sunan ağaçlara merhaba! Benim için süslenen çiçeklere merhaba! Dalgalarıyla ona selâm gönderdiğim denizlere merhaba! Cıvıldaşan kuşlara ve gürleyen göklere merhaba! Onu bekleyen güvercine, örümceğe ve torunlarına merhaba! Ayağı altında konuşan dağlara ve avucunun içinde tesbih eden taşlara merhaba! Milyonlar dillerle bana Rabbimi tanıtan bütün varlıklara tek tek ve hep beraber merhaba! Hayata merhaba, ölüme merhaba, haşre merhaba! Âyetü’l Kübrâ’ya ve seyyahına merhaba!

Biz dostuz ve kardeşiz. Münkirlerin dünyasındaki yabancılıklar ve düşmanlıklar yok bizim dünyamızda. Çünkü O geldi ve bizi Allah’ın kulluğunda birleştirdi. Onunla mesut olan asra merhaba! O asır semâsında doğan yıldızlara merhaba! O yıldızlarla yolunu bulanlara merhaba! Ve şimdi başlarımızın üzerinde yeniden yükselen Saadet Asrının güneşine merhaba! Hoş geldin, uğurlu geldin, nurlarınla, lem’alarınla, şualarınla geldin. Yirminci yüzyılın fetret geceleri artık bizi ürkütmüyor. Ol taze güneş ülkeye serptikçe ışıklar, Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar.

Ümit Şimşek / Zafer Dergisi

Mevlid Kandiline Özel: “Kutlu Doğum sahibinden üç örnek!..”

1442. doğum yılını kutladığımız Efendimiz (sas) Hazretleri’nin düşündüren üç önemli örneğini arz etmek istiyorum bugün. İsterseniz birlikte okuyalım günümüze mesaj yüklü üç önemli örneği.

1- Mal senin borç benim örneği!.  

Sıkıntı içinde kalan gerçek yoksullara yardımı ihmal edilemez görev bilirdi. Bu sebeple davet ettiği miskin derecesindeki gerçek muhtaçlara önceden hazırladığı yardımı sırayla dağıtmış, alanlar da sevinçle evlerine dönmüşlerdi. Tam bu sırada bir başka gerçek yoksul adam da uzaklardan koşarak gelip kendisine verilecek bir şey kalmadığını anlayınca mescidin avlusunda yığılakalmıştı. Efendimiz, bu gerçek yoksulun ümitsiz ve perişan halini görünce teselli etti:

– Üzülme sana da bir çare bulabiliriz, dedi!.. Bulduğu çareyi de hemen şöyle anlattı:

– Buradan doğruca çarşıya git, ihtiyaçlarını satan dükkânlara gir, ne lazımsa al, sonra dükkân sahibine de ki: “Mal benim, borç Resulullah’ındır!.”

Yoksul adam, şaşırarak böyle şey olmaz demek istemişse de Efendimiz, onu ihtiyaçlarını satan dükkânlara doğru yönlendirerek tembihini tekrarladı:

– İşte şuradan doğruca dükkânlara girecek, ihtiyaçlarını alacaksın, sonra da: “Mal benim borç Resulullah’ındır,  diyerek evine döneceksin, ödemesi bana ait olacaktır!”

Demek ki gerçek manada darda kalana yardım edemediği yerlerde borçlarını yüklenmeyi dahi göze alıyor, böyle örnek veriyordu ibret alacak imkân sahiplerine.

2- Hizmet eden mi, hizmet edilen mi olmak istersiniz?

Hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi seviyordu. Bu sebeple misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, ikramda bulunurdu. Bir gün çölden biri gelip “Kim bu insanların efendisi?” diye sordu.

O sırada misafirlerine süt ikram eden Efendimiz de:

-“İnsanların efendisi, insanlara hizmet edendir!” buyurdu.  Bu sözüyle hem kendisine işaret ediyor hem de insanların efendisinin insanlara hizmet etmesi gerektiğini ifade ediyordu.

Nitekim bir yolculuk dönüşünde herkes hurmalıkta istirahate çekilmiş dinlenirken bazıları yemek yapmaya hazırlanıyorlardı. Biri, ben yemekleri yapayım, biri, ben de su getireyim, derken biri de, ben de ateş yakayım, deyince, Efendimiz (sas) Hazretleri de istirahat ettiği ağacın gölgesinden doğrularak, “Öyle ise ben de yakacağınız ateşe odun toplayayım.” buyurdu.  “Biz hizmetlerin hepsini de yaparız, siz dinlenin” diyenlere de:

– Bilirim ki siz hizmetlerin hepsini de yaparsınız, ama siz hizmet ederken ben seyirci kalmaktan mutluluk duymam. Hizmet edilen değil, hizmet eden olmayı tercih ederim.” dedikten sonra  kalkıp odun toplayarak  hizmete seyirci kalanlardan değil, hizmete iştirak edenlerden olmayı tercih etme örneği verdi bizlere…

3- Faydalı buluş kimde görülürse görülsün sahip çıkılmalı mıdır?   

Sahabeden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan aldığı zeytinyağı yakan bir kandili getirip Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. O günlerde Müslümanlar böyle bir kandilin varlığını bilmiyor, evlerinde de kullanmıyorlardı…

Az sonra Efendimiz (sas) gelip dumansız, külsüz tavana asılı olarak ışık veren kandili görünce, “Kim getirdi bunu?” diye sordu. Oradakiler suçlu gösterir gibi Temimdari’yi göstererek “Hem de Şam’da Hıristiyanlardan alıp getirmiş.” dediler. Arkasından da bir azarlama beklemeye başladılar.  Ancak Peygamberimiz tebessümle baktığı Temimdari’ye, unutulmayacak duasını şöyle yaptı:

– Sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!.. Sözlerine şunu da ekledi:

– Unutmayın, faydalı buluşlar müminin kaybettiği öz malı gibidir. Kimde bulursa sahip çıkıp benimsemeli, Müslümanlara bu faydalı buluşu kazandırmalıdır!..

– Fatebiru ya ülil ebsar!.. Düşünün ey basiret sahipleri!