Etiket arşivi: islamiyet

Âdem(as)’in Çocukları..

İçinde yaşadığımız şu günlerde, ülkemizin bazı etnik problemleri aşamamış olması, hamiyet sahibi her insanı düşündürmeli ve çözüm için gayrete getirmeli.

İslâmi açıdan etnik problemi – diğer adıyla ırkçılığı – ele alacak olursak bu anlayışın ne dinde ve ne de insanlıkta yeri olmadığını göreceğiz.

Hiçbir insan, doğduğunda ırkını seçmemiştir. Çünkü farklı ırkların olması, ilahi bir tercihtir. İnsanların farklı ırklarda yaratılmalarının hikmeti ise Yüce Yaratıcı’nın Kelamı olan Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:

Biz sizi taife taife ve millet millet olarak yarattık ki tanışıp kaynaşasınız diye. Yoksa birbirinizi inkâr edesiniz diye değil”( Hucurat suresi – 13. ayet )

değişik ırklardaki çocuklarIrklar, insanlık kilimindeki farklı renk ve desenlerdir. Renk ve desenler farklı olsa da ancak dokuyanı ve boyayanı birdir ve bir elden çıkmıştır.

Mesela: Bir otomobil fabrikası, farklı model ve renklerde otomobil üretir. Sadece model ve renk farkından dolayı onlar için farklı fabrikalar aramayız.

Aynen öyle de Cenab-ı Hak, Hz. Âdem ve Havva’yı çeşitli ırkları netice verecek bir özellikte yaratmış ve zamanla da farklı ırklar meydana gelmiştir. Ayrıca aynı topraktan rengârenk çiçekleri yaratan Allah, Hz. Âdem ve Havva’dan da farklı ırk ve renkteki insanları yaratması O’nun kudretine zor gelmez.

İslamiyet; ırkı değil; ırkçılığı reddeder. Kimin ırkı neyse bunu ifade etmesinde bir sakınca yoktur. Ancak ırkını üstün görüp bunu dava haline getirmeyi İslamiyet ve insaniyet kabul etmez.

İnsanlık âleminde örneğimiz olan Peygamber Efendimiz de bir insandı ve ırkı vardı. Fakat O, “ üstünlük ancak takva iledir” diye buyurmuştur. Takva ise Allah’tan korkmak ve O’na yakın olmak demektir.

Üstün olmak istiyorsak maddi ve manevi anlamda fazilet sahibi insanlar olmalıyız. Zaten en büyük dava da budur. Yani “insanın geride güzel bir iz bırakıp kabre de imanla girmesidir.” Böyle bir hayat, insana iki dünya saadetini kazandırır.

Irk cesetle ilgilidir. Çünkü ruhun ırkı yoktur. Cesedin de kabirdeki akıbeti mâlumdur. Önemli olan ruhu; imanla, ibadetle, marifetle, muhabbetle ve ilimle zenginleştirmek ve terakki ettirmektir.

İnsanlık âleminde önemli olan, faydalı ve iyi birer insan olabilmektir. Faziletli ve faydalı bir insan, hangi ırktan olursa olsun sevilir ve sayılır. Kötü ve zararlı bir insan, öz kardeşimiz bile olsa kabul görmez ve sevilip sayılmaz. Örnekte de görüldüğü gibi ırkçılık anlayışı, insanlığa da yakışmayan bir fikirdir.

Bediüzzaman Hazretleri, ırkçılık için “frenk illeti” tabirini kullanır. Yani ırkçılık, Avrupa’nın içimize soktuğu bir hastalıktır.Tarih buna şahittir. Gerçekten de tarihe ibretli bir nazarla baktığımızda göreceğiz ki 1789 Fransız İhtilali ile bu fikir, ecdadımız olan Osmanlı’ya ve coğrafyasına yayılmış ve bu muhteşem medeniyet imparatorluğunun yıkılmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur.

Mesela Emevilerin ırkçı politikası yine aynı olumsuz neticeleri doğurmuştur. Örneğin; Kerbela olayı gibi… Zaten aynı hatalar aynı sonucu verir. Tarihteki hatalardan ders almalı. Dolayısıyla da ülkemizin ve birbirimizin değerini bilmeli.

Biz Anadolu milletini birbirine bağlayan o kadar ortak noktalarımız var ki…

Dinimiz, bizi iman bağıyla birbirimize bağlamış ve “İslam kardeşi” yapmış. Nitekim şu ayet de bu manayı vurgulamaktadır: “Muhakkak ki inananlar kardeştir”.

Bir kimse Müslüman olduktan sonra hangi ırktan ve milletten olursa olsun onunla bir nevi kardeşliğimiz var. Din, iman ve Kur’an kardeşliği…

  • Çünkü Allah’ımız bir,
  • Dinimiz bir,
  • Peygamberimiz bir,
  • Kıblemiz bir
  • Kitabımız bir ve hakeza…

Bütün bu bir birler, bizi birbirimize bağlamalıdır. İnşallah… Demek oluyor ki bir insan, Müslüman olsun yeterli. Hatta insan olması bile yeterli. Gönül dostu Yunus, ne güzel ifade etmiştir bu manayı. “Yaratılanı severiz; Yaratandan ötürü”. Biz de insan olan bütün insanları sevmeliyiz. Zaten biz bütün insanlar; Allah’ın kulları ve Âdem’in çocukları değil miyiz?

İbrahim Yardım / İlahiyatçı – Yazar

Kaynak: www.NurNet.Org

Ünlü Yazar “Puşkin” Kur’an-ı Kerim Hayranı Çıktı!

Hafta sonu Uluslararası Entellektüel Edebiyat Fuarı Non/Fiction çerçevesinde Tsentralnıy Dom Hudojnika (Merkez Ressam Evi)’da ünlü Rus Arap araştırmaları, Orta Çağ Arap edebiyatı uzmanı Betsi Şidfar tarafından yapılan yeni Kur’an çevirisi tanıtıldı.

Arap araştırmaları uzmanları ve İslam din adamları yeni çevirikonusunda çok olumlu değerlendirmelerde bulundular. Kutsal Kur’an’ın Rusça çevirisini yapmış bir çevirmen, olan filosofi doktoru Elmir Kuliyev bu konuda düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Betsi Şidfar’ın çevirisinde eşi olmayan, kendine has bir stil hissediliyor. Bu stil okuyucunun Kutsal Kur’an’ın ruhunu hissetmesine, görülmez ve hissedilmez, ancak insanın tüm varlığı ile olduğunu bildiği bazı şeylere temas etmesine yardım ediyor”.

Moskova Ulu Cami Baş İmamı İldar Alyautdinov, Kur’an çevirilerinin ve yorumlarının orijinalin benzeri olmadığının altını çizerek, yapılan çevirinin yüksek kalitesine işaret etti. Alyautdinov, “Bu kitabın kendisi için Allah’ın kelamını keşfetmek isteyenler için ilgi çekici olacağını ümit ediyorum” dedi.

Rusya’da Kur’an’ın çevirisi yüzyıllardır yapıla gelmiştir. Toplam olarak Kur’an 15 kez Rusça’ya çevrilmiştir. Burada ilginç olan Kutsal Kitab’ın Rusya’daki çevirisinin din adamları tarafından değil, bilim adamı doğu araştırmaları uzmanları, dilbilim uzmanları tarafından yapılıyor olmasıdır. RGGU Tarih, Politika ve Hukuk Bilimleri Fakültesi, Modern Doğu Kürsüsü doçenti İgor Alekseyev “Neden Rus müslümanları Rusça’ya çeviri yapmıyorlar, bu zor bir soru” diyor. Kutsal Kitab’ın ilk çevirileri Fransızca’dan ya da İngilizce’den yapılmışlardı ve eksik yönleri vardı. Kur’an ilk defa 1716 yılında 1. Pyotr’un buyruğu üzerine Peterburg’ta çevrilmişti.

1790 yılında M.İ. Veryovkin tarafından yapılan Kur’an çevirisi Rus edebiyatı açısından önemli bir rol oynayacaktı: Çevirmen, 33 sureden şiirsel alıntıların hazırlaması konusunda ünlü Rus şairi A.S. Puşkin’e ilham kaynağı olmuştu. Puşkin’in bu ünlü eserinin adı ‘Kur’an’a benzetmeler’ adını taşır. A.S. Puşkin’in eserleri, çok geniş Rus okuyucu çevresinde Kur’an’a olan ilginin artmasına neden olmuştur. Büyük rus yazarı L.N. Tolstoy da Kur’an ile ilgilenmiştir.

Kutsal Kitab’ın Arapça’dan ilk çevirisi 1871’de yapıldı. Sovyetler ve Sovyetler Birliği sonrası ilk dönemlerde dine verilen önemin azalmasına rağmen, Kur’an’ın en iyi çevirileri bu dönemlerde yapılmıştır. Bu çeviriler Betsi Şidfar’ın da aralarında olduğu yetenekli Arap araştırmaları uzmanlarının elinden çıkmıştır.

Kaynak: Rusya’nın Sesi Radyosu

İslamofobia’ya Rağmen Müslüman Olanlar Artıyor!

İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra yayılan İslamfobia, ters tepmeye başladı. Çok sayıda insan ile beraber papazlık eğitimi alan Ahmet İsa Wagner’de müslüman oldu.

Malumunuz, Barnabas İncil’i hem Hz.Muhammed’den bahsettiği için ve hem de İslam akidesine uygun bir tevhid anlayışını ihtiva ettiği için Hıristiyan âlemince yasaklanmış bulunmaktadır. Bu İncil’i incelediğimizde bende şöyle bir kanaat oluştu: Hıristiyan dünyası eninde sonunda bu “İncil”de bahsedilen hakikatleri kabul etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü Hıristiyan dünyası, mademki, bilimin, aklın ve araştırmaların kaynağıdır ve gerçekleri aramaya devam ediyor. Bu arayış sonunda onları bu “Barnabas İncili”ndeki “hakikata” ulaştıracaktır.

Bu kanaatimizi destekleyen, selefinden aktarılan bir çok İslamî rivayetler bulunmakla birlikte, aşağıda zikredilen kıssalar bu kanaatimize iki önemli temel dayanak teşkil etmekteler:

Birisi; Hz. İsa’nın Barnabas İncili’nde de geçtiği gibi, Benden sonra Allah’ın Elçisi gelecek, bana yaptığınız iftira ve yalanları temizleyecek, sözüdür. Bu ve buna benzer ifadeler ‘Barnabas İncili’nde mükerreren ve Hz. Muhammed’in ismi aşikâr zikredilerek geçmektedir.

Bu sözü İsa (a.s) kime söylüyor? Bu, bence çok önemli bir noktadır. Kendisini takip edenlere, havarilerine, din bilginlerine ve Nasranîlere, yani peygamber olarak gönderildiği kitleye söylüyor. Ve kendisinden sonra gelecek olan zat’ı (a.s.m) ayrıntılarıyla tarif ediyor. Bu tarifler o kadar ayrıntılı ki, hatta ayetlerde geçtiği üzere ehl-i kitap kendi çocuklarını tanır gibi Hz. Muhammed’i tanıyorlardı. Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, ahirde gelecek bir peygamberden bahisler var; çok ayetler var.

Bu hususta daha geniş malumat edinmek isteyenler, Mevlana Cami’nin ‘Şevahidün Nübüvve’ adlı eserine ve Risale-i Nur külliyatından Mektubat adlı eserin 19.Mektup’una (Mucizat-ı Ahmediye) başvurabilirler.

İkincisi; Hz. Muhammed’in hadisleridir. Bu hususta da Rahle yayınlarından çıkan ‘Nüzul-i İsa (a.s)’ adlı kitabı öneriyorum. Bu kitapta 84. hadis-i Şerif ve 13 Ayet-ı Kerime ile Hz. İsa’nın ahirzamanda geleceği ve İslam’a tabi olacağı gayet makul ve mukni bir şekilde açıklanmıştır.

Binaenaleyh, bu kadar müjde ve işaretler, ayetler ve hadisler, hem o zamanın bir derece evliya ve arif-i billah olan bir kısım insanların tevatür derecesindeki ihbarları elbette doğrudur ve tahakkuk etmiş bir hakikattir. Bu hakikate binaen, ehl-i kitabın İslam’a biat edeceğine olan kanaatimizi yukarıda belirtik. Zaten son yıllarda bilhassa Avrupa’da İslamiyet’in hızla yayılması, Kilise dâhil, özellikle aydın kesimce sahiplenilmesi de bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Bakınız şu olay bu kanaatimizi yeterince perçinlemeye kafi değil midir?

“Rotterdam İslam Üniversitesindeki bir heyet tarafından Flemenkçeye’de çevrilen Haşir Risalesinden, Utrecht ve Rotterdam’daki bazı papazlar (22 Papaz) haftalık olarak kendi aralarında ders okumaya başladılar. Papazlar, “Zira ahirete iman hepimizin ihtiyaç duyduğu birşey” diyorlar.”

“Geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gelen Filipinler Mindanau Otonom Bölgesi Yüksek Öğretim Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Nora Şerif ve onun kızı ve yardımcısı olan Dr. Noraliyn Şerif Risâle-i Nur’un Filipinler eğitim sisteminde ders kitabı olarak okutulacağını söyledi.”

Moses adını taşıyan ve Evangelist bir papaz olan ve 1993 yılında gördüğü bir rüya üzerine İslâm`ı seçerek Afrika`da İslâmî çalışmalar yürüten Sierra Leoneli Musa Bangura, Müslüman olduktan sonra 500`ü papaz olmak üzere 4 bin 402 kişinin İslam`la tanışmasına vesile oldu.”

Papazlık ve Felsefe eğitimini alan Christof ; Hazret-i İsa’nın, Hazret-i Muhammed’in geleceğini müjdelediği sözleri Hıristiyanlar için çok tehlikeli addedilmektedir. Hazret-i İsa da dahil tüm peygamberleri gönderen Yüce Yaratıcının vahyettiği Kur’ân-ı Kerim’de “sözde” İsa’nın takipçilerinin durumu çok açıkça gözler önüne serilmiştir. İşte, bu gerçekleri görüp de Müslüman olmasınlar diye “İslâmiyet“le ilgili tüm bilgiler Hıristiyanlardan uzaklaştırılmaktadır. Yani Hıristiyan okulları talebelerine İslâmiyeti öğretmeye korkuyorlar. Kur’ân İnsan sözü değil. İlahi metinler konusunda yıllarca eğitim almış birisi olarak şunu tüm benliğimle söyleyebilirim ki, Kur’an-ı Kerim insan elinden çıkmış bir metin değil. Kur’an’ı okuyan her insaf sahibi Kur’an-ı Kerim’in Allah Kelamı olduğunu kabul eder. Bunu anlamak için yıllarca eğitim almaya gerek yok. Bu hakikat yakında tüm Avrupayı saracaktır. Gidişat o yöndedir.” (Medya Haberleri)

Bizim de anlatmak istediğimiz budur. Biz de Papazlık eğitimini aldıktan sonra müslüman olan AHMED İSA WAGNER’in şu temenni cümlelerine gönülden amin diyoruz:

“11 Eylül olayı olumsuz bir süreç başlatmıştır, maalesef bunu kabul etmek lazım. Fakat bu olumsuz durum yine Müslümanların lehine dönmüştür. Böyle olumsuz bir olayla bile olsa insanların gündemlerine İslâm girmiştir. İslâm hakkında sorular soran ve bu soruların en güzel cevaplarını İslâm’da bulan binlerce insan her geçen gün Müslüman olmaktadır. İslâm artık daha fazla konuşuluyor. Dünyada konuşulan iki şeyden biri. Önceden Kapitalizm ve Komünizm konuşuluyordu. Komünizm hâlledildi gibi görünüyor. Şimdi ise Kapitalizm ve İslâm konuşuluyor. Gelecek hakkın, yani İslâm’ındır. Bizim kurtuluşumuz ise, bu kervanın içinde bulunmakla mümkündür. Kervan bir yol bulup hedefine varacaktır. Yüce Allah bizi bu kervanın içinde olanlardan eylesin, gerisinde kalanlardan olmaktan korusun.”

Evet dünyada zahiren İslamın aleyhinde gibi cereyan olaylar ve Batı’nın ‘İslamofobia’ olarak ileri sürdüğü her olumsuz hareket ve hadise geniş dairede tedrici olarak islamın lehine işlemektedir. “Sizin şer olarak gördüğünüz şeyde umulur ki onda hayır vardır” kuralınca, Cenab-ı Hakk zemini ve mekanı İslamın istikbal etmesine müheyya etmektedir. Üstadın dediği gibi:

Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya

Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.”

Hiç şüphesiz bir şekilde, gerek istikbâl semavatı, gerekse Avrupa ve Asya İslâm’ın parlak eline beraber teslim olacaklardır. Bu müjdeler şimdiden çıkmaya başladı elhamdülillah.

Recai ALBAY

İşte Terörün Panzehiri ve Etkili Öneriler!

Bir hafta Hakkari’de kaldım. Bölgenin havasını teneffüs ettim, atmosferi kokladım. Hakkari huzursuz. Bölgede terör korkusu var. PKK iki temele dayanıyor:

1. Marksist-Leninist dünya görüşü

2. Irkçılık

İslam, bu iki temel problemin de panzehiri çünkü akla ve mantığa önem verir. Meselelerini ilim ve akla tasdik ettiriyor. Küçük yaştan itibaren çocuklarımıza dinî bir eğitim verilse çocuklarımız dinsiz olmaz, inanan insan adam öldüremez, dolayısıyla terörist olmaz.

İslamiyet ırkçılığı reddeder.

Irkçılıkta uğursuz bir zevk var. Irkçı insan, başka ırklara düşmanlıktan zevk alır. Türk ırkçılığı, Kürt ırkçılığını doğurur. Türk milliyetçiliği ve Türkçülük söylemleri, Kürtçülüğün temel dayanağını oluşturuyor.

Bu sebeple acilen şu adımlar atılmalı:

1. Bu sebeple 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu değiştirilmeli.

Eğitimin amacı Türk milliyetçisi yetiştirmektir şeklindeki ifadeler ırkçılık kokuyor. Eğitimin amacı öğrencinin yeteneklerini geliştirmek, onları başarılı, insanlara ve insanlığa faydalı hâle getirmektir.

2. Okullardaki andımız kaldırılmalı.

Türk olmayan birine, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…”dedirtmenin bir mantığı yok.

3. Dağa taşa yazılan “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ifadesi yerine “Ne mutlu Müslümanım veya ne mutlu insanım!” yazılmalı.

4. Yerel bilgin ve âlimlerin adı ve fikirleri öne çıkarılmalı.

Bitlisli bir bilgin olan Bediüzzaman Said Nursi, ırkçılığa karşı çıkar. Şeyh Said isyanına katılmaz ve devlete isyan eden Şeyh Said’e isyan fikrinden vazgeç, Müslümanı Müslümana kırdırma, der.

Milletin fıtratına uygun bir eğitim anlayışı geliştirilmeli. Bediüzzaman, Doğu’yu din duygusunun ayağa kaldıracağını da ifade eder ve şu güzel tespiti yapar:

Din hayatın hayatı,

Hem nuru hem esası,

İhyayı din ile olur

Bu milletin ihyası.”

Bediüzzaman, Doğu’nun geri kalma sebeplerini de sayar ve çaresini gösterir:

Düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı marifet, sanat ve ittifak silahlarıyla karşı koyacağız.

Doğu problemini çözebilmek için Bediüzzaman önemli bir proje ortaya atar. Van, Bitlis, Diyarbakır gibi illerde Mısır’daki Camiülezher Üniversitesi gibi bir üniversite kurmak ister. Bu üniversitede din ve fen ilimleri birlikte okutulmalıdır.

Bediüzzaman; din ve fen ilimlerinin birlikte okutulma gerekçesini şöyle açıklar:

Aklın nuru fünun-u medeniyedir (fen bilimleri). Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir (din ilimleri). İkisinin birleşmesiyle hakikat tecelli eder ve talebenin gayreti kanatlanır. Ayrıldıkları vakit sadece fen bilimleri okumaktan hile ve şüphe, sadece din ilimleri okumaktan taassup ve hile doğar.”

Bölgede eğitime, özellikle dinî eğitime önem verilmeli. İlkokul birinci sınıftan itibaren çocuklarımıza dini eğitim verilmeli, imanları kuvvetlendirilmeli ki çocuklar dinsiz ve anarşist olmasın.

Sevgili Peygamberimiz (sav), “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir, Arap’ın Arap olmayan üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır.”buyurur.

Dini duyguların çocuklarımıza ve gençlerimize verilebilmesi için şu adımlar atılmalı:

1. İmam-hatip liseleri kuvvetlendirilmeli.

Bu okullarda dini bilgiler ve fen bilimleri beraber okutuluyor. Çocuklarımıza Kur’an, Arapça ve temel dini bilgiler dersi veriliyor; böylece çocukların imanlı, ahlaklı ve erdemli yetişmesi sağlanıyor. Dini eğitim alan insanlar terörist olmaz. Dindar insan, adam öldüremez. Adam öldürmenin en büyük günahlardan biri olduğunu ve adam öldürenin cehenneme gideceğine inanır.

2. Okullara konan seçmeli Kur’an, siyer ve temel dini bilgiler dersinin seçilmesi ve kaliteli bir şekilde verilmesi sağlanmalı.

3. Nitelikli ve ideal sahibi öğretmenler ve idareciler seçilmeli.

Eğitim insanın yeteneklerini geliştirmeyi, ahlaklı ve iyi insan olmasını sağlamak amacı taşır. Erdemli insan empati yapabilir, kendisini başkasının yerine koyar. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmaz. İman insanı erdemli yapar. Allah’a inanan insan, cehennemden korkar; günah işlemekten çekinir. Adam öldürmek en büyük günahlardan biri olduğunu bilir. Allah’ın rızasını kazanmak için hem nefsini düzeltmeye çalışır hem de diğer insanlara iyilik yapar.

Ali Erkan Kavaklı

aekavakli@hotmail.com

“Kendine Göre Müslüman” Olmak Meselesi

Komşularımdan, bazen karşılaştığımda ayaküstü kısa sohbetlerde bulunduğum, halen dünyada en çok kullanılan dil olan İngilizce’yi de öğrenebilmek için hocalarının bir kısmını Mısır’daki Ezher Üniversitesinden getirtmiş olarak Pakistan’da İngilizce eğitim yapan bir İslâmî ilimler fakültesinde ilahiyat fakültesi tahsili yapmış, böylece Arapça yanında İngilizce ve Urduca’yı da öğrenmiş ufku ve ilmi geniş değerli bir imamla günümüzdeki Müslümanların İslâm’ı anlamaktaki ve uygulamaktaki farklılıklarını konuşurken o, mevzuu çok kısa bir cümle ile bağlamıştı: “Her Müslüman, kendine göre Müslüman..”

Dünyadaki iki milyara yakın Müslüman’ın ve bunlardan 57 tane İslâm ülkesinin “İslâm İşbirliği Teşkilatı” (İİT) adlı bir teşkilatın üyesi olmasına rağmen, Müslümanların dünya siyasetinde ve ekonomisinde birlikten doğan bir kuvvetle hareket edememelerinin sebebinin de, “Her Müslüman, kendine göre Müslüman..” oluşuyla alâkasının kurulabileceğini ayni imam ilave etmiş ve buna Müslümanların halen yaşadığı günlük hayattan bazı misaller vermişti.

Bu mevzuda ilk verdiği misal, sigara ile alâkalıydı: Bazı fıkıh âlimleri, insan sağlığına zararı ile ilgili bugünkü bilgilerle sigaranın kesin haramlığı hükmünde yıllardır ısrar etmelerine rağmen, bazıları da ekseriya kendi alışkanlıklarından vazgeçmemek ve bundan dolayı kendilerine gelebilecek tenkitlere meydan vermemek için, eski fıkıh kitaplarında eksik bilgilerle yazılmış olanları güya bu konuda delil olabilirmiş gibi göstererek, sigaranın haram olduğunu söylememektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı da, kendi teşkilatındaki yüzbin din görevlisinden bazılarının sigara alışkanlığında devamı sebebiyle, bu mevzuda kesin bir tavır koyamamaktadır. İslâm âleminde “kendine göre Müslümanlığın” bunun gibi misallerinin çokluğunda, İslâm âleminde birlik ve beraberliği sağlayabilecek olan “Hilafet”in kaldırılmış olmasının da büyük rolü bulunmaktadır.

Böyle bir dinî yaşayış ortamında her Müslüman’ın, Kur’an’ı ve “Yaşayan Kur’an” olan Peygamberimiz’in (s.a.v.) sünnet-i seniyyesini iyi anlamağa ve kendi hayatına tatbik etmeğe çok ihtiyacı vardır. İslâm dininin iki temel kaynağının Kur’an ve Hadis olduğu, en basit ilmihal kitaplarının bile ilk cümleleri arasında yer alır. Ancak, bu iki temel kaynağı sadece kendi anlayışına, sözlerine, tercihlerine ve yaşayış tarzına delil yapmağa çalışan, bahsettiğim o imamın kısaca tarifini yaptığı gibi “Kendine göre Müslüman” olur.

İslâm şeriatını kendi anlayışına, tercihine, yaşayışına yanlış olarak delil yapmağa çalışmak; İslâm’ı kendisine uydurmağa çalışmaktır. Halbuki, bir Müslüman’ın vazifesi İslâm’ı kendisine uydurmağa çalışmak değil; kendisini İslâm’a uydurmaktır.

Evlilik aktinde olduğu gibi, yürürlükteki mevcut hukuk sistemine göre geri dönüşü çok zor bir kararın öncesinde de, birbirleriyle evlenme namzedi Müslümanların sonradan evliliklerinde uyumsuzluklarla sıkıntılı hallere girmemeleri için, birbirlerinin ne çeşit bir Müslüman olduğunu iyice anlamadan evlenmek kararı vermemeleri daha isabetli olur.

Bu mevzuu biraz daha müşahhas hale getirmek için, zamanımızda bilhassa şehir ortamlarında Müslüman kadınların tesettüründeki (örtünmesindeki) yozlaşmalar üzerinde de önemle durulabilir. Peygamberimiz’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicretinin 4.yılının Zilkade ayında örtünme âyetleri olan Ahzâb Sûresi: 59 ve Nûr Sûresi:31 inmiş, Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadisleri de bu âyetlere daha fazla açıklık getirmiştir.

İslâm’da örtünmenin esasının, Kur’an ve Hadis’teki sağlam delillerle sabit ve kesin bir hüküm olduğunda İslâm âlimleri ittifak ettiği halde, maalesef moda cereyanlara ve nefislerinin tercihlerine kendilerini kaptırmış bazı Müslüman kadınlar, örtünme mevzuunda İslâm’a uymak yerine sanki bu mevzuda İslâm’ı kendilerine uydurmağa çalışıyor gibi kıyafetlerle, mahremleri olmayan erkeklere görünmektedirler.

İngiltere’de bulunduğum sırada, çeşitli İslâm ülkelerinden gelen Müslüman hanımlardan bazılarının İslâmî tesettüre uymayan şekilde renkli ve şeffaf tüllerle başlarını güya örtmelerini savunmağa çalışırlarken, kendilerinin anadillerinin Arapça olması sebebiyle Kur’an’ı bizzat anlayabildiklerini, anadili Arapça olmayan İslâm ülkeleri kadınlarının ise, daha çok korktukları için Kur’an’daki tesettür âyetlerinin manâsını daha geniş şekilde uyguladıklarını söylemeleri, o hanımların beyleri olan erkeklere de naklediliyordu. Bu da, bahsettiğimiz İslâm’ı kendine uydurmağa çalışmanın öneklerinden biri sayılabilirdi.

12 Eylül 1980 askerî darbesini yapanların, belki de inkılaplara yeni birini daha ilave etmek özentisiyle İslâmî tesettürü yasaklamak için yol arar gibi, kadınların tesettürünün İslâm’daki yeri hakkında görüş talebi üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tesettür yasağı için fetvacılık yapmaktan tamamen uzak ve net bir şekilde İslâmî tesettürü savunan mufassal bir karar yayınlamıştı.

Merhum İskilipli Muhammed Âtıf Efendi’nin Hicrî 1339 tarihinde (Halen 1434 yılında bulunulduğuna göre, 105 yıl önce) İstanbul matbaa-yı âmirede basılmış olan Tesettür-ü Şer’î adlı risalesinin üzerinde şu ibare yazılıdır: “Ahkâm-ı Tesetttüre vakıf olmak isteyen her erkek ve kadın Müslüman’a bir nüsha lâzımdır”. Bu risale bugünkü Türkçe’ye de tercüme edilmiştir, basılmıştır ve satıştadır.

Çeşitli yayınevlerinin çıkarmış olduğu Kadın İlmihalleri’nde ve bunların sahih İslâmî kaynaklarında olduğu gibi, bu risalede de İslâmî tesettürün esasları şöyle açıklanmıştır: Buluğa erdikten itibaren bekâr veya evli her genç kız ve kadın, İslâm’da açılmasına izin verilen âzası hariç olmak üzere, başından topuklarına kadar bütün bedenini örtecek bir dış elbise giymelidir ki, hadis-i şerif gereğince o elbise âza belli olacak dercede dar ve ince olmamalıdır.

Peygamberimiz (s.a.v.): “Suretde elbiseli, hakikatta çıplak kadınlara Allah lânet etsin” buyurmuştur. Bilhassa büyük şehirlerimizde bu tarife uyar şekilde giyinmiş başörtülü genç kızların ve kadınların bile gittikçe arttığı, bazı Müslüman kadınların ve genç kızların dış elbiselerinin, gayrimüslim hemcinslerine daha fazla benzemekte olduğu inkâr edilemez.

İçinde yaşadığımız bu âhirzamanda, güya genç kızlara tesettürü kabul ettirmek için bazıları tarafından söylenen “tesettürle daha güzel görünebilirsiniz” (?) gibi sözlere uyarak, tesettüre aykırı şekilde saçlarını başlarının üzerinde deve hörgücü gibi toplayıp cazip renk ve desenlerdeki “sıkmabaş” tarzında başörtmeyi yapanlar ve bu başörtme şekilleriyle dikkatleri kendi üzerlerine çekmeye çalışanlar da, belki bilmeyerek; Buharî ve Müslim’in sahih hadislerindeki “Cennetin kokusunu dahi duyamayacaklar” tarifinin içine girmiş olmaktadırlar.

Kadınların tesettürünün esası, bakışları üzerine çekecek şekilde daha güzel görünmek değil; bunun aksine, iç ve dış zinetlerini kendilerine mahrem olmayan erkeklere göstermemektir. Fakat, bu mevzuda “Kendine göre Müslüman” bazı genç kız ve kadınlar, tesettüre aykırı o hallerini tesettüre uymak zannetmektedir.

Kendine göre Müslüman” olmanın diğer bir misalinde; bazı Müslümanların, eline Kur’an’ı almış konuşan kadın veya erkek cinsinden birisinden bahsederken, onu yüceltmek ve takdir etmek edasıyla:

O, Kur’an’a manâ veriyor.” deyişlerine çok rastlamış ve yadırgamışımdır. Kur’an’ın manâsı zaten vardır; ona hiçbir insan kendisi manâ veremez; sadece, bazılarının veya kendisinin anlayabildiği kadarıyla olan manâsından bahsedebilir. Hem o kişi, Kuran’ın Arapçasını hiç bilmediği halde âyetlerin manâsını mealli bir Kur’an’dan da okuyabileceği veya mealde yazılı olanları kendi anlayışına göre biraz farklı şekilde ifade edebileceği için de, onun “Kur’an’a manâ verdiğinden” bahsedilemez.

“- O, Kur’an’a manâ veriyor.” cümlesiyle “O, Kur’an âyetlerinin manâsını anlıyor ve ifade ediyor” denilmek isteniyorsa, “doğru İslâmiyeti yaşamak” gibi çok mühim bir mevzuda Kur’an ve Hadis’ten sadece kendi kapasitesi ve eğitim altyapısı ile sınırlı anlayışını rehber ve yol haritası olarak kâfi görmek hatasından sakınıp, en iyi bilenin bildiğiyle amel etmek gerekir. İslâm’ı en iyi bilen Resulullah (s.a.v.) ve onun bildiğiyle amel etmek de, onun sünnet-i seniyyesine uyarak yaşamaktır. Resulullah’dan (s.a.v.) sonra da sahabelerin ve onun ilmî vârisi sayılabilecek âlimlerin “en iyi bilenler” olarak ne dedikleri araştırılmalıdır. Müctehid imamlara tabi olmamız ve bir mezhebimizin bulunuşu da bu sebebtendir.

 Prof.Dr.Mustafa NUTKU

www.NurNet.Org