Etiket arşivi: kimdir

Hz. Said Bin Zeyd (R.A.) Kimdir?

Hazreti Said bin Zeyd (ra) 600 yılında Mekke’de doğmuştur. Soyları Peygamber Efendimiz(sav) ile Kâ’b bin Lüey’de birleşmektedir. Cahiliye devrinde bile puta tapmamıştır. Babası Zeyd bin Amr’da Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, kız çocuklarının öldürülmesine ve putlara şiddetle karşı çıkan birisiydi. İnançlı bir babanın evladı olarak büyüyen Said’in İslam dinine girmesi çok kolay oldu.

Peygamberimiz(sav)’in “iman et” teklifini duyar duymaz henüz 19-20 yaşlarında iken hiç tereddüt etmeden Hazreti Ömer(ra)’in kardeşi olan eşi Fatıma ile birlikte ilk iman edenler arasında yer almıştır. Aynı zamanda Hazreti Ömer(ra)’le amca çocuklarıdırlar. Hz. Ömer (r.a) da Said’in kız kardeşi Atîke ile evli bulunmaktaydı.

Hazreti Ömer(ra)in Peygamberimiz( sav) i öldürmek için yola çıktığında; “Kardeşin Müslüman oldu ey Ömer sen önce oraya git” denilen ve eve vardığında Kuran-ı Kerim okunduğunu gören ve “bana da okuyun” dedikten sonra dinleyip Müslüman olmaya karar verdiği ev Hazreti Said bin Zeyd(ra)in evidir.

Said bin Zeyd(ra) kendisini öldürmeye gelenlerin, yanında hayat bulduğu insandır. Lakabı Ebu Aver ve Ebu Sevir’dir. Künyesi Said bin Zeyd bin Amr’dır naklettiği “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekri’s-Sıddık, Ömerü’l-Faruk ve Osman-ı Zinnureyn ile Uhud Dağının başına çıktılar. Cebel-i Uhud, ya onların mehabetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden lerzeye geldi, kımıldandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddik ve iki de şehid var.” hadisi şerifi Risale-i Nur’da olup ismi de zikredilmektedir. Annesinin adı Fatıma binti Bace’dir.

Babası Zeyd bin Amr Suriye taraflarıda Hz. İbrahim’in dinini devam ettiren Haniflilerle tanışarak ”Benim Allah’ım İbrahim’in Allah’ıdır, benim dinim İbrahim’in dinidir” diyerek onların inancı üzere yaşamını sürdürdü.

Bu inancından dolayı çok eziyet gördü. Yapılan eziyetlere dayanamayarak Şam’a hicret etti. İslam’dan önce inancı sebebiyle ilk hicret edenlerden oldu. Oğlu Said’e, Allah’ın birliğine inanma konusunda sık sık telkinlerde bulundu. Putlara tapma yerine Allah’ın birliğine inanmasını öğütledi. Peygamberimiz(sav)’e vahiy gelmez¬den bir müddet önce vefat etti.

Hazreti Zeyd(ra)’in durumu Peygamberimiz(sav)’e sorulduğunda şöyle cevap verdi:

“O, kıyamet gününde tek bir ümmet olarak diriltilecek. O, Cahiliye za¬manında ibadet ediyordu. Hazret, İbrâhim’in dini üzereydi ve Allah’ı bir bilirdi.” Peygamberimiz, ona dua edebileceklerini de söylemişti.

Said (r.a), Hazreti Osman (r.a)’in şehid edilmesiyle başlayan fitne olaylarına şahit olmuştur. O, ümmetin içine sürüklendiği fitne belasından ve kendini bilmez bazı kimselerin ileri gelen ashabdan bazılarına dil uzatmalarından aşırı derecede ızdırap duymuştur.

Duası kabul olanlardan idi. Bunun için, kendisini kırmaktan herkes çekinirdi.

Bir kadın Hakem’e giderek Said b. Zeyd(ra)’in kendi arazisine tecavüzde bulunduğunu şikâyet etti. “Haksız yere her kim bir karış toprağı gasp etse, kıyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanır” dedi ve şöyle dua etti: “Allah’ım bu kadın yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canını alma ve kuyusunu ona mezar yap.” Rivayet edildiğine göre bu kadın, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düşerek öldü.

Hazreti Said(ra)’de diğer Müslümanlar gibi müşriklerin zulmüne maruz kaldı. Bedir Savaşı hariç Peygamber Efendimiz(sav) ile birlikte tüm savaşlara katıldı. Peygamber Efendimiz(sav)’in yakınında bulunmaya büyük gayret sarf etmiştir.

Said bin Zeyd(ra) Kırk sekiz hadis rivayet etmiştir.

Süryanice bilen Said(ra) Peygamberimiz(sav)’in yazı işlerine ve birçok mektupların cevaplandırılmasına yardımcı olmuştur.

Hz. Ömer’in halifeliğini gördüğü gibi şehit edilmesine de tanık oldu Ömer’in şehit edilmesiyle İslam’da bir gedik açıldığını ve bunun kıyamete kadar kapanmayacağını belirterek, Hazreti Ömer’in (ra) İslam tarihindeki yeri ve eşsizliğine dikkat çekmiştir.

Fihl Savaşında, Şam’ın kuşatılması ve akabinde fethedilmesinde, Yermük Muharebesinde bulundu. Saîd bin Zeyd hazretleri, zamanını devamlı ibadetle geçirirdi. Dünya ve dünya nimetlerinden daha çok ahireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi şekilde yerine getirirdi. Cihâdı çok sever, gösterişi hiç sevmezdi.

Çok kimse ondan ilim öğrenmiştir. Esmer tenli, uzun boylu ve saçları gür idi. Sahabilerin İslâm’daki seçkin konumlarını; “Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanması, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yaşasa bile, bu müddet zarfında amellerinden daha hayırlıdır” sözüyle vurgulamıştır

Sade bir hayat yaşayarak belli mevkilerde görev almamaya çalıştı. 671 yılında Medine yakınlarında bulunan Akik’te vefat etti. Cenazesi Sa’d bin Ebi Vakkas tarafından yıkanıp kefenlenirken, cenaze namazını da Abdullah bin Ömer kıldırdı.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın. Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1. Sevgi Kutupları

2. Hadis külliyatı

3. Risale-i Nur Külliyatı (Mektubat)

Zübeyr Bin Avvam (R.A.) Kimdir?

Zübeyir bin Avvam (r.a.) 586 yılında Mekke’de doğmuştur.Annesi Safiyye binti Abdulmuttalib, Peygamber Efendimizin (asm) halası; babası Avvam’da Hazreti Hatice (ra)’ın kardeşidir.

O’nu annesi yetiştirdi. Hz. Safiy­ye, oğlunun terbiyesinde çok titiz davranıyordu.Annesiyle beraberliği uzun sürmedi Hazreti Zübeyr (r.a.) küçük yaşta yetim kaldı.

On beş yaşındayken Hazreti Ebubekir’in (ra) daveti ile Müslüman oldu müslüman olanların dördüncüsü veya beşincisidir.

İslamla şereflendiğinde diğer müslüman olan sahabeler gibi Hazreti Zübeyr(ra)’de müşrikler tarafından muhtelif işkence ve eziyetlere maruz kaldı. Bizzat amcası kendisini ateşe sokup çıkartarak ona iş­kenceler ediyor dininden dönmesi için zorluyordu,her türlü işkenceye rağmen Hazreti Zübeyr(ra) “ebediyen küfre girmem”diye sebat etmiş, Resul-i Ekrem (asm)’in yanından hiçbir zaman ayrılmamıştır. Zaten Peygamber Efendimize (asm) tabi olurken, ölümüne kadar sadık kalacağı şeklinde vaatte bulunmuştu.

Hazret Zübeyr(ra) boylu poslu, güçlü kuvvetli fedakâr, azimli, son derece temiz kalpli,temiz ahlaklı, muttaki, zahid, hak­kı takip eden bir hakperest, cömert, alicenap, merhametli, yumuşak kalpli, çok yüksek kıymetli mert bir zat idi.

Emanete riayetiyle meşhurdu. Sahabiler en kıymetli şeylerini Hazret Zübeyr(ra)’e emanet ederlerdi.

Hazreti Zübeyr(ra)’in annesinden aldığı çekirdek mahiyetindeki terbi­ye, haya­tına aksetmiştir. O ne emirlik yapmış nede cizye toplamıştır. O sadece Allah yolunda savaşmıştır.

Hazreti Zübeyr(ra) cesareti ve kahramanlığı ile tanınmıştır. Kahramanlığı sebebiyle “Eşca’u’n nas yani insanların en şecaatlisi en cesuru” diye ün yapmıştır. Peygamberimiz(sav) Hazreti Talha(ra) ile Hazreti Zübeyr arasında din kadeşliği tesis etmiş,”Talha ile Zübeyr cennette komşularımdır” buyurarak kıymetlerini ortaya koymuştur.

İslam tarihinde küffara karşı ilk kılıç çeken, Hazreti Zübeyr(ra)’dir. Hazreti Ali (ra) Hazreti Zübeyr (ra) kılıcı için “Öyle bir kılıç ki, vallahi sahibi daima onunla Resuullah(sav) den tehlikeleri uzaklaştırmıştır ” buyurmuştur.

Geçimini ticaretle sağlayan Hazreti Zübeyr(ra) zengin sahabi­ler­­dendi. Bununla birlikte, son derece cömert ve eli açık, kerem sahibiydi. Birçok fakir Müs­lüman’ın geçimini üzerine almıştı. Onların her türlü ihtiyacını görürdü. Borç isteyenlere yardım eder, mücahitleri cihada hazırlar, teçhiz ederdi.

O kadar bol serveti ve malı olmasına rağmen son derece sade yaşar, mütevazi giyinirdi. Zaten bütün davranış ve yaşayışında Peygamberimiz(sav)’i örnek almıştı.

Allah ondan razı olsun malı ve canını mukaddes için sebil etmiştir. Şahadeti çok arzulayan, Allah yolunda ölmeye sevdalı olan birisiydi, şehid olmaları ümidiyle çocuklarına şehid olan sahabelerin isimlerini koymuştur. Münzir, Urve, Hamza, Cafer, Musab, Halid.

Uhud’da dayısı Hazreti Hamza(ra)’nın cesedini zalimce parçaladıklarını görünce kılıcının kabzasını sımsıkı kavradı dişlerini birbirine kenetledi, fakat aklından geçenleri gerçekleştiremedi, çünkü Allah Resulu(sav)’e müslümanları sadece intikamı düşünmekten alı koyan ayet nazil olmuştu.

Resul-i Ekrem (a.s.m.) onun için: “Her peygamberin bir havârisi (yardımcısı) vardır. Benim de havârim Zübeyir’dir” buyurmuştur. Resul-i Ekremin (a.s.m.) katıldığı tüm savaşlarda bulundu.

Hazreti Zübeyir (r.a.) “Re­sû­lul­lah ile beraber katıldığım savaşlarda yara almayan hiçbir yerim yok­tur”buyurmuştur. Hattâ bu yaralanmaların edep yerine kadar vardığı da kaydedilmekte­dir

Bedir Savaşı’nda sadece iki at vardı. İki süvariden birisi de Hazreti Zübeyr(ra)’di, başına sarı bir sarık sarmıştı. Hazreti Muhammed(sav) “Meleklerin, sarı başlıklarla Zübeyr’in suretinde indiklerini görüyordum” buyurmuştur.

Hazreti Zübeyr(ra) hisli birisi idi “Muhakkak sen de öleceksin, muhakkak onlarda ölecekler, sonra hepinizin kıyamet günü davalarınız görülür“(zümer:30) ayeti kerimesi indiği zaman Hz Zübeyr (ra) Resulu Ekrem (sav) efendimize;

– Ya Resulullah! (sav) bu dünyada görülen dava ve husumetlerimiz de tekrar kıyamette ruyet olunacakmı?

Allah Resulu(sav) efendimiz

– Evet bunlar kıyamette tekrar görülecektir, ta ki her hak sahibine hakkı verile, demiştir.

Hazreti Zübeyr(ra);

– Allah’ın emri ne kadar şiddetli imiş, diyerek haşyetullahı bütün kuvvetiyle duymuştur.

Hazreti Zübeyr (ra) Peygamberimiz (sav) efendimizin”Kim benden yalan bir söz naklederse, cehenemde yerini hazırlasın” sözü üzerine O’nun yanından hiç ayrılmamasına rağmen kendisinden çok az hadis-i şerif rivayet etmiştir.

Uhud’da şehid olan Hazreti Hamza(ra)’yı kefenlemek için annesi Safiyye tarafından getirilen kefenin biri büyük biri küçük olduğunu görünce kura çekerek bir başka şehidi kefenleyecek kadar eşitlik esasına bağlı idi .

Fustat muhasarasında hayatının tehlikeye düşmesinden bir an bile tereddüt etmeden kale duvarına tırmanıp kapıyı açmış ve orduyu içeri alarak aylardan beri süren kuşatmanın zaferle sonuçlandırmasına vesile olmuştur. Diğer gazve ve kuşatmalardada bundan aşağı kalmayacak kadar kahramanlıklar göstermiştir.

Hazreti Zübeyr(ra) ailesine ve çocuklarına olan muhabetiylede tanınırdı.

Mekke’nin fethi sırasında İslam ordusunun sancaktarlığını yaptı. Mekke halkının bir kısmı toplanmış, İslam mücahitlerine tazimde bulunuyorlardı. Bu sırada Hazreti Zübeyr(ra) at üzerinde geldiler. Sevgili Peygam­berimiz(sav) elbisesinin ucuyla yüzündeki tozu sildi.

On bin kişilik bir ordunun başında Mısır’a, Mısır’ın fethi için gönderildi.

Suriye ve Mısır topraklarının İslam beldesi hâline gelmesinde Hazreti Zübeyr(ra) gi­bi müm­taz sahabilerin büyük payı vardır.

Serveti çok büyüktü fakat islam için tümünü harcadı ve borçlu olarak öldü, can verirken oğlu Abdullah’a borçlarını ödemesi için vasiyet etti, şöyle dedi; “Borçlar sana ağır gelirse sahibimden yardım iste “Abdullah sordu;

 – Sahibin kim?

– Allah… O sahiplerin ve yardım edenlerin en iyisidir!

Sonraları Abdullah şöyle diyordu “vallahi borcunu ödemekten dolayı bir zorlukla karşılaşmadım

Hazreti Zübeyr(ra)’in kullandığı gümüşle süslü kılıç tarihi bir kıymet kazanmıştır.

Hazreti Osman(ra) devrinde devlet işlerine karışmayıp sükûnet içinde yaşayan Hazreti Zübeyr(ra), Mısır’dan gelen isyancılara karşı halifenin korunması maksadıyla oğlu Abdullah’ı görevlendirdi. Halifenin şehit edilmesinden sonra Hazreti Ali'(ra)ye biat etti.

Hazreti Ali(ra)’nin halife olmasından sonra, Hazreti Talha(ra) ile birlikte müracaat ederek, Hazreti Osman(ra)’ın katillerinin cezalandırılmasını istedi. Daha sonra meyda­na gelen Cemel Vakası’nda Hazreti Âişe tarafında yer aldılar.

Hazreti Ali(ra) niçin kendisine karşı çıktığı­nı sordu ve Peygamberimiz(sav)’in bir hadisini hatırlattı:

Hatırlar mısın, bir gün Resûl-i Ekrem’le (a.s.m.) birlikte gidiyorduk. Sana rastladık. Resûl-i Ekrem sana, ‘Sen bir gün Ali’yle haksız yere savaşacaksın.’ de­mişti.

Bu ikazı duyan Hazreti Zübeyr(ra) hakperestlik gösterdi. Ve şöyle dedi:

Evet, hatırladım. Bunu daha önce hatırlamış olsaydım, yerimden kımıldamazdım. Ye­­min ederim ki, ben seninle savaşmam!” diyerek oradan ayrıldı. Da­ha sonra Hazreti Âişe’nin yanına gitti, savaştan vazgeçtiğini söyledi.

Hazreti Zübeyr(ra) oradan ayrılırken peşine “Amr bin Cürmüz” adında bir adam düştü. Yanına yaklaştı. Bir-iki soru sormak istedi. Adam silahlıydı. Hazreti Zübeyr(ra) bir ara namaza durdu. Bunu fırsat bilen Amr bin Cürmüz, Hazreti Zübeyr(ra) tam secdeye va­rınca kılıcını çıkardı. Büyük sahabiyi şehit etti.Cürmüz, Hazreti zübeyr(ra)’i şehit ettiği haberini Hazreti Ali (ra) haber verdiğinde Hazreti Ali(ra) “Safiyyenin oğlunu öldürene cehennemi müjdeleyin“demiş.

Cenaze namazını bizzat hazreti Ali (ra) kıldırmıştır.

658 yılında vaad olunduğu gibi Peygamber Efendimiz(sav)’e komşu olmak üzere cennetteki makamına varan Hazreti Zübeyr (ra)’dan şefaat diliyor onun gibi bir kul olabilmemiz için Yüce Mevlamamıza niyaz ediyoruz.

Çetin Kılıç/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1)Kütübü Sitte

2)Sevgi kutupları

3)Ümmetin Yıldızları

4)Hayattüs Sahabe

Talha Bin Ubeydullah (R.A.) Kimdir?

Talha Bin Ubeydullah (RA), 598 Mekke’de doğdu. Orta boylu, geniş göğüslü, geniş omuzlu ve iri ayaklı idi. Esmer benizli, sık saçlı fakat saçları ne kısa kıvırcık ne de düz ve uzundu. Güler yüzlü, ince burunlu idi. Saçlarını boyamazdı. Yürüdüğü zaman süratli yürür, bir yere yöneldiği vakit tüm vücudu ile dönerdi.

Şam’ın Busra kasabasında karşılaştığı bir rahipten, Mekke’den bir peygamber çıkacağını ona uymasını ona uyanların kurtuluşa ereceklerini öğrenir. Dedeleri kardeş olan Hazreti Ebu Bekir(ra)’e gidip olanları anlatır. Hazreti Ebu Bekir “ben Hazreti Muhamamed(sav)’in getirdiği dine onun peygamber olduğuna inandım iman getirdim” deyip birlikte Hazreti Muhammed(sav)’in yanına giderler. Hazreti Muhammed(sav) ona İslam’ı anlatınca hemen kelime-i şahadet getirip iman ederek, kurtuluşa eren kutlu gruba girmiş oldu. İlk iman edenlerin sekizincisidir.

İslamiyet’e girdikten sonra onu dininden vazgeçirmek isteyenler tarafından ve en yakın akrabaları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden işkence gördü. Evlerine hapsedilmiş, günlerce aç ve susuz bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hazreti Talha(ra) vasıtasıyla iman etmiş, bu işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü mümkün olmayan cinstendi.

Talha(ra), Peygamber(sav) Efendimizin bacanağıydı. Hanımlarından dört tanesi Resulullah (s.a.v.)’ın zevcelerinin kız kardeşleriydi.

Talha (ra) erkek çocukların her birine bir peygamber ismi vermişti. Muhammed, İmran, Musa, Ya’kub, İsmail, İshak, Zekeriyyâ, Yusuf, İsâ, Yahya, Salih.

Kur’ân-ı Kerim’i hıfzedip usul ve kaidesine uygun okuyan ve “Kurra Hafızları” olarak adlandırılan ilk hafızlardandır.

Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir; fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçarelere yardım eder. Paraya ihtiyacı olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.

Bir gün bir Bedevî, Hazreti Talha(ra)’ya gelerek akrabalık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hazreti Talha(ra) bu akrabalık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arazisinin olduğunu ve isterse onu almasını, isterse satıp parasını vermeyi teklif etti. Bedevî parasını almayı isteyince, Hazreti Talha(ra) araziyi satıp parasını Bedevî’ye verdi.

Hz. Talha çok büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen gayet az yer, son derece sade giyinirdi, israf etmez ve israf edenleri sevmezdi. Bazen de çok güzel elbiseler giyerdi.

Servetinin büyük bir kısmını, cihat ordusuna sarf etmesi için Resûlullah’a getirdi ve: “Bunlar size Talha’nın küçük bir hediyesidir.” dedi.

Talha(ra)’ya cömertliği sebebiyle “el-Fayyâd” denirdi.

Çok cesur idi. Bütün gazalarda Allahü teâlâ’nın dinine hizmet ve şehitlik mertebesine ulaşmak için kahramanca savaşmış, Uhud’da kahramanlık destanları yazmıştır. Canını Peygamber efendimizi korumak için tehlikeden tehlikeye attı.

Uhud günü bir anlık dağılan İslam ordusunu gören müşrikler bunu fırsat bilip Hazreti Muhammed (sav)’in olduğu yöne doğru hücum ediyorlardı. Resûlullah (sav) tıpkı, askerî bir birlik gibi, sebat etmekte yerinden ayrılmamakta idi. Hazreti Talha(ra) “Düşmanın en şiddetli saldırıları karşısında Resûlullah’ın bir karış bile gerilediğini görmedim” buyurmaktadır.

İşte bu şiddetli günde yedisi muhacirlerden, yedisi ensardan olmak üzere on dört Sahabe de onunla birlikte sabır ve sebat gösterdiler. Peygamberimizin ( sav ) yanında bulunan ensardan on iki sahabe bu şekilde şehâdet şerbetini içtiler, Resûlullahın ( sav ) yanında Hazreti Talha bin Ubeydullah(ra)’dan başka kimse kalmadı. Hazreti Talha (ra) bir aralık Peygamber( sav) efendimize baktığında yüzünün kanlar içerisinde olduğunu gördü Peygamber( sav) efendimizin etrafını sarmış olan müşrikleri yara yara Peygamber (sav)Efendimizin yanına vardılar. Ona gelen oklara ve kılıç darbelerinin önünde set olarak O’nu korumaya çalışıyordu, Peygamber (sav) efendimizin güvende olmadığını gören Talha (ra), Peygamber(sav) efendimizi daha emin bir yere taşımıştır. Talha(ra) bu savaşta yetmiş yerinden fazla yara almış parmaklarının bazıları kılıç darbeleri sonucu kopmuştu.

Yeryüzünde Cennetlik bir kimse görmek isteyen Talha bin Ubeydullah’a baksın” hadisi şerifine mazhar olmuştur.

Hazreti Muhammed(sav)efendimiz; “Uhud günü yeryüzünde sağımda Cebrail solunda Talha bin Ubeydullah’dan başka bana yakın bir kimse bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır

Ûmmü Ebbân binti Utbe kendisiyle evlenmek isteyen başka sahabeler olmasına rağmen Hazreti Talha(ra)ile evlenmişti, Ümmi Ebbân hatun’a Talhâ bin Ubeydullah’la evlenme sebebi sorulduğu zaman; .

Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusur görünce affeder” diye cevap vermiştir

Şûra meclislerinin mümtaz ve değişmeyen âzalarından biridir. Müslümanlar birçok meselede kendisine müracaat ediyordu.

Hicret haberini alınca, bütün mallarını ve kazancını bırakarak Medine’ye göç etti. Peygamberimiz(sav) onunla Ubey bin Kâb (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti.

Hazreti Ebu Bekir (ra) kendisinden sonra halifeliği kime bırakacağının istişarelerini yapıyordu. O’na, Hazreti Ömer(ra) bu makâma en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana; “Müslümanların işini kime terk ettin?” derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; “Ömer(ra)’e bıraktım” dersin, diye tavsiyede bulunmuştu.

Hazret-i Ömer'(ra)in halifeliği zamanındada yerine aday olabilecekler arasında Talha bin Ubeydullah (r.a.)’ı göstermiş olmasına rağmen bundan feragat ederek Hazret-i Osman’ın (r.a.) halife seçilmesini destekledi ve biat etti. Bu dönemde münafıklar tarafından Müslümanlar arasında çıkarılan fitneler sırasında Hazret-i Osman’ın (r.a.) yanında yer aldı. Asilere karşı mukabelede bulunarak Hazret-i Osman’ı (r.a.) korumaya çalıştı. Hazreti Talha(ra) O’nu korumak amacıyla Hazret Ali (ra) ve Hazreti Zübeyr (ra) gibi oğullarını gönderdi. Oğlu Muhammed şiddetli şekilde âsilere mukabelede bulundu. Asiler tarafından Hazret-i Osman’ın (r.a.) şehid edilmesinden büyük üzüntü duydu. Hazret-i Zübeyr (r.a.) ile birlikte yeni halife seçilen Hazret-i Ali’den (r.a.) katillerin bulunup cezalandırılmasını istediler. Hazret-i Ali(ra), durumun çok karışık olduğunu, biraz beklemek gerektiğini ve daha sonra gerekenin yapılacağını kendilerine söyleyince, yanından ayrıldılar.

Cemel Savaşı’na doğru giden süreçte taraflar arasında bir içtihad farkı vardı. Hazret-i Ali(ra) adalet-i mahza ile devam edilmesinden yanaydı. Yani-daha önceki halifeler döneminde uygulana geldiği gibi “bir masumun hakkı bütün insanlar için, çoğunluğun selameti adına feda edilemez. Cenâb-ı Hakk’ın yanında hak haktır, küçüğüne-büyüğüne bakılmaz. Küçük hak, büyük hak için iptal edilmez. İnsanın rızası olmadan, hayatı da hakkı da feda edilemez.” fikrini savunuyordu.

Diğer taraf ise, adalet-i izafiye yani, çoğunluğun selameti için ferdin hakkının feda edilebileceği kanaatinde idiler. Cemaatin selameti için ferdin hakkı nazara alınmaz. Onlara göre İslâm coğrafyası çok büyümüş ve adalet-i mahzanın tatbiki mümkün değildir. Her iki taraf da halifenin katli ve kargaşaya sebep olup, Müslümanlar arasında nifak çıkaranların cezalandırılmalarından yana idiler. Hazret-i Ali (r.a.) bu konuda çok hassas davrandı. Çünkü adalet-i mahzanın uygulanabileceği bir durumda adalet-i izafiyenin uygulanması zulümdü.

Hazret-i Ali (r.a.) içtihadında haklı olmakla beraber, karşı tarafta Hazret-i Aişe (r.a.), Hazret-i Talha bin Ubeydullah (r.a.) ve Hazret-i Zübeyr (r.a.) gibi aralarında cennetle müjdelenen ve sahabelerin ileri gelenlerinin olmaları ve kesinlikle art niyet taşımamaları nedeniyle, onlara karşı ağır sözler sarf etmek İslâmî ölçü ve hassasiyetlerle bağdaşmaz. Hem vefat edip ahiret alemine göç eden insanları zemmetmenin gereği yoktur. Gereksiz kusurlarını, lüzumsuz ve zarara sebebiyet verecek şekilde beyan etmek, Ehl-i Beyt muhabbetinin gereği de değildir.

Talha (ra), Uhud Harbi’nden Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün gazvelere katılmıştır.

Talha bin Ubeydullah 656 yılında kasım ayında İslam Devleti’nde yaşanan ilk iç savaş olan Cemel savaşında şehit olmuş 64 yıllık şeref ve haysiyet dolu bir ömrün sahibi olarak hayatta iken müjdelendiği üzere cenneti alaya göç etmiştir.

Hazreti Ali(ra) harp meydanını gezerken Hazreti Talha(ra)’yı ölenler arasında görünce çok üzüldü, pek çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve “Ey Ebû Muhammed (Talha) semanın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serilmiş olarak görmek bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce öleydim” buyurdu. Hazreti Ali/ra), Hazreti Talha(ra)’nın namazını kendi kıldırdı.

Vefat ettiği zaman, miras olarak bir hayli gayrimenkul, nakit para ve değerli eşya bırakmıştır

Vefatından yirmi yıl sonra kızı Âişe bir gece rüyasında Hazreti Talha(ra)’yı gördü ve Ona “Yâ Aişe kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defn et” diye tenbih buyurdu. Bunun üzerine kızı Âişe çok üzüldü ve akrabalarından bazılarını alarak kabr-i şeriflerini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş ise de, diğer yerleri yeni defin edilmiş gibi ve bir kılına dahi zarar gelmemiş olduğu halde buldular. Başka bir kabre naklettiler.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar: Kütübü Sitte,Sevgi Kutupları,Kevser,Talha Bin Ubeydullah,Ehli Sünnet Büyükleri.

Aşere-i Mübeşşere Kimlerdir?

Aşere-i Mübeşşere; “Hz. Muhammed’in daha sağlıklarında kendilerine doğrudan cennete gideceklerini müjdelediği Müslümanlığın önde gelen on kişisidir.”

Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Ebu Bekr Cennet’tedir. Ömer Cennet’tedir. Osman Cennet’tedir. Ali Cennet’tedir. Talha Cennet’tedir. Zübeyr Cennet’tedir. Abdurrahman bin Avf Cennet’tedir. Sa’d ibni Ebi Vakkas Cennet’tedir. Said ibni Zeyd Cennet’tedir. Ebu Ubeyde ibn’ül-Cerrah Cennet’tedir.”

Bunların da en üstünleri Aşere-i mübeşşere; bunlardan en üstün olanları da, Hulefa-i raşidin yani dört halife olup, üstünlük sırasıyla hazret-i Ebu Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali’dir.

Hadislerde cennetlik oldukları topluca bildirilen bu sahabîlerden başka, Hz. Hatice, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Selâm gibi bazı sahabe de münferit olarak cennetle müjdelenmiştir (Müslim, Fedâîlü’s-Sahabe, 71; Tirmizî, Menâkıb, 26).

Bunlar, kendilerini Alah’a adamış ve erişilmesi güç mertebelere erenlerdir. Bu ve diğer sahabelerin hayatı bizlere örnek olmalıdır. Allah’ın ve Peygamber(sav) dostlarının sevgisiyle Allah ve peygamber(sav) düşmanlarının sevgisi aynı kalpte yer almaz. Sahabe Efendilerimizi tanımaz, hayatlarını öğrenmeden kusurlarımızn farkına varamaz, bize örnek ve rehber olacak ve bize cennetin kapılarını aralayacak bu güzide insanlardan gereği şekilde yararlanamamış oluruz.

Allah (cc) Hazreti Meryem’i alemlerin kadınlarına üstün kıldı, bununla beraber Rabbine gönülden itaatte bulunmasını, secde etmesini ve rüku edenlerle birlikte rüku etmesini emretti. Al-i imran süresinde böyle buyuruyor.

Tüm bunlardan, üstünlüğün Rabbimize inanıp emirlerini yerine getirmekle olduğunu anlıyoruz.. Nasıl secde edeceğiz? Allah’ın rızasına nasıl ereceğiz? Allah bizden neyi yapmamızı? Neyi yapmamazı istiyor? Neyi nasıl yapacağız? Bütün bunlar başta Peygamber(sav) efendimizi ve Sahabe Efendilerimizi tanımakla mümkün olabilir. Müslüman cemaati okuma alışkanlığını kaybetmemeli.

Her biri yıldız olan Sahabe Efendilerimizi kaybeder, unutur, bilmez, tanımazsak yolunu kaybetmiş gezgin misali nereye gideceğimizi bilemeyiz..

Gevşeklik göstermeyin, tasalanmayın; eğer iman ediyorsanız üstünsünüz.” (Âl-i İmrân, 3/139) mealindeki ayet-i kerime de belli bir hadise üzerine nâzil olmuş bulunsa bile, her devirdeki inananlar için çok önemli bir tembihtir (F.Gülen)

Ayeti kerimedeki üstünlüğü sadece silah ,savaş ve maddi güç olarak anlamamamız gerekir.

Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. “Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55)

Rehbersiz, öndersiz, lidersiz menzile ulaşılamaz, hele cennete varmak çok güç olsa gerek. Rehberimiz önderimiz liderimiz kimler ? Nasıl yaşamışlar? Hayatlarında nelere önem vermişler? Ve son durakları neresi olmuş? Gafletten uyanıp silkinip kendimize gelip tüm bunların ne anlama geldiğini öğrenmeli, hayata geçirmeliyiz. Allah’ın İnkar eden fasık kullarından değil, salih amel işleyen hoşnut ve razı olduğu kullarından olup vadettiği şekilde yaşadığımız korkulardan arınan mutlak emniyete kavuşan kullarında olalım inşaallah.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

– Kütüb-ü Sitte

– Sevgi Kutupları

Nene Hatun Kimdir?

Erzurum‘daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır.

Nene Hatun 1857 yılında Erzurum’da doğdu. 1877 yılında 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı.

Sabah ezanından hemen sonra “Moskof (rus) askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” şeklinde minârelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladılar. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da vardı. Ağabeyi Hasan bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de Ona emânet ediyorum.” diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamıştı.

Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda öldüler. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300’e yakın Rus askeri öldürülüp, Tabya geri alınmıştır. Osmanlı tarafı ise 1000 kadar şehit vermiştir.

Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:

“Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden ‘Moskof Aziziye’ye girdi’ diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, ‘Seni öldüreni öldüreceğim’ diye and içtim. Yavrumu Allah’a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye’ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.”

Tabya’nın geri alınmasının ardından, aralarında Nene Hâtun’un da bulunduğu yaralıların tedâvisine başlandı. Fakat bu sırada Nene Hâtun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavisini yapmak için çalışmıştır. Nene Hâtun bu özverisiyle tanınıp, saygı ile sevilmiştir.

Nene Hatun’un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hâtun’un ve onun vatan aşkını paylaşan bütün insanların da payı vardı.

Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO’da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna: “Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım” cevabını vermişti.

1955 yılında yılın annesi seçilmiştir.

98 sene yaşadığı Erzurum’da 22 Mayıs 1955’de zatürre hastalığından dolayı 98 yaşında vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası’na defnedilmiştir. Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden birkaç ay önce yılın annesi seçilmiştir.

Vikipedi