Etiket arşivi: Mustafa Sungur

Mustafa Sungur (Şiir)

Mustafa Sungur’dur O,

Uzun zaman hakka hadimdir o..

Sözlerle hizmet etmiş Kur’an’a..

Ta Kal-u Beladan Hadimdir Kur’an’a..

Aslı seyyiddir. Bu hadim-i islamın..

Firak-ı Ceddine dayanamadı daha fazla..

Aslolan aleme hakka yürüdü..

 

Senenin 1 ocak 2012’de..

Uğruna canını cananını verdi Kur’an’a..

Nadire-i hilkat olarak etti gayret kur’an’a..

Gençliğini verdi nura, nurun muallimi..

Uğruna davanın.. üstadımın vekili ağabeyim..

Rahmanın lütfüyle, üstadımın veziri idi..

 

Ağabeyimiz Mustafa Sungur..

Gülistana dönmesi için cehd etti..

Allahın eri, ehl-i sünnetin mücahidi..

Bizlere üstadımızın hayatının devamıydın..

Ey şanı yüce davanın mücahidi..

Yazdın defter-i amaline şimdi kıraat zamanı..

 

Muhammed Numan

Mustafa Sungur abi mevlidine davet!

Geçtiğimiz ay vefat eden Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur ağabey için Mevlid düzenlenecek.

beduizzaman-in-talebesi-mustafa-sungurAilesinin düzenleyeceği mevlidle ilgili Risale Haber’e bilgi veren Muhammed Nur Sungur, mevlide tüm Müslümanların ve özellikle Nur talebelerinin davetli olduğunu söyledi.

Mevlid, Mustafa Sungur ağabeyin ruhuna ithaf edilmek üzere 13 Ocak 2013 Pazar günü ikindi namazını müteakip İstanbul Bahçelievler Hafız Ali camiinde yapılacak.

Kaynak: Risalehaber.com

Hekimoğlu İsmail, Mustafa Sungur Ağabeyi anlattı!

Kendi ifadesiyle “Derdini Seven” biri o. Öyle de yaşıyor. İyi güne, kötü güne, hastalığa-sağlığa şükreden tam bir teslim, tevekkül ve tefekkür abidesi. Ömer Okçu. Nam-ı diğer Hekimoğlu İsmail. Geçen hafta Rahmet-i Rahman’a kavuşan Mustafa Sungur Ağabeyi anlattı.

Türkiye’nin şükür ve tefekkür ufuklu mümtaz aydınlarından Hekimoğlu İsmail şimdi 90 yaşında. Hasta haliyle bile boş durmuyor. Hayatın dertlerinden ve hastalıklardan şikayet edenlere de sitem ediyor.

Hekimoğlu İsmail evlilikte eşler arasındaki anlaşmazlığın enaniyetten kaynaklandığını söylerken, Ümmeti Muhammed’in dağanık halinin de fotoğrafını çekiyor.

Kaynak: samanyoluhaber.com

Sungur Abi’nin Ders Okuma Metotları!

Şuayip Aktaş kendisinin gözlemlediği Mustafa Sungur ağabeyin, Risale-i Nur dersleri ve hayata bakışı ve ders metotlarından bazı bilgiler aktardı.

RİSALE-İ NUR, RİSALE-İ NUR’UN “ÜSTADI”DIR

Onun ders prensibine göre anlaşılması müşkül görünen bir risaleyi okurken, onu açacak inkişaf ettirecek başka bir cümle belki bir kelime muhakkak vardır. Ona göre Risale-i Nur mümbit bir bahçedir, hem nasıl ki kainat bahçe-i kübrasında binlerce ecza bulunur ki birbirleriyle belli oranlarda ilhak olununca ilgili derde şifa tecelli eder.

İşte aynen bunun gibi bir manevi yaranıza veya dert edindiğiniz bir hakikata veya ızdırar derecesinde ihtiyaç hissettiğiniz bir marifetullah hakikatına bir risalede okurken müşkilimizde hemen intikal edecek başka bir risale o hakikat deryasında vardır, muhakkak mevcuttur.

MADDELEŞTİREREK OKUMAK

Bu, Risale-i Münacat, hem vücub-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hakimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi harika bir icaz içinde fevkalade bir kat’iyet ve halisiyet ve yakiniyet ile ispat eder.”

Yukarıdaki vecize ders yapılıyor olsun. Bunu şu şekilde okumak onun metodudur;

1-vücub-u vücud

2-vahdet

3-ehadiyet

4-haşmet-i rububiyet

5,6,7… ila ahir sıralamak. (Eliyle tek tek sayar biiir,ikii,üçç ….)

Koskoca Risale-i münacat bize bunları ders veriyormuş” der. Bu tıpkı bir profesörün seminerinde ilk özet geçip ana mevzuyu aktarıp saatlerce detaya girmesi gibidir.

Tüm Risale-i Nur imani bahislerinde bunu yapar.

HER HATIRA BİR HAKİKATIN İNKİŞAFI İÇİNDİR

Ona göre Üstadımız Bediüzzaman’ın tüm dakikaları, her bir harekatı Risale-i Nur hesabına geçmiştir. Onun bir derste dakikalarca hatıra anlattığına şahit olmamışsınızdır. Eğer Üstadımızdan ders arasında bir hatıra nakletmişse muhakkak o hatıra veya latifede bir hakikatın ucu görünüyor, belki o hakikati açıyordur. Mesela kendisinden duyduğumuz bir hatıradan bahsedelim;

“Birgün Üstadımız bizi çağırdı: “Ayet-ül Kübrada asırlarda gezen, semavatta gezen her şeyden Halık’ı arayan o seyyahı tanıyor musunuz” diye sordu. Biz de kalbimizden evet Üstadımız tanıyoruz sizsiniz dedik. Tamam gidin dedi.” Hemen bu hatırayı o bahis okunurken hakikate intikal ettirerek aktarır; “Yaa kardaşlar meğer biz de Ayetül Kübra’yı okurken aynen Üstadımızın hissiyatına binip biz de geziyormuşuz oralarda” der ve eklerdi: “Maaşallah bu ne büyük saadet!

GAYET AZ İZAHAT YAPARDI

Dersinde bulunanlar onun gayet az izahat yaptıklarını görmüşlerdir. Nurlardan kopup dakikalarca izahat yapanları “Nurlara gölge oluyor” diye tekdir ederlerdi. Onun izahları ise çoğu zaman birkaç kelimeyi geçmezdi. Dili zor anlaşılıyordu. Ancak onun gibi Risale-i Nura gönül verenlerde bir kelimesine şahit olmak aleminde o hakikatın açılmasına vaki olduğu çok görülmüştür.

KAST VE İRADEYİ NAZARA VEREREK OKUMAK

Kainatta fennin şehadet ettiği çok müspet kanunlar vardır. Bir hakikati okurken falanca fende bunu söylemiyor mu? Tabi söylüyor amaaa o fenni aktaranlar ordaki kastı iradeyi kudreti nazara vermiyor. İşte verilse hakiki hikmet orda tevessü ediyor. İşte Risale-i Nur bunu yapmış.” Kendisinden derslerde defaatle duyulmuş ifadelerdir bunlar.

EN KÜÇÜK DAİREDE MARİFETULLAH VARDIR

Üstadımızın Meyve Risalesinde bahsettiği hayatın daireleri gibi İslami hizmetlerde de geniş daireler bulunabilir. Ona göre en has en ehem, en yüce daire; en küçük ve en içteki vicdan dairesindeki marifetullah hakikatlardır. Bir keresinde kendisiyle röportaj yapmak için gelen sunucuların Üstadımızın siyaset, askeri vb. tutumu gibi sual sorduklarında onlara “şimdi bizi kaç milyon kişi izleyecek” gibi latifede bulunduktan sonra hemen lafı oraya getirip “şimdi kardaşş asıl mühim olan imana hizmet. O varsa gerisi teferrutttır. Risale-i Nurlarla biz her vakit imanımızı tazelendiriyor, güçlendiriyoruz.” Daima hep bu noktayı nazara vermiştir.

Fenafinnur Sungur Ağabeyimizin Risale-i Nur yaklaşımını ve hizmet tarzını birkaç sayfada toplamak ne mümkündür. En bariz göze çarpan birkaç nükteyi anlatmaya çalıştık. Yoksa o Nur ummanını tanıtmak için ciltlerce kitap yazılsa yetersiz kalır.

Foto: Risaleajans

Mustafa Sungur Abi Kimdir? (1929-2012)

1929’da Eflâni’de doğdu. Kastamonu Gölköy Enstitüsü mezunudur. Evli ve yedi çocuk sahibir. Bedîüzzamân Saîd Nursî’nin en yakın talebe ve hizmetkârlarındandır.

Bediüzzaman’ın önde gelen talebelerindendir. Uzun süre kendisinin hizmetinde bulunmuştur. İlerlemiş yaşına rağmen 1946 yılından bu yana Risâle-i Nurları aynı aşkla okuma ve yayma hizmetine devam etmiştir. Bediüzzaman’ın mânevî evlâdıdır. Mustafa Sungur, 1929 yılında bugün Karabük’e bağlı olan Eflani’de doğdu. Uzun yıllar burada kaldı. İlkokulu burada okudu. Daha sonra Kastamonu Gölköy’de bulunan Köy Enstitüsüne kayıt oldu. Okulda çalışkanlığıyla dikkat çekti. Öğrenciliği boyunca çok sayıda kitap okudu.

Köy Enstitülerinde dine karşı takınılan olumsuz tavra rağmen, dine meyilli olan Mustafa Sungur bu eğilimini devam ettirdi. Aile büyüklerinden de gördüğü destekle mânevî yönünü takviye etmeye çalıştı. Köyünde bulunan İbrahim Hoca’dan dînî dersler aldı. Enstitüden mezun olduktan sonra eğitimine devam etmek istedi. Amacı, yüksek tahsil yapıp öğretmen veya müfettiş olmaktı. Ancak, babası buna izin vermedi.

Mustafa Sungur, köy enstitüsünden mezun olduktan sonra, köyde öğretmenlik yapmaya başladı. Öğrenciliği sırasında bilgi sahibi olmaya başladığı Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’u, bu öğretmenliği sırasında, Emirdağ Lâhikası’nda “Hafız Ali’nin tam varisi” olarak vasıflandırılan ve ismi çok zikredilen Ahmet Fuat Efendi ile Safranbolulu Keçeci Mehmet Efendi vasıtasıyla 1946 yılında tanıdı. Çalışlar Köyü’nde öğretmenliğini sürdürürken Bediüzzaman Said Nursî’yi ziyaret etti.

Mustafa Sungur’a önce Şemsettin Yeşil’in kitapları verilir. Bilindiği gibi bu kitaplarda Risâle-i Nur’dan kaynak gösterilmeden alıntılar yer almaktaydı. İntihal yazıları öğrenen Bediüzzaman Hazretleri buna bir şey dememişti. Bir toplantı için Safranbolu’ya giden Mustafa Sungur, burada bulunan Hüsnü Bayram’ın babası olan Hıfzı Bayram Efendi’yle tanıştı. Hıfzı Bey kendisine formalar halinde bazı yazılar verip okumasını söyledi. Verilen formalar, Risâle-i Nur’dandı. Bediüzzaman’ın eseri olduğunu öğrendi. Böylece Safranbolu’da hem Risâle-i Nur, hem de talebeleriyle tanışmış oldu.

Risâle-i Nur’u tanıyıp Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi sahibi olan Mustafa Sungur, talebe olmak için büyük bir heyecan yaşamaktaydı. Daha önceden yaşadıklarını da ara sıra dile getirerek Bediüzzaman’a mektuplar yazmaya başladı. Bu mektuplardan bazıları lâhikalarda yerini aldı. Heyecanla talebeliğe kabulünü beklerken, Bediüzzaman’ın gönderdiği mektupta kendi ismi de zikredilmekteydi: “Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahmi’nin az bir zamanda eski harfle, Mustafa Sungur’un gayet mükemmel, Meyve’nin 11. Meselesi Hatimesi ile Rahmi’nin Gençlik Rehberi’ni eski harflerle güzelce yazmaları ve Kastamonu’dan gelen kitaplarım içinde bize göndermeleri, hakikaten benim için yeni biraderzadelerim bir Abdurrahman ve Fuad dünyaya gelmiş gibi beni memnun ediyor.” Bu ifadeler kendisi için çok büyük değer taşımaktaydı.

Mustafa Sungur, Bediüzzaman Hazretlerini görmek için 1947 Eylül’ünde teşebbüse geçti. Yol masrafı için gereken parayı borç edindi. Çalışlar Köyü’nden atla önce Eflani’ye, oradan da 7-8 saat süren bir yolculuktan sonra Safranbolu’ya gitti. Buradan Karabük’e ve yorucu bir tren yolculuğundan sonra Ankara’ya vardı. Ankara’dan Eskişehir’e yine trenle gitti. Buradan da Emirdağ’a hareket etti. Günlerce süren yolculuktan sonra Bediüzzaman ile görüşme şansını elde etti. Bediüzzaman; evli olup olmadığını sordu. Ancak, daha önceden evlenmişti. Bekâr olsaydı yanına alacağını söyledi. “Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan” diyerek iltifatta bulundu. Çünkü, Ceylan epey zamandır kendisine hizmet eden önemli bir talebesiydi.

Bediüzzaman’ın talebelerinin kaldığı evde bir gece kalan Mustafa Sungur ertesi gün oradan ayrıldı. Ayrılmadan önce Bediüzzaman kendisine 25 kuruş para gönderdi. Buradan ayrılıp Isparta’ya gitti ve buradaki talebelerle de tanışma fırsatını elde etti. Isparta’dan döndükten bir yıl sonra, Afyon dâvâsında (1948) Bediüzzaman’ın tevkif edildiğini öğrendi. Babasının imamlık yaptığı Aydın Kasaplar Köyüne gitti. Bir süre burada kaldıktan sonra Afyon’a geçti. Afyon’a geldiğinde henüz mahkeme başlamamıştı. Bu arada Bediüzzaman ve talebeleri tutuklanmış, bir süre tutuklu kalan talebelerden bazıları serbest bırakılmıştı. Mahkeme günü Bediüzzaman Hazretleri ile görüştü.

Dinî kitap okumak ve Bediüzzaman’la görüşmenin suç sayıldığı o dönemde tutuklananlar kervanına Mustafa Sungur da katıldı. O da tutuklanıp Afyon hapsine kondu. Tarihçe-i Hayat’ta bu konudan şöyle bahsedilir; “Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, birtek suç delili bulunamıyor. Fakat, ne oldu ise oldu, ne yaptılarsa yaptılar, nihayet mahkeme -güyâ kanaat-i vicdâniye ile- Bediüzzaman’a yirmi ay ve müdakkik bir âlime on sekiz ay, yirmi iki kişiye de altışar ay hüküm veriyor; diğerlerini de, “Bunlar Bediüzzaman’ı büyük bir mürşid olarak bilmişler ve içlerindeki derûnî boşluğu doldurmak için Risâle-i Nur’u okumuşlar” diye berâet veriyor; hüküm alanları da, “Bediüzzaman’ın kurduğu gizli cemiyete yardım etmişler” diye cezalandırıyor; hükmü derhal infaz edip, hepsini tevkif ediyorlar.”

Memuriyetten atılan Mustafa Sungur bir süre, tahliye edilip serbest bırakılan Bediüzzaman ve talebeleriyle birlikte kaldı. İlk defa uzun bir süre Bediüzzaman’ın yanında kalmaktaydı (1949). Bu sırada Mustafa Sungur’un babası Mehmet Efendi, memuriyetten ayrıldıktan sonra yanına gelmediği için oğlunu Bediüzzaman’a şikâyet etti. Bediüzzaman baba İmam Mehmet Efendi ile bir süre sohbet etti. Bu görüşmenin ardından Mustafa, babasının yanına gitti.

Aydın’da bir süre babasının yanında kalan Mustafa Sungur, buradan İstanbul’a geçti. Sebilürreşad’ı çıkaran ve daha önceden Bediüzzaman’a dost olan Eşref Edip’le görüştü. Akabinde köyüne geri döndü. Ailesinin yanına uğradı. Ev halkıyla helâlleşip tekrar Emirdağ’a doğru yola çıktı. Ankara’ya varınca Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki ile görüştü. Görüşmede Başkan, Bediüzzaman’dan övgü ile söz eder: “Ben dünyada Abdülmecid (Bediüzzaman’ın kardeşi) gibi âlim görmedim… Üstadın ilmi zaten hesaba girmez, vehbîdir…” Bu arada yayınlanmak üzere Risâle-i Nur takdim edilir. Ancak, yayınlatma işi gerçekleşmez.

Mustafa Sungur, Bediüzzaman’ın verdiği görev ve hizmetleri yerine getirmeye başladı. Bu gaye ile çeşitli yerlere gönderildi. Emirdağ ve Ankara arasında gidip geldi. Bu arada Danıştay’da açmış bulunduğu dâvâ ile ilgili olarak bir davet alır. Bediüzzaman Hazretleri kendisini küçük bir köye muallim olarak göndermek istemediğini söyler. Kendisi de dâvâ için Ankara’ya gider. Ancak, müracaatı gecikmiş gerekçesiyle işleme konmaz. Ankara’dan eli boş olarak Emirdağ’a döner.

Bediüzzaman bir süre sonra kendisini tekrar Ankara’ya gönderir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan Osman Nuri Efendi’ye iletilmek üzere bir mektup verir. Bu görevlerin dışında daha başka bir çok alanda hizmet görür. Risâle-i Nur nüshalarının çoğaltılıp dağıtılması işinde de bulunur. Bediüzzaman, bir çok siyasî simaya da mektup yazarak talebeleriyle ulaştırır. Başbakan ve bakanlara mektuplar gönderir.

Mustafa Sungur Samsun’da neşredilen Büyük Cihad adlı gazeteye Ankara’dan yazılar gönderir. Bu yazıların neşrinden sonra dâvâ açılır ve 19 Şubat 1953 yılında tutuklanır. Bir süre Ankara’da hapis yatar. Hapisten çıktıktan sonra memleketi Eflani’ye gider. Buradan tekrar Isparta’ya Bediüzzaman’ın yanına gider. Askerlik hizmeti hariç, Bediüzzaman’ın vefatına kadar yanında kalarak hizmet eder.

Risâle-i Nur’u tanıdığından beri hizmetini devam ettiren ve ilerlemiş yaşına rağmen iman hizmetini sürdürmüş olan Mustafa Sungur’un adı Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde geçmektedir. Bediüzzaman Hazretleri 1946-58-59 yıllarında birkaç kez yazdığı vasiyetnâmesinde Mustafa Sungur’un da ismine yer vermiş, kendisi için övgü dolu ifadeler kullanmış “Sungur benim evlâd-ı mâneviyemdir” demiştir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin 1946, 1958 ve 1959’da birkaç defa yazdığı vasiyetnamelerinde adı zikredilen Mustafa Sungur’un Şerife, Ahmed Said, Muhammed Nur, Saide Nur, Aynur, Cihannur, Nurullah adında yedi çocuğu vardı. Bedüzzaman’ın vefatından sonra kendisini tamamen Risale-i Nur sohbetlerine adadı.

1954 yılından 1960’a kadar doğrudan Bediüzzaman’ın hizmetinde bulundu. Bu süre içinde Risale-i Nur’u ve hizmet düsturlarını bizzat Üstaddan ders aldı.

Rabbim ahirette beraber olmayı nasip etsin.

Kaynak: Risaletalimhaber.com