Etiket arşivi: okuma

Esma Okumaları

Bediüzzaman’ın esma okumalarını kategorize etmek zor bir şey. Esma okuması, sanat okumaları demek. Bir resim galerisinde resimlerin boya ve desenlerini yorumlayan bir resim sever gibi, Allah’ın yeryüzündeki sanatlarında onun isimlerini izlemek , görmek, isimlendirmek , fiillerini yorumlamak “esma okumaları” demek. Bediüzzaman celal ve cemal ağırlıklı okumalar gerçekleştirir. Bütün esma okumaları bu iki ismin çatışı altında yer alırlar.

Celal ve Güzellik, kozmik durumlarda celal ağırlıklı güzelliklerin kaynağıdır. “Hem, semâvât yüzünde öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir zînet içinde bir tebessüm var ki, Sâni-i Zülcelâlin ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbaları sultanın haşmetinin derecesini ve terakkiyât-ı medeniyede kemal derecesini gösterdiği gibi; koca semâvât, o haşmetli, zînetli yıldızlarıyla Sâni-i Zülcelâlin saltanatının kemalini ve sanatının cemalini öylece nazar-ı dikkate gösteriyorlar.

Haşmet içinde parlamak ve zinet içinde tebessüm celal ağırlıklı bir güzelliktir, çünkü haşmet Celal isminin tezahürüdür. Görüntüsüdür. Osmanlıda padişahların tahta geçiş günleri her yıl kutlanırmış onların padişahın haşmetini göstermesinden hareketle bu yorumu yapar Bediüzzaman.

Esma okumaları isimlerin iç içe geçtiği durumlarda güçleşir, Bediüzzaman’ın kainatın desenleri diyebileceğimiz bu esma okumaları büyük bir tez olacak azamettedir. Burada adl isminin arkasından küddüs ismini yorumlar. “ve ism-i Adlin cilvesi arkasında tecellî eden ism-i Kuddûsün, o mevcudâtı, Cemîl-i Mutlakın cemâl-i Zâtına ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâsına lâyık ve münâsip olacak gâyet güzel âyineler şekline getirdiğini gösteriyor.” (Lemalar)

Allah’ın bütün isimleri güzeldirler. Onların okumaları da öylece güzeldir. “Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, “Esmâü’l-Hüsnâ” tabir-i Samedânîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en lâtif, en güzel, en câmi âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü’l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.(Lemalar)

Esmanın icaddaki tezahürleri başka, insanın kendi iradesine göre şekillenen esma başka, bu metinde insanın kendi iradesiyle kendinde tecelli eden esması da söz konusudur. Biri gayri ihtiyarı yukardan, diğeri ise ihtiyarla ama yine yukardan tecelli eden esmalardır.

Allah’ın esması güzel olduğu gibi, yarattıkları mevcudatın yok olması da imkansızdır. Çünkü onun yarattıkları onun mührünü ve mülkiyetini, aidiyetini taşır, onlar zevale, yokolmaya gitmez. Bu metinde bir dizi esma okuması gerçekleştirilmiştir. “Allah bize kafidir. O ne güzel vekildir.

O, Mucid ve Mevcud-u Baki olduktan sonra, mevcudatın zevale gitmesinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü Vâcibü’l-Vücud olan Mucidlerinin bekasıyla, o sevimli varlıklar devam ediyorlar.

O, Sani ve Fatır ı Bakidir. O halde, masnuun zevaliyle mahzun olmamalı. Çünkü; muhabbete vesile olan husus, Saniinde aynen devam etmektedir.

O, Melik ve Malik-i Bakidir. O halde, ayrılık ve gidiş içerisinde tazelenen mülkün zevalinden teessüf edilmemeli.

O, Şahid ve Alim-i Bakidir. Öyle ise, sevgililerin dünyadan kaybolmasına hasret çekilmemeli. Çünkü, onları müşahede eden Zatın ilim ve nazar dairesinde varlıkları devam ediyor.

O, Sahip ve Fatır-ı Bakidir. O halde, güzellikleri takdir edilen şeylerin zevalinden kederlenmemeli. Çünkü, onların güzelliklerinin kaynağı Fatırlarının esmasında devam etmektedir.

O, Varis ve Bais -i Bakidir. O halde, ahbabın firakından dolayı “Ah!” çekilmemeli. Çünkü, onlara varis ve onları tekrar diriltecek olan Zat bakidir.

O, Cemil ve Celil-i Bakidir. O halde, güzel isimlere ayna olan güzel masnuatın zevalinden hüzne düşülmemeli. Çünkü, o esma, aynalarının zevalinden sonra da güzellikleriyle baki kalmaktadır”

Risale-i Nur bir esma okumaları mektebidir. Bediüzzaman çok yönlü , çok perspektifli bir esma okuyucusudur. Risale-i Nur’da insan hayatını ilgilendiren olaylar, dünyevi uhrevi okunur, tıpkı bir göğüs hastalıkları uzmanının bir filmi okuması gibi.

Okumanın bir diğer yönü de mütalaagah olan bu dünyada Allah’ın yarattığı sanat eserlerinin sanat niteliklerini ve onlarda esmaların görünme şekilleri okunur. Bediüzzaman nesneleri esma adına okur. “Gel şimdi bir ağaca dikkatle bak İşte bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzun açılması, meyvelerin hikmetle rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde masum çocuklar gibi nesimin esmesinde oynaması içindeki latif ağzını gör. Nasıl bir dest-i kerem ile yeşillenen yaprakların dili ile ve bir neşe-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla, ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatı ile ifade edilen hizmetli nizam içindeki adilli mizan, ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli sanatlar, ve meharetli nakışlar ve zinetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatlı tatmaklar ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mucize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zahir bir surette bir Sani-i Hakim, Kerim, Rahim , Muhsin, Münim, Mücemmil, Mufaddılın vücub-ı vücudunu ve vahdetini ve cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. İşte eğer bütün ruy-ı zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden dinleyebilsen “yüsebbihülillahima fissemavati vel ard” hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın”(19 P)

Meyveleri dalların ellerinde masum çocuklar gibi görmek, rüzgarın esmesiyle oynamaları, latif ağızları, kerem eliyle yeşillenen yapraklar, lütuf neşesiyle tebesüm eden çiçekler, gülen meyveler, tadlar, kokular, tatmaklar sonra bunların hepsini esma ile bağlantılı anlatmak, gözlem, beşerileştirme, sonra esma ile mühürleme. Sanat harikalarıyla dolu okumalar.

İlimlerin kainata yansımaları yine esmalarla ilişkileri anlatılır, bunlar da esma okumalarıdır. Bediüzzaman birçok ilimlerden veriler alır, metaforlar alır ve bir hakikatı ortaya çıkarır. “Kozmoğrafyanın itirafıyla dahi “( 6 P) “ Ey biçare müflis felsefi”(10 P) “Ey kozmoğrafyacı efendi”(19 P)” Ey coğrafyacı efendi “(22 P) hitapları onların yanlış bakış açılarını tashih içindir.

Esma okumalarından bazı örnekler vermekle yetindik.

Prof. Dr. Himmet Uç

Risale-i Nur okurken en iyi şekilde nasıl istifade edebiliriz?

Risale-i Nur okurken en iyi şekilde nasıl istifade edebiliriz? Sesli okumak mı, sessiz okumak mı? Veya çok okumak mı, düşünerek az okumak mı? Ayrıca cevşen ve sair evradları okumanın Risale-i Nur’dan istifadeye faydası var mı?

Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in harika bir tefsiridir. Böyle kıymetli bir eserden istifade etmek büyük bir nimettir, bir ayrıcalıktır. Okurken şu gibi esaslara dikkat edilse, istifade çok daha fazla olur diye düşünmekteyiz:

• Başkalarına anlatmak için değil, kendi nefsimize hitap ederek okumak.

• Az da olsa her gün okumak.

• Küçük Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Haşir Risalesi gibi daha kolay anlaşılabilen risalelere öncelik vermek.

• Bilinmeyen kelimelerle ilgili lügat çalışması yapmak. Bir insan her ay bir risalenin kelimelerini çıkararak okusa, bir yıl gibi bir sürede çok mesafe alabilir.

• Çevremizde Nur dersleri yapılıyorsa düzenli olarak takip etmek, yapılmıyorsa da başlatmak.

• Seviyesi iyi kimselerle ön çalışmalı dersler yapmak. Mesela, bir hafta önceden belirlenen bir derse hazırlanıp gelmek, başkalarıyla bu konuyu enine boyuna müzakere etmek son derece faydalı olacaktır.

• “Ya Rabbi, bu eserleri anlamayı ve yaşamayı nasip eyle” şeklinde dualar etmek.

• Her gün hiç olmazsa on beş dakika sesli okumak, hem okuyuşu düzgünleştirir, hem telaffuzu güzelleştirir.

• Ayrıca sessiz olarak da yoğun bir şekilde okumak gerekir. Külliyetle dalmak mühimdir.

• Okuduğumuzu başkalarıyla paylaşmak önemlidir. İlim, paylaşıldıkça artar ve bereketlenir.

• Başlangıçta anlamasak da çok okumak, sonraki okuyuşlarda ise anlama ağırlıklı okumak daha faydalı olacaktır.

• Cevşen ve sair evradları okumanın Risale-i Nurdan istifadeye ve feyz almaya büyük faydası vardır. Bunlar insanın ulvi latifelerini geliştirir, ona kıvam ve kalite kazandırır.

Kaynak: Sorularla Risale-i Nur

Yeni Neslin Kapısında Durulmaz!

O bir saîd, mutlu ve huzurlu. Elinde muhtefîce okuduğu kitap 10. Söz Haşir bahsi. Kimden mi bahsediyorum? Şehir içi otobüste 10-12 dakikalık bir yolculukta bile cebinde taşıdığı küçük risâleyi çıkarıp okuyan biri: Said, 12-14 yaşlarında yaşı küçük olanlardan biri sadece.

Sınava gitmek için bindiğim otobüste boş koltukların birine oturduktan sonra farkına vardım; küçük gibi gözüken, yüreği büyük Said’i.

Otobüs duraktan durağa kalabalıklaşmaya başladığı sıralarda sağımda bulunan küçük Said sol cebinden çıkardığı risâlenin satırları arasına dalıp gitmeye başladı. Kalabalık otobüsün boğunukluğunda, Said’in manzarasına bakınca ayrı pencere açıldı bende, ferahlandım adeta. Ve üniversiteye kadar olan kısa yolculuğumda gözlerimi ondan alamadım. Müsmekât bu manzaraya gıpta ediyordur. “Elhamdülillah, mâşâallah” diyorum Said’in her sayfayı çevirişinde.

Kısa ve mânâlı düşünmeye başlıyorum. Düşünüyorum, imdad isteyen insanlığa âcil yardımı sağlayan Nurları. Az sözle çok mânâ ifade eden, az ve öz konuşan Üstadı. Ve küçük Said gibi daha nicelerini…

Tefekküre dalıyorum; saf, temiz olan kişilerin nur simasını düşünerek. Leyle-i zulmet-i cehîli, tenvir edeni. Altınların üstünde kıymeti olan sayfalar, içimdeki cahilliği kaldıran benliğimi ‘biz’ yaptıran sayfalar. Taşlık yerlerden geçen insanlığı dümdüz yola sevk ettiren Nur dolu hakikatli sayfalar…

Ne büyük nimet Allahım! Şükürler olsun ki; orada, burada, şurada değil de nurdayız, nurlardayız, kendimizdeyiz.
Genç okurken haşri, yaşamaya başlıyorum haşri. Said, satırların arasında öyle bir zevk ve lezzet alıyor olacak ki, arada bir, iki dudağının arasında çıkan Haşir bahsinde geçen “Hem hiç mümkün müdür ki…” sözlerini duyuyorum.

Hem hiç mâkul müdür ki, hattâ çekirdek kadar her bir mevcuda bir ağaç kadar vazife yükü yüklesin, çiçekleri kadar hikmetleri bindirsin, semereleri kadar maslahatları taksın da, bütün o vazifeye, o hikmetlere, o maslahatlara dünyaya müteveccih yalnız bir çekirdek kadar gâye versin, bir hardal kadar ehemmiyeti olmayan dünyevî bekasını gâye yapsın; ve bunları, âlem-i mânâya çekirdekler ve âlem-i âhirete bir mezraa yapmasın; tâ, hakikî ve lâyık gâyelerini versinler ve bu kadar mühim ihtifâlât-ı mühimmeyi gâyesiz, boş, abes bıraksın, onların yüzünü âlem-i mânâya, âlem-i âhirete çevirmesin; tâ, asıl gâyeleri ve lâyık meyvelerini göstersin? Evet, hiç mümkün müdür ki…

Farkında olmadan sesinin çıkması Said’i utandırmış olacak ki, yüzü kızarmaya başlıyor. Said istifini bozmayarak hemencecik sayfalar arasında bulduğu lezzete geri dönüyor. Bende suhuf-u semâviyeden damlayan bu kitapların bu duyguları yaşatan olduğunu hatırlıyorum. Tebessüm ediyorum.

Final sınavımın stresini azaltan otobüsteki o manzara, sözlerin arasında mânâlı bir söz’e dönüşmüştü. Otobüs üniversite durağına yaklaşmış olacak ki, düşüncelerim bölünüyor, ‘inecek var’ seslerini duymaya başlıyorum ve o manzaraya veda ediyorum.

Çocukluğumuza armağan olsun bu nakarat:

“Bir üstad tanıyorum, o da Bediüzzaman,

bir Üstad tanıyorum, en büyük bir kahraman,

Bir üstad tanıyorum; asrın vekili,

ancak Lâilâhe illallah, elinde duran sancak”.

İçimden de nurlu nesil kapısında asla durulmaz, duramazlar diyerek iniyorum.

Muhammed ZORLU – muhammedzorlu@saidnursi.de

Okumanın Engelleri…

Okurken şeytanın desiseleri:

1.Hatırlatmalar.Tam okumaya başlayınca hayal insanı alır götürür.Bir hatıra,bir hadiseyi hatırlatır.Okumaktan koparır.

2.Rehavet ve uyku.Yemek sonrası veya yorgunluk veya uykusuzluğu bahane eder.
3.Tehir,ötelemek.Sonra yaparsın.Şunu da yap sonra rahat rahat okursun gibi.
Okumadan önce şeytanın çok desisesi vardır.Belli bir müddet okuduktan sonra açılıyor.Okuma ilerlerken hakikatler de açılırsa, bu sefer kitabı bırakmak istemiyor.Velayet-i Kübra’nın hakikatlerine ulaşmak okumakladır.Okuyarak mükemmelleşmek.İleriye dönük bütün problemlerimiz okuyamamaktan kaynaklanıyor.Zübeyr Ağabey’de söylüyor.
Ülfet en büyük düşmanımız.Üstad: “Her sabah ve akşam o levhaya bakar dersimi alırım” diyor.”Dost istersen Allah yeter.Evet o dost ise her şey dosttur…” levhası.Biz bir levhayı takınca bir gün sonra süs eşyası olur,hemen ülfet ederiz.Muhakemat’ta:”Mananın mehiri dikkattir” diyor.Kızıl-İ’caz’ın başında:”Maksadım sathi zihinleri dikkate alıştırmaktır”diyor.
Sözler’in ilk başında:
1.“Nefsimle beraber dinle.”
2.”Nefsime demiştim”
3.”Nefsime diyeceğim”
3.”BEN NEFSİMİ HERKESTEN ZİYADE NASİHATE MUHTAÇ GÖRÜYORUM”
Bir Kur’an talebesini son nefese kadar yaşaması gereken hali bu olmalı; “NEFSİNİ HERKESTEN ZİYADE NASİHATE MUHTAÇ GÖRMEK”
Allah, yüksek ehl-i hakikate bir hastalık vermiş.İŞTİYAK VE AÇLIĞINI HİSSETMEK HASTALIĞI. YANİ,KUR’AN’IN HAKİKATLERİNE DOYMAMA,MARİFETULLAH’A DOYMAMA HASTALIĞI VERMİŞ.Onlar acıkdıkça yemişler,yedikçe de acıkmışlar.
Nefis hem kabile,hem nakile hükmündedir.Yani hem kabul ediyor,hem de naklediyor.Hakikatleri kabul ve nakletmek.Nefsin iknası çok önemli.Nefsi çalıştırmak lazım.

Prof.Dr.Şener DİLEK

Namaz kılarken sureleri sesli mi okumalıyız?

Namazlarda dilimizle okuduğumuzu kulağımızda duymamızda mı gerekir? Cemaatle yada yalnız namaz kılınca durum farklı mı? Sesli okumayla, sessiz okumanın ne gibi farkları vardır?.

Soru: Kıldığımız namazlarımızda okuduğumuz Fatiha’yı, ayetleri dilimizle telaffuz ederek okumamız yeterli mi, yoksa dilimizle okuduklarımızı kulağımızda fısıltı halinde duymamız da gerekli mi?

Bazıları ‘dille okumak yeterli olmaz, okuduğunu kulağıyla fısıltı halinde duyması da gerekir‘ derken, bazıları da ‘dille okumak yeterli olur, kulağıyla duyması gerekmez‘ diyorlar. Siz nasıl bakıyorsunuz namazda okuyuş derecesine?

Cevap: İnsan, tek başına kıldığı namazında diliyle telaffuz ederek okuduğu ayetleri kulağıyla da fısıltı halinde duyup hissetmelidir ki; neyi okuduğundan haberi olsun, kalbi de okuduğuyla meşgul olarak namazını kılmış bulunsun. Yoksa ne okuduğunu bilmeyecek derecede sadece dudaklarını kıpırdatmakla yetinir, kulağında fısıltı halinde okuduğunu hissetmezse, okuma derecesinde eksiklik söz konusu olur.

Fıkıh alimleri, “Namazın daha başında iken alınan ilk tekbirin dille söylenişini kulağın duyması şarttır!” demişlerdir. (Nimet’ül-İslam)

Bundan dolayı namazdaki okumanın derecesi anlatılırken; “Kelimelerin ağızdaki söylenişini kulağın işitmesi gerekir!” tarifi yapılmıştır.

Ancak okuduğunu işitmesi, kendi kulağında kalacaktır, yanında namaz kılanın kulağına kadar aksederek onu şaşırtacak dereceye ulaşmayacaktır.

Bu sebeple namaza başlarken, diliyle söylediklerini fısıltı halinde kulağında hissederek okuma alışkanlığı kazanmalı, sadece diliyle ifade etmekle yetinmek gibi bir yarım okuma alışkanlığından kurtulmaya gayret etmelidir.

Zaten kemaliyle okumak, diliyle telaffuz ettiği kelimeleri kulağıyla dinlerken, kalbiyle de manalarını düşünerek okumaktır.

Namazını, okuduğu ayetlerin manasını düşünerek kılan kimse, hem kalbi hem de kalıbıyla namaz kılma mükemmelliğine ulaşan kimse demektir.

Bununla beraber, okumanın derecesi konusunda farklı görüş ileri sürenler de olmuştur. Bunlardan İmam-ı Kerhi demiş ki:

Diliyle okuduğunu kulağıyla işitmese de olur. Çünkü demiş, okumak dilin işidir, işitmek ise kulağın işi. Dil görevini tam yaparsa okuma gerçekleşmiş sayılır.

Pek iltifat edilmeyen bu görüşte de, kemaliyle okumaya muvaffak olamayanlar için bir ümit söz konusudur. Çünkü bunda (umumi belva) vardır, demişlerdir.

Ayrıca namazını, okuduklarını kulağında dinleyerek kılan kimse, rekat sayılarında şüpheye düşmekten de korunabilir. Çünkü okuduğu ayetleri hatırlaması, rekat sayısında yanılmayı önler, ‘önce şu ayeti, sonra da şu ayeti okudum‘ gibi hatırlamalarla vesveseye düşmekten de kurtulur. Bu da unutmalara maruz kalanlar için önemli bir yardım manasına gelmektedir.

Namazda ihmale uğrayan önemli bir diğer husus da, alın secdede iken ayak parmaklarının uçlarının da secdede olması şartı. Ayak parmaklarının uçları değil de sırtı yere serili halde yapılan secde, şartı yerine getirilmeyen secde sayılır. Yedi organ üzere yapılması gereken secde, parmakların sırtı değil, uçları yere dikili halde tutularak yapılan secdedir.Bu önemli şart unutulmamalıdır.

Alın secdede iken en azından sağ ayağın başparmak ucu da çivi gibi yere dikili halde secdede olmalıdır ki; yedi organla secde yapılması emri yerine getirilmiş olunsun.

Ömür boyu kıldığımız namazlarımızı usulüne uygun şekilde kılma dikkatimiz, ihmal edilmeyecek görevlerimizin başında gelmektedir. Böylesine önemli konular dikkatten kaçmamalı, gafletle ihmale uğramamalıdır.

Ahmed Şahin