Etiket arşivi: yeni nesil

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

 

bebeklerde-güvenli-baglanma

Bu yazımızda islami tabirlerin içinin boşaltılıp, dar ve indi anlayışlara indirilmesi ve kaybolan/kaybedilen değerlerimize değinmek istiyorum.

Dünya genelinde dinlere mesafeli ve seküler, narsist ve sosyopat .. kişilikler karşımıza çıkıyor. Üçüncü sanayi devri olan bilgisayarlı dönemde, teknolojinin çocukların ve gençlerin eğlence aracı olarak kullanılmaya başlamasıyla hedonizm zirveye tırmanmaktadır.

Teknolojinin neredeyse gençlik tarafından eğlence aracı olarak kullanılmasıyla farkında olmadan kendi beynini tüketmektedir. Çünkü sadece oyun ve eğlence için kullanılan teknoloji gelecek neslimizi köreltmekten başka bir şey değildir. İşin üzücü tarafı ise dünya genelinde fotokopi insanlar karşımıza çıkıyor. Ortak anlayışı hedonizmden başka bir şey değildir. Milli ve manevi değerlerin yeni nesillere aktarılmaması neticesinde manevi ve milli kimliklerinden yoksun mutant ve mahrem gayr-ı mahremi olmayan nesil karşımıza çıkıyor dünyadaki tüm toplumlarda. İşin üzücü tarafı ise, bir zenginlik ve birikim olan kültürlerin adeta köküne kibrit suyu dökülerek kurutulmak ve yok edilip ne olduğu belirsiz/hibrit bir nesilin eliyle kendi kültürü imha edilmektedir.

Bir tarafta besinlerin bozulması ve bu bozulmayla besinlerin bir terör aleti halini almış durumdadır. Nesillerin bu şekilde elden avuçtan çıkması ise toplumsal bir buhran ve tıkanıklığın selektör yapmasıdır.

Toplumların buhrandan kurtulması ve dünyanın yaşanılırlığının sürdürülebilmesi için çareler, yöntemler araştırılması gerekmektedir. En azından tohum ıslahı kadar önemli bir mevzudur.

Dünyanın değerlerinde görülen değişimleri sadece eski anlayışla yorumlamak mümkün değildir. Çünkü yeni gelişen hadiseler daha öncekilere benzemiyorsa eski yöntemlerle yeni hadiselere tam çözüm üretilememektedir. Yanlış sorunun doğru cevabı da yanlış olacaktır.

Milli Eğitim kanalıyla okullarımızda ve her millet kendi maarifinde milli ve manevi değerlerine  sahip çıkacak tarzda politikalar izleyerek toplumsal asimilasyondan kendisini koruyabilir. Aksi halde toplumlar iflasın eşiğine ister istemez sürüklenecektir.

Hem akademik kariyer hem de kültürel değerler eş zamanı olarak verilebilir. Bunun misalleri dünya genelinde mevcuttur. Öncelik akademik kariyere verilirse bu gelişme toplumların nasist, seküler yapıya bürünerek akademik olarak gelişmiş; ama milli ve manevi olarak gerilemiş bir zemin olacaktır. Ve menfaatperest insanlardan oluşan toplumlar için kültürel miras bir şey ifade etmediği açıktır.

Eğitimine başlayan yeni dimağlar, dijital oyun, eğlencelerle de köreltilmesi yanlış bir şeydir. Tıpkı sadece akademik kariyere yönlendirilmesi gibi . .

Yeni dimağlar, ilk zamanlarında aileler tarafından bilinçlendirilerek hayata hazırlanmalıdır. İlk eğitimini ailede alamayan yeni nesiller zaten hayata geriden başlamış oluyorlar.

İlk eğitimini aileden alanlar ise, hayatta daha başarılı oldukları görünüyor. Her şeyin ilk adımı ailedir. Bu sebeple aile hayatı ne kadar sağlam olursa yeni dimağlar da daha sağlam olarak yetişecek olup ilk eğitimlerini daha sağlam alması sebebiyle hayatının temelleri muhkem olacaktır. Temelleri ailede alınamamış bir hayat hayatta pek çok keşmekeşe maruz kalacaktır.

Yetişmekte olan nesil tenoklojiyle ortak kültürle yetişmekte. tabi buna kültür denirse.

Elinde 1 cm imkanı olan yeni nesile bildiğini aktarsın ve eli altında olanları da her şerden muhafaza etmenin yolunu arasın. Yoksa ahlaksızlıkla haşr u neşr olacak ve sefih bir nesil sizi bekliyor. Va esefa . . va hasreta . .

“Acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:

    “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol tarafında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:

 

“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!” [1]

“Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. …

Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.”[2]

 “O kal’a-i metin, o hısn-ı hasin ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).”[3]

 “Sünnet-i Seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.”[4]

 

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Münazarat ( 50 )

[2] Sözler ( 362 )

[3] Lem’alar ( 71 )

[4] Lem’alar ( 56 )

Son okçular tepesi; EVİMİZ

Okçular tepesi, ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin talimatlarına uymayınca nasıl bir bozgunla karşılaşabileceğimizi özetleyen İslam tarihimizdeki en önemli sembollerden biridir.
Uhud savaşı sırasında Efendimiz (s.a.s)’in;
“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin akbabalar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) emrine rağmen sahabe efendilerimizin bir kısmının vaktinden önce görev yerlerini terk etmeleri nedeniyle Uhud, bir zafer olmaktan çıkmış, Hz. Hamza (r.a) ve Mus’ab bin Umeyr (r.a) başta olmak üzere 70 kadar sahabe efendilerimiz şehit edilmişti.
Ümmet olarak okçular tepesinden sonra da Kur’an ve Sünnetin ne olursa olsun terk edilmemesi talimatına rağmen birçok tepeyi terk ederek büyük bozgunlar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Asla ayrılmamamız gereken İslam Birliği tepesini terk ettiğimiz için ümmet coğrafyamız askeri ve siyasi olarak emperyalizm ve Siyonizm tarafından işgal edildi. 
Faizsiz İslam ekonomisi tepesini terk ettiğimiz için çarşılarımız, pazarlarımız, ceplerimiz ve ekonomimiz faizci kapitalist nizamın kontrolüne girdi. 
Ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin asla terk etmeyin dediği görev yerlerimizi terk ettiğimiz için askeri, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir bozguna uğradık. 
Bu bozgunla birlikte başlayan geri çekilme, elimizde kalan son okçular tepesi olan evlerimizin sınırlarına kadar dayandı.
Bu geri çekilme esnasında evlerimizi müdafaa ile görevli anne ve babalar olarak maalesef iyi bir sınav veremedik. Bu müdafaanın başkomutanlarından olan analarımız, kimi zaman haklı ekonomik gerekçeler ve geçim derdiyle, kimi zaman da diploma sevdasının, akademik kariyer planlarının, iş hayatının parlak unvanlarının, çift maaş hayallerinin dayanılmaz bir ganimet sevdasına dönüşmesiyle evlerini ve asli görevlerini terk ettiler ya da terk etmek zorunda bırakıldılar.
Analarımızın evlerimizden uzaklaştırılmasıyla birlikte nesillerimizi tehdit eden büyük facia başlamış oldu. Evde ana kalmayınca anaokulları açtık, huzur kalmayınca huzur evleri açtık. Ancak hiçbir suni tedbir bu bozgunun önüne geçemedi. 
Kreşlerin, bakıcıların ve bakım evlerinin bağrında yetişen nesillerimiz avuçlarımızdan kayıp gitti. 
O gün okçular tepeyi terk ettiği için Hz. Hamza (r.a) ciğeri parçalanarak şehit edilmişti. 
Bugün analarımız evlerimizi terk ettiği için nice Hamzalar, Mus’ablar televizyonun, internetin ve dizilerin pençesinde kalpleri, zihinleri paramparça edilerek heba edildi.
Dünyevileşmenin iliklerimize kadar işlemesiyle birlikte nesillerimizin geleceği ile ilgili önceliklerimiz değişti. Evlatlarımızın aldığı notlar ya da kaçırdığı deneme sınavları yüzünden neredeyse depresyona girerken, her gün kaçırdıkları namazlar için yüzümüzü bile ekşitmez olduk.
Dershane taksitleri ve özel ders ücretleri arasında sıkışan babalarımızın, ailelerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyacak ne takatleri kaldı ne de vakitleri.
Tapusu bize ait olan evlerimizin başköşesini televizyon, gündemini de dizler ve magazin programları işgal etti. 
Geniş odalar, salonlar, mutfaklar, mobilyalar arasında afiyeti, huzuru ve bereketi kaybettik. 
Daha konforlu bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba hayalleri kurarken İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk.
Muhafazakâr demokrasinin pençesinde din ve dünya arasında gidip gelen nesillerimizi bu keşmekeşten kurtaracak ve yeniden ihya edebilecek son sığınak evlerimizdir. Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr (r.a) bilinciyle müdafaa etmemiz gereken son tepe evlerimizidir. 
Bu büyük müdafaada en büyük görev, annelerimize düşmektedir. 
Bir evde asli görevinin şuuruna varmış bir anne varsa o ev yıkılmaz bir kale gibidir. Şuurlu annelerin bulunduğu evlerin gündemleri Kur’an ve Sünnettir. 
O evlerde erkeğin ya da kadının da değil sadece Allah’ın sözü geçer. 
Abdülaziz Kıranşal

Mehmet Akif Ersoy’u Anlamak ve Değerler Eğitimi

Mehmet Akif ümit, azim ve medeniyet şairi idi.

Onun gibi dev bir sanatkârı okumak, anlamak ve yorumlamak insanı yükseltir, özellikle genç nesle büyük erdemler kazandırır.

Akif zor zamanlarda yaşadı, zor işler başardı.

Milli Eğitim Bakanlığı okullarda değerler eğitimi çalışması yapıyor. Değerler eğitimini Mehmet Akif gibi büyük düşünür, yazar, şair, âlimleri anlatarak vermek çok daha etkili olur.

Mehmet Akif’in ölmez eserler vermesinin sebebi neydi? Neden durmadan çalışmayı ve terlemeyi tercih etti? Neden durmadan ter döktü, durmadan okudu ve yazdı?

Onun bir sevdası, derdi, davası, gayesi vardı.

Osmanlı Devletinin yıkılışını gördü, Osmanlının küllerinden Cumhuriyet kuruldu. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında onun çok büyük emeği vardır. Anadolu’yu karış karış gezdi. Halkı işgale isyan etmeye ve kurtuluş savaşı vermeye teşvik etti.

Geleceğe ümitle baktı, insanlara gelecek ümidi aşıladı. Şöyle der:

Âtiyi (geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak;

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.

Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir;

Davran sana eller de senin baş da senindir.”

İnsanımızı zorluklarla mücadele etmeye çağırdı. Kendisi zor işlerin yapılmasına öncülük etti. Safahat’ta şöyle der:

Azmiyle ümidiyle yaşar dünyada hep yaşayanlar;

Meyus olanın ruhunu, vicdanını bağlar.

Henüz herkes gibi dünyada hakk-ı hayatın varken

Hani herkes gibi azminde sebatın?”

İnsanları harekete geçiren düşünceleri ve inançlarıdır. İnsan ümitle bir işe koyulmaz o işi başarıyla bitiremez. Mehmet Akif göre en önemli motivasyon unsuru azim ve imandır.

Hüsrana rıza verme, çalış, azmi bırakma!

Kendin yanacaksan bile evladını yakma!”der.

Akif’e göre ümitsizlik her türlü başarıya engeldir. İnsan ümit sahibi olmalı, azim ve inançla çalışmalı. Neticede Allah inanan ve çalışan insana yardım eder.

Ye’s (ümitsizlik) öyle bir bataktır ki düşme, boğulursun.

Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun.”

Mehmet Akif, aynı zamanda iman ve inanç şairi idi. Ona göre insan ümidini inancından alır, gücün kaynağı iman ve inançtır. Akif, Kur’an Müslümanıdır. Esasen kendisi hafızdır. Arapçası mükemmeldir. Bütün ilhamını Kur’an’dan alır.

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı!”der.

Safahat, Kur’an âyetlerini açıklayan şiirlerle doludur.

İman ve inancın yanı sıra Mehmet Akif çalışmaya çok önem verir. Alın teri onun için çok mühimdir.

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;

Dostunun yüz karası, düşmanın maskarası.

Hüsrana rıza verme, çalış, azmi bırakma!

Kendin yanacaksan bile evladını yakma!

Feryadı bırak, kendine gel çünkü zaman dar!

Uğraş ki telafi edecek bunca ziyan var!

Akif, ilme önem verir, ilmin insanı ve milletleri yükselttiğini bilir. Bu konuda şöyle der:

Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını;

Veriniz mesainize de son süratini.

Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.

İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin;

Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için,

Kendi mahiyet-i ruhiyeniz olsun kılavuz.

Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsun.”

Millet olarak kendi öz benliğimizi korumalı, kimliğimizi kaybetmeden Batı’dan ilim ve sanatı almalı; yükselmek için durmadan çalışmalıyız.

Not: Harun Karakuş, Safahat ezberleterek öğrencilere Akif’i tanıtma ve anlama çalışması yapıyor. Birçok eğitimci öğrencilerin tembelliğinden, ilgisizliğinden, öğrenme aşklarının olmamasından şikâyet ederken Harun Bey, Safahat’tan şiir ezberleme yarışması düzenliyor ve ezberleyenleri ödüllendiriyor. Akif’in kişilik, kimlik ve sanatı üzerinden değerlerimizi çocuklarımıza kazandırma çalışması yapıyor.

Harun Bey, geçen sene Safahat hafızları yetiştirmek için proje yapmıştı. Bu yıl yeni bir proje ortaya koydu. Safahat’tan 16 şiir seçerek bunları ezberleyen öğrencilere ve ezberleten öğretmenlere ödül veriyor. Özel Enderun Lisesi adına yapılan organizasyon harika bir proje. Bir’den 30’a kadar olan öğrencilere çeşitli para ödülleri veriliyor.

Safahat’tan şiir ezberleme ve okuma yarışmasına ortaokul öğrencileri katılabiliyor. Başvurular 19 Nisan’a kadar yapılacak. 4 Mayısta yazılı, 11 Mayısta sözlü sınav yapılacak. Yarışmayı bir jüri değerlendiriyor. Öğrenci ve öğretmenleri yarışmaya katılmaya, Akif’i okuma, anlama çalışmasına davet ediyorum. İrtibat: 0332.237 81 08; cep 0554 898 24 36

Ali Erkan KAVAKLI / Moralhaber.net

Yeni Neslin Kapısında Durulmaz!

O bir saîd, mutlu ve huzurlu. Elinde muhtefîce okuduğu kitap 10. Söz Haşir bahsi. Kimden mi bahsediyorum? Şehir içi otobüste 10-12 dakikalık bir yolculukta bile cebinde taşıdığı küçük risâleyi çıkarıp okuyan biri: Said, 12-14 yaşlarında yaşı küçük olanlardan biri sadece.

Sınava gitmek için bindiğim otobüste boş koltukların birine oturduktan sonra farkına vardım; küçük gibi gözüken, yüreği büyük Said’i.

Otobüs duraktan durağa kalabalıklaşmaya başladığı sıralarda sağımda bulunan küçük Said sol cebinden çıkardığı risâlenin satırları arasına dalıp gitmeye başladı. Kalabalık otobüsün boğunukluğunda, Said’in manzarasına bakınca ayrı pencere açıldı bende, ferahlandım adeta. Ve üniversiteye kadar olan kısa yolculuğumda gözlerimi ondan alamadım. Müsmekât bu manzaraya gıpta ediyordur. “Elhamdülillah, mâşâallah” diyorum Said’in her sayfayı çevirişinde.

Kısa ve mânâlı düşünmeye başlıyorum. Düşünüyorum, imdad isteyen insanlığa âcil yardımı sağlayan Nurları. Az sözle çok mânâ ifade eden, az ve öz konuşan Üstadı. Ve küçük Said gibi daha nicelerini…

Tefekküre dalıyorum; saf, temiz olan kişilerin nur simasını düşünerek. Leyle-i zulmet-i cehîli, tenvir edeni. Altınların üstünde kıymeti olan sayfalar, içimdeki cahilliği kaldıran benliğimi ‘biz’ yaptıran sayfalar. Taşlık yerlerden geçen insanlığı dümdüz yola sevk ettiren Nur dolu hakikatli sayfalar…

Ne büyük nimet Allahım! Şükürler olsun ki; orada, burada, şurada değil de nurdayız, nurlardayız, kendimizdeyiz.
Genç okurken haşri, yaşamaya başlıyorum haşri. Said, satırların arasında öyle bir zevk ve lezzet alıyor olacak ki, arada bir, iki dudağının arasında çıkan Haşir bahsinde geçen “Hem hiç mümkün müdür ki…” sözlerini duyuyorum.

Hem hiç mâkul müdür ki, hattâ çekirdek kadar her bir mevcuda bir ağaç kadar vazife yükü yüklesin, çiçekleri kadar hikmetleri bindirsin, semereleri kadar maslahatları taksın da, bütün o vazifeye, o hikmetlere, o maslahatlara dünyaya müteveccih yalnız bir çekirdek kadar gâye versin, bir hardal kadar ehemmiyeti olmayan dünyevî bekasını gâye yapsın; ve bunları, âlem-i mânâya çekirdekler ve âlem-i âhirete bir mezraa yapmasın; tâ, hakikî ve lâyık gâyelerini versinler ve bu kadar mühim ihtifâlât-ı mühimmeyi gâyesiz, boş, abes bıraksın, onların yüzünü âlem-i mânâya, âlem-i âhirete çevirmesin; tâ, asıl gâyeleri ve lâyık meyvelerini göstersin? Evet, hiç mümkün müdür ki…

Farkında olmadan sesinin çıkması Said’i utandırmış olacak ki, yüzü kızarmaya başlıyor. Said istifini bozmayarak hemencecik sayfalar arasında bulduğu lezzete geri dönüyor. Bende suhuf-u semâviyeden damlayan bu kitapların bu duyguları yaşatan olduğunu hatırlıyorum. Tebessüm ediyorum.

Final sınavımın stresini azaltan otobüsteki o manzara, sözlerin arasında mânâlı bir söz’e dönüşmüştü. Otobüs üniversite durağına yaklaşmış olacak ki, düşüncelerim bölünüyor, ‘inecek var’ seslerini duymaya başlıyorum ve o manzaraya veda ediyorum.

Çocukluğumuza armağan olsun bu nakarat:

“Bir üstad tanıyorum, o da Bediüzzaman,

bir Üstad tanıyorum, en büyük bir kahraman,

Bir üstad tanıyorum; asrın vekili,

ancak Lâilâhe illallah, elinde duran sancak”.

İçimden de nurlu nesil kapısında asla durulmaz, duramazlar diyerek iniyorum.

Muhammed ZORLU – muhammedzorlu@saidnursi.de