Etiket arşivi: yardım

Kaldırımda Bir Hüzün ve Umut İzi

Seni anlamam çok güç, ey kaldırımlara unutulmaz bir iz bırakan adam. Şu kareye imza atarak yürekleri burkan adam.

BELKİ BİLİRSİNİZ, “Konuşabilseydik çizmezdik” diye bir oluşum var. İnternet sitelerinde, facebook sayfalarında özellikle haksızlıklara karşı çizgileriyle mücadele veriyorlar. Neden böyle bir isim seçtiklerini anlayabiliyorum. Çünkü ben de şimdi bir fotoğrafla bakışıyorum, uzun uzun. Boğazımda bir koca düğüm. Bu kaldırımı tanıyorum, derneğe giden ıssız yolun düzensiz kaldırımı. Ve korkarım ki, bu ayakkabıları da tanıyorum. Bu fotoğrafı bana Deniz Feneri Derneği’nden bir arkadaşım gönderdi. Kendisi bu kare üzerine bir şeyler yazmayı denemiş ama tıkanmış. Sürekli ertelemiş. Sonra aklına ben gelmişim. İlk gördüğümde boğazıma oturan düğüm hala orada duruyor. Baktım, baktım, baktım.. Sonra dedim ki, “Kelimeleri bu kareye şahit tutmalıyım.” Ve dedim, “konuşabilseydim yazmazdım.”

Bazen sözün bittiği yerdesinizdir. Dudaklarınız kilitlenmiş gibidir. Sesiniz kısılıp kalmıştır. Böyle durumlarda sayfalarca yazmayı, tek bir cümleyi seslendirmeye tercih ederim. Ağlarken konuşamazsınız, ama yazabilirsiniz çünkü.

Üzerinden defalarca geçtiğim şu sevimsiz kaldırım. Nerden bilirdim bir gün beni böyle ansızın yakalayacağını.. Burası derneğin yolu. Siyaset kuklalarının, fasıkların, Allah’tan korkmazların haksız yere hedef tahtası olduğundan beri dernek, çeşitli yerlerdeki giyim mağazalarını kapatmak zorunda kaldı. Mağazalar derneğin içine taşındı. Muhtaç kişiler, tespitleri yapıldıktan sonra buradan tıpkı bir mağazadan alışveriş yapar gibi ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Eskiden bu kadar hüzünlü değildi bu kaldırımlar biliyorum. Elden başvuru alınmıyor, yardımlar doğrudan teslim ediliyor, merkez bina muhtaç ailelerle çok muhatap olmuyordu. Yoğunluk böyle gerektiriyordu. Ama bu kaldırımların kaderinde bir yandan hüzün, bir yandan umuda yol almak varmış demek ki. Giyim mağazalarından birisi merkez binada sabitlendi. Bir de il il dolaşıp ihtiyaç sahibi aileleri yepyeni kıyafetlerle sevindiren Gezici Giyim Mağazaları var. Muhtaç aileler sırayla gelip buralardan ihtiyaçlarını karşılıyor. Gelirken biraz mahcup, çekingen, üzgün ve bitkinler. Giderken mutlu, huzurlu ve umutlu.

Elbette bu kaldırımlarda birçok izler bırakıyorlar her seferinde. Ama en silinmezlerinden biridir belki bu kare. Siyah renkli bir çift erkek ayakkabısı. Ve bir çift çorap. Sonra bir çorap paketinin aynı yerde duran ambalajı. Kaldırımın üzerinde bir dekor gibi duruyorlar. Kareyi ne tarafa döndürürseniz döndürün görüntü aynı. Hem de oldukça çarpıcı. Kaç boyutlu olması gerekir acaba böyle gerçekçi bir karenin? Ayakkabı yırtık. Çorap eskimiş. Öyle hüzünlü duruyorlar ki kaldırımın üzerinde…

Belli ki yeni ayakkabısını alan kişi mağaza bölümünün içinde giymeye çekinmiş. Kim bilir, sebebi nedir. Bizim anlamakta zorluk çekeceğimiz nasıl bir bahanesi vardır. İçinde nasıl bir sıkıntı vardır, dışa vuramadığı.. Eline aldığı yeni ayakkabısını ve çorabı derneğin bahçesinden çıkana dek giymemiş. O ıssız kaldırıma gelinceye kadar… Sonra öyle acele bir şekilde eski ve yırtık ayakkabılarını terk etmiş ki, öylece düzensizce duruyorlar, çoraplarıyla birlikte. Yeni ayakkabı ve çoraptan ise sadece bir ambalaj kalmış geriye. Bu hüzün dolu karenin tek tesellisi o.

Neler geçmiyor ki aklımdan bu fotoğrafa bakarken. İyi ki diyorum, bunu buraya kim bırakmış diye öfkeyle kaldırıp çöpe atmamış birisi. İyi ki fotoğrafını çekecek kadar etkilenmiş ve düşünceli davranmış birisi. Tabi ya, belki baktığında şükretmeyi akıl eder başka birisi. İyi ki yırtık ayakkabıların yenisini hediye eden birileri var. İyi ki bu kaldırımdan sürekli geçiyorlar. İyi ki…

Acaba neden öylece bıraktı eski ayakkabılarını… Birine görünmekten korktuğu için acele mi etti? Yoksa gerçekten birini fark ettiği için mi kaçarcasına gitti. Sevincinden unuttu mu yoksa. Yoksa görmek, hatırlamak istemiyordu da ondan mı öylece uzaklaşmak istedi eski eşyalarından. Elini bile sürmek istemedi mi yoksa? İbret olsun mu istedi veya. Tahmin etmek ne zor, yırtık ayakkabılarını birer yetim âhı gibi kaldırıma terk edip giderken neler hissettiğini. Belki acelesi vardı, bir yere yetişecekti, yeni ayakkabılarıyla gitmeliydi… Belki üşüyordu ayakları, ısınmak istedi. Belki, belki…

Seni anlamam çok güç, ey kaldırımlara unutulmaz bir iz bırakan adam. Şu kareye imza atarak yürekleri burkan adam. Şükürsüzlüğümüzü yüzümüze vuran, hiç yüzümüze bakmadan. Eğer cennet mekan şu bağışçılar olmasa, dernek sana ulaşmış olmasa daha ne kadar zaman taşıyacaktı seni acaba o siyahlığını yitirmiş yırtık kunduraların. Yoksa onlar seni değil, sen mi onları taşıyordun. Bir utanç gibi. Bir yara gibi. Her baktığında içine batan bir diken gibi.

Seni suçlayacak mıyım, eski ayakkabılarını öylece bırakıp gittin diye. Aslında bu çok mantıklı olurdu, çünkü insanlar en kolay anlayamadıkları zaman suçlarlar. Ya da acıyacak mıyım sana. Sonra? Mübarek zatlar muhatap oldukları her şeye Rablerinden bir işaret gözüyle bakarlarmış. Eğer bu benim karşıma çıktıysa, bundan almam gereken bir ders vardır mutlaka diye. Şimdi mail kutuma düşen şu içler acısı resim, içimi acıtmaktan başka bir işe yaramalı değil misin? Yırtık ayakkabılarını gözlerden kaçırmaya çalışan insanların o yakıcı çabalarını yüzlerinden okuyabiliyor muyum ben. Gözlerinden? Her gece uyumadan önce beynime hücum eden düşüncelerin içinde ayakkabı derdi diye bir derdi olan insanlar yer alıyor mu hiç? “Ne kadar az şükrediyorsunuz” derken Allah, ne tarafında kalıyorum bu ayetin, diye düşündürmeli ve sordurmalısın bana. Yoklukla imtihan edilenler kadar, varlıkla imtihan edilenler olduğunu da hatırlatmalısın.

Keşke diyorum, sana o ayakkabıyı hediye edenlerin arasında olsaydım. Keşke o eski ayakkabılarını bir ah gibi terk edip giderken sen, ben de orada olsaydım. Belki şu cevabını bulamadığım sorularla tümden yanıt verirdin gözlerinle. Ve iyi ki diyorum, hafızama bir iz bıraktın. Bu gece uyumadan önce gözümün önünden gitmeyecek bir anı bıraktın. Ve umarım, yeni ayakkabıların da eskidiğinde yine aynı kaldırımdan geçip, yine yeni bir ayakkabıya kavuşacaksın.

Ben bu kareye bir isim bulamadım ve ilk kez başlıksız bir yazı yazdım. Ama sen o hüzün dolu kaldırıma, hüzün dolu silinmez bir iz bırakırken dönüş yolundaydın… Ve artık umut kaldırımdaydın. Oradan yeni ayakkabılarınla geçtin. İşte bu yüzden her zaman hüznün yanında bir umut olabileceğini da gösterdin. Tıpkı karanlıklarda beliren deniz fenerlerinin yaptığı ve her zaman yapacağı gibi…

Nuriye Çakmak

www.karakalem.net

* Bu yazı, Deniz Feneri Derneğinin websitesinde yayınlanmıştır.

** Yazı isimsiz olarak gönderilmiş, başlık dernek yetkilileri tarafından eklenmiştir.

İmtihan Ramazanı

HAYATIMIN BOĞAZIMDAN en zor geçen akşam yemeğini yediğim tarih, Ramazan ayına üç kalayı gösteriyor. Birkaç gündür etrafımda vızıldayan kurşunlar gibi dolaşıyor Afrika haberleri. Etrafından dolaşıyorum çünkü durursam vurulurum, vurulursam kalkamam.. İHH’nın yardım ekibiyle Somali’deki kamplara giden bir gönüllünün mesajı dolaşıyor elden ele, “Şu anda son nefesini vermek üzere olan bir çocuğa serum takmaya çalışıyoruz. Çocuğun gözleri kayıyor, hayatımda kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Açlıktan ölüyor, hiç anlamıyoruz.”

İşte vuruldum. Tam kalbimden isabet aldım. Ve hayata döndürdü beni bu vurgun. Demek yaşıyormuşum. Bu kurşun yarasını ta yüreğimde hissettiğime göre, yaşıyormuşum. Bir makine gibi yaşamaktan alıkoydu beni bu yara. Feda olsun.

Kara bahtlı kara kıta.. Neden öyle olsun? Beyaz adamlar kirli ellerini çekseler, o gece gözlü çocuklar biraz da aydınlık görseler. Bir ışık tutsak. Biraz beyaz pencere açsak, ne olur? Biraz anlamaya çalışsak. Biraz dikkat etsek. Biraz normal olsak. Evet normal.. Şu israfımızda boğulurken biz, açlıktan ölmek diye bir durum var bu dünyada. Kayıtlara böyle düşüyor, ama ne vicdanımıza, ne yüreğimize düşmüyor bu kayıt. İmanımızın sokağına uğramıyor.

Kendimi helale harama en çok dikkat eden bir ailede yaşıyor görüyorum. Paranın helalliğinin yanı sıra helal parayla yapılan israfın haramlığının sürekli gündemde olduğu bir aile. Durum böyle olduğu halde kendimce düşünüyorum, bir ay boyunca bu evde hiçbir alışveriş yapılmasa. Dışarıdan tek bir madde bile girmese evimize, mutfağımızdaki yiyecekler bize haftalarca yeter. Çok çok aldığımız, stok yaptığımız için de değil. Herkes bir düşünse, ortalama bir ailenin mutfağında hali hazırda bulunan yiyecekler, onlarca aileye yeter. “Evde bir şey kalmadı, acil alışveriş yapmamız lazım” cümlesini kurduğumuzda biz, o evde günlerce karın doyuracak kuru gıda mutlaka vardır mesela. Yani biz açlığın kendisini hiç yaşamadığımız gibi, herhangi bir vakitte aç kalacak olmanın korkusunu da yaşamayız, yaşayamayız. O insanları nasıl anlarız?

Senede sadece 30 gün, belli vakitlerde aç kalacağımız için marketleri eve boşaltan biz. Ramazana özel yemek zevkleri icat eden biz. Ramazan pidesi, pastırma, güllaç, iftariyelikler, ana yemekler, tatlılar, sayfa sayfa Ramazan menüleri.. Nasıl daha az aç kalırım diye kafa patlatan biz. Ve bize yardım eden ‘uzmanlar’. Hangi yiyecekleri tüketirseniz daha tok tutar diye yayınlar yapıyorlar. Sahurda davet verme modası bu sene de çok tutar. Onlarca çeşitle süslenen sofralar artık sahurda da hizmet veriyor. İftarları zaten sayamıyorum. Daha günün ilk ışıklarında akşama ne pişeceği, iftara ne kadar kaldığı, kimin çağırılıp, kime gidileceği ile geçen bu hengamede, açlık ve dolayısıyla açların hali listede kendine yer bile bulamıyor elbette.

Ve biz bu oruçtan bizi cennetin en tepesine ulaştırmasını umuyoruz bir yandan. Çünkü Ramazan ayı rahmet ayı. Bir Kuran harfinden kaç sevap alırım, bir sadaka versem yüz misli, şu duayı bir okusam sevapları katlarım.. Rahmet ayı ya bu ay, Rahmetten bile anladığımız tek şey neden nefsimiz acaba? Bu rahmetin bizim yayabildiğimiz kadar bizi saracağını hiç düşünmeden, sadece ama sadece bizi kuşatsın istediğimiz şeyin manasını da hiç düşünmeden geçen giden Ramazanlar..

 Oysa Allah Rasulünün mesajı ne kadar açık; “Ubâde bin Samit anlatıyor: Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu: “İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah’ın rahmetinden nasibini alamayandır.

 Sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da.. Şahsi cennetini genişletme derdinde olanlara bir uyarı değil mi, iyiliğin ibadetten önce ve onunla bir zikredilmesi. Allahın rahmetinden nasibini nasıl alır insan, merhamet etmeyene merhamet edilmez hadis-i şerifine danışmak gerekmez mi? Bir kitap dolusu hikmet barındıran hadis-i şerifteki bir diğer nokta, kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Onun en sevdiği kulluk insanın aciziyetini anlamasıdır. Zaten orucun manası da, nefsin farazi rububiyetinin kırılıp acizliğini ilan etmesidir. Ene ene, ente ente isyanını dillendiren nefsin, ben senin aciz bir kulunum noktasına gelmesidir. Acizliğini fark eden bir mü’min ise diğer mü’minlere şefkat eden, yardım edendir. Bizim gibi midesinin derdinden ileri bir adım atamayan gafillerdir işte, Ramazan’ı ziyafet ve eğlence ayı haline getirenler.

 “Kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi? Ölürken çocuklar o güzel Afrika’da” diyor İbrahim Tenekeci. Kim yalanlayabilir onu. Midesine açlıktan taş bağlayan bir peygamberin sünnetini uyguluyor ümmetimizin bu fertleri. Bir küçük kare, yeni çekilmiş ve yeni düşmüş ajanslara, son 60 yılın en kurak günlerini yaşayan Somali’de açlıktan karnına kalınca bir ip bağlayan bir adamı gösteriyor. Eğer konuya biraz ilgi gösterirseniz, kanınızı donduracak onlarca kare daha bulabilirsiniz. Efendimizin boykot zamanı yaşadığı açlığa hala gözyaşı döken biz, bu Müslümanlar, bu insanlar için nasıl bu kadar kör olabiliriz?

Açlığı yaşadığımız, yaşayabileceğimiz tek fırsat, Allahın merhametiyle bize farz kıldığı oruçtur. Eğer o bize bunu zorunlu kılmasa, bizim asla buna meyletmeyeceğimiz kesin. Şu halimizle bile ‘açların halinden anlamayan toklar’ durumundayken, oruç elimizden tutmasa firavun gibi semirirdi nefislerimiz. Ama keşke oruçtan payımıza düşen tek şey açlık olmasa. Ki bence açlık bile düşmüyor payımıza. Beynimiz açlıkla değil, iftarla meşgul çünkü. Geçeceğini bildiğimiz için zamanla meşgul. Dakikaları sayıyor, açlığı duyumsamıyoruz bile. Onun ne acı bir çaresizlik olduğunu anlamıyoruz. Oysa şimdi, şu anda sayıları milyonlarla ifade edilen bir halk, açlıktan kıvranıyor ve zaman onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Çocuklar kemiklerinden ayrılmayan derilerini sineklerden arındıracak takatleri olmadan ölüm uykularına yatıyor. Ramazan ayına bir adımlık zaman var. Bir şey yapmalı değil miyiz? Uykularımız kaçmamalı mı, yediklerimiz boğazımıza durmamalı mı, ne yüzle bakarım hesap günü yetimler yetimi efendime, nasıl medet umarım, komşum açken tok yattım ben, sen bizden değilsin derse, diye yüreğimiz burkulmamalı mı? Ümmet bir vücudun azaları gibidir ve o ümmetine çok şefkatlidir. Ve ancak merhamet edene merhamet edilir..

Afrika açlıkla imtihan oluyor. Peki ya biz? İmtihanımızın farkında bile değiliz. Ramazan ayı, rahmet ayı, ümmetin ayı kapıda, onu nasıl karşılamak istersiniz? Gece gözlü çocukların gözlerinden yıldızlar kayarken lütfen en azından israf etmemeyi başarabilelim. Lütfen basiret sahibi olalım biraz, davetlerimizi israf panayırlarına çevirip, zaten tokları ağırladığımız soframızda ümmetin vebalini yüklenmeyelim. Her Ramazan yapmamız gerektiği halde başaramadıklarımız için biraz daha gayret edelim. Çünkü bu dünyada açlıktan ölmek diye bir şey var. Çünkü ümmetimizin fertleri can çekişiyor yokluktan. En azından varlıktan kısarak bir adım atalım olmaz mı? İsraftan kısarak. Yani normal olarak. Yani olması gereken gibi olan bir mü’min olarak. Vasat bir Müslüman olarak. Bir adım atamaz mıyız, bir niyet edemez miyiz, bir damla gözyaşı dökemez miyiz, biraz zaman ayıramaz mıyız, bir tabak yemek ayırsak onlara, bir damla su, sadece israftan kaçındıklarımızla sadaka biriktiremez miyiz, çevremizdekileri uyaramaz mıyız, biraz olsun duyarlı olamaz mıyız?

Bizi Rahmet ayına eriştir diye ettiğimiz duaların kabul olmasını istiyorsak olmalıyız. Çünkü Ramazan’a erişmek, takvimlerde 1 Ramazan yazdığını görmek değildir, Ramazan’ın manasına, hakikatine erişmek demektir. Eğer böyle bir insanlık dramına karşı, hem de böyle bir ayda, Müslümanların çoğunun para derdini unuttuğu bir zamanda, hala orada açlıktan ölecekse çocuklar, bu Ramazan ayının bizden soracağını çok hesap olacak. Bir kefenden mahrum eriyerek ölenlerin veballeri israflı sofraların üzerine olacak. İdrak etmeyen, ilgilenmeyen, yorum üreten ama merhamet etmeyenin hissesi ektiği kadar olacak.

Şimdi geçmişte ıskaladığımız Ramazan hikmetlerine tövbe etme zamanı. Şimdi bu Ramazan ayını hakkıyla yaşayabilmek için sağlam bir niyet etme zamanı. Şimdi niyeti eylemle destekleme zamanı. İsraf değil, infak zamanı. Şimdi Afrika’ya acil yardım zamanı. Bir yıldız daha kaymadan, harekete geçme zamanı.

 Nuriye Çakmak

 Karakalem.net

 *et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99

Pakistan’a ÇARE olan girişim

Mübarek Kurban bayramında Türkiye’den Çare Derneği vasıtası ile gönderilen kurbanlarla Pakistanlı kardeşlerimiz ile dertler tasalar kurban edildi..

Pakistan’da çok istifadeli ve bereketli bir kurban bayramı geçirdik. Yaklaşık 14- 15 ayrı şehirde kurban kesim ve dağıtım çalışmaları yaptık. Mümkün olduğu kadar kurbanları en muhtaç ve yetim ailelere ulaştırmaya çalıştık.. Teker teker her kapıyı çaldık. Bu organizasyonda o kadar dualar edildi, manzara o kadar güzel oldu ki inanın kelimelerle ifade edemiyoruz.

Biz birinci gün Gojrada kesim çalışmalarına katıldık. Punjab eyaleti içerisinde bulunan Gojra şehrinde hazırlamış olduğumuz kurban kesim merkezimizde toplu kurban kesimi yaptık. Kesimi yapılan kurbanlar yaklaşık On Bin yoksul ve sel afetinden zarar gören muhtaç ailelere dağıtıldı. İnanın o kadar zor ve kötü şartlar altındalar ki.. insanin içi parçalanıyor. Hela yok, elektrik yok, su yok, hiçbir şey yok.. sadece topraktan yapılmış birer odacıktan ibaret bir yerde kalıyorlar.. Her kapıyı çaldık teker teker… ve birer paket kurban ikramı uzatarak bayramlarını tebrik ettik.

Her kurban için hazırlamış olduğumuz isim listeleri teker teker her hayvanın başında yüksek sesle okunarak ve kasablara icazetler verilerek kurbanlarımız tekbir ve tehlillerle kesildi. Bu kesimler hem kameralar ile ve hemde fotoğraflar ile kayıt altına alındı. Türkiye`den gelen Çare Derneği gönüllülerinin bizzat iştiraki ile kurban kesimleri yapıldı. Kesim yaptığımız merkezi şehirler; İslamabat, Rawalpindi, Gojra, Faysalbad, Sargodha, Sahiwal, Guetta, Peshawar, Swabi, Gilgit gibi şehirler ve bunların ilçeleri idi.

Kesilen kurbanlar, muhtaç ailelerin evlerine ulaştırılmakla beraber, ayrıca hastaneler, yetimhaneler, göçmen mahalleleri, medreseler ve Kur’an  kurslarına dağıtıldı. Pakistan’da böyle güzel, istifadeli, bereketli ve de feyizli bir kurban bayramı geçirmemize sebep olan hayırseverlere Pakistan halkı namına teşekkürlerimizi iletiyoruz.”

Çare Yardımlaşma Ve Kalkınma Derneği/ Pakistan Temsilciliği

www.care.org.tr

Dünyayı Kurtarmak Mı?

“Kâinatta en mühim vazife gönüllerle Allah’ı buluşturmaktır.” diyor büyüklerimiz.

“Zira Allah (celle celâlühû) en seçkin kullarını bu vazifeyle göndermiş. Daha büyüğü olsaydı o kullarını onunla serfiraz kılardı. Fakat böyle kudsî bir vazifenin imtihanları da elbette ağır olur.”

“Mağnem nisbetinde mağrem” yani “mükâfât oranında sıkıntı” sözleriyle ifade edilen bir hakikat elbette insanlığa hizmet vazifesinde de geçerlidir. Çünkü hayırlı şeylere zarar vermek için pusu kurmuş bir çok mâni vardır.

Bedîüzzaman Hazretleri bu yolda insanların karşılaşabileceği en önemli imtihanları “hücumât-ı sitte” isimli risalesinde değerlendiriyor. Şeytanın bu asırda insana yaklaşabileceği en tehlikeli alanlardır onlar. Şeytan, bu alanları değerlendiremediğinde daha masumca ve daha gizli düşüncelerle kendini insanlığa adamış Hak erlerini engellemeye çalışır. Zannediyorum bunlardan bir tanesi de gerek insanın kendi nefsinden gerekse çevresinden gelen “dünyayı sen mi kurtaracaksın!?” sözleridir.

Belki çoğumuzun başına gelmiştir; beraber bulunduğumuz insanlarla birlikte bir fedakarlık zemininde biraraya geldiğimizde ailemizden veya akrabalarımızdan bazı nasihatlar işitmişizdir.

Vaktini niye böyle şeylere harcıyorsun? Paranı niye gereksiz şekilde hem de karşılıksız olarak veriyorsun? Senden başka insanları kurtaracak yok mu? El-âlem nasıl yapıyorsa sen de öyle yap!” gibi nasihatlarla âdeta imdadımıza yetişmek istemişlerdir. Bazen böyle düşünceler nefsin hırıltıları olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Şeytan, “üç-beş tane insana yardım edip onların elinden tutmakla insanlık ne kazanacak sanki?” gibi düşüncelerle, yapmış olduğu vazifeleri insana küçük ve değersiz gösterebilmektedir. Halbuki Efendimiz (aleyhissalâtü vesselam), “bir kişinin hidayete gelmesini dünya ve içindekilerden daha önemli” görüyor. Buna işaret eden âyet-i kerîmelerde de “bir insanın ihyâ edilmesi bütün insanların ihyâsı gibi; bir insanın öldürülmesi de bütün insanların öldürülmesi” olarak değerlendiriliyor.

Her şeyden önce bütün insanlara fayda sağlayacak bir şeyler yapmak için mutlaka çok ses getiren veya herkesin haberdar olacağı şeyler yapmak gerekmemektedir. Topluma faydalı olmak sadece siyasî bir oluşumun içinde olmak demek de değildir. İnsanlara hizmet vazifesini hakkıyla yerine getiren insanların hayatlarına baktığımızda bunu daha iyi anlayabilmekteyiz.

Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yeni bir dini tebliğ ederken büyük oluşumlara girmiyor teker teker fertlere anlatıyordu. Önce Hazreti Hatice validemiz, sonra da Hazreti Ebu Bekir efendimiz O’na inandı. Sonra da O’nun etrafında ilk safı teşkil eden insanların çoğu Hazreti Ebu Bekir efendimiz’in vesilesiyle İslamla tanıştı. Hazreti Hatice validemiz de servetini Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)’a yardım için tüketmişti. Bütün insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak için gönderilen bir zât bile senelerce bir kaç kişiyle davasını devam ettirdi. Demek ki önemli olan, eldeki fırsatları değerlendirmek ve gerek maddi imkanlarla gerekse bilgi, tecrübe ve rehberlikle, ulaşılabilinen insanların elinden tutmaktır.

Sahabe efendilerimizden asrımızın büyüklerine kadar birçok zât himmetlerini insan yetiştirtirmeye yoğunlaştırmış, eser telif etmiş ve bu vesileyle insanlığa faydalı olmaya çalışmışlardır. Ve biz bugün devletler kurup dağıtan insanlardan ziyade bu zâtların tesirini müşahede etmekteyiz. İmam-ı Âzam hazretleri yetiştirdiği bir çok talebenin yanında İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebu Yusuf gibi müctehit talebeler de yetiştirmiş ve bu gün milyonlarla insanın kabullendiği bir mezhebin oluşmasına vesile olmuştur. Onların gayretleri sayesinde bizler dinimizi daha iyi anlıyor ve yaşama imkanı buluyoruz. İslam tarihinde bu şekilde semere veren bir çok alim zât göstermek mümkündür.

Üstad hazretleri de insanların imanlarının tehlikede olduğu bir dönemde yazdığı eserler ve yetiştirdiği talebelerle insanlığın imdadına koşmuş ve toplumda baş gösteren hastalıklara derman olmaya çalışmıştır. O, az sayıdaki talebesini çeşitli yerlere göndermiş ve o yerleri iman hesabına nurlu olarak görmüştür. Onun zamanında maddi imkanı olan bu imkanıyla ona destek vermiş, olmayan da bizzat kendisi işin içine girerek çalışmıştır. O gün o zatlar yaptıkları işin bütün dünya adına bir hizmet olduğuna inanıyorlardı ve sadece kendilerine düşen vazifeyle meşgul oluyorlardı. İnsanların önem verdiği meseleler onları hiç ilgilendirmiyordu. Bu gün biz onların sayesinde imanımızı takviye edip tahkîkî hale getirecek eserleri okuyabiliyoruz.

Bugün insanlığa hizmet etme ortamı bulunmaktadır. Belki günümüzde buna her devirde olduğundan daha fazla ihtiyaç vardır. Önemli olan bize bahşedilen lütufları değerlendirmektir. Dünyanın dört bir yanına hicret edip gönüllere ulaşmayı arzulayan gönül muhacirleri belki dünya için en mühim şeyleri yapıyorlar.

Kendisine hak ve hakikatın anlatıldığı dört-beş insan belki de ileride kendi ülkeleri ve kendi milletleri için faydalı olacak bir çok şeye vesile olacaklardır. Dolayısıyla hem anlatanlar, hem maddi imkanlarıyla yardım edenler, hem gönüllerinde bu muhacirleri ağırlayanlar ve hem de dünya kazanmış olacak. Dünyayı kurtarma iddiasıyla değil de kendini insanlığa hizmete adamış insanların içinde bulunma arzusu ve gayretiyle vazifelerimizi kudsî görmeli ve hakkıyla yerine getirmeliyiz. Zannediyorum şeytanın vesveselerine karşı da ancak böyle dayanabiliriz.

Abdullah Kadiroğlu/herkul.org