Etiket arşivi: yardım

Dünya Yokluklar Kampı Günü!

BUGÜN 23 Şubat, ‘Dünya Çeçen Günü’. İlan edildikleri andan itibaren ‘özel günler ve haftalar’ sınıfına giren günler daha sonra ne şekilde değerlendirilir pek bilmiyorum. Mesela Dünya Sigarayı Bırakma Gününde sosyal medyada konuyla ilgili paylaşımlar yaparsınız belki. İlgili oluşumların etkinlikleri olabilir, onlara katılırsınız. Daha önce sigarayı bırakmış dostlarınıza tebrik kartı atarsınız. Ama Dünya Çeçen Gününün nasıl kutlanacağı konusunda eminim benim kadar kararsız kalırsınız. Bu günü ilan eden ve Şeyh Şamilden sonra o toprakların kendisiyle anıldığı en ünlü kişi olan şehit Cevher Dudayev’in ruhuna bir Fatiha okuyabilirsiniz. Ve dünyanın en süper güçlerinden birine karşı korkusuzca mücadele eden tüm şehitlerin aziz ruhlarına Yasinler hediye edebilirsiniz. Belki Çeçenistan’la ve özellikle son yıllarda orada yaşananlarla ilgili birkaç kitap okumaya karar verirsiniz. Hepsi mümkün bunların. Ve bunlar tabiri caizse suya sabuna dokunmayan güzel yaklaşımlar olur. Ama yanı başınızda hala kanayan bir yara varsa. Elinizden bir şey gelemediği için sürekli sizi hırpalayan. Her vesileyle karşınıza duruyorsa. Çeçen kampları mesela. Her gittiğimde daha da büyüdüğünü gördüğüm o güzel çocuklar mesela.. Dünya Çeçen Gününde anılası değiller mi?

Hangi tarihte yazdığımı hatırlamadığım bir metni yeniden okuyorum ben bugün. Ne acı ki hiçbir sorunun eskimediğini görüyorum. İçime kıymık gibi batan şu şartların oluşturduğu soru cümlelerinin hepsinin hala havada kaldığını görüyorum. Uzun zamandır gidemedim kamplara. Kendimde bu gücü bulamıyorum. Aşağıdaki satırları yazarken onlar için umutlarım vardı. Birkaç sönük girişimimiz vardı. Ve yapılacak çok şey. Şimdi sadece benim içime batmasın bu sorular istiyorum. Belki birkaç kişi çıkar hafızasını zorlayan, evi bu kamplara yakın olan, birkaç lira bağış yapmak isteyen birileri olur belki diye. Hala hayal kuruyorum… Metnin yıllar önceki orijinal halini bozmadan şimdi bu soruları size soruyorum;

“onlar…

aç kaldılar, susuz.

evsiz kaldılar

okulsuz

oyunsuz

annesiz kaldılar

en çok babasız.

şimdi de yurtsuz.

Siz hiç tüm hayatınızı, anılarınızı, emeklerinizi, varınızı alıp arkanıza tek bir torbayla düştünüz mü yollara? Ne sığar bir torbaya memleketinizden?

Hakaretler, acılar ve yalın ayak basarak kanlara ve karlara yol aldınız mı hiç?

Üzerinizde hep bir silah gölgesi, dağlar gibi acı ve korku.. düşe kalka yürüdünüz mü alıp vatanınızı ardınıza?

Sığınacak bir yer aradınız mı? Allah’tan korkan birileri kucak açar diye baktınız mı etrafınıza?

Yavrunuzu gömdüğünüz, eşinizi, aşınızı bıraktığınız vatan topraklarından bu kadar uzaktayken, bir tanıdık el aramadı mı gözleriniz?

Hani kardeşti tüm müslümanlar? Sadece müslüman olduğunuz için sığındılar topraklarınıza. belki dediler, duymuşlardır dünyada eşi görülmemiş bir zulmün bizi nasıl ezdiğini. Belki dediler acırlar bize, kardeşim derler…

Geldiler aşarak binlerce kilometreyi, bir umut. Onlar geldiklerinde biz sıcak yatağımızda uyuyorduk. dolaplarımız türlü yiyecekle dolu, çocuklarımız huzurla, uyuyorduk ve hiç üşümüyorduk. Kardeşimizdi onlar. Ağlıyorlardı, üşüyorlardı. Açlardı.

‘Şimdilik’ dedik geçin şu harabelere, alırız elbet iyi bir yerlere. Yıl 1999du. Hala dönüp bakmadık onları attığımız o yerde ne haldeler diye.

Biz onlara fasulye götürüyorduk, onlar bizden yemek değil kabul görmek istiyordu. Yoktular onlar. Yabancılar polisi sürekli ziyaretlerine geliyordu. Çocukları okula gidemiyor, eşi sağ kalan varsa işe giremiyordu. Ne nüfus kağıtları vardı, ne pasaportları… Binlerceydiler ama yoktular. Vatansızlığın acısını vurduk her gün yüzlerine. Almanya, Avusturya kucak açtı onlara ve biz müslüman kardeşlerine baka baka kaçtılar oralara.

Aslında 1951 yılında Cenevre’de yapılan mülteci anlaşmasına imza atmıştı müslüman ülke Türkiye. Ve işin garip tarafı Kafkasya’dakinden çok Kafkas bu topraklardaydı. Olsundu, milli çıkarlarımız vardı Rusya’yla.

Üzgünüz sevgili kardeşlerimiz. Siz 10 metrekarelik kabinlerde su ve ısı tesisatı olmadan yaşamaya devam edin. Çıkarlarımız el verdiğinde bakacağız size… dedik.. dilimiz sussa, halimizle söyledik, susurak söyledik hatta.

Siz hiç vatansız kalmadınız, sırf müslüman olduğu için bir ülkeye sığınıp mülteci bile sayılmadan köşeye atılmadınız. bize güvenmişlerdi. Şimdi titriyorlar.

Kışlar geliyor geçiyor, çeçen çocuklar ağlıyor. yok onların başlarını okşayacak babası, yok onların top koşturacak bir mahalle arası, bir sınıfları, okulları. Hala mı bakmayacaksınız yüzlerine? Hala mı çıkarlarımız…

Çıkarlarımız bizi bu vebalden kurtarmaz. Şehitler boy boy dizilince karşınıza ahirette ve bir el yapışınca yakanıza, emanete niye bakmadın diye, biz muhacirdik, siz böyle mi ensardınız derlerse… Cevabımız var mı?

Söylesenize siz hiç vatansız kaldınız mı?”

23/02/2012

© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak

Filipinli kardeşlerimiz yardım bekliyor

Muhammet Rıza Dalkılıç’ın haberi:

 “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” Enfal-25

Geçtiğimiz Cuma günü yaşadığımız şehirde büyük bir felakete şahit olduk. Filipinlerin Mindanao bölgesi Cagayan De Oro ve İligan şehirlerinde akşam saat 10 sularında etkili olmaya başlayan fırtına ve yağmur yerini tayfuna bıraktı. Washi adı verilen tayfun Cagayan de Oro şehrinin yarısını ve İligan şehrinin dağlık ve kırsal kesimlerini tesiri altına aldı. 

Gece saat 1 sularında nehirden gelen insan çığlıklarıyla uyandık. Biraderim bizim eve gelmiş ve kapıyı çalıyordu bile. Biraderim ve bir başka Türk komşumuzla birlikte yola düştük ve köprülere gidip kalabalık insan grupları arasında yardım etmeye başladık. Bulabildiğimiz halatları nehire salıveriyor, balıkçılar gibi eceli gelmemiş insanların halata takılmalarını bekliyorduk. Gelin görün ki nehrin hızı, rüzgarın sürati ve tayfunun şiddeti bizi çaresiz kılıyordu. Evler gemi gibi altımızdan geçip gidiyor, hayvan inlemeleri insan çığlıklarına karışıyordu. Sebepler birbiri ardına susuyor ve elimizi kolumuzu bağlıyordu. Bazen üzerinde bulunduğumuz köprü dahi şiddetle sarsılıyordu, bu sarsılma suyun sürüklediği evler ve evlerdeki eşyaların- buzdolabı gibi- köprünün altına çarpması sebebiyle oluyordu.

Polis ve silahlı kuvvetler kurtarma çalışmalarına bu atmosferde amatörce başlamışlardı. Gece 1’den sabah altıya kadar kurtarma çalışmalarına yardımcı olmaya çalıştık. Birçok arkadaşımız ve tanıdığımız sele maruz kalan nehrin etrafında ikamet ediyorlardı.

Şu anda buradaki Türk arkadaşlarımız, Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği gönüllüleri, Türkiye Filipinler Dostluk ve Yardımlaşma Derneği ile Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü öğrencileri afet merkezlerinde aktif olarak çalışıyorlar. 

Müslümanların yoğun olduğu Balulang Bölgesine ancak bu sabah ulaşabildik. Gördüğümüz manzara bizleri derin tefekkürlü hayrete sevketti. Yıkılan evler, çamur ve sel içindeki sokaklar, caddelerde çöp gibi üst üste yığılmış eşyalar, devrilmiş arabalar, ağaçlar ve bir tabak pirinç bekleyen iki gündür uyuyamamış olan fakir halk… Susuzluk ciddi bir problem, yemek ve giyecek eşya ayrı bir problem. Bu bölgede 4000 ev tahrip olmuştu. Afet sorumlusu onlarca kayıp çocuk ve kadın olduğunu ifade etti. Cami imamı medreselerinin tamamen yıkıldığını ifade etti, camiye ulaşmaya çalıştık ama ilerlemeye imkanımız olmadı. 

Pazar saat sabah 10 itibariyle, Sosyal Hizmetlerden aldığım bilgiler ise şöyle; 5521 aile, 33.126 kişi evsiz, 212 ölü, 447 kayıp var. 13 afet merkezinde çalışmalara devam ediliyor. 

Burada şunu ifade edeyim ki bu rakamlar sadece bizim bulunduğumuz bölge için tesbit edilen istatistiki bilgiler. Tüm Cagayan için bu rakamın 10,000 ailenin üzerinde olduğu düşünülüyor. İki şehirde ki toplam aile sayısı ise 30,000 olarak ifade ediliyor.

Türkiye’den yardım etmek isteyenler ‘Çare Yardımlaşma ve Kalkınma Derneği’, İstanbul- Üsküdar şubesinden bilgi alabilirler.  +90 216 328 3234, Hakimiyet-i Milliye Caddesi, Tepsi Fırın Sokak, No-8 Üsküdar- İstanbul. info@care.org.tr

 

BAHÇEMDEKİ GÜLLER

NE ÇOK sarsıldık değil mi? Peş peşe. Biz ilk musibetten çıkacak olan rahmete gözlerimizi dikmişken, daha büyük bir musibet kapıdan girdi. Evet ilk görüntü aynen böyleydi. Haliyle toz dumandı ortalık. Ancak bu kadarını görebileceğimiz kadar netti yaşadıklarımız. Büyük bir kırılma yaşadık, sonra bir tane daha. Yarığın daha büyümüş olması gerekirken, sanırım kaynaştık. Yanlış yerden kaynayan kemiğin yeniden kırılması gibi. Şimdi doğru şekilde kaynıyoruz öyle değil mi? 

Ben böyle düşünmek istiyorum. Şu ana kadarki en kanlı eylemlerden biriydi, gencecik mehmedciklerin uykularında yakanlandıkları. Naaşları kan gülleri gibi toprağa dizilmişti. Büyük, çok büyük sarsıntıydı. Ruhlarımız nereye uçacağını şaşırmış bir kuş gibi kanatlarını vuruyor, bir çıkış arıyor, dua dua duman tütüyordu. Birilerinin halkı galeyana getirip, birbirlerini kırmaları amaçlı politikasına uygun ortamı hazırlamak için birbirleriyle yarışıyordu birileri. Bizlerse akl-ı selim’e çağrı yapıyorduk, neredeysen gel artık diye. 

Gözümüz yolda, onu bekliyorduk. Devasa dua halkaları oluşturulmuş, şehidlerimizin ardından sayısı binlerle ifade edilen hatimler uçurulmuştu. Duaların hepsinde “memleketin selameti” başköşeye oturmuştu. Herkes bir vird, bir tesbih, bir dua dağıtıyordu. Bir yandan dua ediyor, bir yandan bekliyorduk. Sonu hayır olacaktı. 

Sonra bir kez daha sarsıldık. Bizim oluşturduğumuz sanal kırıkların aksine bu kez gerçek bir kırık harekete geçmişti işte. Bizim çizdiğimiz derme çatma sınırlardan farklıydı depremin çizdiği sınırlar. 17 Ağustos’u, 12 Kasım’ı hatırladık. Bizi nelerin beklediğini bilerek. Acı bir bekleyişti, deprem haberinin sarstığı benliğimizdeki. Ölü sayısının her dakika artacağını, enkaz altında şu an hala atan yüzlerce kalp olduğunu, gece havanın buz gibi soğuyacağını… Bunların hepsini biliyorduk. 

Şuna inanıyordum, son zamanlarda artan bunca dua karşılamıştı depremi. Başımızda belki çok daha büyük bir musibet, yazgımızda belki çok daha fazla kan vardı. Belki bununla geçirmiş olduk, çok daha büyük bir kazayı.. Aslında inanmak istiyordum. İlk veriler de sanki destekliyordu bunu. Sürpriz bir fay hattıydı bu. Asıl korkulan hat değildi. 7.4 şiddetiyle sarsılan Marmara’da on binlerce ölü vardı. Pazar günü olduğu için okullar, evler boştu, havalar güzeldi öğlen saatiydi herkes dışarıdaydı dediler. Ve her dakika artsa da, benim ilk anda korktuğum sayı değildi vefat edenlerin sayısı. 

Hafızamızdaki deprem görüntülerinden farklıydı gördüklerimiz. Son derece sistemli bir müdahale vardı. Kızılay eski Kızılay değildi. Devlet tüm kurumlarıyla çok kısa sürede olay yerindeydi. Sivil toplum kuruluşları yeni harikalara imza atmak üzereydi. Ve attılar da nitekim. Türkiye’nin her yerinden yardımlar kelimenin tam anlamıyla yağmaya durmuştu. Kargo firmaları, otobüs şirketleri daha ilk saatlerde seferlere başlamıştı. Herkes kendine bir vazife çıkarmıştı. Benim gördüğüm inanılması güç bir kaynaşmaydı. 

Son zamanlarda itina ile aramızın bozulması için emek harcanan iki kardeş ülke, komşu ülke gözlerimizi yaşarttı sonra. Dış yardıma ihtiyaç olmadığı cevabı aldıkları halde yollara düşen Azerbaycan ve İran. Kapıyı vurmadan girebilecek yakınlıkta bildiler kendilerini. Azeri kardeşlerimiz ilk “dış” yardım gönderen ülke oldu. 2 kargo uçağı ile 2 özel sahra mobil mutfağı, 150 çadır, 2500 battaniye, 750 yatak tulumu ve 140 kişilik ekip gönderdiler. Daha depremin hemen akabinde. Sonra bu sayı daha da arttı. İran ise 5 ambulans ve 18 kişilik acil yardım ekibinin de Van’a geldiğini, ihtiyaç duyulması halinde sahra hastanesi de kurmayı planladıklarını ifade etti. İlk saatlerde 208 çadır, bin 500 battaniye ve muhtelif gıda malzemeleri getirildi. Sonra ekiplerin sayısı yüzü aştı. Ve İran’da Van için kan kampanyası başlatıldı. İyi dost kötü günde belli olur dedirttiler bize. 

Ben hep böyle haberlerle meşgul olduğumdan ve çevremde hiç çatlak ses olmadığından olsa gerek internette birçok kanaldan paylaşılan bir hadis-i şerifin her yerde karşıma çıkmaya başlamasına şaşırdım önce. Hadis-i Şerif şuydu; ‘Müslüman kardeşinin uğradığı felâkete sevinme. Allahü teâlâ, rahmet eder, onu, o felâketten kurtarır da, seni derde uğratabilir.’ (Tirmizi) Neden özellikle bu hadisin paylaşıldığını düşünürken, başbakanın, hatta Bahçeli’nin açıklamalarına rast geldim. Ve şöylece bir göz gezdirdim sanal yorumlara. Evet, birileri gerçekten depremden ırkçılık üretmeyi başarmıştı. Bizler sürekli Van için sivil toplum örgütlerinin kısa mesaj yardım numaralarını paylaşırken, bir densiz şöyle yazmıştı, “Allahın sopası yok yaz Van’a gönder”. Allahın sopasının olmadığı, senin bu mesajı yazabilmenden belli dedim sadece içimden. Depremin olduğu coğrafya üzerinden Allah adına ırkçılık üreterek hadlerini aşmada tavan yapıyordu birileri. Etki tepki sürüp gidiyordu. “Sizler bizim yorumlarımıza kızıyorsunuz ama Kürtlerin sayfalarında da onların yardımlarını istemiyoruz yazıyor.” “Sizin gönderdiğiniz, devletin gönderdiği yardımları yağmalıyorlar, enkazları elleriyle kaldırmaya çalışan mehmedciklere saldırıyorlar..” diyorlardı. Evet, bu ırkçıların ekmeğine yağ süren başka ırkçılar da vardı. Annemin tabiriyle devler güreşiyor, çiçekler eziliyordu. 

Oysa ismini aldığı peygamber misali enkazın karanlıkları içinde saatler geçiren Yunus’un bunların hiçbirinden haberi yoktu. Geceyi sıfır derece sıcaklıkta dışarıda geçiren diğerlerinin de. Ne zaman onlar ve biz olmuştuk ki. Neden kardeş olduğumuzu üzerine basa basa belirtmemiz gerekiyor ki. Siz kendi kardeşinize, biliyorsun seninle biz kardeşiz deme ihtiyacı duyuyor musunuz. Bunu ona hatırlatıyor musunuz. Van’daki insanlar için “kardeşim” demeyi bir başarı olarak mı görüyorsunuz. Ben başka bir ihtimal biliyorum. Ben başka bir tabir bilmiyorum. Ve bunu belirtme ve hatırlatma gereği bile duymuyorum. 

Ve benim gibi düşünenlerin çoğunlukta olduğunu biliyorum. Çatlak seslere prim verilmesine de ayrıca karşıyım. Bunların dillendirilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Kendileriyle değil, bunlarla ilgileniyorum; 

“Ömrü hayatımda duyduğum en anlamlı söz oldu bu. Ağlaya ağlaya yazıyorum bunları. Deprem olur olmaz Van’a kazak, bot, mont gibi eşyalar gönderirken montun cebine “Geçmiş olsun kardeşim, ben de Gölcük’te senin şu an yaşadıklarını yaşadım. Maddi manevi ne sıkıntın olursa bana 05xxxxxxxxx numaralı telefondan ulaşabilirsin, hiç çekinme.” yazılı bir kağıt koyulduğundan 3 gün sonra gelen mesaj: “Allah razı olsun kardeşim. Şu an gönderdiğin montla ısınıyorum. Sana söz bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım.” Belki yüzlerce ırkçı mesaja tek başına yetti sözlük sitelerinden birine “bukonudasöylemekistediklerimbukadar” isimli üyenin yazdığı şu satırlar. Bir ırkçının asla anlayamayacağı bir his, tadamayacağı bir duydu ve yaşayamayacağı bir andır bu. Velev ki, günler sonra sahte olduğu ortaya çıksa bu mesajın hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü bu yardımı gönderecek, gönderirken içine bu notu ekleyecek binlerce el ve bu yürek paylaşımına yüreğiyle cevap verecek binlerce yürek var. Tüm kalbimle inanıyorum ki var. 

Sonra aynı gün bir dedenin fotoğrafı yayıldı elden ele, açık alanda yıkıntıların yanında oluşturulmuş bir el tezgahı ve bir ilan var fotoğrafta; “Tüm zelzeleden zarar görenlerin dikkatine. Sizlere başsağlığı diliyorum. Büyük geçmiş olsun diyorum. Ben Çanakkale Lapseki’den geliyorum. Size ayakkabılarınızı para almadan tamir etmeye geldim. Bu şekilde bir nebze katkım olursa sevinirim.” Herkesi diriltti 70 yaşındaki Çanakkale’li dedenin kabeye su taşıyan karınca misali duruşu. Daha ilginç olanı şuydu, bu Hızır misal amca aslında bu ilanı 17 Ağustos Gölcük depreminde yapmış ve bu fotoğraf o zaman çekilmişti. Demek siz kuyuya bir taş attığınızda o yerini mutlaka buluyordu. Sizin en ufak bir diriliş yürekliliğiniz aradan yıllar geçip de siz bile olanları unuttuktan sonra en ihtiyaç olduğu zamanda başka ölüleri diriltiyordu. 

Sonra aynı gün Mart ayında tarihinin en büyük doğal afetlerinden birini yaşayan Japonya yaşartıyordu gözlerimizi. Tokyo’daki büyükelçiliğimizin cadde üzerinde bulunan posta kutusuna özellikle geceleri isimsiz mektuplar bırakılıyordu. İçlerinde paralar vardı ve iyi niyet dilekleri. Görünmemek için geceyi seçiyorlar, mektuplara isim yazmıyorlardı. Bu şekilde gelen mektuplardan çıkan paraların miktarı yüz bin doları aşmıştı. İşin enteresan olan kısmı en çok yardımın daha yaralarını saramamış olan Fukişima bölgesinden gelmiş olmasıydı. “Ülkenizin Mart ayında bize yaptığı yardımları unutmadık” yazıyordu notlarda.

Özelde kardeşliğin, dünya çapında insanlığın ölmediğini gösterdi bu acı bize. Birçok kişi kendine geldi, insanlığını, Müslümanlığını hatırladı bu sarsıntıda. Yanlış kaynayan kırıklar yeniden ve güzelce kaynadı ve kaynayacak inşallah. Çatlak seslerin çirkinliğine, ırkçı kalpsizlerin körlüğüne yenilmeyecek kadar iyi yürek var bu dünyada. Bu güne dek herkesin hesaplarını boşa çıkaran bir yürek var ülkede. Duaya devam edeceğiz. Bu musibetlerden büyük rahmetler doğmasını beklemeye devam edeceğiz. Yardıma devam edeceğiz. Güzelliklere ve insaniyete prim vereceğiz. Birilerinin ekmeğine yağ sürüldüğü artık yeter, artık o ekmekleri evsiz kardeşlerimize vereceğiz.

 Son birkaç gündür şiddetli rüzgar uyarısı yapıldı İstanbul’da. Poyraz esiyor. Ve Marmara denizinin rüzgarına direk muhatap olan evimin pencereleri uğulduyor bu günlerde. Geçen hafta havanın sıfır dereceye düştüğü de düşünülünce ve esen rüzgarın gayet serin olduğunu, bahçedeki güllerin orada işi ne? Bugün fark ettim evin önündeki güllerin hala hayatta olduklarını. Ve önlerinde donup kaldım öylece. Çünkü bugün böyle bir habere ihtiyacım vardı benim. Evden çıkarken deprem bölgesinde kar yağışının başladığını öğrenmiştim. Rüzgarın eğip büktüğü o incecik gül dallarının nasıl olup da kırılmadığına, hala o güzelim rengini koruyan güllerin nasıl olup da bunca soğuğa rağmen sararıp solmadığına, ölüp de toprağa düşmediğine hayretler ettim. Ve dua ettim içimden, bu soğuğa, bu rüzgara, haşin damlalara rağmen nasıl bir yaşama gücü verdiysen bu güllere, nasıl sakındıysan onları rahmetinle, depremzede kardeşlerimi de öyle kuşat Allahım dedim. Van’da insanlar evsiz kaldı, cansız kaldı, yarsız kaldı, sokakta kaldı, aç kaldı. Ve kötü haber, Van’da kar yağmaya başladı… Şimdi onları dua dua sinemizde ısıtma zamanı. Yardımlarla kuşatma zamanı. Bir kişi bile üşürse ısınamam diyen mübareğe selam etme zamanı… 

 

28/10/2011

 © 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak

 

 

İslam’ın Toplumu Kucaklaştıran Emir ve Tavsiyeleri…

Toplum olarak birlik beraberliğimizi güçlendirmenin önem kazandığı bir devreden geçmekteyiz.

Böyle devrelerde Peygamber Efendimiz’in (sas) bizi kucaklaştıran emir ve tavsiyelerine daha fazla ihtiyaç duyup uygulama lüzumu hissetmeliyiz.

Geçmişte halka mal olmuş fakat şimdilerde zayıflamış gibi görünen bu önemli emir ve tavsiyeleri bir bakıma tazeleyerek dikkatinize sunmaya çalışacağım bugün.

İlginizi çekmek için konulara sorularla girmek istiyorum:

1- Toplumun her kesimiyle sevgi saygı köprüsü kurmak istiyor musunuz? Sakın bunun çok zor olduğunu sanmayın. Yeter ki vardığınız her yerde ilk sözünüz ‘önce selam sonra kelam’ olsun. Bunun için bakın Efendimiz (sas) Hazretleri ne buyurmaktadır:

– Toplum içinde ilk sözünüz önce selam sonra kelam olsun!.. Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin, aranızda selamı yayın…

Evet, İslam’da selam, toplumun her kesimiyle kurulan ilk dostluk köprüsüdür. Bu köprü asla yıkılmaz. Çünkü Müslümanlar bu köprüyle irtibat kurarlar birbirleriyle.
‘Önce selam sonra kelam!’

Selamını veren sevap almış, duyup da almayan günahla kalmış demektir.

2- Allah’ın sevdiği kamil bir Müslüman olmak istiyor musunuz? Öyle ise toplumda incinip incittiğiniz kimselerle üç günden fazla küs ve dargın durmayın. Bunun için de Efendimiz (sas) Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

– Kamil Müslüman, toplum içinde üç günden fazla küs durmayan Müslüman’dır!

Demek ki kırdığımız, yahut da kırıldığımız kimselerle en fazla üç gün dargın ve kırgın durabiliriz. Daha fazlası bize de yakışmaz, Müslüman toplumun fertlerine de…

Şayet kamil manada Müslüman olmak isteniyorsa tabii…

3- Toplumda sevilen ve sayılan bir Müslüman olmak istiyor musunuz?

İstiyorsanız, çevrenizdeki insanları sevin, sevdiğiniz insanlar tarafından da sevilmeye değer verin.

Efendimiz (sas) Hazretleri, bu konuda da şöyle buyuruyor:

-Mümin çevresini sever, sevdiği çevresince de sevilir!..

Ancak hadisin sonundaki ikaza da dikkat edin:

– Çevresini sevmeyen, sevmediği için de sevilmeyen müminde hayır yoktur!

Öyle ise toplum içinde çevremizi sevmeli, çevremizce sevilmeye de değer vermeliyiz.

4- Maruz kaldığınız küçük günahlarınızın sararmış yapraklar gibi dökülmesini istiyor musunuz? Öyle ise karşılaştığınız dostlarınızla önce elinizi uzatıp musafaha yapacak kadar yakınlık gösterin, sıcak davranın. Bu konuda da Efendimiz (sas) Hazretleri’nin uyarısı şöyledir:

– Karşılaşan iki mümin el uzatıp da sevgi ile musafaha ederlerse, ağaçların sararmış yapraklarının döküldüğü gibi küçük günahları dökülür! Günahsız olarak ayrılırlar birbirinden.

5- Zorda kaldığınız yerlerde Allah’ın yardımının size de ulaşmasını mı istiyorsunuz?

Öyle ise siz de çevrenizde sıkıntıda kalanların yardımına koşun. Bunun için de Efendimiz (sas) Hazretleri şöyle buyuruyor:

– Allah kuluna yardım eder, kul kardeşine yardım ettiği takdirde!

Evet, Efendimiz (sas) Hazretleri toplum içinde karşılıklı tutum ve tavırlarımızı böyle tespit ve tavzih etmekte, insanları da bu tutum ve tavırları uygulayarak içinde yaşadığı toplumla kucaklaşmaya davet etmektedir.

Ne dersiniz, insanları toplumla kucaklaştıran bu gibi sosyal insani ve İslami davranışları her yerde yaşamalı ve yaymalı değil miyiz? Özellikle birbirimize selam vermekten bile çekinir hale geldiğimiz yabancılaşma ve çözülmelerin başladığı şu devrelerde bu türlü sıcak yakınlaşma örneklerine daha çok ihtiyacımız yok mu?

Bazı çevrelerin çekindiği İslam, bizi uzaklaştırıyor mu, kucaklaştırıyor mu?

Ahmed Şahin
Zaman

 

Ramazan ve 17 Ağustos’un Hatırlattıkları

“Sadaka belayı def eder”, Yüce Peygamberimiz(SAV) böyle buyuruyor.

Dünya coğrafyasına baktığımızda deprem, sel, kuraklık gibi birçok afet ve felaketlerle imtihan olan bir çok insan görüyoruz, bu tür felaketlerin bizede gelmesi ihtimal dahilinde, tıpkı 17 ağustos’ta geldiği gibi.

Allah bu millete bu ve buna benzer bela ve musibetleri bir daha yaşatmasın(amin). Mübarek ramazan ayında yaptığımız bu kavli duaya bir de fiili dua ile kuvvet verelim inşaallah.

“Dünyanın herhangi bir yerinde açlıktan ölen insanlar varsa zekat vermeyen müslümanlar bundan mesuldur.” hatırlatmasını yapmak yerinde bir uyarı olacaktır.

Renkleri gibi bahtlarıda kara olan kardeşlerimizin seslerine kulak verelim.

Rahmeti bol Mevlamın onlara vermek için emaneten verdiklerini asıl sahiplerine gönderelim, çocukları açlıktan ölen anneleri sevindirelim, onların da bayramlarını bayram edelim, Mevlam bu fırsatı hepimize bahşetsin.

Çetin Kılıç / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.org