Murat tarafından yazılmış tüm yazılar

Gururlu Kadınlarımıza Cevaplar

*  *  *

Son yazdığım yazılar internette sosyal paylaşım sitelerinde de çok tartışılmış. Kadınlardan biraz eleştiriler geldi. Kadınlardan gelecek eleştirileri tahmin ettiğim için aslında pek çoğuna yazının içinde cevap vermiştim demek ki dikkatli okumamışlar.

Şunu tekrar hatırlatayım. Ben âlim değilim, tefsir yapmıyorum. Sadece unuttuğumuz ya da bize unutturulmaya çalışılan âyet ve hadisleri birlikte hatırlayalım diye yazıyorum. Çünkü mutluluk güzel dinimizde. Âyet-i kerîmeleri güvenilir kaynaklardan alıyorum, konu ile ilgili bilimsel araştırmalarla birlikte uzmanların yazdığı kitaplardan ilgili bölümleri size aktarıyorum ve kendi düşüncelerimi de tabii ki yazıyorum.

Allah ve Resûlünün sözlerinden uzaklaştıkça kafalarımız laikleşiyor. Dini ve dünyayı ayırmak istiyoruz. Zaten ülkemizde din deyince akla ilk gelen ibadetler; namaz, oruç… Kılalım namazımızı, tutalım orucumuzu gidelim cennete. Din daha fazla karışmasın dünyamıza, istiyoruz.

Elbette ibadetler önemli ama asla tek başına yetmez. Din hayatın her yönüne müdahildir. Evlerde en üst raflardaki Kur’an-ı Kerimleri alıp, hayatlarımızın içine katmalıyız. Kadını ve erkeği yaratan mutluluk reçetesini de beraberinde göndermiş. Hadis-i şerîfler hem Kur’anı Kerîmi tefsir ediyor hem de günlük hayatımıza rehberlik ediyor.

Gelelim yazılarıma yapılan eleştirilere.

Tesettürlü, yüksek eğitimli, iyi de bir aileden gelen kızımız, itaat ile ilgili olan yazım üzerine internet sayfasında şöyle demiş:”Helvadan yaptığın puta tapmakla, yüzük taktığın ademoğluna tapmak arasında pek bir fark

göremiyorum.”

Hanımefendi hangi cüretle bilmiyorum, kocaya itaati puta tapmakla eş değer görmüş ve şirk olarak kabul etmiş. Allah ve Resulunden daha iyi bildiğini zannedenlerimiz var. Onlara ne demek lâzım ben bilmiyorum. Bir zamanlar ben de hayata ve dine feminizm gözlükleri ile bakıyordum.

Bazı hadis-i şerîflere bakıp “Peygamberimiz erkeklere biraz torpil geçmiş” diye düşündüğümü hatırlıyorum ama hiç bu kadar pervasız olmadım. Yapamasam da “vardır bir hikmeti” diye düşündüm.

Şimdi geçmişte anlayamadığım hadis-i şerîflere baktıkça ne çok hikmetleri olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Bu genç kızların dini konulardaki bu pervazlıkları eski bir feminist olarak bile beni hayrete düşürüyor.

İtaati “kocaya tapmak” olarak değerlendiren genç kızımız, “Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir” başlıklı yazımın içindeki hadis-i şerîfe atıfta bulunmuş anladığım kadarıyla.

İnsan insana secde etseydi kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” Hadis-i şerîfin sahih olmadığı iddia edenler oluyor. Fakat bu hadis-i şerîf üzerine Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi (*) yapılmış ve Hadis-i şerîfin sahih, güvenilir, rivayet zincirinin sağlam olduğu ispatlanmış.

Hadis-i şerîfteki secde kelimesinin tabii ki Allah’a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.

Nefislerimize ağır gelen Hadis-i şerîfleri reddetmeye başladık. 1400 yıldır âlimler hadis ilmi yapıyor, bir hadisin sağlığını ispat için yüzlerce km yol almışlar, biz nasıl bir çaba harcadık ki oturduğumuz yerden ahkam kesiyoruz?

Hadis-i şerîfler olmasa Allah (c.c) ın peygambere itaat emri nasıl yerine gelecek. Nîsa sûresi 64. âyeti kerîmede Rabbimiz “Biz bütün peygamberleri Allah’ın izni doğrultusunda kendilerine itaat edilsin diye gönderdik.” buyuruyor. İtaat emri nefislerimize pek bir ağır geliyor. Hele günümüzde şişirilmiş egolarımız patlar diye ödümüz kopuyor. “Taş altında uyurum ama söz altında kalmam.” nakaratları ile bilinçaltımızı dolduran şarkı sözlerinin etkileri en çok evlilikte ortaya çıkıyor. Bir Allah dostunun söylediği gibi “İnsaf, ilim, islam, nefis terbiyesi” adımlarını sırasıyla gerçekleştirmeye çalışmak yerine, nefislerimizi mutlu etme peşine düşünce Rabbimizin emirleri de ağır gelmeye başlıyor. Tam da bu noktada itaat kibrimizi kıracağı için biz kadınlara pek gerekli.

Kadının kocasına itaati emreden Allah(c.c) olduğu için aslında kocaya itaat Allah’a itaattir. Kaçımız “Namazını kılan, kocası kendisinden razı olarak ölen kadın, cennete girer.” Hadis-i şerîfine binaen kocalarımıza teşekkür etmeyi akıl ettik. İçtenlikle söyleyin, istediğimiz dünyada patronluk, evde liderlik, hükümranlık mı yoksa ahiret saadeti mi?

Kadın kocasına itaat ederek ahiret saadetini kazanırken dünyada da mutlu olur. İtaat emriyle kadın ezilmemiş sadece kocasına reislik yapması yasaklanmış. Kadın evde reisse ne kadın ne erkek ne de çocuklar mutlu olur. Evin yöneticisi, reisi erkektir, Rabbimiz böyle takdir etmiş. Kadının kocasına saygısızlık etmesi, kocası ile çatışmaya girmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın sert olduğunda çatışma olur, yumuşak olduğunda kocası çoğu zaman onun istediğini yapar zaten.

İtaat deyince feminist kafalarda “Kadın paspas olacak, erkek üstüne basacak, ayağını silecek.” böyle bir hayal canlanıyor. Bu Rabbimize karşı ne kötü bir zandır. Tam aksi kadın itaat ettiğinde erkeğin baş tacı olur.

“Sanki evlendiğinde, koca karşısında direk “kuzu statüsüne” düşecekmişsin gibi saçma bir tablo çiziyorlar.” eleştirisi vardı bir de. Kuzu ve statü kelimeleri yan yana çok hoş durmuş.

Okumuş kızların evliliğe bakışı da bir başka oluyor! Okumuş kızlara soruyorum “Hanımefendi aile içerisinde statünüz nedir?

Efendim benim statüm “kedi”dir, sevilmek isterim ama tırnaklarım her zaman hazırdır.

Benim statüm “kuzu” dur, ne söylenirse yaparım.

Benim statüm “köpek”tir, kızdığım zaman hemen havlarım.

Benim statüm “kuş”tur, canım sıkıldığı zaman hemen kaçarım.

Benim statüm “deve”dir, kin tutar, hayatı eşime zindan ederim.

Benim statüm “karınca”dır, çalışır işime bakarım.

Benim statüm “horoz”dur, sesimi hep yükseltirim.

Bir de kötü huylarımızı kibar cümlelerle süsleyip kendimizi kandırıyoruz. Geçenlerde bir hanım bana şöyle dedi: “Sema Hanım ben çok sabırlı bir kadınım. Bir keresinde kocamla üç ay küstük, barışmak için hiç adım atmadım sabrettim.” dedi. Ben de “Lütfen kötü huylarımızı kibar cümlelerle süslemeyelim. O yaptığınıza sabır değil de kibir denir, inat denir.” dedim. Çoğu zaman hatalarımızı görmek istemeyiz, eğer görüyorsak da kendimizi temize çıkarmak için bir kılıf uydururuz.

Bununla ilgili bir eleştiri de şöyleydi: “Erkekler, insanlık onurunu savunan, koruyan bir kadına saygı duymaz sanıyorlar; erkeklere bakış açıları da böyle sığ işte…” demiş. Bu “insanlık onuru” dedikleri şeyin aile hayatı içindeki adı “kibir” den başka bir şey değil.

Sen bana ne dedin? Sen bana ne demek istedin? Bu söylediğin onuruma dokundu, bana bunu söyleyemezsin! Vır vır da vır, vıdı vıdı da vıdı vıdı. Başka bir şey değil. Bir de erkeğin bu vıdı vıdılara saygı duymasını bekliyorlar. Başka emriniz var mıydı?

Kadın kuzu olunca erkek de kurt oluyor, herhalde doğal olarak. Bu ne düşmanlıktır, gün geçtikçe dozu iyice artıyor. Bir kadın bir erkeğe tokat attıysa “Kim bilir, adam ne yaptı da kadın vurdu.” deniyor. Erkek kadına adına vurduğunda “zalim adam” deniyor. Her iki durumda da erkekler suçlanıyor.

Geçen yıl bir okulda böyle bir olay yaşandı. İlköğretim de bir kız öğrenci sınıfında bir erkek öğrencinin, komiklik olsun, diye defterini alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini gidip çöpten alıyor, “komik olmadığını, bir daha yapmamasını” söylüyor. Kız inadına bir daha alıp çöpe atıyor. Çocuk defterini çöpten alırken bu kez kıza bağırıyor. Kız da o bağırdı diye hem bir yandan bağırıyor hem de çocuğa vuruyor. Çocuk da kıza bir tokat atıyor.

Sınıftaki bütün kızlar çocuğa düşman oluyor, erkek çocuklar da “kızlara vurulmaz” diye kızlarını tarafını tutuyorlar. Diğer erkek çocuklarının aynı olay başlarına gelse bir tokadı bırakın, kızı gebertirlerdi ama uzaktan kibar olasıları geliyor. Kadın dayanışması, diye bir şey var ama nedense, erkek dayanışması, yok.

Kadınlar, hayır-şer fark etmez, karşılarında erkek varsa birbirlerine çoğunlukla destek olurlar. Ben de çocuğa “Eline sağlık iyi yapmışsın” dedim. Vurmasaydı da sınıfta “kızdan dayak yiyen ezik oğlan” muamelesi yapılacaktı. Kadın edepsizliği karşısında erkek her durumda kötü konumda oluyor.

Okuldaki rehberlik öğretmeni de erkek öğrenciyi çağırıyor, kıza vurmasının altındaki psikolojik sıkıntıları çözmek için. Oysa esas psikolojik sorun kızda. Terbiyesizlikten daha büyük psikolojik sorun olabilir mi?

Kız vurunca iyi, erkek vurunca kötü. Bu ne çifte standarttır böyle! Nedir bu kadın şımarıklığı? Eziliyoruz, eziliyoruz diye erkeklerin tepesine çıkmaya ve erkekleri ezmeye çalışıyorlar. Bu işin sonu nereye gidecek bilmiyorum.

Erkeklere her türlü hakareti yap, sorun yok; ama kadınların hatalarını yazınca “kadın düşmanı” oluyorsun. Kadınlar hiç sorgulanmadan, hep haklı kabul edilmek istiyorlar. Medya desteğiyle kadınlar putlaştırılmaya çalışılıyor.

Erkek okurlarımdan yazılarımın çıktısını alıp eşine götürenler veya maille gönderenler oluyormuş. Eşlerinin tepkilerini bana yazmışlar. Çoğunun karısı anlaşmış gibi kocalarına neredeyse birbirinin aynı cümleyi kurmuşlar. “Sen kendine bak, kendini düzelt.”

Eş olmayı bırakın bir mümin olarak bile birisi hatamızı söylediği zaman önce bir durup düşünmek lâzım. Hatam varsa düzelteyim demek lâzım.

Herkes kadınları bu kadar pohpohlayıp şımartınca birilerinin de çıkıp hatalarını göstermesi lâzım. Dost acı söyler. Erkeklerin de hataları var, yeri geldikçe onları da yazıyorum yazacağım elbette; fakat en çok hatayı kadınlar yapıyor.

Sema Maraşlı “Kadın Düşmanı” yazmışlar, bir kaç yerde kadınlar. Hakkı söyleyince işine gelmeyenler iftira ediyorlar fakat hiç umurumda değil. Böyle bir kaç çatlak ses dışında, yazılarımı ve kitaplarımı takip eden, dua eden, mesaj yollayan, nefsine ağır gelse de doğru yolun

Allah ve resulunun gösterdiği yol olduğunu kabul eden kadın okurlarım da çok, çok şükür.

Yazımı bir hanımefendiden gelen maille bitirmek istiyorum.

“Sema Hanım,

Daha öncede yazılarınızı okumuş ve almam gerekenleri almaya çalışmıştım hatta bir yazınız eşimle aramızda geçen bir tatsızlıkta bize ışık olmuştu.

Bir gün, eşim elinde bir kağıtla geldi ve yazınızı okudu hiç konuşmadan dinledim sanki bizim yaşadığımız tatsızlık ve benim yaptığım hataları yüzüme vuruyor ve doğru yolu da yanında gösteriyordu.

Okudu hiç yorum yapmadan, sadece dinledim, o da yorum yapmadan sadece okudu, okudu, okudu…

Ve yaşadıklarımızı anlatıyordunuz sanki ikimizin de hatalarını gösteriyordunuz. Yazı bitince hiç konuşmadan sadece sarıldık ve ağladık hatalarımızı görmüş ve utanmıştık çünkü.

O günden beri yazılarınızı takip ediyorum.

Şimdi çok huzurlu ve mutluyuz ikimizde.

Size çok teşekkür ediyorum gösterdiğiniz yol için, eminim bir çok kadın kendine pay çıkartıyor ve mutluluğa giden yolda sizin gösterdiğiniz ışığı kullanıyorlardır, bu açıdan yaptığınız iş amacına ulaşıyor enim olun …bilin istedim sadece..

Sema Hanım teşekkür ederim, her şey için ve yazılarınız için ..

Hayat boyu başarı ve mutluluk sizinle olsun.”

Hikmet bende değil. Kaynaklarım sağlam. Allah ve Resulunden daha doğru kaynak olabilir mi? Ben sadece bir vesileyim. Bu da benim için çok büyük bir nimet ve şereftir. Rabbim kıymetini bilmeyi nasip etsin.

Sema Maraşlı – Haber 7

Aile Mutluluğuna Tek Çare

Aile mutluluğuna tek çare: “Kur’an ve sünneti hakem yapmak

Nisâ Sûresi 34. ayeti kerîmeden sonra, 35. âyeti kerîme ile devam ediyoruz. Bugüne kadar evlilik ilişkisine yeterince feminizm gözlükleri ile baktık biraz da Yaradan’ın yol göstericiliğinde iman gözlüklerimiz ile bakalım. Nisâ sûresi 35. âyeti kerîme:

Eğer aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar düzeltmek isterlerse, Allah aralarını bulmaya onları muvaffak kılar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir ve her şeyden haberi olandır.

Eğer karı koca meseleyi aralarında çözemedilerse Rabbimiz aileye dışarıdan yardım edilmesini istiyor. Her iki taraftan iki hakem tavsiye edilmiş fakat âlimler “İkisinin de kabul edeceği bir hakem de olabilir.” diyorlar.

Rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.s) ile Hz. Aişe arasında bir tartışma olur ve Hz. Ebubekir hakem olarak çağrılır. Hz. Peygamber (s.a.v) “Sen mi önce konuşacaksın, ben mi?” diye sorunca, Hz. Aişe “Önce sen konuş fakat hak söyle.” deyiverir.

Bunun üzerine Hz. Ebubekir (r.a) kızına bir tokat atar ve “Ey nefsinin düşmanı! O hakkın dışında hiçbir şey söyler mi?” diyerek çıkışır.

Bunun üzerine Hz. Aişe Peygamberimizin arkasına sığınır. Peygamberimiz “Yâ Ebabekir! Biz seni bunun için çağırmadık ve böyle bir şeyi de senden istemedik.” diyerek hoşnutsuzluğunu belirtir.

Hakemin iki tarafın ailesinden olmasının tavsiye edilmesi, ilk adımda aile sırlarının dışarıya açılmaması ve yakınların onların durumu hakkında zaten fikir sahibi olmaları açısından önemli. Fakat aileden hakem olabilecek özellikte kimseler yoksa dışarıdan birisi de olabilir.

Hz. Ömer (r.a) anlaşamayan bir çiftin arasını bulmak için bir hakem gönderir. Hakem geri döndüğünde “onları barıştıramadığını” söyler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) hakemi kamçılar ve ona Nisâ sûresindeki 35. âyet-i kerîmeyi hatırlatır:

Hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur.

Bunun üzerine hakem seçilen kişi geri gider, niyetini güzelleştirir. Eşlere şefkat gösterir ve böylece aralarını düzeltir.

Niyetin önemini âyet-i kerîmeden öğreniyoruz. Sözler de çok önemli. Resûlullah efendimiz: “Sözlerde büyü etkisi vardır.” buyuruyor.

Kocamla aramız bozuldu, kayınvalidem büyümü yaptırdı.” diye şüphelenen hanımlar öncelikle kimin sözünden ne kadar etkilendiklerine, kimlerin sözleriyle büyülendiklerine bakmalılar. O kayınvalidesinden şüphelenirken belki esas büyüyü sözleri ile onu yönlendiren annesi yapmaktadır.

Kadının annesi ve erkeğin annesi evlatlarına farkında olmadan sürekli hakemlik yapmaktalar. Hakemlikteki en önemli şart iyi niyetle hareket edip aralarını güzelleştirmeye çalışmak olmalı. Kötü niyetle aralarını açacak sözler söylemekte çok büyük vebal.

Sevgili peygamberimiz: “Karı koca arasını bozacak söz söyleyen ateştedir.” buyuruyor.

Fakat maalesef ki aileler çoğu zaman evlatlarını yanlış yönlendirmekteler. Gelinin ya da damadın ardından konuşarak evladını kışkırtan kayınvalidelerin sayısı az değil. Kayınvalideler diyorum çünkü çoğunlukta kayınvalideler yapmakta bunu. Kadınlar kaç yaşarsa yaşasın çocuklarının hayatlarına müdahil olmayı severler ve sözle yönlendirmekte de ustadırlar.

Kayınpederler genellikle aile sorunlarına sebep olmazlar. Tam aksi yapıcı olmaya çalışırlar. Tabi istisnalar elbette vardır, aileyi olumsuz etkileyen kayınpederler de vardır fakat biz çoğunluk üzerine konuşuyoruz.

Kadınların yanlış yönlendirmelerinde en önemli etki, kız ve erkek annelerine göre değişmekte. Kendi kocasına saygı duymayan ve yöneticiliğini kabul etmeyen pek çok anne, oğlunun karısı tarafından saygı görmesini bekler, evladının kılıbık olmasından, gelinin ağzına bakmasından da korkar. Tamamen bir çifte standart vardır bu konuda.

Oğlu karısını çok severse, karısının emrine girer ve ailesini unutur, diye de endişelendikleri için gelinin arkasından konuşarak, oğlunun gözünden karısının değerini düşürmeye çalışan kayınvalideler var maalesef. Bu noktada erkeğin uyanık olması ve annesinin sözlerini dikkate almaması lâzım. Kadın kıskançlığına kurban olmamak için. Tabi gelinin de akıllı davranıp kayınvalide ile güzel geçinmeye çalışması da önemli.

Kız annelerinin çoğu da kızlarının kocaları tarafından ezilmesinden endişe ederler, bu yüzden de kızlarını kocaları üzerinde otorite olabilmeleri için yönlendirirler. Evde kızlarının sözü geçmezse onların ezildiklerini düşünürler. Ayrıca kızı kocasının sözünü dinlediğinde, kızı üzerinde kendi otoritesinin de sarsılacağının ve yeterince annelik edemeyeceğinin planını yapan kadınlarda var.

Bunlar kötü niyetli adımlar. Bir de iyi niyetli adımlar var. Mesela erkeğin ailesinden “Aman oğlum, çocukların var, sus, hep alttan al, idare et, karının söylediklerini yapıver.” diyenler de oluyor. Bir erkeğin boşanmamak için evde hep alttan almasını ve idareyi kadına vermesini tavsiye etmek doğru bir hakemlik midir? Değildir elbette. O zaman hakemlikte bir ölçü olması lazım. Ölçü de tabii ki Allah ve Resûlü’ nün sözleri olmalı.

Nisâ sûresi 59. âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Allaha itaat edin, Resûlüne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de… Herhangi bir şey hakkında çekişirseniz (anlaşamazsanız) eğer gerçekten Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu, Allah’a ve Resûlüne arz edin. (Kur’an ve sünnetle halledin.) Bu (sizin için) daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

Bu âyet-i kerîme ile herhangi bir şeyde- karı koca sorunları ya da başka sorunlar da olur- anlaşmazlığa düştüğümüz zaman önce âyet-i kerîme ve hadis-i şerîflere bakarak çözüm bulmamız, Allah ve Resulüne itaat etmemiz ve müslüman idarecilere (Ulü’l-emre) de itaat etmemiz emredilmekte. “Ulül- emr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir.” diyor âlimler. Din âlimleri ve ülke yöneticileri ulü-emrin başında gelirler. Hadis-i şerîfe göre: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir.

Günümüzde özgürlük ateşi ile kışkırtılan insanlara en ağır gelen kelimedir itaat.

Nisâ sûresi 34. ayet-i kerîme ve Nisâ 35. âyet-i kerîmeye birlikte baktığımızda karı koca bir sorun olduğunda önce kendi aralarında çözmeye çalışsınlar, olmadı hakemle sorun giderilmeye çalışılsın. Nîsa 59. Âyet-i kerîmeyi de göz önüne aldığımızda karı koca da hakem de sorunu çözerken önce Allah’ın kitabına ve Resûlünün sözlerine bakacak, sorun çözülmediyse din âliminden yardım alacak. Burada hakeme de itaat gerekli. Yine toplumumuzda çok yapılan bir yanlış var. Sorunu olan gider bir hocaya danışır; fakat işine gelmezse kendi canının istediğini yapar.

Tekrar aileler konusuna dönecek olursak, aileler evlatlarına hakemlik yaparken içlerinden geldiği gibi değil, Allah ve Resûlunün sözlerini göz önüne alarak hakemlik yapmak zorundalar yoksa vebal altındadırlar. Ayrıca evlatlarına iyilik edeyim derken kötülük ederler. Kadına, evde kocasına söz geçirmesi için huysuzluk yapmasını söylemek ya da erkeğe, karısı karşısında hep susmasını, karısının evde emir olmasına izin vermesini öğütlemek Allah ve Rasûlünün ölçülerine uymaz.

Aslında farkında olmadan hakemlik çok yapıyoruz. Biz dert anlatmayı, paylaşmayı seven bir toplumuz. Akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız bize aile sorunlarını anlatırlar ve biz de onlara “şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın” derken tek taraflı hakemlik yapmış oluruz. Burada iyi niyetimiz ve doğru ölçüleri kullanmamız (âyet-i kerîme ve hadis-i şerîfler) çok önemli. Çünkü ağzımızdan çıkacak her cümle sıkıntılarına çözüm arayan insan için çok önemli olacaktır. Bir ailenin huzursuzluk yaşamasına ya da dağılmasına sebep olursak büyük bir vebal altında kalırız.

Günümüzde aile danışmanlarının da yaptığı aslında hakemlik. Psikolog ya da danışmanlara giderken de ölçüsü Allah ve Resûlü olan insanları seçmek gerekir. Freud’la, eşitlik ve feministlik teraneleriyle yardım etmeye çalışanlardan fayda yerine zarar görebiliriz.

Yazıyı ölçüsü doğru, akıllı bir annenin kızına nasihatleri ile bitirmek istiyorum.

Ümâme bint-i Hâris, kızı Ünâs’ı evlendirirken ona şöyle nasihat etmiştir:

“Bak yavrum! Bir kimseye nasihat ve tavsiye, eğer o kimsenin edebine, terbiyesine, asâletine ve haysiyetine bakılarak terk edilecek olsaydı, benim de şimdi sana bu tavsiyelerde bulunmama ihtiyaç olmazdı. Lâkin tavsiye, bilene hatırlatma, bilmeyene anlatıp öğretme demektir. Bundan dolayı da herkes için faydalıdır.

Kızım! Eğer bir kız, ana-babasının servet ve zenginliğinden dolayı kocaya muhtaç olmasaydı, senin herkesten ziyâde müstağnî olman lâzım gelirdi. Fakat öyle olmayıp erkekler bizim için yaratıldığı gibi biz de onlar için yaratılmışızdır.

Kızım! Sen ana-babanın evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp, bilmediğin ve şimdiye kadar alışmadığın bir kişinin evine gidiyorsun.

O hâlde kocanın rızâsını gözetip hizmetçisi gibi kendisine itaat eyle ki, o da sana kul-köle olsun, seni sevsin ve hoşnut olman için elinden gelen her şeyi yapsın.

Sana şimdi on şey söyleyeceğim. Bunları ezberle ve gereğince hareket et ki, kocanla güzel geçinmeye muvaffak olasın:

1. Sana yiyecek ve giyecek her ne getirirse onu cân u gönülden kabul etmelisin.

2. Emrettiği şeyleri yapmalı, yasaklayıp yapma dediği şeyleri de yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat etmelisin.

3. Üstünü-başını ve evini temiz tutmaya dikkat etmelisin.

4. Görüldüğünde veya kokusu alındığında hoşlanılmayan şeylerden kaçınmalısın ki, kendinden iğrendirip kocanın gözünden düşmeyesin.

5. Kocanın uyuyacağı, yemek yiyeceği vakitleri iyi tâkip etmelisin. Yani bunları hangi vakitte yapmayı alışkanlık hâline getirmişse, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazır etmelisin. Zîrâ açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk da öfkelendirir.

6. Kocanın malını muhâfaza edip israf ve teleften korumalısın.

7. Kocanın îtibârını gözetip onun akrabâ-yı taallukâtına hürmet etmelisin.

8. Hiçbir şeyde ona isyan ve muhâlefet etmemelisin.

9. Âile sırrını kimseye ifşâ etmemelisin. Eğer emrine isyan edersen kendine kin bağlatırsın, sırrını ifşâ edersen gadr u cefâsından emin olamazsın.

10. Kızım, sakın ola ki kocan kederli iken yanında ferah ve neşeli durmayasın, onun ferah ve neşeli vaktinde de keder göstermeyesin!”

Sema Maraşlı – Haber 7

Rus Kumandana Ayağa Kalkmayan Esir! (Şiir)

BEDİÜZZAMAN İLE RUS KUMANDAN

Bin dokuz yüz on altıda Üstad esir oluyor
Ruslarca esir kampına doğru götürülüyor

Kosturma’daki bu kampta geçiyor esareti
Esirlere gösteriyor ilim ve marifeti

Esir olan subaylarla sohbetler ediyordu
Onların imanlarını kuvvetlendiriyordu

Bir gün Rus Başkumandanı onları teftiş eder
Teftişleri esnasında O’nun yanından geçer

Üstad ona selam vermez ve hiç yerinden kalkmaz
İkinci kez geçer yine onu hiç umursamaz

Üstad’ın hareketine Başkumandan çok kızar
Tercüman vasıtasıyla sebeplerini sorar

Hürmet etmediği için Üstad’a hiddetlenir
“Herhalde tanımadılar” diyerek de söylenir

Üstad diyor: ”Tanıyorum Nikola Nikolaviç
Şu kâfir Başkumandanı hatırlamaz mıyım hiç”

Kumandan diyor ki: “Madem sen beni tanıyorsun
O halde Rus ordusuna hakaret ediyorsun”

Üstad ona cevap verir: “sana hakaret etmem
Bir Müslüman âlimiyim ben sana kıyam etmem

Çünkü imanlı bir kimse bir kâfirden yücedir
Bilir misin kıyamette ahvaliniz nicedir”

Divan-ı harbe verilir Üstad Bediüzzaman
Olacağa önem vermez bunu duyduğu zaman

Diyor ki: “İdam kararı pasaport hükmündedir
Beni ebedi âleme alıp götürmektedir”

Ve nihayet idamına kesin karar verirler
Namaz kılabilmek için onlardan izin ister

Hüküm infaz edilmeden namazı eda eder
Rus Kumandanı gelerek Üstad’tan özür diler

“Beni affedin” diyerek yeni bir karar alır
Verilen idam hükmünü hemen geri aldırır

Üstad iki buçuk sene esarette kalıyor
Oradaki hayatını İslam’a vakfediyor

Kur’an ve sünnet aşığı burada da boş durmaz
Fedakârane çalışır gece gündüz yorulmaz

Bu müddet içerisinde katiyen boş durmuyor
Esir olan zabitlere her gün dersler veriyor

Bir gün bu ders sırasında bir Rus kumandan gelir
Siyaset yapıyor diye dersine mani olur

Sonra işin iç yüzünü Rus Kumandan öğrenir
İşlerine karışmadan O’nu serbest bırakır

Bin dokuz yüz on sekizde kurtulup firar eder
Varşova, Viyana derken İstanbul’a da geçer

Cenabı Allah Üstad’tan ebeden razı olsun
Ahmet Tanyeri’yi O’na Cennette komşu etsin

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bu Ayeti Kimse Duymasın, Demeyelim!

Nisâ suresi 34. âyet-i kerîmeye önceki hafta başlamıştık bu hafta ayetin son bölümüne geldik.

Bir hanım, ilahiyatçı arkadaşı ile bu âyet-i kerîme üzerine konuşmak istemiş. İlahiyatçı hanım onu susturmuş. “Sus, bu âyeti hiç bir yerde söyleme, kimse duymasın! Olur ki söylediğin kişilerin içinde kalbi İslam’a ısınacak birisi olurda onu dinden soğutursun.”

İlahiyatçı hanımın kalbi Allah (c.c) sözlerini ne kadar reddediyor ki bu âyet-i kerimeyi duyan birinin islam’ı kabul edeceğine inanamıyor. İslam”ı bütünüyle kabul etmedikçe ve teslim olmadıkça müslüman olmayız. Tamam, sakladık bu âyet-i kerîmeyi, kimselere duyurmadık, utandık Rabbimizin sözlerinden, hidayet bizim elimizde midir?

Velev ki bir kişi Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimeyi, kısas ayetlerini, islamın miras hukukunu, kurban kesmeyi, kısacası modern dünyaya uymuyormuş gibi duran âyet-i kerîmeleri duymadı, bunları duymadan müslüman oldu ve sonra bu âyetleri duydu o zaman ne olacak? Dinden mi çıkacak? Hâşâ bu âyetler dinimizin kusurlu bölümleri de biz mi eksiklerini tamamlayacağız!!!

Böyle bir davranış Yahudi temayülünden başka bir şey midir? Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar.

En’âm sûresi 91. âyet-i kerîmede “(Yahudiler de) Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allah’ın kadrini gereği gibi takdir etmemiş oldular.

(Rasûlüm! Onlara) “Öyleyse Mûsâ’nın, insanlara nur ve doğru yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Halbuki siz onu bir takım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onun (işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’ da size öğretilmiştir. (İşte o kitabı indirin de) Allah’tır de, sonra bırak onları, saplandıkları batakta oynayadursunlar.”

Gelelim aşağılık kompleksine sahip olanları utandıran ya da nefislerine ağır geldiği için ret noktasına gelenleri zorlayan Nisâ Sûresi 34. âyet-i kerîmenin son bölümüne:

Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince, onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi de önemli.

“Müslümanlar arasında kısas yapılmasıyla ilgili âyet-i kerîme indiği sıralarda, bir erkek karısına vuruyor. Kadın da Peygamber (s.a.v.)’e gidip:

Kocam bana vurdu, kısas istiyorum” diyor. Peygamber (s.a.v.) de:

Doğru, kısas gerekir” buyuruyor. Kadının da kocasına vurabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Allahu Tealâ Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîmeyi indiriyor. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:

Biz bir iş murat ettik, Allahu Tealâ ise başka bir iş murat etti. Ey kişi, hanımının elini tut.”

Allahu Tealâ kadının kocasına vurmasını kabul etmiyor, kadınların kocalarına karşı saygılı olmalarını emrediyor. Sonunu anlamak için bu âyet-i kerîmeyi başından itibaren kısaca hatırlayalım.

Rabbimiz birinci adımda: “Erkekler kadınlar üzerine ‘kavvamdır’ yöneticidir, koruyucudur.” buyurarak, aileye genel bir çerçeve çizerek başlıyor, âyet-i kerîmeye, kadın ve erkeğe birlikte sesleniyor.

İkinci adımda, kadınlara hitap ediliyor. “Sâliha kadınlar, iyi kadınlar, gönülden seve seve kocalarına itaat ederler, onlara saygısızlık etmezler” buyruluyor.” Kadın kocasına itaat ederek iki iyiliği birden elde eder. Birincisi kocaya itaati Allah(c.c) emrettiği için aslında Allah(c.c)a itaat etmiş olur ve öncelikle Rabbinin yanında sâliha kadın sıfatı kazanır. İkincisi, kocası ile de güzel bir iletişim için en önemli adımları atmış olur.

Üçüncü adımda, erkeklere hitap, kadınlara da ihtar var. Erkek evin yöneticisi olduğuna göre bu sorumluluğu götürebilmesi için yaptırım yetkisi olması lâzım. Sorumluluğu olup yetkisi olmayan yönetici olamaz. Kadın erkeğe saygı duymuyor, inat ve ısrarla dediğini diyor ve ailenin huzurunu bozacak şekilde davranıyorsa Rabbimiz insan fıtratına en uygun olan eğitim metotlarını sayıyor.

“Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Öfke ve kızgınlıkta insanın ilk tepkisi genellikle saldırıdır. Kadınlar dilleri ile saldırır, erkekler elleri ile. Âyet-i kerîmenin bundan önceki bölümünde şiddet konusunda ilk uyarı kadınlara gelmişti: “Kocalarınıza gönülden itaat edin.” emriyle kadına dilini ve davranışlarını kontrol etmesi ve psikolojik şiddete başvurarak kocasına eziyet etmemesi emrediliyor.

Âyeti kerîmenin devamında ise erkeğe, öfke karşısında ilk tepkiyi kontrol etmesi tavsiye ediliyor. Kadına vurmak emredilmiyor hatta tam aksi kadına vurmak zorlaştırılıyor. Aynen, kadınların miras hakkı yokken erkeğin yarısı kadar miras hakkına sahip olmaları sağlandığı gibi… Yaratıcımıza hüsnüzan etmemiz gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmede bir sıralama var. Rabbimiz erkeğe:

“Sakin ol ve önce güzelce söyle, nasihat et.” buyuruyor. Kadın iyilikten anlıyorsa zaten bu aşamada sorun çözülür.

İyiliğin ve nasihatin faydası olmadı, sorun devam ediyor:

“O zaman, yatakları ayır, ilişkiyi kes.” tavsiyesi var.

Kocasını seven, onun ilgi ve sevgisini kaybetmek istemeyen kadın bu aşamada kendine çeki düzen verir, vermelidir.

Yine olmadı o zaman “vurabilirsiniz” izni var, işe yarayacaksa, bu bir emir değil. Hadisi şeriflerden de yüze vurmadan, yaralamadan, iz bırakmadan vurabileceğini peygamberimizden öğreniyoruz. Âyet-i kerîmenin devamında da “İtaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.” buyruluyor. Kadınları incitecek şeyler yapılmaması emrediliyor.

Âyet-i kerîmede “Vurabilirsiniz” derken “Vadribûhunne” kelimesi geçiyor. Kelimenin en yaygın kullanış şekli “vurmak” Bunu kabul etmek istemeyenler burada “darabe” kelimesi “misal anlamına gelir, evleri ayırmak anlamına gelir” gibi farklı yorumlarda bulunuyorlar. Fakat hadîsi şeriflere ve âyetin yukarıda geçen iniş sebebine baktığımız zaman burada “vadribûhunne” kelimesinin “vurmak” anlamına geldiği gayet açık bir şekilde belli.

Bütün güvenilir kaynaklarda da bu âyet “vurabilirsiniz” diye tefsir edilmiş. Çünkü Âyet-i kerîmeleri destekleyen hadîs-i şerifler var. “Ben Allah’ın Elçisinin sözünü tanımam” demiyorsak,”Peygambere itaatin Allah’a itaat olduğu” âyetini kabul ediyorsak, peygamberimizin şerefli sözleri ile tamamlandığında âyet-i kerimeden çıkan anlam bu.

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; fakat ya uyarı aşamasında ya da yatakları ayırma aşamasında kendilerine çeki düzen vermişler. Bunları ayetlerde görüyoruz.

Son olarak, eşlerinin topluca başkaldırması hadisesinde ise ayetlerde boşama uyarısı olduğunu biliyoruz.

Erkekler, işe yaramayacaksa hafifçe vurma adımını kullanmayıp, geçimsiz kadını boşama hakkını kullanabilirler. Fakat kaç kadın, kendi hatalı olduğu halde, ikisi arasında tercih yapma durumunda olsa boşanmayı tercih eder. Böyle bir tercih durumunda çoğu kadın “Kocamdır döver de severde” diyecektir.

Kulu en iyi bilen Yaradan’dır. Her insanda şiddete meyil az ya da çok vardır. İnsanda koruma ve korunma güdülerinin içinde vardır şiddet. Yoksa tehlike karşısında kimse kendini koruyamazdı. Şiddet deyince akla önce fiziksel şiddet geliyor. Oysa psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten daha çok yaralayıcıdır. Kelimelerle saldırmak, surat asmak, aşağılamak,vb.

Erkekler daha çok beden gücü ile fiziksel şiddet kullanırlar, kadınlar ise gücü yettiklerine elleriyle, gücü yetmediklerine psikolojik şiddet uygularlar.

Annesinden dayak yemeden büyüyen çocuk neredeyse yok gibidir; ama baba dayağı yemeden büyüyen çocuk çoktur. Anneleri tarafından pek çok çocuk dayak yiyor ama “Kadınlar şiddet uyguluyor, kadınlar saldırgan, kadınlara ceza verelim, dur diyelim.” diye kimse ayaklanmıyor. Burada bariz bir “iki yüzlülük” var.

Ayrıca erkek şiddetinde kadın kışkırtıcılığını unutmamak lazım. Bir erkek alkolik değilse, uyuşturucu kullanmıyorsa, ciddi bir ruh hastalığı yoksa, çok tahrik edilmedikçe vurmaz. Kadın cinayetlerinde ya erkek alkollüdür ya da aşırı tahrik ve hakarete uğramıştır, ya da çocukları kendine düşman edilmiştir.

Ülkemizde en son işlenen kadın cinayetlerinin birinde kadın bir yıla yakın bir süre çocuğu babasına kaçırmış. Elbette bu cinayet sebebi olamaz; fakat erkeğin bozulan ruh halini ve psikolojik durumunu göz önüne alırsak, “Erkekler kötü, saldırgan, kadınları öldürüyorlar.” tarzındaki yüzeysel yorumlar yerine, olaylar ile ilgili daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Bir seminer sonrası yanıma gelen bir hanım titreyerek ve dolu dolu gözleri ile bana “Kocam geçen hafta beni dövdü, ilk defa bana el kaldırdı, unutamıyorum onu affedemiyorum, ne yapmalıyım.” dedi. Bende “Eşiniz neye kızdı?” diye sordum. “Bir konu da tartışıyorduk elimdeki tepsiyi kafasına fırlattım.” diye cevap verdi. “Sen kocanın kafasına tepsi fırlatırsan o da seni döver, yapacak bir şey yok.”

Aslında Kur’an-i metoda göre, önce uyarması, sonra yatakları ayırması, kadın hâlâ isyankar davranışlara devam ediyorsa o zaman vurması lâzımdı.

Dil ile saldırı da çok kışkırtıcıdır. Mesela, kadın sinirlendiği zaman erkeğin ailesine saldırıyor. Annesinden başlıyor, kardeşlerinden devam ediyor. Ayrıca kocasına “öküz, ayı, şerefsiz, namussuz, hayvan kadar terbiye görmemişsin, sen ne biçim erkeksin” gibi ağır hakaret içeren kelimeleri söylediklerini de ben bizzat hanımlardan duydum.

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde kırkı “Erkeklerin dayak atmada haklı sebepleri olduğunu düşünüyor.” Herkes yaptığını kendi daha iyi bilir. Böyle bir durumda da kadın “Kocamdır, döverde severde, kimse karışamaz.” derse kimse karışmamalı, karı kocayı ayırmak için kışkırtmamalı. Ortada yaralamaya yönelik ağır bir durum yoksa.

Ayrıca şiddetten hoşlanan mazoşist kadınlarda var.

Özetle âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere bütün halinde bakarsak, dinimiz, ailenin huzurunu bozan geçimsiz kadınlara, işe yarayacaksa son çare olarak vurulmasına izin vermiş; fakat erkeklere sabırlı olmaları ve iyilik adımları ile sorunlara çözüm bulmaları tavsiye edilmiş. Kadınlar erkeklere Allah’ın emanetidir. Haksız olarak kadınlara eziyet ederlese, emanete hıyanet etmiş olurlar.

Psikoterapist Jed Diamond “Hırçın Erkek Sendromu” kitabında kırk yılı aşan meslek hayatından edindiği bilgileri ve şiddet ile ilgili dünyada yapılmış araştırmaları aktarmış. Kitaptan ilgili bölümlerinden yaptığım alıntılarla yazıyı bitirmek istiyorum.

“Şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü: ‘Kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik tahribat, kötü gelişim ya da yoksunluk hissi ile sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı yüksek, gerçek veya tehditsel bir bilinçli fiziksel kuvvet ya da güç kullanımıdır.’diye tanımlıyor.”

“Aile içi şiddet evrenseldir. Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı ‘Dünya şiddet ve sağlık raporu’na göre eşe karşı şiddet, istisnasız tüm ülkelerde, tüm kültürlerde ve toplumun her seviyesinde süregelmektedir.”

“Aile içi şiddet kullananlar sıra dışı kimseler değildir. Birçok yönden bizim gibi insanlardır. “

Tüm dünyada erkek şiddetini tetikleyen onur kırıcı olaylar hayret verici derecede aynıdır. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporuna göre bu olaylar, kadının erkeğe itaat etmemesi ve sürekli münakaşa çıkarması, erkeği para ve kadınlar konusunda sorgulaması; erkeğin ise kadının yemekleri zamanında hazırlamadığını, çocuklar ve evle yeterince ilgilenmediğini düşünmesi ve kadının cinsel ilişkiyi reddetmesidir.”

“Aile içi tartışmaların %30 ila %80 arasındaki kısmı taraflardan biri veya ikisinin içkili oldukları zamanlarda gerçekleşmektedir.”

“Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici olabilir ve gerçekte sorunları daha kötü hale getirebilir. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılamamız, genellikle gerçekleri görmemizi engeller.”

“Şiddet genellikle pasif-agresiftir. Başkaları bizi yaralar, acımızı içimize atarız, sonra öfke olarak yüzeye çıkar ve hiddet şeklinde patlar. “

Son söz: Rabbimizin ayetlerinden utanmayalım. Yaradan’ımızın verdiği akılla Yaradan’dan daha iyi olduğumuzu düşünüyorsak eğer, bu düşünceden dolayı kendimizden ve müslümanlığımızdan utanalım.

Sema Maraşlı – Haber 7

İslam Birliği ve Kuran’ın Hakimiyeti

İslâm Birliği ve Kur’ân’ın hâkimiyeti

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin İslâm Birliği projesi; gaye, maksat, hedef, mâna, çerçeve ve boyut itibariyle devâsa bir projedir. Kâinatın ve âhir zaman insanlığının, yani Müslümanlarının en büyük ve kapsamlı projesidir.

Aslında ‘İslâm Birliği’, Kur’ân ve O’nun tebliğcisi Allah Resûlü (s.a.v) tarafından tevdî’ edilmiş, bütün Müslümanlar, özellikle ilim/irfan/gönül erbâbına, Peygamber vârislerine ve Kur’ân talebelerine yüklenmiş, program ve CD’leri önceden hazırlanmış, yazılımı yapılmış bir projenin; akleden, tefekkür ve tezekkür eden, zamanın dehşet ve vahşetine karşı vahdetin farkında olanlar tarafından hayata geçirilmesi gereken “ bu zamanda en büyük farz” vazife niteliğinde bulunan bir emirdir, sorumluluktur, ciddiyetle takibi gereken en âcil farzdır.

İttihad-ı İslâm, şer ve nifak cereyanlarının karşısında en büyük settir.

Bu zamanda en âcil içtimâî bir vazifedir.

Yine Bediüzzaman, bu birliğin unsurlarının ahlâkî temellerinden söz ederken;

1.Haya, yani utanma duygusunun,

2.Din gayretinin,

3.Merhamet ve şefkatin, yüzlerdeki gülümseme ve davranışlara yansıması gerekliliğinden bahsederek Müslümanların bu birliği oluşturmadaki ilk adımları ne şekilde atacaklarının ipuçlarını da verir.

İttihad-ı İslâm olmazsa, içtimai hayattaki ikinci ve üçüncü vazifelerin gerçekleşmesi mümkün olmaz.

Peki, ikinci ve üçüncü vazifeler nedir diye soracak olursak: ikinci vazife; Şeâiri (islâmî sembol ve ritüelleri) ihya etmektir, yaşamak ve yaşatmaktır, uygulama alanına sokmaktır. yani, bid’atların ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka ifade ile, sosyal hayata yapılacak yükleme ile bilhassa avamın ve herkesin İslâmî düşünme, İslâmî amel/hayat ve İslâmî hislere (şuurları olmadan olsa bile) sahip olmalarının teminatıdır. Kastamonu Lahikasında bu meseleden bahsediliyor. Yani ecdadımızdan tevarüs eden güzel hasletler, ahlâkî güzellikler, toplumsal değerler darbelenerek tahrip edildi, sosyal hayattan soyutlanarak İslâm toplumu dinî değerlerden ve özellikle şeâir denilen İslâmî sembol ve hayat tarzlarından uzaklaştırıldı. O bakımdan İslâm içtimaiyâtı, İslâmî hayat tarzı, Sünneti yaşamadaki , avamın âhireti kazanma hususundaki teminatıdır, güvencesidir.

İşte bu güne kadar bilinçli ve plânlı bir biçimde gerçekleştirilen ve direkt olarak Müslümanları amelî, fikrî ve edebî (sanat adı altında sosyal hayatın her kademesinde uygulanan plânlı kokuşmuş batı kaynaklı aktiviteler, Yunan kaynaklı, ene merkezli hastalıklı fesle ile yazılı ve görsel basının bünyede açtığı yaralar, aile ve fertlere yönelik yozlaştırma faaliyetleri, v.b) açıdan vuran inkılâpların tahribatının giderilmesi bu devrelerde gerçekleşecektir.

Peki üçüncü vazife nedir? Siyaset-i İslâm’dır. İkinci ve üçüncü vazifeler için büyük bir potansiyel kaynak gerekir. Risalelerde geçen “nokta-yı telâkî” lâzım. Nokta-yı telakîsiz İslâm Birliği olmaz.

Müsellemata dayanan esaslar bağlayıcıdır ve Nokta-yı Telakî’dir. Müşterek bir noktadır.

Telâki, mülâki yani kavuşma, buluşma, uyuşma, imtizac, birleşme anlamındadır. Nokta-i telâki denilen bu prensip ve esaslara, cemaatı oluşturan ferdler tarafından tereddüdsüz bağlı kalınması şarttır. Çünkü Nokta-i telâki prensipleri vahye dayanan İlahî prensiplerdir ve güçlü bir birliği netice verir. Eğer bu birlik ve tesanüd ruhu yoksa, bu noktanın tam anlaşılamadığının ve bu mühim zarurete inanılmadığının, teslimiyet şuurunun bulunmadığının bir kanıtıdır.

Bediüzzaman’ın çokça üzerinde vurgu yaptığı ‘Hürriyeti Şer’iyye’ olmazsa Allah hakimiyeti ortadan kalkar, beşer hakimiyeti gelir. İlâhî vahye dayanmayan İnsan hâkimiyetiyle İslam hayatının yürütülmesi mümkün değildir. Çünkü Hürriyet-i Şer’iyyede Allah’ın tesbit ettiği hürriyetlere insan müdahale edip yasaklayamaz, ortadan kaldıramaz.

Bunun anlamı ve açılımı ise Kur’ân’ın hâkimiyetidir.

Mâdem Allah va’detmiştir, mutlaka tahakkuk edecektir.

İstikbal İslâm’ın ve Müslümanların olacaktır. Hâkim, hakaik-i imâniye ve Kur’âniye olacaktır. Bundan aslâ şüphemiz olamaz.

Yorumsuz olarak birkaç Hadîs-i Şerîfi nazarlarınıza takdim ederek yazımıza son verelim:

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle nakleder:

Bütün peygamberler kardeştirler. Onların dîni birdir, anneleri değişiktir. Ben Meryem oğlu Îsâ’ya daha yakınım. Zîrâ benim ile O’nun arasında başka bir peygamber yoktur. O mutlaka inecektir. Siz onu gördüğünüz zamân tanıyınız. Zîrâ O orta boyludur ve beyaz ile kırmızı renk arasında bir tene sâhiptir. Saçları kıvırcık olmayıp düzdür. Islaklık değmediği hâlde, sanki başından su damlıyor gibidir. Üzerinde boyanmış iki elbise olacak. Domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslâm’dan başka dînleri iptâl edecek. Allâh, O’nun zamânında İslâm’dan başka diğer bütün dînleri helâk edecektir.

Allâh O’nun zamânında kezzâb Mesîh-i Deccâl’i helâk edecektir. Yeryüzünde emniyet olacak, develerle arslanlar, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar berâber otlayacak. Çocuklarla yılanlar berâber oynayacak, biri diğerine zarar vermeyecektir. Îsâ (a.s.) Allâh’ın dilediği kadar yeryüzünde kalacak, sonra vefât edecek. Müslümanlar O’nun üzerinde namaz kılacaklar ve O’nu defn edeceklerdir. Allâh O’nun zamânında Mesîh-i Dalâl ve a’ver-i kezzâb olan Deccâl’i helâk edecektir.”(1)

Ebû Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’den şöyle rivâyet ediyor:

Îsâ b. Meryem, âdil bir hâkim ve zulme son veren bir idâreci olarak inmedikçe kıyâmet kopmaz. O haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak. O’nun zamânında mal ve servet o kadar çok olur ki, kendisine sadaka verilecek kimse bulunamayacaktır.”(2)

Câbir bin Abdullâh anlatıyor; “Rasûlüllâh buyurdular ki:

Deccâl dînin çok zayıf olup gizlendiği ve ilmin arka verip gittiği bir zamânda çıkacaktır. Onun için kırk gün vardır. O günlerde seyâhat edecek. Birinci günü bir senedir. İkinci günü bir aydır. Üçüncü günü bir cuma gibi, dördüncü günü diğer günleriniz gibi olacaktır.

“Hadîsin devâmında Hazret-i Peygamber (a.s.m.) şöyle buyurur:

Sonra Îsâ b. Meryem, seher vaktinde inecek ve şöyle diyecek: ‘Ey insânlar! Siz niye bu kezzâb-ı habîse doğru yürümüyorsunuz.’ Onlar Îsâ (a.s.) hakkında ‘Bu racul-i cinnîdir.’ derler. O’na doğru gittiklerinde bakarlar ki, Îsâ b. Meryem’dir. Namâz ikàme edilir, Îsâ’ya ‘Ey Rûhullâh! Buyur bize namâz kıldır,’ derler. O, ‘Sizin imâmınız öne geçsin, size namâz kıldırsın,’ der. Sabâh namâzı kılınırken cemâat Deccâl’e doğru gidecekler. Deccâl, Îsâ’yı görünce tuzun suda eridiği gibi erir. Îsâ (a.s.) ona gider ve onu öldürür. Hattâ her ağaç ve her taş şöyle nidâ eder: ‘Ey Rûhullâh! Bu Yahûdî’dir, arkamda gizlenmiş.’ Hazret-i Îsâ (a.s.)Deccâl’e tâbi’ olan herkesi öldürür.’”(3)

İmrân b. Husayn Peygamberimizden şöyle nakleder:

Allâhu Teâlâ’nın emri gelinceye kadar, benim ümmetimden bir tâife haktan ayrılmaz, onlara düşmanlık edenlere galebe ederler ve Îsâ bin Meryem inecek.”(4)

Âişe vâlidemiz anlatır: “Ben ağlarken Allâh Rasûlü (a.s.m.) çıkageldi ve ‘Seni ağlatan nedir?’ diye sordu. ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Deccâl’i hatırladım da onun için ağlıyorum,’ dedim. Rasûlüllâh (s.a.v) buyurdular ki:

Eğer ben hayâtta iken o çıkarsa, sizin yerinize ben onun hakkından gelirim. Eğer benden sonra çıkarsa Rabbiniz a’ver (tek gözlü. bir gözü kör. yek-çeşm.(âhirzamanda gelecek süfyan adındaki bir zâlimden “aver” diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir) değildir. O ‘İsbahan’ Yahûdîlerinden çıkacak, Medîne’ye gelmeye çalışacak. Medîne’nin yakınına inecektir. Medîne’nin o gün yedi kapısı vardır. Her kapıda iki melek bulunur. Medîne’nin şerîrleri Deccâl’a gidecekler. Sonra Deccâl Şam’a gidecek. Îsâ bin Meryem (a.s.) inecek ve onu öldürecek. Sonra Îsâ (a.s.), 40 sene yeryüzünde âdil bir imâm (Devlet reisi) ve zulmu kaldıran bir hâkim olarak kalacaktır.’”(5)

İsmail AKSOY

www.NurNet.org

Dipnotlar :

1.İmam Ahmet b. Hanbel, Müsned, , 2/437

2.İbn Mâce, Sünen, 2/ 363; AHmed b. Hanbel, Müsned, 2/194

3.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 3/367; Hâkim, el-Müstedrek, 4/530; Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 7/344

4.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 4/429

5.Ahmed b. Hanbel, a.g.e, 6/75; Heysemî, a.g.e 7/338