Kategori arşivi: Günlük Paylaşımlar

Cuma Duası (Cumanız Mübarek Olsun)

Resulullah(ASM) Efendimizin Hayatından Dualar:

“Allah’ım cehennem fitnesinden ve azabından zenginlik ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” (Ebu Davud, Vitir, 32)

“Allah’ım, fena huylardan, fena işler yapmaktan ve nefsani arzulara uymaktan sana sığınırım.” (Tirmizi, Deavat, 126)

“Allah’ım kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım.” de buyurdular. (Ebu Davud, Vitir, 32; Tirmizi, Deavat, 74)

“Allah’ım alaca hastalığından, akli rahatsızlıktan, cüzzam hastalığından ve kötü hastalıkların tümünden sana sığınırım.” (Ebu Davud, Vitir, 132)

“Allah’ım gazabından rızana, azabından affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Seni layık olduğun şekilde övemem. Sen kendini nasıl övmüşsen öylesin.” (Müslim, Salat, 222)

“Allah’ım açlıktan sana sığınırım. Çünkü o insanı kucaklayan ne kötü bir arkadaştır. Hainlikten de sana sığınırım. O sinede gizlenen ne kötü bir huydur.” (Ebu Davud, Vitir, 32)

“Allah’ım, beni helal rızıklarla yetindirerek haramlardan koru. Beni lütfunla zengin kılarak başkalarına muhtaç etme.” (Tirmizi, Deavat, 111)

“Allah’ım senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi istiyorum. Allah’ım senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.” (Tirmizi, Deavat, 73)

“Allah’ım peygamberin senden istediği hayırları ben de isterim. Peygamberin Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in sana sığındığı şeylerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir, insanı dünya ve ahirette istediğine kavuşturacak olan da sensin. Her türlü güç ve kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.” (Tirmizi, Deavat, 89)

“Allah’ım senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı, her günahtan uzak durmayı, her iyiliği işlemeyi, cenneti kazanıp cehennemden kurtulmayı dilerim.” (Hakim, el-Müstedrek, 1/525; Tirmizi, Vitir, 17; İbni Mace)

“Allah’ım günahlarımın hepsini, küçüğünü büyüğünü, öncesini sonrasını yani eskisini, yenisini, açığını gizlisini affet, bağışla.” (Müslim, Salat, 219)

“Her birinizin her bir eklemi için günde bir sadaka vermesi gerekir. İşte bu sebeple: Her Subhanallah demek bir sadakadır. Her Elhamdülillah demek bir sadakadır. Her la ilahe illallah demek de bir sadakadır. Her Allahu ekber demek de bir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadaka, kötülüklerden sakındırmak da sadakadır. Müslümanın kuşluk vakti kılacağı iki rekat kuşluk namazı da bunların yerini tutar.” (Müslim, Müsafirin, 84)

“Rabbini zikredenle zikretmeyenin durumu, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Buhari, Deavat, 66)

“Allah’ım doğru yolda yürümeyi bana ilham eyle. Nefsimin şerrinden beni koru.” (Tirmizi, Deavat, 70)

“Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnudluğu miktarınca, arşının ağırlığı kadar ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince Allah’ı kendisine yakışmayan sıfatlardan uzak tanır ve O’nu eksiksiz övgülerle överek hamdederim.” (Müslim, Zikir, 79)

Terör ve Anarşiden Kurtulmanın Reçetesi

Hemen konuya giriyorum dallandırıp budaklandırıp sözlerimi süsleye püsleye servis etmek niyetim değil. Zira kaleme dökeceğim konu ne edebi derinlik kaldırır ne de okundukça keyif verdirir.
Yeter artık yeter diyoruz ama bizlerin yeter demesi ile bitmiyor, fırtınalar sönmüyor yangınlar. Anarşiye teröre dur diyoruz bitsin istiyoruz ama durmuyor bitmiyor.

Bitmez de bitmeyecekte ama ben böyle hadiseler karşısında Rabbi Rahimime duruşumu sunuşumu takdim ediyorum. Zira bana bir fırsat bir imkan ihsan eylemiş Rabbim bu köşeden sesleniyorum sessiz dünyaya harflerin konuştuğu bu sesle..
Bir hastalık var ama bu hastalığın verdiği acı ve ağrıları konuşmak ile gündemle tutmakla bu yarayı kaşımakla bu hastalık iyileşmez iyileştirilmez ve hastalık hafiflemez şiddetini arttırır.

Peki ne yapmalı?

Bir çözüm üretilmeli bu çözüm ise hastalığın sebebi nedir hangi sebeplerden kaynaklanıyor bunları teşhis ederek iyileştirme yoluna gidilmeli.  Elbet böyle büyük bir kan kanseri gibi bir hastalığın çözümünü ben üretecek değilim fakat üreteni gördüm ondan haberdar edeceğim kamuoyuna..
Risale-i Nur’un Şualar kitabını elime aldım. Sayfa üç yüz kırk dokuzu açtım ve bir cümle okudum. Said Nursi toplumsal huzurun doktoru diyor ki; Afyon Mahkemesi Müdafasında “Bu vatanın 
ve bu milletin  hayat-ı içtimaiyesi  bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için  beş esas lâzım ve zarurîdir:

Hürmet,

merhamet,

haramdan çekinmek,

emniyet,

serseriliği bırakıp itaat etmektir.”
İşte çare bu kadar basit fakat gündemde tutulup üzerinde işlenen bir konu değil..
Fark ettiyseniz beş esas derken altı sayıldı. Evet beş esas İslam’ın beş temel şartıdır aslında sonra sayılan altı madde ise imanın altı rüknüdür aslında..

Şimdi sade ifadeleri sadeliğinden çıkarıp bizim anlamayacağımız fakat anladığımızı sanacağımız cümlelere dökeyim..
Türkiye Cumhuriyetinin ve bu topraklarda yaşayan insanların insanların sosyal yaşantılarının
bu şaşılacak bir çok filmlerin senaryoların çevrildiği zamanda Türkiye de meydana gelen terörizmden bu vatanı kurtarmak için İslam’ın beş temel esası imanın altı rüknü hayata geçirilmeli ve tabi olunmalı.
Bu ise Saygı ve sevgi ve karşılıklı anlayış ile, İnsanların birbirine şefkat göstermesi ile,
Allah’ın haram kıldıklarını işlememekle( faiz, zina, katl, içki, kumar, dinde olmayanı dine sokma, yalancı şahitlik, anne baba hukukunu çiğnemek, akrabayla ilişkiyi ve yardımı kesmek) İnsanların birbirlerine itimat ve güvenlerinin sağlanması ile, İşsizlik tembellik başı boşluğu bırakmak ile, mümkün olacaktır..
Ne kadar basit değil mi?
Şimdi tüccarları ve ticaretleri düşünelim. Silah satılacak mermiler üretilecek, İçkiler satılacak barlar pavyonlar iş yapacak, Bankalar faiz ile beslenecek, Medyalar açık saçıklık ile bekar gençliği insanları fuhşiyat görüntüler ile zinayı özendirecek teşvik edecek, Her türlü makyaj malzemeleri ile insanların yüzleri gözleri boyandırılacak sağlıkları tehlikeye düşürülecek, O kadar çok ilaç üretiliyor eczanelerde daha onlar tükettirilecek, Spor adı altında insanlar tarafgir olacak, lüzumsuz yere, siz şu kadar gol yediniz biz bu kadar gol attık muhabbeti ile akıllar meşgul edilecek.

Birde İslam’i kanal da da hocalar birbirlerini tekfir edecek onlara tabi olan cemaatlerde birbirlerini yiyecek biz fırka-i Naciye siz fırka-i dalle yetmiş üçün biri biziz siz değilsiniz falan filan..

En sade ve yalın dille başka nasıl yazılır bilmiyorum ama yapıcı onarıcı üretici hayırda yarışıcı ve en önemlisi İMAN ilmi ile meşgul olan bir MİLLET olmaya başlayalım İSLAM BİRLİĞİ için gayret gösterelim İnşallah tabi bu hizmeti verirken de saydığım kazanç sektörlerine vereceğiniz zararlar sebebi ile bir bedel ödeteceklerini unutmayın ..!!

Zira Bediüzzamanın dediği gibi CENNET ucuz değil, CEHENNEM dahi LÜZUMSUZ değil..

CENNET müşterilerini beklediği gibi CEHENNEM dahi müşterilerini bekler..

Şimdi sen söyle terör başka türlü nasıl biter..??
Araştırmacı – Yazar

Süleyman Yasin AKDENİZ

habermektebi.com

Siz Yeter ki Elinizden Geleni Yapın

hizmette yardimlasmaYusuf Ziya Ortaç “Portreler” adlı kitabında Mehmet Emin’den bahsederken “Beşiktaş’ta, Serencebey yokuşundaki konak yavrusuna ara sıra giderdim. Boğaz’a bakan, gök ve deniz dolu yazı odasında edebiyat üstüne konuşurduk. Birbirimizi hiç anlamadan!” der. Ne zaman aklıma bu pasaj gelse son günlerde farklı görüşlerde olan insanların ülke gündemi ile ilgili yaptıkları yorumlar gelir aklıma. Birbirimizi hiç anlamadan dahası anlamaya niyeti olmadan yapılan ve neredeyse tamamının kalp kırma ile sonuçlandığı fikir teatileri!

Hele bazı yorumlar var ki; “Hani beş para ver konuşsun, 10 para ver sussun cinsinden.” Prensibimdir bilgi alanım olmayan konulara fazla girmem; siyasette bunlardan biri ama son yaşananlar sessiz kalınacak cinsten değil. Ülkem yabancı mihraklar tarafından yangın yerine çevrilirken, birileri yurdum insanını maşa olarak kullanırken, “Söylenmedik sözlerin tadı dimağında kalsın çünkü susmak iradenin doruk noktasıdır.” deyip geçemiyorum. Sükûtun eylemsizliğine rağmen konuşmak hele de kelimelerin hakkını yüksek frekanstan vererek konuşmak geliyor içimden. “Âşık susarsa mahvolur” der tasavvuf ehli “arif susarsa” kabilinden benimkisi. Sussam bir türlü konuşsam başka…

Dün kardeş olan bizler her geçen gün birilerinin fitnesiyle bir diğerimizi ötekileştiriyoruz. Farkında mıyız bilmiyorum ama Diyarbakır’da, Cizre’de, Silopi’de adı belli olmayan ama içeriği ayan beyan ortada olan bir kardeş çatışması yaşanıyor. Ağlayan analar hepimizin anası, yetimler ise hepimizin yetimi.  Tozun dumana karıştığı bu ortamda ise sağlıklı yorum yapılamıyor.  Dünya’da insan kanının aktığı hemen tüm coğrafi ülkelerin Müslüman ülkeler olması ise işin farklı bir trajik boyutu.

Benim çocukluğumda çatışmanın adı alevi-sunni, sağ-sol çatışmasıyken, şimdilerde ise farklı isimlerle yine aynı ülkenin insanları birbirini vuruyor.” Karanlıklardan her hangi birini tercih etmek aydınlığa ihanettir.” sözü yaşananlar aklıma geldikçe nedense aklıma geliyor.

Ne acı ki şu an hiçbir Müslüman ülkenin hali bir başka ülkeyi özendirecek durumda değil. Dahası hiç birimizin hali bir başkasına örnek olacak durumda değil. Galiba çatışmamızı isteyenlerinde tam olarak istedikleri şeylerden biri bu.

Çözüm?

Malumunuz herkese ve her görüşe göre farklı.

Ancak tarihin değişmez kuralı “Öncekiler ne ile ıslah oldularsa, sonrakiler de öyle ıslah olurlar” gereği kardeşlik dilini geliştirmek. İslam kardeşliğini din, dil, ırk, cins ayrımı yapmadan herkese şamil kılmak. Beşer olmaktan, insan olmaya doğru yol alabilecek evrensel doğruları gündeme getirmek. Bizi kardeş yapan doğrular üzerinde ortak bir dil geliştirmek. Mazluma dinini, dilini, ırkını, cinsiyetini sormadan el uzatmak. Sadece Filistin’i, Gazze’yi, Arakan’ı… değil, ülkemizdeki mağdur, mazlum ve masum olan kişilere el uzatmak. Kalplerimizin katılaştığı, herkesin bir diğerini ötelediği ve tüm öncelikleri kendi nefsine yönlendirdiği bir ortamda yetimi, öksüzü sevindirmek.

Gözlerin ve gönüllerin vitrinlere, markalara, güzellere (!) ve metanın her türlüsüne endekslendiği bir dünyada, gözleri ve gönülleri yetime, öksüze, mağdura yönlendirmek.

Ülkeyi kahve köşelerinde, akşam sohbetlerinde yeniden ve yeniden kurtarmak için tartışmalı sohbetler yapmak yerine elimizden gelen her türlü hayrı ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak. Her ne yapıyorsak elimizdekinin en iyisini yapmak. Her küçük hayrın külli hayırlara gebe olduğu bilinci ile yaptığını küçümsemeden ibadet şuuru içerisinde yapmak. İşte tüm bunları fert bazında yaparsak ülkeye ve ülke insanına en büyük iyiliği yapmış olacağımızı düşünüyorum.

Tarihe meraklı olanlar esir Kudüs’ün fethini başlatan sürecin Halepli bir marangozun minberi ile başladığını bilirler. Halepli marangoz, Selahaddin henüz beş veya altı yaşlarında Tikrit sokaklarında oyun oynarken esir Kudüs için dillere destan bir minber yapar. Kudüs esir diyenlere , “Ben minberini yaptım, bir yiğit de çıksın bunu oraya koysun çünkü benim elimden gelen bu.” der. Kulaktan kulağa gezen bu destanı daha çocukken duyan Selahaddin’i Eyyubi, “O minberi oraya ben koyacağım.” der. (Yani kendince elinden geleni yapar.)

Siz yeter ki minberi yapın, Allah elbet dünyada akan Müslüman kanını sonlandıracak bir Selahaddin’i Eyyubi’yi gönderir.

Yrd.Doç.Dr. Kenan Tastan

www.NurNet.org

Elit Mekân Furyası

Bu aralar, gençler arasında elit mekânlara gitme furyası başladı, yada ben yeni fark ettim, bilmiyorum.

Helal dairesi keyfe kâfidir. Helalse gidin elbette..

Ama ben yerinizde olsam mekâna para vermem. Mesela, bir kahveyi evimde 1 TL’ye içmek varken 7 TL’ye dışarıda içmem. Zira bunu ben israf olarak görürüm. Aslına bakarsanız ben dışarıda, insanların gözü önünde yemeyi, içmeyi de hiç sevmem. Zaruret durumları hariç dışarıda ne yerim, ne de içerim.  Hatta yaşadığım şehrin dışında değilsem kesinlikle dışarıda yemem de içmem de, açlığıma dayanır gider evimde yerim. Yiyebilen var, yiyemeyen var; parası olan var, olmayan var; parası olsa da, sağlığı yerinde olan var, olmayan var…

Elit mekânlara gelince: evet, mekânların insan üzerinde etkisi var. İnsanın ruhuna dokunduğunu, ferahlık verdiğini, hatta ilhama vesile olduklarını kabul ediyorum. Ama bence en elit mekânlar camiler ve kabristanlardır.  Üstelik bu mekânlara gitmek bedava, hem sevaplı, hem de faydalı. Gerçek manada ruha dokunan, ferahlık ve huzur veren ve de ilhama vesile olan asıl mekânlar da bu mekânlardır bana göre.

Tarihi camiler mesela; Her caminin mutlaka ayrı bir hikâyesi vardır, tarihini anlatan tabelalarını okuyarak bunu öğrenmeye çalışırım. Yaptıranları, yapanları düşünürüm, hayır duaları ederim. Duvarlarında, kubbelerinde, kemerlerinde, sütunlarında yazan ayet ve hadisleri okumaya, anlamaya çalışırım.

En güzeli de kabristanlardır; özellikle de eski kabristanlar. Peygamber Efendimizin (asm) “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” hadisinin en güzel uygulanacağı mekânlardandır kabristanlar. Orada ölümü hatırlarım ve dünyanın geçici bir yer olduğunu hissederim. Mezarlıklara baktıkça içimi derin bir ruh hali kaplar, düşüncelere dalar, tarifi mümkün olmayan duygulara kapılır giderim…

Bu mekânlar diğerleri gibi yapmacık ve sahte de değiller, tamamen gerçek ve canlılar. Diğer mekanlarda dedikodu, gıybet yada gereksiz ve boş muhabbetler etme, hatta başka haramlara girme ihtimaliniz oldukça yüksektir; ama bu söz ettiğim mekanlarda bunlar olmaz, zira mekanın ruhu size bunları yapmaya müsaade etmez.

Başta da söylediğim gibi: bence en elit mekânlar camiler ve türbelerdir. Oralara gidin, bir deneyin derim.

Selam ve dua ile..

 

Halil İbrahim DEDE – Facebook

07/01/2016 – Çorlu

Yeni Neslin Hali

Hazreti Adem a.s la başlayan insan nesli muhtelif yollarla kendini mutlu etmek çabasındadır.

Bu yollarda yürüyen bu insanların çoğu mutluluğa patikalarda yürümekle ona ulaşılamayacağını geç fark etti ise de dönmesini imkânsız gördüğü için orada kalmıştır. Halbuki onu rahat ve mutlu edecek ancak ve ancak onu Yaratının tarif ettiği istikamette olacağını görmeyi hisleri ona düşünmeyi mani olup yürümekte olduğu o sapık yollara onu terk etmiştir.

Bu yolunu sapıtmış insanlar yalınız kendileri oralarda kalmakla rahat edemeyip menfaatlarına hırsla saldırarak o menfaatın hatırı için başkalarını de sömürmek amacıyla ne pahasına olursa olsun kendilerine arkadaş bulma yolunu tuttular. Her ne kadar bu gȗruh Gayelerine ulaşmak için geçmişte tüfeğini alıp mağaraları ve dağları kendilerine barınak yapıp yol kesip ve başka türlü soygunlarla hayat sürdürüyorlardıysa da, 20 ci asırda onlar bu işi tahsillilere terk ettiler.

Bu ma’neviyattan nasibini alamayan tahsilliler yüzlerine maskelerini çekmiş görünüşte ötekilerden pek farkları yoktu. Halbuki insanları medeni yapmak için var olan ucundan nur akan o güzel kalemleri ellerine alıp uçlarından kan akıtmaya başlattılar. Yani insanların canlarını haşlamak için mevcut olan eşkıyalık, cahillerin elinden tahsillilerin eline geçip, onlar masa başında düşünüp çeşit çeşit teori ve sahte denklemleri kitaplara dökerek o kitaplarla bizleri can damarımızdan vurdular, bizi vurup öldürürken bile  kurtarıyoruz dediler.

O düşmanlar şeytanların bile yapamadıkları düşmanlığı yaparken insanları bilhassa Müslümanları cennet gibi mutlu hayattan saptırarak  cehenneme birer odun mesabesine düşürerek ebedi felaketle baş başa bırakan sefahati kabul ettirmek için televizyon ve gazeteleri yayın aracı kullandılar. İnsanlık  bu kadar dessasane bir zulüm yaşadığını tarihten hiç bir örnek gösteremezsiniz. Onlar bizi dinden uzaklaştırmak için, bize Avrupa dinıni bıraktı de ilerledi, din terakkiye (ilerlemeye) manidir, Haydi batılılaşalım derken, batının tekniğini değil sefahat ve lehviyatını alarak bize yutturdular. Böylelikle Te’sis ettikleri Laik Eğitimin kapılarını günahlara sonuna kadar açık bırakırken maneviyat kapılarını kapattılar.

İşte bu eğitim sistemi ile gayesiz bom boş yetişen bu evlatlar hedefini şaşırmış ne tarafa gideceğini bilemiyor. Hatta Laik eğitim sistemi ile nufusunun % 99 u müslüman olan Türkiye okullarında din dersi hocası öğrencilere Her şeyi Allah yarattı derken, biraz sonra sınıfa giren Bioloji öğretmeni Tabiat yarattı diyerek Milli eğitimin ona verdiği görevi yerine getiriyor (Tabii evlatlarına ciddi sahip çıkan azınlığa o telkinler te’sir etmiyor.)

Bu gençler hayvan olmadıkları için, bir taraftan akılları onlara yolun tam karşısında ki ölümü göstererek  çok rahatsız ederken, diğer taraftan şehevani duygularını tatmin için babaları tam Avrupa’dakiler kadar bozulamadıkları için onlar gibi 13 yaşından sonra kızını serbest bırakıp ne isterse yapsın şekline terk edemediklerinden ötürü, diğer taraftan  fakirlikten ancak karnını doyurmak için çalışıp, okul kitaplarının haricinde, gaye sahibi olmak için kitap okumadıklarından ötürü hayatlarından lezzet alamıyorlar. Televizyonda seyrettikleri filmlerin eğitici değil, tahrikçi ve kışkırtıcı filmlerle yetişen bu gençlik kendine sahip çıkamadığı için onlardan  şikayet etmeğe kat’iyyen hakkımız yoktur.

Sonra, hislerine esir bir vaz’iyyette yetişen bu gençlik ya  esrar, ya alkol içecek, ya komar oynayacak, ya bali koklayacak veya hırsızlık yapacaklar. Sigarayı anmıyorum, çünkü böyle boş yetişen bir nesil için sigara çok meşru bir tiryakiliktir. (Şuurlu yetişenler için demiyorum) böyle boş yetişen çocukların babaları futbol maçlarını icad edenlere çok dua etsinler!!! O boş yetişen evlatlar vücutlarında biriken heyecanlarını deşarj etmek için zararın en hafifi olan maç tribünlerine 100 000 kişi toplanıp herkesin gözleri sahada. Top sağa gitti mi uuu sesleri ile herkesin gözleri sağda. Sola gitti mi yine uuu sesleri ile kafaları sola döner. Oh be ne mutlu bize hayat sermayemiz olan ömrümüzü ne güzel yerlerde değerlendiriyoruz değil mi?.

Peki bu maçlar olmasa idi ne olurdu? Bu maçlar olmasa idi bu gençlerden çoğunun canı yanacaktı. Ya bir zavallının evini soyacaktılar, veye herhangi namuslunun namusunu lekeleyecektiler. Evet Avrupa’dan teknik değil moda ve Avrupanın sefahatini aldığımızı  görmeniz için, sıcak havada sokaklarımıza göz atmanız yetecek. Peygamberimizin a.s.m.  “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” sözünü tasdik için, aşağıdaki hadise ile ne kadar fark attığımızı göreceyiz. Yugoslavya’nın eski lideri Mareşal Tito 1950 senesinde suçunu ufaltmak için, biz geç kaldık, Türkiye kıyafet kanununu çoktan halletti diyerek ”Skidanje zare i ferece” nami altında kadınların çarşaf ve peçelerıni çıkartma kanunu çıkartti. Köy kadınlarını kanunun kabul ettiklerini ispati vucut ettiklerini sağlamak amacıyla mahallenin bir yerinde kadınları toplamak için mahalle muhtarı bir iki polis ile evden eve gezerek kadınları toplardılar.  Bizim eve rahmetli annemi almaya geldiklerinde Annem, ben nasıl Allah’ımın kanununa karşı gelirim düşüncesi ile kendinden geçerek bayıldı ve rahmetli annemi götüremediler.

Evet ma’neviyatı bu kadar kötü bu gençleri bu felaketten kurtaracak tek bir çare var; oda Risale-i Nuru okumaktır. Onları okuyan kim olursa olsun, ister moda hayranı, ister herhangi bir kötü alışkanlık müptelası, ister imanında bir sürü şüphe bulunan kimse, Allah’ın izni ile bu kitapların ortaya koyduğu deliller, onu okuyan kardeşi kurtaracaktır İnşaallah.

Kardeşiniz Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org