Kategori arşivi: Hikayeler

Hikayeler

İskemle İhtilali

 Küçük bir ülkenin insanları sabahleyin radyo ve televizyonlarını açtıklarında, normal programın kesilerek ard arda marşlar çalındığını duyarak meraka kapılmışlar. Biraz sonra ekrana çıkan bir erkek spiker, ayakta dimdik durmuş vaziyette:
karlar icinde kapı önünde kırık iskemle–Büyük milletimiz!.. diye konuşmaya başlamış. Sivil bir darbe ile ülke yönetimine el konulmuştur. Bu günden itibaren her türlü iskemle, koltuk ve kanepenin yanısıra yerden yüksek karyolaların kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağı ihlal edenler, acayip şekilde cezalandırılacaktır.
Konuşmayı dinleyenler, bütün ihtilallerde olduğu gibi “kan gövdeyi götürecek” diye endişe ederken, bu tek maddelik bildiri karşısında oldukça ferahlamış ve emirlere her zamanki sessizlikleriyle itaat ederek yasaklanan eşyaları dışarı atmışlar. Fakir fukara da hepsini parçalayıp kışlık odun yapmışlar. İskemle ve koltukları çıkartanlar, evde ne kadar yatak minder varsa hepsini yere indirerek orada oturmaya; geceleri de aynı yerde yatmaya başlamışlar. Ve önceleri biraz sıkıntı çekmelerine rağmen bu işe alışmışlar. Üstelik, kısa bir süre sonra yemek masalarını da kapı dışarı etmişler. Çünkü iskemle ve kanepeler olmayınca, bu yüksek masaların bir işe yaramadığını görmüşler. Fakir halka tekrar gün doğmuş ve masalar da kışlık odunlar arasına katılmış. İnsanlar, yerdeki sedirlerin arasına yaydıkları bir örtü veya yer masası üzerinde yemek yedikten sonra, ortadaki masayı yuvarlayıp kaldırıyor ve daha önce uzun merasimler gerektiren yemek işini şipşak hallediyorlarmış.
Yer minderlerine iyice alışan insanlar, bir müddet sonra yüksek dolap veya sehpalar üzerindeki televizyonlarını seyrederken boyunlarının tutulduğunu farketmiş ve bu zahmetten kurtulmak için onları yere indirip altındaki eşyaları evden atmışlar. Sehpa ve dolapların çıkartılmasıyla birlikte odalar daha da rahatlamış ve “küçücük” denilen evlerin aslında ne kadar geniş olduğu anlaşılmış. Bu arada sokağa atılan yeni eşyalarla, dar gelirli vatandaşların yakacak ihtiyacı da tamamlanmış.
Bir ay kadar sonra herkes: “Allah bu ihtilali yapanlardan razı olsun” demeye başlamış. Çünkü her geçen gün başka bir kolaylık ortaya çıkıyormuş. Yerde oturulduğu için elbise ve pantolonların ütüsü hemen bozulduğundan, TV ekranlarında boy gösteren modacılar:
–Sayın seyirciler!.. diye kırıtıyorlarmış.
Daha önceki yıllarda nasıl ki yırtık kot, dizleri ya da poposu aşındırılmış pantolon ve yamalı elbise modası görülmüşse, şimdi de buruşuk elbise rüzgarı esmektedir. “Buruşmayan kumaşlar ucuzlayıncaya kadar da bu moda geçerli olacaktır.” İnsanlar, duydukları karşısında adeta havalara uçmuş ve haberin bitmesini bile beklemeden evlerindeki bütün ütüleri dışarı fırlatmışlar. Bu sefer de hurdacılar bayram yapmış. Ütülerin atılmasıyla birlikte elektrik faturaları hafiflemiş, hanımların pembe dizileri seyrederken prizde unuttukları ütülerden çıkan yangınlar sona ermiş ve tabi ki ütü masalarının da atılmasıyla birlikte odalar iyiden iyiye ferahlamış. Artık 70-80 metre karelik evler rağbet görüyor ve büyük evlerde yaşamış olan hanımlar, sabah kahvelerini yudumlarken:
Bu evin çilesini boşuna çekmişiz kardeş, gençliğimiz gitti vallahi” diyerek hayıflanıyormuş.
Evlerin küçülmesiyle birlikte ev işlerine yardımcı olan kadınlara ayrılan paralar çocukların harçlıklarına ilave edilirken, sadece “komşularda var” diye alınan lüks eşyalar için harcanan milyonlar da, yine onların dengeli beslenmelerine ayrılmış. Dolayısıyla ikide birde hastalanan çocukların ilaç paraları, kısa bir süre sonra dörtte bire düşerek geçim derdini önemli ölçüde hafifletmiş. Küçük ülkenin bahtiyar insanları, boğazlarını sıkarcasına etraflarını kuşatan eşyaları kullanmaya mahkum olmadıklarını ve eski insanların masallarda kalan mutluluklarının sebebini kavrayarak gerçek hürriyetin ne demek olduğunu öğrenmişler. Ve borçsuz yaşamanın verdiği rahatlıktan mı, yoksa yer yatağı sayesinde düzelen omurgalarından dolayı mıdır bilinmez, her yerde dimdik yürümeye başlamışlar.
Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra, insanlar yine marş sesleri ile uyanmışlar. Ve karşılarında yine aynı spikeri görmüşler. Ama adam, bu sefer lüks bir koltukta oturuyor ve:
–Büyük milletimiz!… diyormuş. Geçen yılki darbeciler, yeni bir ihtilalle işbaşından uzaklaştırılmıştır. Bu konuda, başta koltuk ve kanepe üreticileri olmak üzere ülkemizin büyük iş adamlarının desteği alınmış durumdadır. Büyük gazetelerimiz de, yarından itibaren her beş kupona bir iskemle hediyesiyle sizleri ihya edecektir. Ayrıntılı haber “Azzzz sonra” verilecektir.
Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Çocuk Sineması

Sınıf öğretmeni, çocukların uykuları üzerine bir araştırma yapıyordu. Rüya görmenin insan ruhunu ne kadar rahatlattığını ve onlar için ne kadar gerekli olduğunu belirttikten sonra:

— Söyleyin bakalım!. dedi. Bu gece ne gördünüz?

Çocuklar, tek tek el kaldırarak rüyalarını anlatmaya başladılar. O haftaki rüyaların bir çoğu, üç gün önce meydana gelen korkunç tren kazası ile ilgiliydi. Bir de, cinnet geçiren bir emeklinin, karısı ve çocuklarını yol ortasında bıçaklaması ile… Öğretmen, arka sıralarda oturan bir öğrencinin el kaldırmadığını görünce, ona doğru yaklaşıp:

— Hayrola arkadaş!. dedi. Yoksa sen hiç rüya görmüyor musun? Küçük çocuk, yanakları pembeleşirken:

— Elbette görüyorum!. diye gülümsedi. Ama benim rüyalarım çok farklı.

— O zaman, gördüğünü anlat!. dedi öğretmen. Aynı şeyleri görmen gerekmiyor. Küçük çocuk:

— Ben, dedemle birlikte gittiğim balık avını gördüm!. dedi. Köyümüze yakın olan derede idik. Ve koca bir balık tutarak eve götürdük.

Öğretmen, yaptığı çalışmayı, bir sonraki dersinde de sürdürdü. O hafta görülen rüyaların büyük bir çoğunluğunda, petrol zengini bir ülkenin bombalanması sırasında ölen yüzlerce çocuk vardı. Diğer rüyalar ise, meşhur bir şarkıcının ayağından vurulması ve iş adamlarından birinin kaçırılması ile ilgiliydi. Öğretmen, arka sıradaki öğrencinin bu sefer de el kaldırmadığını görerek yanına gitti ve ona ne rüya gördüğünü sordu. Küçük çocuk, dışarıdaki karlı dağlara bakıp:

— Geçen hafta bir çok kuzumuz doğdu, dedi. Rüyamda onları, dağın yamacındaki pınara götürmüştüm. Bu arada çiçeklerle konuşup, gökyüzündeki kuşlarla yarıştım. Onlar gibi uçuyordum havada.

Öğretmen, araştırmasını biraz derinleştirdiğinde, çocuğun diğer kardeşlerinin de aynı türde rüyalar gördüğünü öğrendi. Hatta dedesi bile, onlar gibiydi. Sonunda merak edip:

— Hep bu türden rüyaları görmeniz çok harika!. dedi. Sanki birer film gibi her biri. Yoksa bunun için bir formül mü var? Küçük çocuk:

— Bilmiyorum öğretmenim!. diye gülümsedi. Televizyon alamayacak kadar fakir olduğumuz için, Allah bize bu filmleri gösteriyor olmalı.

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Ortak Noktalar

Zengin sanayici, ihracat bağlantısı için gittiği bir Uzak Doğu ülkesinin en lüks lokantasında yemek yerken, kulağına çarpan sesle irkildi. Biraz ilerde oturan şişman bir adam, yarım yamalak İngilizcesi ile şef garsona yaptığı siparişten sonra, Türkçe bir şeyler söyleyip gülmüştü. Hemen yerinden fırlayıp onun yanına gitti ve büyük bir heyecanla:

— Afiyet olsun!. dedi. Yanılmıyorsam Türksünüz değil mi?

Şişman adam da oldukça şaşkındı. İnsanın kendi dininden olan, kendi dilini konuşan ve aynı değerleri paylaşan birine rastlaması, gerçekten de çok harika bir şeydi. Büyük bir sevinç içinde kucaklaştıktan sonra sanayicinin masasına geçtiler ve yeni siparişin de oraya gelmesini söyleyerek sohbete başladılar. Şişman adam, bir benzin istasyonu işlettiği için, petrol firmaları tarafından tatile gönderilmişti. Gördüğü yerleri tek tek anlatıp:

— Türkiye’de üç beş şehir gezmiştim!. dedi. Burasını adım adım dolaştım. Ve doğrusunu istersen, bu insanları bizimkilerden sıcak buldum.

Sanayici de aynı görüşteydi. Arkadaşının tombul yanaklarından sıkı bir makas alıp:

— Tepeden tırnağa haklısın!. dedi. Türkiye gerçekten de az gelişmiş. Oturup da konuşacak bir insan bulamazsın. Bu yüzden tek bir arkadaşım bile yok. Ne çevremde, ne de apartmanda. Kısmet onu buralarda bulmakmış.

Şişman adam, sanki içini okuyan yeni arkadaşına bir anda ısınmış ve kaderin bu cilvesine hayran olmuştu. Hayat boyu hasret duyduğu bir arkadaş, dünyanın diğer ucunda karşısına çıkmıştı. Üstelik aynı şehirde yaşıyorlardı. Şişman adam, bu durumu öğrendiğinde:

— Bu apaçık bir mucize!. diye bağırdı. Allah bizi ayırmak istemiyor!.

Ortak noktaları bu kadar da değildi. Her ikisi de, kalabalık şehirleri sevmedikleri için İstanbul’dan ayrılmış ve denize yakın bir yere yerleşmek istemişti. Yaşları da tam tamına aynıydı. Şişman adam, arkadaşının telefonlarını cep telefonuna kaydettikten sonra, adresini bir kağıda yazıp uzattı. Ve ülkeye döner dönmez görüşmek istediği için, onun da adresini almak istedi. Sanayici, şişman adamın verdiği kağıda bir göz attıktan sonra, başını uzun uzun kaşıyarak:

— Fazla uzak sayılmayız her halde!. dedi. Aynı apartmanda en üst kattayım.

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi

Allah’a şükürle borçlu kimse var mı benim gibi? (Abdulkadir Haktanır)

Bu yazıyı yazmama sebep olan, yorumcu Emanet Özer kardeştir. OKURLARIN YORUMLARI köşesinde Eyüphan Kaya  ve Emanet Özer Kardeşlerin teselli ve takdirlerine teşekkür eder bende onlara dua ederim. Emanet Özer kardeş.  Merhum Oğlumun yazısını okuduktan sonra: “Bu yaşanmış eserin öyküsünü yazar misiniz.” diyor.

Muhterem ve aziz da’va Kardeşlerim! Yüce kudret sahibi Allah her şeyi yapıyor, fakat bizler irademizi onun rızası dairesinde kullanmamızı istiyor bunu yaparsak ne mutlu bize.

Ben övünmek için değil, kendimi tanıtmak için anlatayım, Eski Yugoslavyanın Sırbistan’a bağlı 636 senelik camii bulunan BİLAÇ isimli bir kasabacıkta dünyaya gelmişim. Evladı Fatihan’dan çilekeş fakat mutlu biri olduğumu size bildirdikten sonra: Baba neslim Konya Karamandan, Bey unvanı ile Esad Beyin oğlu Aguş beyin oğlu olup ve Tokan Dündar Oğullarından  Hacı Halit soyundan Zühre annemden meydana gelmişim. Babamın sülalesi fazla dindar değildiler, ama babam annemle evlendikten sonra Ta’vizsiz hoca olan Abdülhamid Hoca dayımın nasihatlerini can kulağı ile dinledikten sonra babam çok takva sahibi biriydi. Ben doğduktan sonra 5 yaşında olunca babamla beraber akrabalardan yaşlı bir ninede beraber Kur’an okuduk. Ben 6 yaşındayken Kur’an-ı Kerimi hatmettim. 7 yaşında iken babam rahmetli oldu. Hoca dayımın sözlerine itiraz etmediğim için yaşım 10 olunca başkasına Kur’an-ı Kerim’i öğretmeye başladım. İlk önce 5 yaşında olan kız kardeşime, amcamın evlatlarına ve komşuların yavrularına derken o kudsi vazife bizim evde bu güne kadar devam ede geldi. Her nekadar sosyalist idare altında Kur’an okutmak yasak idiyse de ben o kudsi vazifeyi hiç kesmedim. Evimizin avlusunun sokağa çıkan 3 kapısı vardı. Kur’an dersine gelenler başka kapıdan gelir başka kapıdan çıkarlardı. Ailemizin bütün fertlerini Kur’an-ı Kerim’i okutma kabiliyetine sahip yetiştirdim. Kendim evin idaresini getirme peşinde olduğum zaman onlardan boş olanı o işi yapardı. Bizim hanıma dahi Kur’anı okuttuk oda o işi yapıyordu. Hatta Türkiye ye geldikten sonra bulunduğumuz mahallenin hanım ve kızlarının çoğuna  Kur’an-ı Kerim’i bizim hanım okutmuştur.

Şimdi gelelim asıl mevzumuza:  Müslüman anne ve babanın en zor ve en mühim işi evladına dünyevi eğitimi verirken çocuğun dini eğitimini asla ihmal etmemektir.  Allah bana 4 erkekle 1 kız vermekle beni çetin imtihana tabi tuttu. Resimlerini de göreceğiniz gibi, erkek evlatlarımın sünnetini yaparken, 7 yaşında olan en büyük oğlum merhum Burhaneddin ile 6 yaşında olan kızımın hatim cemiyeti ile birlikte yaptık, bu zamanda, zaman abluka altına  olduğu için, hocanın önünde birkaç hatim yapmaya çocukların vakitleri yok.  Bizim prensibimizde tecvid ve mahrec ile birlikte 1 hatimde çocuğa Kur’an-ı Kerim’i hatasız okutabilme gayretidir.  Evet! Anne ile baba evlatlarını küçük yaştan namazı terk etmemeye alıştırdı mı, sonra o yavruların imanlarını Risale-i Nurlar ile pekiştirdin mi, Allah’ın yardımı ile   o yavrular  sonra namazlarını terke  tenezzül edemezler.

Adnan Menderes ile oranın lideri Titonun, Türk olanlar Türkiye’ye gelebilirler anlaşmaları sonucu, Arnavut, Pomak, Boşnak olan Müslümanlarda Türkiye’ye gelmek için Nüfus memuruna rüşvet vererek Türk oluyorladı ve 1952-1960 arası Yugoslavya’dan Türkiye’ye 2,5 milyon nüfüs  geldiler. Ben ise aslen olduğum halde,Türkiye’de  dine kaşı yapılan inkilaplardan ötürü o zaman gelmedim. Ancak 1959 da bizlere Risale-i Nur eserleri geldikten sonra çok az para ile  çalışacak benden başka olmadığı halde bir minibüse 8 nüfusumu atarak Türkiye’ye 1970 te geldim. O zaman Türkiyemiz’de diplomalı hoca pek yoktu. Ölen hocanın yerine 40 -50 kişi, musabakaya girerek kim daha iyi bilir ise onu alılardı. O zaman Nur talebesi olan Bakırköy Müftüsünden bana imam veya müezzinlik teklifi geldi. Muhtaç olup para ile Kur’an okuma korkusundan kabul etmedim. Emekli oluncaya kadar, birkaç serbest meslekte çalışarak 5 kat ev yaptım 20 küsür sene evimin bir katını dershane yapıp, onu hanımlara tahsis etmişimdir. 43 senedir ya dairemde veya dershanede haftada bir gün erkeklerle de ders yaparız.  Her ne kadar benim prensibimde çocukları okutma var idiyse de. Merhum oğlum Burhaneddinin azıcık kekelemesinden ötürü onu okula veremedim benimle çalışmak için  yanıma adım. 2-3 vasıta değiştirerek haftada en az 3-4 derse beraber katılırdık ve ona özel bir masa yaptım bir taraf lugat bir taraf defter ortada Risale-i Nur kitabı 15 sene ta ki manasını anlamadığı kelime kalmayıncaya kadar öyle devam etti. En son bütün külliyatta mevcut vecizelerin altlarını çizerek tamamladı. Yaşı 30 olduktan sonra 2 çocuğu olduğu halde,  bir gün bana:  “Babacığım bir şey diyecem ama yok demeyeceksin” dedi. “Peki nedir söyle bakalım.” Madem Kur’an-ı Kerim Risale-i Nurlar gibi bu hakikatleri  önümüze sermiş, ben Kur’an-ı Kerim’i  ezberlemek istiyorum. Ben ilkten, “yok olmaz oğlum sen ağır işlerde çalışıyorsun veballi olur yapamazsın” dedim, “aman babacığım  beni kırma” dedi ve  “tamam” dedim. 4 senede hafız oldu ve ben bırak yapamıyorsun demeyeyim diye, dersini bende dinletmiyordu. Gidip başka yerlerde hoca  bulup dinletirdi. Hafız olduktan sonra Bizdeki dersten sonra ona Kur’an okuturdum, okuduktan sonra, bir sefer ben cemaata: “Bizim Burhaneddin hafızdır” dedim, cemaat  gittikten sonra bana:  “Babaciğim niye ona buna benim hafız olduğumu söyliyorsun, ben halkın bilmesi  için mi Hafız oldum” laflarla bana çıkışırdı. Kızı da babasına benzeyerek kızımın kızıyla birlikte imam hatipten sonra Adana’daki dershanede 4 sene yalınız Risale-i Nur okudular sonra geldikten sonra Merhumun kızı evlendikten sonra bir taraf çocuğunu sallarken diğer taraf oda babası gibi hafızlıgını tamamladı Elhamdülillah .

Kızımı hiçbir gün okula göndermedim. 11 yaşındayken Hafız oldu ve hafıza tembellik zamanında bazen bağırıp, kızmak icab ettiğinden dolayı, baba evladını kolay hafız yapamadığı için 2 kilometreye yakın uzak bir yerde olan sevdiğim bir hocaya 4 sene dersini dinletmeye taşıdık. Okul derslerini dışarıdan verdi. Şimdi benim kızım Üniversite talebelerine ders verir . Beyi Yüksek İslam Enstitüsü me’zunudur ve Eyüp İmam Hatip okulunda öğretmendir.

Ondan sonraki Oğlum Nizameddin İngilizce dili me’zunu 10 sene öğretmenlik yaptı. Şimdi Denizli’de Nur Tekstil’in dış pazarlama müdürüdür her gün internetle 2-3 bin kişiye  bir hadis ve Risale-i Nurdan bir vecize gönderir. Büyük kızı Barla’da hafız oldu. Bir Nur talebesi ile evlendi, şimdi küçük kızı hafız oluyor. Oğlu ile damadı ve büyük kızı şimdi umreden geldiler.

Ondan sonra Fahreddin isimli oğlum var. Onu da okutmak istedim, bana sen çalışacan ben okuyacam ona razı olmam diyerek çok çeşit işlerde çalıştı şimdi Tır şoförlüğü yapıyor. Ramazanda kendini denemek için 1 günde bir hatim yapmış. Allaha şükür, işte iken iki senedir Pazartesi Perşembe oruç tutuyormuş.

En küçük oğlum Nurullah Haktanır 18 sene Eyüp Alibeyköy dershanelerinde Vakıflık yaptı. İşte iki sene evlendirdik hanımı dilsizlere ders yapıyor. Allaha karşı şükür ile borçlu kimse varmı ben gibi: Çünkü ailemde 32 nufus hepsi Nurcu fire yok şükür.

       

ŞÜKÜRLE MEDYUN KİMSE VARMI BEN GİBİ?

(Fahır değil, ancak tahdisi nî’met içindir)                 

 

Eğer bir kul acz ve fakr ile halikını bulursa,

Masivaya aldanmadan az günahla kurtulursa,

Büyük Allah kâfirlerden muhafazaya aldıysa,

Diyemez mi şükürle borçlu  kimse var mı ben gibi?

 

Yedi yaşta iki kardeşle yetim kaldı ise

Onları O Hafız-ı mutlak hıfzına aldı ise,

Ummadığı yerden onlara bol rahmet yağdı ise

Diyemez mi şükürle medyun yoktur kimse ben gibi.

 

Diyar-ı küfürde Allah büyüttüyse saptırmadan;

İmansız yapmaya koşuşan kurtlara kaptırmadan;

Allah, nefis ve şeytandan koruduysa azdırmadan;

Diyemez mi şükürle borçlu hani kim var ben gibi?

 

Gavuristan da Allah Nurları tanıttırdı ise

Sebebini Halk edip anavatana attı ise;

Asrın en parlak kervanı, Nurculara kattı ise;

Diyebilir şükürle medyun var mı kimse ben gibi?

 

Rabbime çok hamdolsun ki, bize kulluğu bildirdi,

Bu kadar kıvrımlı yollardan bu günlere getirdi,

Bilirim ki kulluk tadının asla bulunmaz dibi,

Allah’ıma  şükürle borçlu kimse var mı ben gibi?

 

Rabbimize çok şükürler ki Nur’lara boğdu bizi,

Engebelerden aştırarak gösterdi doğru izi,

Nurlar ile pür nur etti aslımızı neslimizi,

Bağırarak derim kim var şükürle borçlu ben gibi?

                                                                

Rabbime şükür ki Nurlara hâdim eyledi bizi,

Risaleler Balkanlara da gidiyor dizi dizi,

Dillerine çevirdik ki takip etsinler bu izi,

Yaratana şükürle borçlu kimse yoktur ben gibi?

 

Bu güne dek yetmiş beş bin kitap oraya gitti

Bu vazifeye Nurlarda aldım iman beni dürtti

Sebep olduk o gençler imanli yaşamak dert etti

Bu sefer beş bin kitapla gittim kitaplar hep bitti

 

Yüce Allah’ım! Hıfzet bizi her türlü fitnelerden,

Nuru Kur’ân’ı  yaşamaktır benim dileğim Senden,

Duyururum, Allah’a borçlu kimse yoktur ben gibi?

Aman Yarabb! Sana sığındım, yok ki Hafiz Sen gibi.

 

Bunu yazdım ki bu fakirin bir gün ruhu çıkacak,

Allah’a borçlu olduğumu bunlar ispat olacak,

Ümit varım Rabbime ki Lütfüyle bağışlayacak, 

Gel kulum diyip, şefkatini fakire yollayacak.

Abdülkadir Haktanır / ww.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Bir Şey

Yaşlı adam, şehir içindeki bir sokakta ağır adımlarla yürüyor, ara sıra dinlenip tekrar ilerliyordu. Gençlik yıllarında tamamen düz zannettiği bu yolun hafif bir yokuş olduğunu son yıllarda anlamış, ihtiyarlığı bu yüzden kabul etmişti. Adamcağız, biraz sonra aniden durdu. Gözleri, bir tekerlekli sandalyeyi itmeye çalışan küçük bir kıza takılmıştı. Hem de bayır yukarı. İhtiyar adama göre, sandalyenin boş olması lâzımdı. Ama yakına gidince şaşkına döndü. Sandalyede, felçli olduğu anlaşılan ve hiç kımıldamadan duran bir adam vardı.

Yaşlı adam, küçük kızla konuşmaya başladı. Sandalyede oturan, biricik babasıydı. Annesiyle birlikte onu gezdirirlerken, kadıncağız bir anda fenalaşmış, aceleyle en yakın eczaneye koşmuştu. Babası da elbette, küçük kıza kalmıştı. İhtiyar adam, kızın hâlâ sandalyeyi ittiğini görünce:

— Benim melek yavrum!. diye söylendi. Senin gücün onu itmeye yetmez!. Küçük kız:

— Bunu ben de biliyorum!. diye atıldı. Ama babam için, bir şeyler yapmalıyım.

— Peki, dedi ihtiyar. Madem ki biliyorsun, o zaman itme!. Küçük kız:

— Babam için bir şey yapmam gerekir, diye tekrarladı. Onun sandalyesini itemesem de, geriye doğru kaymasını engellerim ya!..

Cüneyd Suavi / Zafer Dergisi