Kategori arşivi: Kişisel Gelişim

Akıştaki insan

Hayat, akıp giden bir ırmak, çağlayan bir şelaledir. Bu akıntı içerisinde her insanın bir yeri ve zamanı vardır. Bu akışta kimi zaman debi ve drenajın azaldığı kimi zaman da haddini aştığı aşikardır.

Zamanla öyle hadiseler yaşarız ki hem kendimiz hem de çevremizdekiler ve hadise içinde olan kimselerin havsalası almaz. Kimi zaman da kör gibi hareket ederiz. Yani bu hayat akışında mutlak bir hüküm sahibinin izni ve tasarrufuyla hareket ettiğimizi anlıyoruz. Akışta sıkıntı ve sevinç birbirini takip eder. Ama bu takip farklılıklar arz eder.

Sıkıntıların peş peşe gelmesi de sevincin devam etmesinin temel sebebi bunları peş peşe koyarak marifetullah ve muhabbetullah mertebelerinde terakki etmek içindir. Yani peş peşe gelenleri üst üste koyup basamak yaparak insanın yaratılış gayesinde ilerlemesidir.

Marifetullah ve muhabbetullah tarikinde terakki etmenin yolu ise, iz’an-ı akli ve kalbi kapılarından geçerek oluyor. Bu yolun sonunda ise, feraset, basiret, dirayet, kemalat sahibi olma ihtimali pek kuvvetlidir. Mutlaka olacak değil ama ekseriyetle bu kazanımlar, ihsan-ı ilahi ile oluyor.

Bu sebeple peş peşe gelen şeyleri fıtrata uygun olarak değerlendirmek gereklidir.

Bu akış ya selametle veya hüsranla devam edip son bulacaktır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak:RisaleHaber

Yazarım tüm yazıları için tıklayınız

www.NurNet.Org

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

ELİNDE 1 CM İMKAN OLAN

 

bebeklerde-güvenli-baglanma

Bu yazımızda islami tabirlerin içinin boşaltılıp, dar ve indi anlayışlara indirilmesi ve kaybolan/kaybedilen değerlerimize değinmek istiyorum.

Dünya genelinde dinlere mesafeli ve seküler, narsist ve sosyopat .. kişilikler karşımıza çıkıyor. Üçüncü sanayi devri olan bilgisayarlı dönemde, teknolojinin çocukların ve gençlerin eğlence aracı olarak kullanılmaya başlamasıyla hedonizm zirveye tırmanmaktadır.

Teknolojinin neredeyse gençlik tarafından eğlence aracı olarak kullanılmasıyla farkında olmadan kendi beynini tüketmektedir. Çünkü sadece oyun ve eğlence için kullanılan teknoloji gelecek neslimizi köreltmekten başka bir şey değildir. İşin üzücü tarafı ise dünya genelinde fotokopi insanlar karşımıza çıkıyor. Ortak anlayışı hedonizmden başka bir şey değildir. Milli ve manevi değerlerin yeni nesillere aktarılmaması neticesinde manevi ve milli kimliklerinden yoksun mutant ve mahrem gayr-ı mahremi olmayan nesil karşımıza çıkıyor dünyadaki tüm toplumlarda. İşin üzücü tarafı ise, bir zenginlik ve birikim olan kültürlerin adeta köküne kibrit suyu dökülerek kurutulmak ve yok edilip ne olduğu belirsiz/hibrit bir nesilin eliyle kendi kültürü imha edilmektedir.

Bir tarafta besinlerin bozulması ve bu bozulmayla besinlerin bir terör aleti halini almış durumdadır. Nesillerin bu şekilde elden avuçtan çıkması ise toplumsal bir buhran ve tıkanıklığın selektör yapmasıdır.

Toplumların buhrandan kurtulması ve dünyanın yaşanılırlığının sürdürülebilmesi için çareler, yöntemler araştırılması gerekmektedir. En azından tohum ıslahı kadar önemli bir mevzudur.

Dünyanın değerlerinde görülen değişimleri sadece eski anlayışla yorumlamak mümkün değildir. Çünkü yeni gelişen hadiseler daha öncekilere benzemiyorsa eski yöntemlerle yeni hadiselere tam çözüm üretilememektedir. Yanlış sorunun doğru cevabı da yanlış olacaktır.

Milli Eğitim kanalıyla okullarımızda ve her millet kendi maarifinde milli ve manevi değerlerine  sahip çıkacak tarzda politikalar izleyerek toplumsal asimilasyondan kendisini koruyabilir. Aksi halde toplumlar iflasın eşiğine ister istemez sürüklenecektir.

Hem akademik kariyer hem de kültürel değerler eş zamanı olarak verilebilir. Bunun misalleri dünya genelinde mevcuttur. Öncelik akademik kariyere verilirse bu gelişme toplumların nasist, seküler yapıya bürünerek akademik olarak gelişmiş; ama milli ve manevi olarak gerilemiş bir zemin olacaktır. Ve menfaatperest insanlardan oluşan toplumlar için kültürel miras bir şey ifade etmediği açıktır.

Eğitimine başlayan yeni dimağlar, dijital oyun, eğlencelerle de köreltilmesi yanlış bir şeydir. Tıpkı sadece akademik kariyere yönlendirilmesi gibi . .

Yeni dimağlar, ilk zamanlarında aileler tarafından bilinçlendirilerek hayata hazırlanmalıdır. İlk eğitimini ailede alamayan yeni nesiller zaten hayata geriden başlamış oluyorlar.

İlk eğitimini aileden alanlar ise, hayatta daha başarılı oldukları görünüyor. Her şeyin ilk adımı ailedir. Bu sebeple aile hayatı ne kadar sağlam olursa yeni dimağlar da daha sağlam olarak yetişecek olup ilk eğitimlerini daha sağlam alması sebebiyle hayatının temelleri muhkem olacaktır. Temelleri ailede alınamamış bir hayat hayatta pek çok keşmekeşe maruz kalacaktır.

Yetişmekte olan nesil tenoklojiyle ortak kültürle yetişmekte. tabi buna kültür denirse.

Elinde 1 cm imkanı olan yeni nesile bildiğini aktarsın ve eli altında olanları da her şerden muhafaza etmenin yolunu arasın. Yoksa ahlaksızlıkla haşr u neşr olacak ve sefih bir nesil sizi bekliyor. Va esefa . . va hasreta . .

“Acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:

    “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol tarafında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:

 

“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!” [1]

“Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. …

Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.”[2]

 “O kal’a-i metin, o hısn-ı hasin ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).”[3]

 “Sünnet-i Seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.”[4]

 

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Münazarat ( 50 )

[2] Sözler ( 362 )

[3] Lem’alar ( 71 )

[4] Lem’alar ( 56 )

Dünya ve insan nereye gidiyor?

“Dünya, ekserî feylesofların ve âlimlerin dediği gibi, yepyeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor.”[1]

İnsan ve insanlık, ilk insanların yeryüzüne ayak basmasıyla beraber tekamül kanunun fitilini ateşlemişlerdir. İnsan ve beraberinde insanlık daima kendisini yenileyerek, bilgi, beceri, kabiliyet cihetiyle tekamülün temelini ve ana çarkını teşkil etmiştir.

İnsan(lık) tekamül ettiği ve yeryüzünde kemiyet ve keyfiyet cihetiyle daha rahat nasıl yaşanılırın formülünü aramıştır. Bu arayış bazen hüsranla neticelenmiş bazen de istediği şeye götürmüştür insanı. Lakin ne insan buna kanaat etmiş ne de insanlığın tekamülü tıkanıklığa uğramıştır.

İnsanlık sanayi devrimleriyle bu ihtiyacını izale etmeye çalıştı. Önce Buharlı, sonra Elektrikli, sonra bilgisayarlı ve şimdi dördüncü dönem olan otonom/robotik döneme doğru gidilmektedir.

Bu otonom dönemde bizi ne bekliyor?

Robotik bir dünya, yapay zeka da denilen bu otonom dönemde, bilgisayar çağı olarak addolunan ve yapay zekaya geçiş döneminin kıpırtılarını yaşadığımız bu zaman diliminde yetişen 25 – 30 yaş altı olan neslin dünya genelinde Narsist, Feminist, Deist, Ateist… fikir akımlarının ortak neticesi olan melez/hibrit bir nesil yetişerek bir köy halini alan dünyada insanların tek bir kültürle yetişmesi hedefleniyor. Tabi bu melez/hibrit olan şeye kültür denilirse!

Hibrit neslin önündeki setler nelerdir?

* Milli değerler (örf, adet, an’ane)

* Manevi değerler (Din ve dini semboller/şeair)

* Aile hayatı

* Milli ve Manevi değerlerle yoğrulmuş olan toplumsal kültür

* Ahlak olmak üzere bunları temelde sayabiliriz. Bu kadarla sınırlı değil tabiki.

Çin, AB üyesi ve ABD topraklarında toplum tamamen pragman haline gelmiştir. Yani faydacılık, menfaatçilik üzerine bir hayat haline gelmiştir.

İnsani erdemler ise yok olmuş, menkıbe gibisinden bile esamesi silinmiş halde. Bu durumda bulunan toplumlar insanlık olarak iflas etmiş. Bunun eksikliğini ise iflas etmiş olan toplumlar hissetmemekte. Çünkü kaybetmiş olduğu şeyin farkında bile değiller. O derece seküler, narsist olunmuş ki adeta dünya ve metaı putlaştırılmış…

Dördüncü nesil olan otonom dünyada melez/hibrit neslin önü ancak milli ve manevi değerlerin ön planda tutulmasıyla ve yeni nesle bu değerlerin daha kuvvetli aktarılmasıyla mümkün olacaktır. Yoksa kuşak çatışması denen hadise daha da şiddetlenecektir.

Milli ve manevi değerlerini yeni nesle aktaramayan toplumlar melez/hibrit nesillerle adeta köleleştirilecekler. Gerek internet ile gerekse başka yollarla bundan kaçışı olmayacak. Hibrit nesiller yeri aldığında artık ileri toplum, geri kalmış toplum olmayacak. Bir mason sloganı olan dünya kardeşliğine geçilmiş olacak. Bu ise Yahudiliğin bir projesidir.

Komünizmin icadçıları yalnız Yahudilerdir.”[2] Dünya milletlerini dinsizleştirerek ebedi bir intikam peşinde koşan Yahudilerdir. Otonom döneminde azami dikkat edilmeli. Yapay zeka ile belki insanlar cep telefonu gibi uydudan bir şekilde kontrol edilebilecek bir hale bile gelebilir.

Dünya sanal bir market haline getirilerek hemen her şey yapay/sanal hale de getirilmek istenmektedir. Beynelmilel komiteler de bunu istemekteler.

Tabi bunlar birer varsayımdır. Zaman ne gösterecek bekleyip göreceğiz.

Allah ilerleyen zamanı hakkımızda envara, esrara mazhariyete vesile ve hayırlı eylesin.

Selam ve dua ile.

[1] Tarihçe-i Hayat ( 625 )

[2] Tarihçe-i Hayat ( 719 )

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

DÜNYA VE İNSAN NEREYE GİDİYOR ? 1

DÜNYA VE İNSAN NEREYE GİDİYOR ? 1

 

“Dünya, ekserî feylesofların ve âlimlerin dediği gibi, yepyeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor.”[1]

İnsan ve insanlık, ilk insanların yeryüzüne ayak basmasıyla beraber tekamül kanunun fitilini ateşlemişlerdir. İnsan ve beraberinde insanlık daima kendisini yenileyerek, bilgi, beceri, kabiliyet cihetiyle tekamülün temelini ve ana çarkını teşkil etmiştir. Çünkü; “insan, Rahman suretinde yaratılmıştır.”[2]

Rahman isminden anladığım bir mana ise, Esma-i ilahiyenin sakfına en yakın iki isim olan Rahman ve Rahimdir. Bu iki esmanın üzerinde de Allah esması var.

“Allah bir ism-i câmi‘ olduğundan esma-i hüsna adedince tevhidler, içinde bulunur.”[3]

“Rahman, Rezzak manasınadır. Rızk, bekaya sebebdir. Beka, tekerrür-ü vücuddan ibarettir.”[4]

Rahman isminin dünyaya bakan veçhesinde Kafir, Münafık, Mürted, Müslüman ayırt etmeden herkese rızık vermek manasına gelir.. Her kim ki Kainat ve içindeki her şeyi halk eden ALLAH’ın koyduğu Adetullah kanunlarına muvafık olarak hareket ederse yaptığı işte muvaffak olacak. Çünkü “insana ancak çalıştığının/kesbinin karşılığı vardır.”[5]

“Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.”[6] Hitabı daima, kainatta Ezan-ı Muhammedi (asv) gibi yankılanmaktadır. Bu tekamül kanunu olan adetullaha kim uyarsa Rahman ismi muktezasınca yaptığı işte muvaffak olacaktır.

İşte Rahman ismi/esmasının dünyaya bakan cihetinde bu var.

Rahman ismi, adetullah’ı nazara verir. Adetullah ise muvaffakiyetin miftahıdır.

İnsanın gayretleriyle hayatını bir şekle soktuğu gibi bu şekil başkalarının hayatını da müsbet/menfi olarak şekle sokacaktır. İnsan sosyal bir varlık olduğu için bu sosyallik diğerkâmlık ve değerkâmlığı da beraberinde getiriyor. Her koyun kendi bacağından asılır; ama onun etkisi sadece o koyunla mahdud kalmaz.

         “Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.” [7]

Burada mezkur olan açlık kavramını metindeki gibi midevi açlık olarak anlamak ve manevi açlık olan hırs yani açgözlülük olarak da anlamak mümkündür ki her iki mana da caridir.

“Mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.”[8]

* Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. (M.271)

* Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir. (M.271)

* hırs; şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. (M.366)

* Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırs.. (Ş:173)

* Hırs ile aculiyet, sebeb-i haybettir. (H.139)

* Hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder. (H.139)

Hırs ile alakalı Yirmi İkinci Mektubun İkinci Makamı ve atıflarına bakılabilir.

İnsanlığın tekamülü hırs ile değil kanaat ile mümkündür. Çünkü hırs ile bir şeye el atan, hırs sebebiyle elini attığı insan mahrum kalır.

 

Peki hırs olmazsa tekamül olur mu? Denilirse

          Derim ki, evet olur nasıl. Bunun ölçüsü de kainatı yaran Halık-ı Zülcelal’in istemiş olduğu tarz olan sünnet-i seniyye kapısından geçerek o kaleye itica etmekle mümkündür.

Sünnet-i seniyye, insanı ve insanlığı ifrat te tefrit olan aşırılıklardan muhafaza eder.

Rabbim, Rızası dairesinde, sünnet-i seniyye çizgisinde dareynde bir ömür nasip etsin inşallah. Amin.. amin..amin..

“Bu sebeble oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur ile çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim.”[9]

“Her halde Risale-i Nur‘la alâkadar olanlar arasındaki safvet ve ihlas ile, Risale-i Nur‘un ind-i İlahîdeki derecesine ve hizmetin ulviyetine atf olunur.”[10]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 625 )

[2] Buhari, İsti’zan, Müslim, Birr, 115 Cennet, 28

[3] Sözler ( 395 )

[4] İşarat-ül İ’caz ( 15 )

[5] Necm Suresi 39. Ayet Meali

[6] Hutbe-i Şamiye ( 85 )

[7] Kastamonu Lahikası ( 140 )

[8] Lem’alar ( 122 )

[9] Barla Lahikası ( 35 )

[10] Barla Lahikası ( 305 )

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Örnek İnsanlara İhtiyaç Var!

Müslümanların dinlerine bağlılık derecesini iki gruba ayırabiliriz.

1) Annesinde babasında gördüğünü taklit ederek dinini yaşayanlar.

2) Şuurlu anne babanın emrinde hayatını devam eden, veya arkadaş, eş dostun öncülüğünde ehli’sünnet ve cemaat dahil herhangi gruba bağlı kalıp Müslümanlığa bağlılığını kendilerine ana prensip edinenler. Bunlarda en sağlamı en mükemmel faydalanmayı Risale-i Nur eserlerinden alanlarda görebiliriz. Çünkü Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu eserleri yazarken, ispat ve ikna metodunu seçmiştir.

Birinci guruptaki Müslümanların iyiliği de kötülüğü de sınırlıdır, yani onların günahları da sevapları da kendine aittir, başkasına fazla tesir etmez. Çünkü zamanımızda dinimize her taraftan saldırı olduğu için, bunlar gibi din kültürünü alamayanlarda aradığın dinin mükemmellikleri bulamazsın. Sebebine gelince bunların inançları tahkiki değil taklididir. Bunlar ehil kimselerden, veya kitaptan dinlerini öğrenmedikleri için, her zaman nefis ve şeytanın oyununa gelerek hislerine mağlup olabilirler. Bunlarda akıl değil duygular hakimdir. Bunlara herhangi menfaat gösterilse, ona aldanabilirler. Bu gibi kimselerin tahammülleri de sabırları de azdır.

İkinci kısım Müslümanların imanları taklidi değil tahkikidir. Bunlar din kültürünü ispatlı bir şekilde alan kimselerdir. Bu karakterdekiler çok dikkatli hareket ederler. Bunların yaptıkları bütün iyiliklerinden, bağlı oldukları guruplardan hisse alır, şeref duyar. Yaptıkları kusur ve hatalar da cemaate mal olur. Çünkü, böyle bir gruba bağlı olanların hali, kâr ve zarar ortaklığı yapan şirketlerin haline benzer. Onların kârını da zararını da beraber karşılarlar. Bu kimselerin bütün hal ve hareketlerinde, âzami dikkat yazar. Onlar her şey konuşamaz, her yere gidemez. Haramlar şöyle dursun şüpheli şeylerden dahi uzak durmak kendilerini mecbur hissederler. Komşularla iyi geçinmekte hassastırlar. Evlerinde kavga ve gürültüden uzak, ahlak kurallarına dikkatli. Yalnız âile reisi değil, hanımı, oğlu, kızı, gelini, yani tüm âile efradı ahlak kurallarına uyma mecburiyeti hissederler. Kısacası cemaate-guruba bağlı olanlar yaşadıkları hayatlarıyla başkalarına örnek olmaları icap ediyor. Dine lâkayt olanlar, bunları görüp, bunlar gıpta ederek, İslam hayatını yaşamaya balalarsa, yaptıkları sevapların tümünden bunlarında amel defterine yazılır.

Müslümanlık kabaların dini değildir. Bilakis İslam dini çok ince hassas bir dindir. Yaptığın iyi amellerden de gururlanamazsın. Hata edip yaptığın ufak tefek günahlara karşı da üzülmeden kalamazsın. Nasıl ki cahillerde kibir, gurur, kötü bir haslet ise, Allah’ın dinini yaşayanlar da, yaptıkları sevaplı işe güvenerek büyüklük taslayamazlar. Çünkü o hal “ucub” denilen bir çeşit gurura sapmak demektir. Yani, hem iyi işleri yapacaksın hem de onlarla övünmeyeceksin. Belki sana düşen görevi yapabildiğin için Allah’ına şükredeceksin. Yaptığın günahlar ise, mantığını kullanmayıp nefsine ve şeytanına uyduğun için, onlar senin öz be öz mallarındır. Onlardan kahrolmak senin hakkındır. Böylece kurtulup selamete ermen için, yaptığın günahlardan ötürü Allah’tan korkup bağışlanmanı dileyeceksin. Yaptığın sevaplar için ucub’a düşmeden Allah’hım ibadetlerimi acaba rızana uygun yapabildim mi diyeceksin. Böylece korku ve ümit yolu olan orta yolu takip edip, sapmadan yürüyüp gideceksin. Unutma ki ahlakın zirvesine erdiren İslam, çok sağlam temeller üzere kurulmuştur. Allah Hadisi Kudsi ile bu ifadelerimi çok iyi tasdik etmektedir. ”Ben rızamı iyi ameller içine sakladım. Gazabımı da günahlar içinde sakladım.” Yani iyi amellerin tamamını yapacağız ki Allah’ın rızasına isabet edelim. Günahların da tamamından çekineceğiz ki kurtuluşa erelim.

Tüm insanlar için numune-i imtisal Peygamberimiz aleylissalatu vesselam’dır. Kurtuluş yolumuz, O Zatın (a.s.m.) açtığı yoldur. Bilhassa bu fitneli âhır zamanında Peygamberimiz (a.s.m.) ın sünneti seniyesini yaşayabilsek, yüz şehidin kazandıkları sevabı kazanma imkânı elde edebiliriz. Bunu da Peygamberimiz (a.s.m.) haber veriyor.

O mübareğin örnek ahlakından yalınız iki tanesini nazarınıza sunduktan sonra, Bazı örnek şahsiyetlerden birkaç tanesini de nazarınıza sunacam.

1-Aleyhissalatu vesselam sahabelerle bir yerden gelmişler. Namaz vakti girdiği için abdest almışlar. Karınlarını doyurmak için de bir deve kesip pişirmişler yemişler. Azcık dinlenmek için yerlere oturmuşlar. Namaza kalkacakları sırada Sahabenin birinde hades vuku bulduğunu fark eden Peygamberimiz (a.s.m.) sahabeyi mahcup etmemek için orada bulunan sahabelere: ”Deve eti yiyenler tekrar abdest alsınlar” buyurmuş ve bu sebepten Hanbeli Mezhebinde olanların deve eti abdestlerini bozar.

2-Hendek Savaşına hazırlık yaparken, hendek kazan sahabelerden biri, Ya Resülallah, karnım çok aç, karnına bağladığı taşı göstererek bak karnıma taş bağlamışım. Peygamberimiz (a.s.m.) onu rahatlatmak için, elini kuşağına sokup karnına bağladığı iki taş çıkarır ve der işte ben açlıktan senin gibi bir değil, iki taş bağladım. bunun üzere Sahabe mahcup olur ve kusurumu af edin Ya Resülallah demiş.

3-Bakın Peygamberimizin (a.s.m.) yolunu harfiyen takip etmeye gayret eden mübareklerden Asamm Hazretlerine dini bir mesele sormak için biri gelmiş. Odada yerleşip meseleyi sormadan adamda hedes vuku bulmuş. Adam çok mahcup olarak soracağı meseleyi heyecanla sormaya başlamış. Asamm Hazretleri hadesin vukuunu işitmediğini adama his ettirmek için, kardeşim biraz bağır çünkü benım kulaklarım sağırdır zor işitirim demiş. Bundan sonra o mübareğin ismi sağır manasında Asamm kalmış.

4-Allah’ına ve Onun Resulüne tavizsiz itaat eden Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı Risale-i Nur eserlerinde, onun eşsiz ledünni ilmini görüyoruz. Ahlak-ı hamide’nin tümünü kendinde zirvede görüyoruz. İdam mahkemesinde müdafaasında hakime beş para vermemekte, cesaretini. Yamalı elbise giyip kuru ekmeğini sırf çorbaya banarak yemesinde, iktisadını. Zekât, sadaka ve hiç kimsenin hediyesini kabul etmeyip minnet altına girmeme gibi, tok gözlülüğünü. Cumhuriyetin ilk kuruluşunda, Milletvekilleri 30 lira maaş alırken ona 300 lira maaş teklif edilmiş, artı Şeyh Sunusi yerine gezici vaizlik, artı Milletvekilliği, artı Ankara’da meşhur Köşkü ona verildiği halde, Milletin imanının kurtulması yolunda tümünü red edip, Yirmi sekiz sene zindanlarda mahkemelerde sürgünlerde geçirmek gibi eşsiz fedailiğini ortaya serebilmesi Allah’a karşı ihlas ve samimiyetle bağlılığından başka değildir. Onun neticesinde, eserleri olan Risale-i Nurlar dünyanın dört yanına yayılıp milyonların imanını kurtarabilme gibi muvaffakiyeti elde edebilmiştir. Böylece Bediüzzaman Hazretleri, erişilmeyecek derecede numune-i imtisal bir şahsiyetir.

5-Pakistanlı meşhur Şair Muhammed İkbal, İslam ülkelerinden başka birine gezmeye gitmiş. Oranın halkı onu gezdirmek için o zamanın lüks vasıtası olan bir payton getirmişler. İkbal onu kabul etmeyip onlara: Avam hangi vasıta ile seyahat edip geziyorsa bana onu getirin demiş. İşte tevazuu içeren, büyüklerin yüksek ahlakının insanlığa sergilediği örnek ahlak!..

6-İstiklal marşımızın Şairi Mehmet Âkif Ersoy. İstiklal marşını yazmakta çok para olduğu için, yedi yüz küsur kişi rekabete katıldıkları halde, Âkif katılmamış. Tüm onların yazdıkları marşları meclis dinleyip hiçbirini beğenmeyince, meclisteki üyeler tarafından, Mehmet Âkif niye gelmedi denilince: Bilmiyoruz cevabını vermişler. Peki onu tanıyan kim ise gidip kendisinden sorsun. Gidip Âkif’in kendisine sorunca, demiş: orada çok para olduğu için ben katılmadım. Çünkü ben şeref ve haysiyetimi parayla satmam demiş. Ona: Parayı ister al ister alma, millet bunu senden bekliyor denilince. Yazıp götürmüş ve büyük alkışla meclis yazdığı İstiklal marşını üç defa ayakta tekrarlamış. Tok gözlülükte de örnek şahsiyet olduğu için, Allah istiklal marşını yazmasını ona nasip etmiş!..

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org