Kategori arşivi: Yazılar

Bu Memleket Bizim! (Şiir)

Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve diğerleri

Sünni, Alevi… bin yıldan beri

Anadolu’nun on parmaklı elleri…

Türkçedir bu milletin yıllardır resmi dili

Kürtçe, Lazca, Çerkezce de konuşulan ana dilleri

 kalkınmak, ileriye gitmek istiyorsak

 bir dil yetmez ki insana

 bize gerek, bilim ve teknoloji dili

Kardeşçe yaşatmıştı asırlarca bizi bu Din

şehitler verdik, gazi olduk yıkılmadı bu Devlet

Kurtuluş Savaşı’nı kazanmadı mı aynı Millet?

bırakmadı yakamızı ah!, niye

 otuz yıldır şu bölücü illet!

Ülkemizi sardı emperyalist dış güçler

tarih boyu hep oldu, bölücü hevesler

buldu içimizden, bazı aldatılmış nefisler

Geçmişten günümüze, kalmadı ülkemizde

 ne Padişahlık, ne Meşrutiyet ne de

 tek Partili Cumhuriyet…

göründü ufuktan bir sessiz gemi

duyuldu ardından kurtarıcı sesi

daha çok Demokrasi, daha çok Demokrasi…

Bilelim artık kıymetini Anadolu’nun

Dörtnala gelip uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim

olamaz bize yar, hiçbir —–izim

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Bir Karadelik: “Keşke”

GEÇMİŞ, GEÇMİŞTİR bazılarına göre. Sadece zamandan bir parça olması yönüyle geçmiş, geçmiştir doğru. Bir daha geri gelmesi, getirilmesi mümkün değil. Fakat içinden insan geçmişse geçmişin, geçmemiştir. Beden anla mukayyed olsa da ruh ve hayal, zamana ait hiçbir kayda tâbi olmak istemez, olamaz. İnsan, bulunduğu anla geçmişi hep bir arada tutarak şahsiyet sahibi olur çünkü. İnsan geçmişiyle insandır.

Muhayyile, zamanın geçmiş ve gelecek kollarının şimdinin gövdesinde aynı anda kanat çırptığı geniş bir meydan. Belki gelecekten çok geçmişin tüm ayrıntılarıyla yeniden sahnelendiği bir meşher.

Hemen her insanın bir ukdesi kalır geçmişin dehlizlerinde. Çözülememiş, doğru dürüst de bağlanamamış, bir köşede unutulmuş görünse de hafızanın gördüğü ilk aynaya tekrar yansıttığı ukdeler. Ya bir vicdan azabının, ya bir incitmişliğin ya da bir incinmişliğin ama hep bir teessüfün unutmaya izin vermediği eksik yaşanmışlıklar.

Ruh, muhayyilenin geniş meydanında geçmişin bu ukdelerini tekrar tekrar çözmeye çalışır kendince. Çözüm için üretilen her cümlenin başına bir “keşke” konur, bazen de bir “eğer”. “Keşke şöyle yapsaydım”, “eğer böyle yapmasaydım” kalıplarıyla başlayan cümlelerle olmuş olan olmamış, olmamış olan olmuş hale getirilmeye çalışılır. Ukdeleri bir türlü çözemeyen keşkeler, koca bir karadelik olur, insanın şimdiye ait tüm yaşam enerjisini yutar. Geleceğe ait ümitlerini geçmişin karanlığında boğar.

Neden böyle olur? Neden insan, geçmişini, şahsiyetinin bir parçası olmaktan öteye taşır da şimdisini cehenneme çeviren bir hale getirir?

İnsan, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etme melekesine sahip olmaya başladığı andan itibaren önüne tercih etmesi için en az iki yol çıkıyor. Tercih edilen her yolun sonu da, tercih edilmesi gereken en az iki yeni yolun başına çıkıyor. Sonuçta insan, hayatı boyunca, tercih edebileceği dallı budaklı sayısız yollar silsilesi içinden sadece bir çizgiyi tercih ediyor. Geride ise tercih edilmemiş sayısız çizgiler kalıyor. İşte bence keşkelere esir olma hali bu nokta ile ilgili.

Kendimde ve tanıdığım başka insanlarda gözlemlediğim bir şey var. Bu şey, keşkelerle tekrar geçmişe döndüğümüz noktadaki tercih ettiğimiz ve etmediğimiz yollarla ilgili bir yanılsama. Zannediyoruz ki eğer başka türlü karar verseydik, başka bir yoldan gitseydik her şey kesinlikle olmuş olandan daha güzel olacaktı. O ilk tercihimiz başka yönde kullanılsaydı, o andan sonraki tüm hayat çizgimiz hayırlı bir istikamette ilerleyecekti. Bu bir yanılsama. Belki o an başka türlü karar verseydik hayatımızın akışında ilk başta veya bir süreliğine hayırlı olduğunu düşündüğümüz bir durum meydana gelebilirdi. Ama bunun hayatımızın sonraki tüm zamanlarına hayırlı neticeler olarak yansıyacağının bir garantisi olabilir mi? Biz olur sanıyoruz. Mu’tezile gibi sonuçları sebeplerin (burada irademizin) tekeline verip, böyle değil de şöyle yapsaydım daha iyi olurdu diyor, başka türlü davranmadığımız için kendimizi suçluyoruz. Başka türlü davransaydık bile o andaki sonucunun dahi ne olacağı meçhul olduğu halde, sonraki bütün hayatımızın akîbetini o kör noktada yaptığımız tercihe bağlıyoruz.

Halbuki olmuş olan artık kaderdir. Cüz’i irademizin cüz’i bir kuvvet ve cüz’i bir ilimle yaptığı tercih, külli iradenin takdiriyle mühürlenmiştir. Külli iradenin sahibi, ezelî bir ilmin de sahibidir aynı zamanda. Tercihlerimizle çizeceğimiz yolu önceden bildiği gibi tercih etmediğimiz sayısız yolların da hangi akîbetlerle sonlanacağı, tüm ihtimalleri ile birlikte O’nun ilmindedir. O nedenle ancak nokta gibi küçük bir zamanı ve mekânı kuşatabilen aklımızın kısa vadede hayır gördüklerinde, tüm zamanları ve mekânları kuşatan Rabbimiz şer görüyor olabilir. Ya da tam tersi.

Yakınlarda bir vesile ile farkına vardığım Hadîd sûresinin 22. ve 23. âyetleri, şimdisini ve geleceğini keşkelere kurban eden ruhlarımıza, “olmuş olan” hakkındaki İlahi takdire teslim olma çağrısı yaparak onulmaz görünen hüzünlerimize içimizi ferahlatan şifalar veriyor:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.

Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez.”

 07/09/2013

© 2013 karakalem.net, Oktay Gökkoca

Nur Talebesi Şevkat Kahramanıdır

nur.talebesi.sefkat.kahramanidir“Onlar muhabbet fedaisidir.” Risale-i Nur Talebeleri bu hizmet başlayalı beri büyük sıkıntılara ve müşkilatlara ma’ruz kalmışlar, fakat bu onların bir diğer hasletlerini de gün yüzüne çıkarmıştır: Sabır, tahammül ve şükür. Said Nursi’nin bir risalede saydığı ve bu hizmetin lazımı dediği şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak Nur Talebeleri için bir hayat tarzıdır.

Onlar ne olursa olsun başlarına gelen her bela ve musibet karşısında hiç kimseyi suçlamadan kadere teslim olup Cenab-ı Allah’a tevekkül ve sabır içinde şükrederler. Onlar bela, musibet ve hastalıkları günahlarına bir keffaret, nefislerine bir şevkatli sille, gafletten uyanmaları için bir ikaz bilirler ve memnun olurlar. Hakiki kulluğun, sonsuz acz ve fakrını hissetmek olduğunu bilen kadir-şinaslar da Nur Talebelerinin sabır ve şükür mesleğini tam takdir etmektedirler.

İnsanı maneviyatta terakki ettiren en mühim sıfatlardan birisi sadakattir. Bu nokta-i nazardan baktığımızda hakiki Nur Talebeleri sıddıklar zümresine dahildir. Onlar, her zamanda ve her zeminde hedef ve gayelerini unutmadan din-i mübin-i İslam’a nasıl hizmet edeceklerini düşünürler. Bütün hayat safhalarında Rablerinin hoşuna gitmeyecek her halden şiddetle kaçınırlar. Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılıklarının kırılmaması için Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyarlar. Biricik rehberleri olan Hz. Muhammed (A.S.V.)’ın peşinden  ayrılmamak için O’nun sünnetine sımsıkı sarılırlar. Onlar devamlı okudukları ve kabul ettikleri Kur’ani, müstakim ve mu’tedil Risale-i Nur’a sadakatsizlik etmekten ürperirler.

Nur Talebeleri iman ve islam hizmetinde kendilerine üstad kabul ettikleri Said Nursi’nin bizzat yaşadığı ve Risale-i Nurlarla çizdiği hizmet düsturlarından ayrılmamayı prensip edinmişlerdir .Böylelikle sadakat ve vefa duygusu bir Nur Talebesinin kalbine silinmeyecek şekilde kazınmıştır ve bu yüzdendir ki Nur Talebelerinin dostluğundan ne bir zarar ne bir vefasızlık gelir. Onların dostluğu ebede giden bitmez ve tükenmez ahiret kardeşliğidir.

Risale-i Nur Talebesini diğerlerinden ayıran taraf mühim bir fark da ilimdir. Zamanının en mühim alimi Bediüzzaman’ın ifadesi şöyledir: “Bir sene bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın hakikatli bir alimi olur.” Okuyan ve anlayan her İslam aliminin tasdik ettiği gibi Risale-i Nur’dan süzülen Marifetullah yani Allah’ı bilmek ve O’nu isimleriyle, sıfatlarıyla tanımak ilmini apaçık, ikna edici bir üslubla ve herkesin anlayabileceği bir tarzda izah eden eşsiz eserlerdir. Risale-i Nurlar baştan aşağıya hususi bir Kur’an ilmini ve iman hikmetini terennüm eden mücevherat hazinesidir. İşte bu sebeple kendi tasını Risale-i Nur’dan doldurmuş her Nur Talebesi Cenab-ı Hakkı esma ve evsafı ile tanır, kainat kitabını mütalaa eder, insan simasındaki Nakkaş-ı Ezeli’nin nakışlarını görür ve Marifetullah’ın semasında seyeran eder. Bununla beraber bu marifet seyyahı karşılaştığı bir dinsizi Risale-i Nur bürhanlarıyla bir saat zarfında ikna eder ve imana getirir yahut karşısındaki münkir muannidse yani inatçıysa ilzam eder ve susturur, kaçacak hiç bir delik bırakmaz.

Nur Talebesi şevkat kahramanıdır. O; kaybolmuş evladını arayan annenin samimiyetiyle imansızlık yangınında yanan gençliğe sahib çıkar. Çünkü O bilir ki bu dalalet ve sefahet yolunun sonu ebedi bir hüsran ve hezimettir. O tertemiz fıtrata sahib her bir çocuğa Sani-i Zülcemalin kıymetdar bir sanat harikası nazarıyla bakar. Bu antikanın kaba demirciler çarşısında zayi olmaması için bütün varlığını seferber eder. Bir sanatın sahibine olan intisabıyla değer kazandığını bilen Nur Talebesi her insanın ancak yaratıcısı olan Allah’a iman ve intisabıyla büyük bir şeref ve kıymet kazandığını bilir. İman ve ubudiyet vasıtasıyla herkesin bu şeref ve kıymeti kazanması uğrunda cehenneme bile razı olan Said Nursi engin şevkatini şöyle dile getiriyor: “Eğer Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül, gülistan olur.”

Netice olarak şunu ifade edelim ki bu hasletler ve vasıflar hakiki ve hakikatdar Risale-i Nur Talebesinde bulunmakla beraber herkeste kabiliyetine göre ve Risale-i Nur’a olan intisabı nisbetinde bulunur. Şu da var ki hakiki Risale-i Nur Talebeleri bu saydığımız özelliklerin dışında Kur’an ahlakından tereşşuh eden daha zikretmediğimiz birçok güzel haslete sahipdir ve harika seciyeyle müzeyyendir.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Nur Yüzlü Anam.. (Şiir)

Ey emsalsiz fedakâr şefkatli ana,

Canın pahasına sen, kıymazdın bana,

Elli yıl dul kaldın helal olsun sana,

Allah rahmet eder mü’mine kuluna.

 

Her zahmete katlanıp bizi büyüttün,

Ağlarken ninni çektin bizi uyuttun,

Evlatların için her şeyi unuttun,

Çok minnettarım sana nur yüzlü ana.

 

Ninemden muazzam bir terbiye aldın,

Âhirete gitti babam, sen dul kaldın,

Örnek hayatınla çevreye nam saldın,

Allah rahmet eylesin, her zaman sana.

 

Temizlik dersini sen herkese verdin,

Biz evlatlarını tertemiz gezdirdin,

Patavatsızları sen amma bezdirdin,

Senin evladınım ya ne mutlu bana..

 

Her tavrı sanki bir hayâ abidesi,

İşaretle konuşur çıkmazdı sesi,

Üstünde örtüsü, yüzünde peçesi,

Çok minnettarım sana cennetlik ana.

 

Tâvizsiz salihaydın, mümessil anam,

Tertip ve terbiyede noksansız tamam,

Güzel ahlâkla benim misilsiz hasnam,

Allah rahmet eylesin mahşerde sana.

 

Çok baba yetimlerle düşerken dize,

Kendin katlandın, bizi çıkardın düze,

Üç yetim terbiyesi kolay mı size?

Allah rahmet eylesin berzahta sana.

 

Sabır kahramanısın neler geçirdin,

Şefkatten perdeyi üstümüze gerdin,

Allaha giden yolu önümüze serdin,

Allah bol rahmet etsin nur yüzlü ana.

 

Ravza-i cinanlarda yaşayacaksın,

Sen,cennetlik babamla buluşacaksın,

Allah’ın  rahmetine kavuşacaksın,

Allah rahmet eylesin şefkatli ana.

 

Güzel ahlakım varsa, sendendir çoğu,

Öyle baktın bize ki, tatmadık yoğu,

Firdevste Allah sana verir bolluğu,

Allah rahmet eylesin, sırat’ta sana.

 

Yaşadın yaşattın İslâm ahlâkını,

Kadınlığa örnektin verdin hakkını,

Allah’ım verecektir karşılığını,

Allah rahmet eylesin emsalsiz ana.

 

Çocuk terbiyesinde, seni anarlar,

Sana gıpta ederek durmaz ararlar,

Örnek marifetini bir bir sayarlar,

Allah rahmet eylesin cennetlik ana.

 

Bir asırlık ömrün idi, mahz-ı fazilet.

Bütün analara, sen örnektin evet.

Geçirdiğin hayatın tümü marifet,

Biz de Allah yolundayız sen rahat et.

Çok minnettarım sana nur yüzü ana.

Allah rahmet eylesin cennette sana.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Anne Sıfatı ile Mücehhez Kız Kardeşim!

Ey şehid dedenin torunu bacım! Dikkatli ol. İç ve dış düşmanlar senin şerefini ayak altına alıp çiğnemesinler. Bu kısacık hayatın zehirli bal hükmünde ki geçici lezzetlerine aldanıp, Allah tarafından sana va’d edilen cennette ki ebedi mutluluğunuzu kaybetmeyin. Bunuda ilave edeyim:

Yeni evlenen çiftlerin dini nikâhını yapan hoca dese ki: (Şahitlerin huzurunda ben bu çiftleri ömürlerinin sonuna kadar beraber yaşamaları için nikâh ediyorum.) O nikâh kabul olmaz. Çünkü evlenenler, şu kısacık dünya hayatı için değil de, ebedi hayat olan ahret  hayatında, cennette mutlu yaşamak için evlenirler. Evet, hanımlar insanlığın yalnız yarısı değil, onlar insanlığın annesidir. Fakat ne yazık ki, kötü sistemler onları evin içişleri bakanlığından düşürüp, bir ticaret metaı ve reklam aracı yaptılar.

Feminizim erkek ve hanım arasında eşitlit kanunu getirdi. Anlatın bana: O iki cins eşit olabilirmi mademki eşitmişler, niye hanımları da askere almıyorlar. Niye hanım hassas, nazik bir varlık olduğunu bilmezlikten geliyorlar. Ne yazık ki zavallı hanım kardeşlere hak vermek şöyle dursun, onların mevcut haklarını de ellerinden aldılar.

Üstadın dediği gibi:  “Hanımların asıl vazifesi nesli çoğaltmaktır.” Öyle olduğu halde, anlatın bana fazla demiyorum, me’mure olmuş çalışan kaç tane hanımın 5 evladı var? O zavallıları çalıştıkları işlerinin zahmetinden ötürü bir veya iki evlattan fazla evlada sahip olamıyorlar. Kolaymı kardeşim hem bütün gün elin işinde çalışsın hem de evlat büyütsün.  Zavallı hanım işten yorgun geliyor, bir taraftan beyi yemek istiyor, öte yandan evladı annesini özlemiş ağlıyor. Pedagoglar diyorlar: Çocuk, terbiyesini %80 annesinden alır. Çocuk yuvasında büyüyen yavrulardan nasıl bir terbiye bekliyoruz. Gizli kamerayla çekilen bir çocuk yuvasındaki hadıse: Çocun annesi içn ağlıyor, bakıcı bir tokat atıp çocuk yine susmuyor. Sonra biraz uyuşturucu çocuğun ağzına sürüyor uyuyor. Böyle olmasada çocuk yuvasında yavrular nasıl terbiye aldıklarını öğrenmemiz için mahkemelerde 100 binlerce boşanma dosyasından cevabını alabiliriz.

Biz bu yazılarımızda Allahın (c.c) ve Allah tarafında gönderilen Peygamberimizin (a.s.m.) ortaya serdiği ölçüleri nazara alarak yazıyoruz. Bu dalda felsefe geçmez “Sadırdan (gögüsten) degil satırdan” anlatacağız. “Bana göre bu böyledir” demek, o cahillerin sözüdür.

Zaruri ihtiyaç olunca hanım vücudunun öteki taraflarını örtüp,  bu düşünce ile baş açık gezebilir: Aşkla şevkle, kendine: Ah! Allahım ne zaman bana  nasip edecek Allahıma isyan etmekten kurtulup başımı örteyim  diyerek  çalışabilir. Fakat, başı açık gezen kız, başörtüsü bir şey değildir dedi mi dinden çıkıp bir gavur kızı olduğunu bilmelidir. Siz anlatın bana, çalışan hanımların 100 de kaçı zaruretten çalışıyor? Zaruretten çalışanlar % 10 nunu geçmez. Peki ötekiler ne için çalışıyor? Ya para kazanıp beyine kafa tutmak için. Veya beyin zoru ile çalışır.

Unutmayalım ki, Allah bu dünyada insan neslini çoğaltmak için, erkek ve hanıma birleşme şevki vermiş bu durumda olan kadın ve erkek nasıl günaha girmeden beraber çalışabilirler? Veya bölük çağına giren kız ve erkekler günaha girmeden nasıl beraber okuyabilirler? Kızlar ayrı yerde hanım öğretmenlerden ders almak, erkekler kendi cinsi olan öğretmenlerden ayrı yerde ders alma durumuna daha kavuşamadığımıza göre. “İlim kadın ve erkeğe farzdır” ibaresinden maksat dini bilgilerdir.

Bakın Üstadımız nasıl fenni ispatı takip ediyor: “Sokakta ki tesettürsüzlük neticesinde, Müslümanlarda  unutkanlık  oluyor. Çünkü Müslüman erkek haramlara bakmak neticesinde, evine geldikten sonra kendi helalı ile zaruretten fazla birleşiyor bu sebebten beyinde zafiyet oluyor” Ve bu sebepten Pergamberimiz a.s.m “Ahır zamanda hafızların göğsünden Kur’an çıkacak” buyurmuş.

Evet, bu devirde hanım ve kızın tesettürüne dikkatli olabilen babalara barekâllah. Çevreye uymadan bu dini hassasiyeti gösteren anne  va baba olan kardeşlerim çok tebrikler hak ederler. Bazı gafil anne ve babalar:“Var vakit daha gençtir yaşlandımı örtünsün” Bu gafil ahmaklara cevabımız yaşlanınca çıplak gezsin, ona kim şehvet nazari ile bakacak ki. Zaten yaşlanmış hanımlardan ancak vicdanı bozuk olanlar tesettüre bürünmez. Ötekiler ölümden çok korktuğu için sağlam örtünürler.

Bu sebepten Hadisi şerifte “Aleyküm bi dinil acaiz” ( Aceze hanımların dindarlığı gibi dindar olun) buyurması manidardır. Bu sebepten Ağabeylerimiz bu şartlada, hanım kızlarımızı üniversitede okutmayı müsaade etmiyorlar. Unutmayalım ki: Âlemi İslam da dertlerin en büyüğü açık saçıklıktır. Bu itibarla Müslüman anne babanın en zor ve en mühim işi çocuklarını bilhassa kızlarını eğitirken, onları Müslümana yakışır olarak yetiştirip, cehenneme birer odun parçası yapmamaktır.

Hz Ömerin r.a.hın bir hadise si ile yazıma son veriyorum: Bir Gün Hz Ömer Peygamberimize a.s.m. gelip Ya Resulullah aklıma bir şey gelince kıs kıs gülüyorum başka bir şey gelince kendimi tutamıyorum ağlıyorum. Güldüğümün sebebi: Annem veya hanım hamurdan put yaparlardı, biz onlara tapardık, herhangi yolculuğumuzda onları yanımıza alarak onlardan ümit beklerdik, karnımız acıktığı zaman onları yerdik.

Ağladığımın sebebini de şöyle anlatayım: İmansiz olduğum o cahiliyet devrinde, kız babası olmak ayıp olduğu için, 10 yaşında bir kızım vardı. Bir gün onu annesine yıkattırıp saçını taradıktan sonra çölde gümmek için ben kızı aldım çölde ona çukur kazarken sakalım tozlanıyordu. Kızım, babamın sakalı tozlanmış sakalımı silmeye çalışiyordu. Ben hiç acımadan kızı alıp çukura gümdüm. Bu aklıma geldimi, kendimi tutamıyorum ağlıyorum.

Peygamberimizin a.s.m. cevabı şöyle olmuş: Müslüman daha iman etmeden önce yaptığı günahlar af olur. Yani o günahlar senden silinmiştir. Kızda, masum günahsız olduğu için oda cennete gidecektir inşallah. Fakat gelecek bir zaman! (Bizim yaşadığımız zamanı kast ederek.) Anne baba (ahiretlerini düşünmeden) gece gün evlatlarının maddi rahatlıklarını temin etmek içi  koşacaklar. Aman evi olsun, parası olsun, bahçesi olsun şusu olsun busu olsun diye koşacaklar. Asıl evlat katili onlar olacaklar buyurmuş!…

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org