Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Dava Adamı/Adam Gibi Adam Olmak

dava.adami.olmakKarşı tarafında muhalif fikir beyan eden olursa önce kendi davanın her şeyini en küçük bir teferruatını ve başkalar tarafından anlaşılmadığı için itiraza mahal olacak veya izaha gerek duyulacak yerlerini öğrenirsin. Kendini o noktalar merkez olmak üzere tüm benliğinle davanın inceliklerini kavrar ve birer müdafisi kesilirsin. Ama davayı benimsemek, gaye-i hayat edinmek gerekmektedir.

Keyfiyet mevzuuna temaz eden bir meseledir aslında bu mevzu. Neden mi? İzah edeyim onu.

Daire genişlemesiyle naehillerin daire dahiline girmesi oldu. Daire haricinde kara renk olarak tabir edersek daire içinde dava içinde bürhan olan tarzı benimseyen kimse beyazdır. Kara rengin beyaza karışması hem kara rengi gri yapar hem beyaz rengi grileştirir. Beyazın karalaşmaması için davanın delailini bilmesi ve tavizsiz yaşaması ve muhlislerden olmaya gayret etmesi elzemdir.

“Madem İslâm âlimleri -hadîs-i şerife göre- dünya ikbal ve heveslerinin peşinde koşmadıkça, peygamberlerin en emin vârisleridirler. Biz de Risale-i Nur’u, onun tam vârisi biliyoruz. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, hakikî vâris olmanın esasını yaşamış ve yaşıyor. Asa-yı Musa (251)”

هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلَى خَطَرٍ عَظِيمٍ Lem’alar ( 148 )

Bu 2 hadis-i şerifin ehemmitele üzerinde durduğu mesele Dünyaya meyletmemek ve Muhlislerden olabilmenin ehemmiyetidir. Nitekim Duası makbul olan Bel’am Bin Bahura Dünya ve şehvet sebebiyle cehenneme ehil olacak bir surete inkılab etmiştir. Bu hadis ve bel’am’ın bize bakan yönü tehlikelidir nitekim bel’am dünyaya meyletmesi onu mahvetmiştir. Biz nur taleberi ise; “..rıza-yı İlahî ve imanı kurtarmak ve şakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını i’dam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır. Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki bir müslüman başkasına benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez. Tarihçe-i Hayat ( 472 )” bu gayeye ulaşmakta başta; nefs, heva, hayal, su-i ahlaka düşmek, yani nehy ve menhiyat.. ise bu yolda bizim önümüzdeki Deccalin dam’larından tuzaklarındandır. Bu faklara basmadan ilerlemek müşküldür çünkü; başta geçen ve Kastamonu Lahikasında izah edilen Kırılacak Cam Parçalarını Elmastan tefrik edecek göz, anlayacak izan ve hakikatini derkecek akıl lazım.

Hemen her birimizde bunlar mevcud ama zamanın heva hevesi ve kötü arkadaşları bizlere verilen bu aletleri paslandırmakta ve kullanılmaz hale getirmektedir netice itibari ile nazar edersek şeytanlara arkadaş olmaya temayül ettirmektedir.

Gayede bizi maksattan alıkoyacak şeylerin birisi ise fikri inkıbazdır. Müzakereli okumak ise bu kabziyeti bastiyete inkılab ettirip cevvalane davamıza müteveccih olmamızın şu zamanda yegane çaresidir. Eskide saff-ı evveli teşkil eden ağabeylerimiz – ki ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN. – fikri münakaşa ve münazaralara girerek ruhlarındaki cihad ruhunu aktif tutmaktadır. O sıkıntılı olan dönem geçtikten sonra biz 4. Kuşak nur talebelerinin karşısında materyalizm, komunizm gibi batıl efkar sahipleri olmaması ise bizleri okumaya anlamaya yönlendirmiş; ama fikri münazaralara girmediğimiz için o cihetten bir muvakkat sersemlik var.

Neden mi? Eski komunistler ya daire içinde ıslah-ı hal etti veya artık kalmadılar bu güzel bir şey; ama bizler fikri münakaşalarda bulunmadığımız için ne konuda ne kadarız tabiri caizse %kaç nur talebesiyiz bunu bilemiyoruz ve ne mevzuda ne kadar dolu ne mevzuda boş yani doluluk oranını bilemiyoruz.

Bu komunizm ilzam ve izale olması ise yerini sefahete bıraktı bu safahet çamuru ise herkesi mülevves edip telvis etti. Sol diye bir şey yok artık çünkü hepsi hizb-ün nefis oldu. Açık saçıklık ise her yerde tezahür etti ve herkesi sardı. Tesettür bir köşeye itildi. Bir yerde aleni açıklıklar çok sayıda tezahür etti. Bir insanın nur talebesi olma yani dava adamı olmak yolundaki engeller ise bu heva ve nefis oldu. Nitekim; “Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Lem’alar ( 136 )” işte böyle çok kimse battı ve Bel’am Bin Bahuranın akibetine döndü.

Biz nur talebeleri de dikkat etmeli ve birçokların boğulduğu yerlerde boğulmamalıyız. Cihat ruhumuzun aktif olması sönmemesi ve fıskla mülevves olamak temennisiyle.

Selam ve duayla

yozgati

www.NurNet.org

Haşir Penceresinden Tevhid ve Nübüvvet..

Bir süredir sağ olsun melek adam Kadir Bey ‘in bir ihtarıyla Haşir risalesinin üzerine yazılar yazıyorum. Zannedersem o kadar ve çok yönlü bir metin ve sanat şaheseri ve sanat teknikleri ihtiva eden kitap ki keşke bu kitabı bu ülkede bu çok yönlülüğü ile tartışacak üç beş adam olsaydık.Haşir risalesi öldükten sonra dirilmeyi gözle görülür şekilde ifade etmekle ulema-yı İslamı ve feylesofları ve İbn-i Sinayı arkada bırakmış şaşırtmış bir kitap, bununla kalmıyor, anlatım teknikleri , anlatımla kullanılan farklı anlatım blokları ile yine şahane ve harika ve masterpiece şu an karşılığını hatırlayamadığım bir eser. Bunların çok ötesinde bir sentezleme harikası, yani Bediüzzaman hazretleri , o eski cübbenin altında harika ruhlu insan, haşir temasını anlatıp geçmemiş, Bediüzzaman yaprağı anlatmaz, yaprağı anlatırken ağacı anlatır, ama yaprağı da anlatmış olur, o cüzde küllü görür, yani basit ve elemanları az olan güzelleri değil elemanları çok olan armonik , tevhidi güzellikleri anlatır.

Şimdi Ömer Sevinçgül arkadaşıma eserlerin editoriyal tasnifini söyledim, dedi ki “ bizim hiç editörümüz olmadı” içimden yazık dedim, bunun olmaması çok yanlış bir şey , ama bir şeyin olmaması çalışılmadığından dolayıdır. Editörlük büyük birsanat bu vadide Türkiye’de çok ileri adamlar var. Ama bizde olmayışının nedeni kitap okumayan insanlar, metinlere teknik gözü ile bakacak mentalitesi olmayan insanlar olduğumdan bu edötörlük gelişmiyor. İsim isim insanları eleştirmek doğru değil, ama bakıyorsun çok gayretli insanlar, ama editoryal metin mantığı yok, sadece yaprağı anlatmayı anlatmak olarak telakki ediyor. Bediüzzaman’ın bütün büyük eserleri hatta en küçük eserleri bile büyük bir sentezleme gücünden sonra ortaya çıkmışlar. Bir şey söylemek istiyorum ne söyleyeyim deha desem az, bundan başka da kelime yok harikulade demek adeti bilmiyorum ki harikulade nedir bileyim. O zaman;

Bir hüsün kim seyrederken ihtiyar elden gider

İşte bunu dedim, ya da Bediüzzaman eserlerinde yüze yakın acib acaib kelimesini kullanır, bak şimdi o kadar anlatma sanatında usta , manalara elbise giydirmekte ben ondan harikasını görmedim, Kant elbise giydirmekte büyük bir filozof ve edip ama o bile Üstad kadar mahir değil. Akılla ilgili üç kitabı Bediüzzamanın akla bakış açısının yanında yıldız böceği ile güneşin farkı gibi. Acib niye der mesela insanın ana rahminde oluşturulmasına acib der, başka bir şey demek ki , sonra insanın mahiyetine acib der ne desin, daha böyle onlarca acib kelimesi yani Üstad bile bu konuların içine giremiyor kapısında acib diyor. Akif dilsizliği anlatırken

Dili yol kalbimin an ne kadar bizarım

Der , büyük edip, büyük muzdarip böyle derse ben ne diyeyim.

Haşir risalesinde sentezleme konusunda ne söyleyelim. Ben sanardım ki Bediüzzaman haşir de haşri anlatıyor , evet haşrin penceresinden bakıyor, ama o kadar çok meseleye bakıyorki, onların hepsini haşir itikadının etrafında lüzum derecesine göre yerine koyuyor. Ve anlatıyor. Ortaya onlarca haşir itikadının oluşması için gerekli tema ortaya sürüyor. Bunları sıralamak istiyorum , inşallah başarırım. Haşir yani öldükten sonraya inanmak için o fiili gerçekleştiren bir ilah gerekir, bu yüzden haşirde Bediüzzaman bize tevhidi anlatırken, böyle bir ilah haşri yapabilir demek istiyor. Yani haşir yan tema itibariyle bir tevhid risalesi .Daha başlar başlamaz “Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf katipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede muntazamşu memleket Hakimsiz olur? “ Bu mülke bir malik ve sahip bulur, işte bu tevhid. Haşirde meknuz tevhid. Muhteşem bir saltanattan bahsediyor, muhteşem saltanatı sahip olan büyük bir ilahtır.Herkese merhamet eden bir Allah’dır her dertlininahını ve ihtiyacını görür. Bu Allah’tır.İşleri hikmet ve intizamla döner bir Allahtır. Sergilerinde misilsiz mücevherat ve emsalsiz nimetler vardır, sahavetlidir, tükenmez hazineleri vardır, bu Allah’tır.Pek büyük bir şefkati olan misilsiz bir zattır. Bir Yaveri erkemi vardır insanlara ne olduklarını neyapması gerektiklerini, nereden gelip nereye gittiklerini anlatır, yukardan gelen ferman ile konuşur bu Allah’tır. Perde arkasında muhteşem birsaltanat vardır, çünkü perde hiç boş kalmıyor baharda, yazda kışta , ilahi tiyatronun şefkat ve merhamet tiyatrosunun, ikram ve sahavet tiyatrosunun oyuncuları figuranları sahnenin önünde edeple rollerini yapar giderler, nasıl bir saltanat ve ilahi tiyatro. İşte bu Allah’tır. Mülkünde cereyan eden şeyleri kaydeden bir büyük fotograf sahibidir bu Allah’tır, çünkü mülkü büyük kendi büyük, insan büyük nasıl onun eylemlerini kaydedip de bu büyük ülkeye büyük ilaha uygun olmayan işlere ceza vermesin, veya uygunlarına mükafat vermesin iştebu Allah’tır.Bu güzelim dünyada bu güzel ilah ve güzel işleri yönetcek kitaplar kanunlar olacaktır, onlar O Allah’dan gelen fermanlardır, O fermanlarında bizleri daha güzel bir ülkeye götüreceğini vaat ediyor, buraya getiren oraya da götürür. Burayı hazırlayan orayı da hazırlar. İşte bu Allah’tır. Bu fermanları ileten sayısız büyük insanlar vardır, o insanlar padişah ile görüşür, ne yapılması konusunda söylediklerini insanlara iletirler, onlar da burada muhteşem ve dehşetli bir yer hazırladıklarını söylüyorlar, işte bunlar Allah’ın reisleridir, meymenesi , sabikunudur. Alemi her an değişik sinema levhaları gibi çünkü o değişimdendeğiştirmekten yeni levhalardan, yeni sahnelerden hoşlanır. Neden bu sahneleri değiştirip ahiretin büyük sahnesini kurmasın, işte bu kuracak olan Allah’tır. Hikmet, inayet , adalet ve merhamet ile muamele eden bir Allah’tır, nasıl bu dünyada bunların tezahürerini yapsın da ahirette mükemmel tezahürlerini yapmasın, işte yapacak olan Allah ‘tır. Allah’ı tanıyan kararsız adam “İnandım ki bu karmakarışık kararsız misafirhanelerden başka ve kurb-u şahanede bir diyarı saadet vardır, biz de ona namzediz “ Haşir hakikatı nasıl tevhid ile baş başa gidiyor, sadece suretlerdeki bunlar ya bir de hakikatlere gitsek , demek istiyorum ki Haşir bir tevhid risalesidir, haşir penceresinden bir tevhid dersidir, çünkü haşrin varlığı tevhidin telazumudur.

Hakikatlerde tevhid o kadar şaşaalı anlatılır ki zevk verir insana. Şen”i rububiyet , Saltanat-ı Uluhiyet, suretlerde sadece sureti gören insan burada sureti kaldırıp altında hakikatı görür. Ne yapmış Rububiyet kemalatını göstermek için böyle bir kainatı gayet, yüksek gayeler ve ve yüksek maksatlar için icad etsin. Böyle bir kainat ve saltanat ve yüksek gayeler, mükafat ve cezayı nasıl rububiyet ve uluhiyetinin gereği yapmaz. Uluhiyetten haşre, azamet ile mükafatsız ve cezasız ölüm, zıtlık, zıtlıktan ahiret doğar.Bütün hakikatlerin ilk kısımları Allah’ın esmasının nihayetsiz sarayına açılankapılardır, kerem ve rahmet kapısıdır, orada tevhidin sonsuz muhitini gör, öldükten sonra dirilmeyi sadece o kapıdan yakala. Saltanat ve rububiyet kapısı, işte o Allah’ın, cud ve cemal kapısı kim işte o Allah,şefkat ve ububiyet-i Muhammediye kapısı kimin O Allah’ın, haşmet ve sermediyet kapısı kimin o Allah’ın,Hıfz ve hafıziyet kapısı kimin o Allah’ın, vaad ve vaid kapısı kimin o Allah’ın, ihya ve imate kapısı kimin O Allah’ın , Hikmet, inayet ve rahmet ve adalet kapısı kimin işte O Allah’ın,İnsaniyet kapısı kimin o Allah’ın, risalet ve tenzil kapısı kimin o Allah’ın. Bu kapılardan gir, esmaların dünyasına sadece sana on iki kapı göstermiş nihayetsiz kapılardan haşre git, ama önce kapılar neyin kapısı tevhid sarayının kapısı onu anla sonra haşri anla, onu anlamadan haşri anlayamaz insan çünkü failin büyüklüğü eylemi yapabilir, fail küçükse eylemin altından kalkamaz, işte inkarın paradoksu. Bediüzzaman şu cümleyi gerekli görür.” Sakın zannetme ki haşri iktiza eden esma-i İlahiye bahsettiğimiz gibi yalnız Hakim, Kerim, Rahim, Adil , Hafız isimlerine münhasırdır. Hayır belki kainatın tedbirinde tecelli eden bütün Esma-i İlahiye ahireti iktiza eder, belki istilzam eder. “

Haşir bir nüvüvvet risalesidir, çünkü önce risalet ve nübüvvetin gereklililiği haşir için gereklidir, Bediüzzaman onları işaretlerde anlatır, sonra peygamberlerin ve peygamberimizin getirdiği din haşir yani öldükten sonra dirilmek hakikatinden mahrum olsa , yani o kapısı kapalı olsa, insanlar bir daha gelmemek üzere gitseler, varlık ve din bütün gayeleri ile iflas eder, haşirsiz bir iman altılısı yıkılır, çünkü onlar birbiri ile bağlı, nasıl insan bedeninden bir uzvu çekip alırsanız o beden eksizolur, hatta ölür, çünkü insicama aykırı, altı iman rüknü haşirsiz olursa diğerleri de anlamsız olur. Bu yüzden Haşir risalesi bir nüvübbet ve risalet ve Muhammed Risalesidir. Meyvenin dokuzuncu meselesinde ve lasiyamelarda bu birbirisiz olmama anlatılır. Haşir de daha mükemmel olarak anlatılır.

Bediüzzaman Haşir’de hem nübüvvetin lazımını , gereğini , hem ne nübüvvet vadisinin büyük temsilcisi Hazreti Peygamberi asm anlatır. Hem öldükten sonra dirilme hakikatınin peygamberimizin öğretisi içindeki yerini ve lazımını anlatır, üç değişik boyutta haşir bir kısmi nübüvvet risalesidir. Haşir hakikatının içinde nübüvvet hakikatını gerekli görmek ve bütün boyutları ile anlatmak , yerleştirmek işte budur armonikal sentezleme. Zaten Bediüzzaman tek boyutlu anlatıcı değildir. Kendi de çok boyutlu bir insandır, ama bu hala Türkiye’de anlaşılmamıştır.

Güzellikler güzellik biliminden haberdar olanlar tarafından anlatılır, bu kainattaki güzellikleri yine o güzellikleri şerhdecek bir güzel anlatabilir bu peygamberler olduğu gibi peygamberimizdir de. Eksiksiz güzelliğe sahip olan bir sanat eseri yine bir sanat eksperi ve uzmanı tarafından anlatılır, sanat eleştirmenleri bu yüzden doğmuştur, peygamberbler ve peygamberimiz Allah’ın sanat eleştirmenleridir, yani onun güzellirlerini anlatan ve izah edenler ve derecesini belirleyenlerdir.Resullullah nazarları o sanata çeken bir uzman ve dellaldır. O hep güzelliklerianlattığı gibi güzellikleri de yansıtandır davranışları ile. Şu varlığın sayısız özneler ile insanın nazarını dağıtmasına karşı o varlıkların bir varlık tarafından tanzim edildiği hakikati bir mebus ile ilan edilmelidir, çünkü tarih boyunca insanların beşeri dinlere sap olduğu dönemlerde eşyanın ve olayın çokluğu insanların onları bir büyük Zat tarafından tanzim edildiği hakikatına götürememiştir. Peygamberler ve peygamberimiz bu dağınık eşya ve olayları bir noktaya yani Allah’a yöneltmiştir. Nihayet derecede güzel bir zat güzelliğini aynalarda görmek ve göstermek ister. Bir ressam sanatının güzelliğini levhalarda tablolarda gördüğü ve galerilerde de gösterdiği gibi Allah ‘da kendi zatının güzelliğini eserleri olanaynalarda görmek ister ve öyle de gösterir ama bu güzellikler de bir tarif edici ile anlatılırsa anlaşılır, yoksa yine tarih boyunca güzellikler nesnelereverilmiş ama nesnelerin arkasındaki sanatcılar ve ilkeler görülmemiştir. Bütün güzellikler perde arkasından perdeye yani kainata yansıyan güzelliklerdir, hazineler de yine perde arkasındaki bir hazinedarın gönderdiği hazinelerdir. Bizim hazine ve güzelliklerimiz yansımalardır, o hazinelerden anlayan özellikleri anlayan vassaflar gerekir, o güzelliklerden anlayan güzeller gerekir, bunlar da peygamberlerdir. Bu kainat birsaraydır, her sarayın bir rehber muallimi vardır. Topkapı sarayına giren rehber almadan saraya giremez, kainat sarayının anlamını da onu inşa edenin rehberi ile insanlara izah etmesi gerekir, yoksa kainat denilen bu büyük saray yüzyıllarca manası çözümlenememiş bir muamma olarak kalmıştır. Bu muammayı ancak peygamberler ve peygamberimiz çözmüştür. Kainat sürekli değişmektedir, neden değişmekte nereye değişmekte değişmenin gayesinin ne olduğu yine değişimi yapanın bir elçisi ile anlatılabilir.O rehber muallim peygamberimiz v e peygamberlerdir. Şu güzel sanat eserleri ile kendini bizetanıtan Allah ve nimetlerle sevdiren Allah’ın nasıl tanınması gerektiğini ve nasıl sevilmesi gerektiğini anlatan yine Peygamberimizdir ve peygamberlerdir. Peygamberimiz zamanında bunu gözmeye çalışan çok muvahhid vardırama sadece ıztırap çekmişler hissetmişler ama dile getirememişler. Ancak Cebrail vasıtası ile peygamberimize yapılan izahlar ile insanlar tatmin olmuşlardır. İnsan kabiliyetlerini toparlamak durumundadır, çok çok farklı istidadlar ile doludur, onun kabiliyetlerini bir noktaya yönelten ancak peygamberler ve peygamberimizdir.

Bediüzzaman anlatımı yaveri Ekrem karakteri ile çarpıcı bir boyutta anlatır. O bahisyani suretlerdeki bahis bunun tamamlayıcıdır. Ayrıca peygamberimizin duası ve kulluğu da ahiretin varlığına olacağına bir delildir, bunu beşinci Hakikatte anlatır.Onun duası ile ahiret arasındaki bağı vurgular, en küçük mahlukun duasını duyan en büyük varlığı ve kulu ve sevgilisi olan bir zatın duasını duymamazlık edemez.Onun yani Resullullahın duası ahiretin varlığı içinbir tek nedendir, hiçbir şey olmasa da .Öğretmenin varlığıokulu gerekli kıldığı gibi , yine öğretmeninvarlığı ve öğretisi mükafat ve mücazatın yerini varlığını ahireti gerektirir. Okul dünya ise hayat ahrettir, öğretmenin varlığı okulu gerektirir, o olmazsa hayat olmaz, okulda alınan ile hayat arasında bağ vardır, eğer hayat olmazsa okulun anlamı yoktur. Okul hayat arasındaki ilişki dünya ile ahiret arasındaki ilişki gibidir. Peygaberliği bu dünyanın açılmasına neden olanın duası da ahiretin icadına vesiledir. Çünkü imtihan kazanan ve kaybeden için kazanma ve kaybetme yerleri gerektirir. O n ikinci hakikat risalet ve tenzil kapısıdır.Resulü Ekremin bin mucizesive kuranı kerim inmiş yani risalet vetenzil ile gelmişlerdir, eğer ahiret yoksa neye gelmişlerdir, gaye boşta kalır.Ahiret olmazsa Kur’an ve mucizeler de anlam kazanamaz. Mucizelerekadir olan ahiretede kadirdir,Kur’an ı gönderen onun vaat ettiklerini yerine getirmezse kuranın tenzili bir mana kazanmaz.

Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok

Haşir bir tevhid risalesi olduğu kadar bir nübüvvet risalesidir. Değil mi ? Şimdi nübüvvet ile haşir arasındaki kurulan itikadi köprüler ne kadar sağlam, nasıl haşir ile onlar arasında köklü bağlar kurmuş, bu binanın neresine nübüvveti haşri destekler şekilde yerleştirmek bizim işimiz olamaz. İşte sentezleme bahisleri birbiri içinde anlatma sanatı hayret hayret ne hayret. Bu bahis çok uzun tutacağa benzer devam edebilirsek ve minellahittevfik.

 Prof. Dr. Himmet Uç

Felaket ve Helaket Asrının Adamının Fikri

1335 senesi eylülünde, dehrin hâdisatı verdiği ye’s ile şiddetle muzdarib idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rü’ya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rü’ya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir cum’a gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:

-Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.

Gittim gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i sâlihînden ve a’sarın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki:

 -Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de re’yin var, fikrini beyan et!

 Ayakta durup dedim:

 -Sorun cevab vereyim.

 Biri dedi:

 -Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?

 Dedim:

-Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir.

 Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde ta’cil etti. Biz incinir iken, âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i âcile-i (عَاجِلَهءِ ) muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i âcile-i (آجِلَهءِ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.

Said Nursi

Eğitimde ‘Zühre, Katre, Reşha’ Modeli

Bazı misaller ve alegoriler vardır ki pek çok ince hakikatlerin anlaşılması için aklımıza kapı açar, fikrimize yol gösterirler. Bediüzzaman’ın Sözler adlı eserinde güneşin üç farklı yansımasına örnek olarak; Zühre (nakışlı-süslü bir çiçek), katre (ay ışığını yansıtan bir damla) ve reşha (şeffaf bir şey üzerinden yansıyan veya bir delikten süzülen bir ışık) misali verilmiştir.‘Zühre, katre ve reşha’ misali de pek çok hakikatlere işaret etmekle birlikte, eğitimde öğretmen-öğrenci münasebetlerine de ışık tutmaktadır.

“Meselâ, Zühre namıyla nakışlı bir çiçek ve kamere âşık hayatlı bir Katre ve güneşe bakan saffetli bir Reşha’yı farz ediyoruz ki, herbirisinin bir şuuru, bir kemâli var ve o kemâle bir iştiyakı bulunuyor.

Meselâ, güneşin, kendi Hâlıkının izniyle ve emriyle, üç çeşit tecellîsi ve in’ikâsı ve ifâzası var: Birisi çiçeklere, birisi kamere ve seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in’ikâslarıdır.

Birincisi üç tarzdadır:

Biri, küllî ve umumî bir tecellî ve in’ikâsdır ki, bütün çiçeklere birden ifâzasıdır.

Biri de has bir tecellîdir ki, herbir nev’e göre bir hususî in’ikâsı vardır.

Biri de cüz’î bir tecellîdir ki, herbir çiçeğin şahsiyetine göre bir ifazasıdır.

Şu temsilimiz o kavle göredir ki, çiçeklerin süslü renkleri, güneşin ziyasındaki yedi rengin istihâle-i in’ikâsiyesinden neş’et ediyor; ve bu kavle göre çiçekler dahi güneşin bir çeşit aynalarıdır.’’ (Nursi, Bediüzzaman said, Sözler. Sh:336 Envar Yay. 1993. İstanbul)

Bu misalden yola çıkarak eğitim sistemimizde dikkat etmemiz gerekecek bazı noktalar ve  işaretler çıkaracağız.

Hayatın kendisini okul ve her bir insanı da bu hayat okulunun bir öğrencisi farz edersek bunun herkesi ilgilendiren bir mesele olduğu da ortaya çıkacaktır.

Eğitim  bilimciler  eğitimi,  istendik davranış değişikliği olarak tarif ederler. Yani eğitilenin davranışlarını biçimlendirmek ve olgunlaştırmak.

Eğitimin ana unsurları öğretmen, öğrenci ve eğitim sistemidir. Dersler, ders araçları ve öğretme yöntemleri bu davranış değişikliği için birer araçtırlar. Aslında öğretmenler ve eğitim sistemi de bir vasıtadır. Asıl olan bireydir, öğrencidir. İnsanlar her halükarda davranış değişikliğine uğramakta ve şekillenmektedir. Eğitim kemale doğru şuurlu bir değişimdir. Hayatın sonuna kadar devam eden bir terbiyedir.

Biz bu misalden bir öğretmenin üç çeşit etkisini ve zühre, katre, reşha tipi  üç öğrenci modeli çıkartacağız.

ÖĞRETMENİN ÜÇ TİP YANSIMA MODELİ

Bir öğretmenin, (güneşin dünyada üç türlü yansıması gibi) öğrenciler üstünde üç türlü tesiri vardır.

Yani öğrenciler; çiçeğin güneşten aldığı renkleri yansıtması veya su damlasının gece ay ışığından aldığı güneş ışığını yansıtması veya her bir şeffaf şeyin ve cam parçasının bizzat güneşe ayna olup ışığını yansıtması gibi öğretmenden aldıkları eğitimi ve terbiyeyi üç türlü yansıtırlar.

Öncelikle öğretmenin öğrenciler üzerinde üç türlü tesiri var.

Birincisi, bütün öğrenciler üzerindeki öğretmen imajıdır ki dersine girsin girmesin okuldaki her insana lisan-ı hal ve kali ile iyi insan modeli yansıtmasıdır.

İkincisi, muhatap olduğu ve münasebeti olan öğrencilere ve dersine girdiği öğrencilere karşı olan imajıdır ki onlara genel olarak muhatap olur ve resmi bir diyalog ile maddi ve manevi bir tesiri bulunur.

Üçüncüsü, öğrencilerle has ve özel diyalogudur ki, onlara isimleri ile hitab eder ve onları tek tek değerlendirir. Öğrenci merkezli bir eğitim modelinde onları tanır ve taleb ettikleri bilgiyi aktarır.

‘ZÜHRE, KATRE, REŞHA’ ÜÇ TİP ÖĞRENCİ MODELİ
ZÜHRE TİPİ ÖĞRENCİ

Bazı öğrenciler bir tohum ve çiçek gibi eğitim süreci içerisinde kabiliyetleri nispetinde inkişaf ederler. Zaman içinde davranış değişikliği ortaya koyarlar. Öğretmen ve eğitim sistemi ne kadar uğraşırsa uğraşsın onlar ancak kendi kabiliyet ve kapasiteleri miktarınca eğitilebilir ve öğretilebilirler. Bazı öğrencilerde özel yetenekler ön plana çıkar ve onlarda inkişaf ederler. Spor, müzik, drama ve güzel sanatlar gibi alanlara yönelebilir ve başarılı olabilirler.

KATRE TİPİ ÖĞRENCİ

Öğretmeni örnek alan ve öğretmenin etkisinde kalan öğrenci tipidir. Öğretmenin ağzından çıkan her sözü ve emri hüccet kabul eder ve ideolojik yapısını örnek alır. Güneşin ışığını, ay vasıtası ile alan su damlası gibi, gerçekleri ve hakikati değil, öğretmeni kendine kaynak alır. Öğretmen merkezli eğitim sitemlerinde bu tip öğrencilerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bu tip öğrenciler öğretmenin aydınlığından,  entelektüelliğinden, maneviyatından ve davranış biçimlerinden çok etkilenir, benimser ve yansıtırlar.

REŞHA TİPİ ÖĞRENCİ

Bu tip öğrenciler kendilerine ilmi, bilimi ve hakikati rehber kabul ederler. Öğretmen onlar için bir ders arkadaşıdır. Öğretmenin yansıttıklarını tartarlar ve analiz ederler. Sadece sorularının cevaplarını ararlar. Öğretmen eğitim süreci içerisinde onlara danışmanlık yapar. Öğretmen değişse de onlar için çok şey değişmez. Onlar okulun ya da öğretmenin değil, hakikatin, aydınlığın ve bilimin talebesidirler.

ÖĞRETMENİN DİREKT – ENDİREKT TESİRİ

Bir öğretmenin öğrenciler üstünde iki şekilde tesiri vardır. Birisi doğrudan doğruya perdesiz, engelsiz, vasıtasız, resmi olmayan, samimi ilgisi ve iltifatıdır. İlmi ve aydınlığı gölgelemeden öğrencisine yansıtır.

Diğeri resmi, perdeli ve aşamalıdır. Bazen kendi bakış açısı ve ideolojik tavrı hakikatlere perde olur. Verdiği derslerin içerisinde, dersin muhtevası ve imkânları nispetinde tesiri vardır.

SONUÇ VE ÖNERİLER:

1-Öğretmenler öğrencilerinin farklı özelliklerini kabul edip hepsinin tek tip davranış değişikliği göstermesini beklememeliler.

2-Öğretmen, öğrencilerinde gördükleri farklı davranış biçimlerini normal karşılamalı ve zorla değiştirmeye çalışmamalıdır.

3-Öğretmenler görünüşlerine ve lisan-ı hallerine çok dikkat etmelidirler. İyi bir rehber ve model olmalıdırlar.

4-Öğretmen perde ve gölge olmaktan kaçınmalı, sübjektif görüşlerden ziyade hakikate ve objektif görüşlere yer vermelidir.

5-‘Marifet iltifata tabidir’ hakikatine dikkat etmeli, öğretmen ve öğrenci arasında samimi diyaloglar geliştirmelidir.

6-Öğrenciler araştırmaya, kendi kendine öğrenmeye, kitap okumaya, bilhassa kâinat kitabını okumaya teşvik edilmelidir.

7-Öğrencilerin fikirlerine, görüşlerine ve bilhassa sorularına saygı göstermeli ve değer verip ilgilenilmelidirler.

8-Öğrencilerin hatalarına toleranslı olmalı ve yanlışlarını düzeltmelerine fırsat verilmelidir.

9-Herkes kendisini bir talebe olarak görmeli ve bu kâinat kitabının bir mütalaacısı olduğunu unutmamalıdır.

10-Daima müspet ve olumlu fikirler açıklamalı, menfi ve negatif yargılardan kaçınmalıdır.

Rasim Soylu / Risale Haber

Haşir Risalesi’nde Suretler ve Sorgulama

On iki suret tamamen sorgulayıcı bir mantık üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman haşir hakikatı, öldükten sonra dirilme hakikati üzerine uzun süre düşünmüştür. Otuz yıl önce meseleye bir kalem atmış ama aradan yıllar geçtikten sonra Haşir risalesini kaleme almıştır. Haşir hakikatı ilk dönem eserlerinde , daha sonra Nur’un ilk Kapısı isimli eserinde , Barla yıllarında sürekli geliştirilmiştir, bu geliştirilmiş ve dilin daha estetik hale gelmesi eserlerinden izlenebilir.

Lasiyyemalar’da kullanılan Haşir dili ile Onuncu Söz’de kullanılan dil farklıdır. Bediüzzaman daha büyük kitlelere hitap eden bir dil kullanmış onuncu sözde Mesnevi’de kullandığı dil ile daha özel ve özel bir sınıfa has dildir. Muhakemat da kullanılan dil ile Meyve risalesindeki yedinci meselede kullanılan dil tamamen farklıdır. A Hamit Tarhan’a sizin üslubunuz demişler o da “Benim üslubum yok üsluplarım var” demiş, Üstad’ın da her dönemde kullandığı üslubu farklı. Onun da üslubu çok farklı kişilere ve kültür tabakalarına has. Meyve risalesindeki yedinci mesele daha sade bir dille yapılmıştır, çünkü muhataplar mahpuslar olduğundan böyledir. İ. İcaz ‘daki dil ise ülemaya ve muhakkikine has bir dildir.Bunları Medreset üz Zehra‘nın bölümlerinde konuşacağız. Bu konuyu konuşacak adamlar var da yokta. Medreset üz Zehra konuşuldu ve işte konuşuldu, ortada ne varsa görünsün.

Suretler, “ hiç mümkün müdür ki , “ bu kelime gurubu ve sonundaki ki vurgusu , ciddi sorgulayıcı bir cümledir. Mümkün kelimesi ve başındaki hiç mümkün müdür, bedahetle mukayese ve mantık ve sorgulamadır. Hiç mümkün müdür ki bütün diğer cümlelere geçer. Manayı yüklenen baştaki hiç mümkün müdür ki ile sondaki demek kelimesidir. Hiç mümkün müdür ki cümlesi hayır mümkün değildir cevabını kendinde gizlemiştir. Bediüzzaman saltanat ile raiyet arasındaki tezadı yakalar ve oradan öldükten sonra dirilmenin bir ödüllendirme ve ceza yeri olduğunu vurgular.

Bediüzzaman önce mümkün kelimesini kullanmış, mümkün olabilirlik demek, onu soru şekline çevirince hiç mümkün müdür olmuş. Hem soru eki hem de olabilirlik kelimesi bir de onun arkasından yapılan ki vurgusu kat kat sorgulayıcı bir ifade yapmış cümleyi. Cümlede dört adet sorgulayıcı kelime var, hiç, mümkün, müdür, ki

Saltanat yönetilen şeyler üzerindeki hükümranlıktır. Beş kişilik bir ailede babanın bir saltanatı vardır, bu beş kişilik bir saltanattır. Baba kendisine itaat edene mükâfat isyan edene de ceza verir. Aksi takdirde saltanatı yok sayılır. Bediüzzanman bir saltanat derken belirsizlik kullanmış, yani her hangi bir saltanat, bir adam gibi. En sıradan saltanat bile, kendine itaat edeni isyan edeni, ayırır ve gerekeni yapar. Kimliği belirlenmemiş bir saltanat itaat ve isyana eşit davranmaz. Bediüzzaman kimliksiz bir kelimesinin yerine böyle kelimesini kullanmış. Onun başına böyleden kastedilen Allah’ın dünyadaki saltanatıdır, sayısız yönetilen canlı üzerindeki bir saltanat, bunu “böyle muhteşem bir saltanat “ diye ifade eder. Böyle muhteşem bir saltanat Allah’ın saltanatıdır, o nasıl mükafat ve ceza vermekten geri dursun, orada yine anlamlı bir cümle var “ Burada yok hükmündedir” Burada yok demiyor, olan da yoka yakın dır, o halde bu saltanat ceza ve mükafatı ertelemiştir. Burada demek kelimesi sonuca vurgu yapar. “Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır” Başka yer ve büyük mahkeme zorunlu Gözlemden tezadı yakalamış ve ceza ve ödül için ahireti zorunlu kılmış.

İkinci suret de Bediüzzaman emin adamı konuştururken diğer arkadaşını gidişat ve icraata bakmaya çağırır. Hatta birlikte bakarlar, emin adam ona bak derken kendisi bakmaktadır, olayların akışından manalar çıkarır. Gidişat ve icraat olayların dilidir. Fenomenoloji olay bilim demektir, Bediüzzaman çok yönlü bir olay bilimcidir, hatta kendisi bizim tarihimizin en büyük olay adamlarından olduğu gibi her türlü olayı tarihin akışı içinde hep farklı yorumlamıştır, onun tesiri tabiat,ilim, sanat, siyaset, tarih, din ve daha birçok alanda olaylara farklı bakmaktır, o alışılmış skolastik ve yılların ülfet ile üzerini kapattığı olayları yorumlamıştır. Dikkat çekmesi de bu yüzdendir. Avrupa’nın yaldızlı üniversitelerinde binlerce olay okumacıları, filozofların ve bilim adamlarının mutad olay yorumları yanında o farkı görmüştür, bir Anadolu köyünden çıkmıştır, resmi tahsili de neredeyse yoktur. Bediüzzaman’da olaylar ve yorumlar birkaç kitap olacak kadar büyük bir konudur.

Buradaki gidişat ve icraattaki olaylar çok çeşitlidir. Birincisi e r z a k , ikincisi hastalık ve hastalar,

“Hem, gayet kıymettar ve şâhâne taamlar, kaplar, murassâ nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyâfetler vardır.”

Gayet kıymettar

Şahane taamlar

Kaplar

Murassa nişanlar,

Müzeyyen elbiseler

Muhteşem ziyafetler

Bakmak nedir buna denir, şu hergün önümüze gelen ve bizim gidip aldığımız bakkal dükkanlarından veya ağaçlardan alıp bakmadan yediğimiz şeylere ne diyor, g a y e t k ı y m e t t a r, ş a h a n e t a a m l a r , hiçbir şeye bakmadan edememiş, aman Allah’ım ne harika iki göz ve ne harika bir zeka düzeni . Yemekten değil bakmakdan lezzet almış, “ şu dağları yıldız sarayına değiştirmem diyen “ Bediüzzaman, ben de evimdeki harika olmayan aksesuardan felsefi anlamlar çıkarıyorum, vay benim halime .Bediüzzaman da aksesuar merakı yok, dolaplar, koltuklar, elbise çeşitleri bu kadar mı insan düşündüğü gibi yaşar. Evindeki eşyalar çok zaruri eşyalar, hepsi bir küçük bavula sığar, bu yüzden “ herşeyimi bir elimle tutum götürebilmeliyim “ diyor. Bediüzzaman kainat evinde oturmuş biz de diktörgen ve kare binalarda.Ölünce mezar taşına yazarlar dört araba değiştirdi, beş yorgan sonra toprağın yorganına sarıldı. Üstadım seninle bu insanların arasında kaldım, Bu kadar güzel bir adam bu kadar garebet adamlar.

Bedri Rahmi bir şair bak kapitalist toplumun insanını nasıl eleştirmiş.

Arkadaş Dökümü

Evvela dişlerimiz döküldü

Sonra saçlarımız

Arkasından birer birer arkadaşlarımız

Şu canım dünyanın orta yerinde

Yalnız başına yapayalnız

Kırılmış kolumuz kanadımız

Tatlı canımızdan usanmışız

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi

Ye kendini aldatıyor ya bizi

Bir şüphedir demir atmış ciğerimize

Pakum ipliği ele bağlamışlar bizi

Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun

Bir çalım bir kurum hepimize

Nereden inceyse oradan kopsun

Bu canım dünyanın orta yerinde

Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize

Yalın mı gözünü sevdiğim karıncalar

İşte hamsiler sürü sürü

Arılar bölük bölük geçer

Leylekler tabur tabur

Ya bizler eşrefi mahlukat ?

Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza

Gömülmüşüz

Bizler bölük bölük bizler tabur tabur

Bizler sürü sepet

Yalnız birbirimizi öldürmüşüz

Risale talebeleri herkesi kucaklayan bir perspektif edinmeli, yoksa asya Avrupa gibi bir yerde kalır daha da büyüyemez, insanlar dar bir yere sıkıştığınızı gördüğü anda sizi kendi halinize bırakırlar, işte cemaatlerin trajedisi, her gün aynı insanlar aynı düşünceler, körler sağırlar birbirini ağırlar.

Ya kaplar kelimesinde neyi kastediyor, herhalde tencere tava değil, ne diyeyim neye tekabül eder bu kaplar kelimesi . Mesela karpuzun kabı kabuk , cevizin kabı kabuğu, fındık yine öyle, ya koyunun cesedi onun kabı mı acaba, muzun kabı ne kadar güzel, atmaya kıyamazsın, ya şu cesedimizin kabı , düşün düşün işte bunları düşün. Bediüzzaman bakmayı öğreten insan, bakma öğretmeni biz ise gerçekten bakıyor muyuz, bakmayı unuttuk mu . Birbirimizin kusuruna bakıyoruz yetmez mi ?

Murassa nişan

Müzeyyen elbise

Muhteşem ziyafet

Nişanlara , elbiselere ve ziyafetlere dikkat çekmiş, elbise bütün canlıların giydikleri ,nişanlar Allah’a ait olduğunu gösteren belirtiler, tıpkı Mecidi nişanı Hamidi nişanı gibi, mesela göz uzuv ama aynı zamanda Allah’dan başkasına nisbet edilemez bir nişan, hepsi öyle. Ziyafetler ise muhteşem olarak ifade edilmiş, gösterişli , hangisi gösterişsiz ki .

Sonra vazifeye dikkati çeker.Bütün varlık vazifeli canlılardan oluşuyor. İnsandan başka kimse vazifesini aksatmıyor, hiçbir canlı hiçbir nesne vazifesine bir an olsun ara vermiyor, atomlar bir an dursa sigara molası için hayat durur, mevsimler aralık vermeden gelir giderler onların tatil hakkı yok mu, ya güneş kainat kurulduğundan beri yılmadan yorulmadan çalışır. Tenbellik kainatın mayasında ve efalinde yok. Tenbel insanlar müstesna . Neden islam dünyası bu çalışan kainattan ders almaz, o da ayrı bir mesele .

Din çalış dedi çalışmadın yattın

Sonunda bir tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin maskaraya

Akif der,

Bugünkü rızkını koysan kursağına

Allah kerim der yatar sağına

Sonra kerem, merhamet , izzet ve haysiyete dikkat gelir. Kerem ve merhamet örneklerini verdi yukarda, izzet ve haysiyet de vazife ile bağlı. Ama Allah’ın kerem ve merhameti ile yaşayan insanlar onun izzet ve haysiyetini düşünüp hareket etmezler. Görevlerini yapmazlar bırak aksatmayı . Görevlerini yapmadıklarından bu dünyada cezalandırılmazlar, zalim zulmeden izzet içinde yaşar, mazlum ise zillet içinde ölür. O zaman bir büyük mahkeme vardır.

Konu nerede başladı, nerede bitti.

Kerem ve rahmet ahireti gerektirir

İzzet ve haysiyet ahireti gerektirir

Bu kadar ihtimamla büyütülen insan isyanının kendisine verilen ihtimama aykırı tutumundan dolayı olduğunu bilmelidir. Herkes bize koşuyor bir nereye koşuyoruz. Bediüzzaman “Kainatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafında koşturan” yani herkes bir düzen içinde bizim için koşuşur, ya biz…. Allah ile insan arasındaki ilişkileri gözden geçirip oradan rahmet ve merhamete izzet ve haysiyete giden Bediüzzaman bu vasıfların kendilerinden bekleneni ancak ahirette vereceğini mantıki bir surette anlatır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org