Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Okumanın Engelleri…

Okurken şeytanın desiseleri:

1.Hatırlatmalar.Tam okumaya başlayınca hayal insanı alır götürür.Bir hatıra,bir hadiseyi hatırlatır.Okumaktan koparır.

2.Rehavet ve uyku.Yemek sonrası veya yorgunluk veya uykusuzluğu bahane eder.
3.Tehir,ötelemek.Sonra yaparsın.Şunu da yap sonra rahat rahat okursun gibi.
Okumadan önce şeytanın çok desisesi vardır.Belli bir müddet okuduktan sonra açılıyor.Okuma ilerlerken hakikatler de açılırsa, bu sefer kitabı bırakmak istemiyor.Velayet-i Kübra’nın hakikatlerine ulaşmak okumakladır.Okuyarak mükemmelleşmek.İleriye dönük bütün problemlerimiz okuyamamaktan kaynaklanıyor.Zübeyr Ağabey’de söylüyor.
Ülfet en büyük düşmanımız.Üstad: “Her sabah ve akşam o levhaya bakar dersimi alırım” diyor.”Dost istersen Allah yeter.Evet o dost ise her şey dosttur…” levhası.Biz bir levhayı takınca bir gün sonra süs eşyası olur,hemen ülfet ederiz.Muhakemat’ta:”Mananın mehiri dikkattir” diyor.Kızıl-İ’caz’ın başında:”Maksadım sathi zihinleri dikkate alıştırmaktır”diyor.
Sözler’in ilk başında:
1.“Nefsimle beraber dinle.”
2.”Nefsime demiştim”
3.”Nefsime diyeceğim”
3.”BEN NEFSİMİ HERKESTEN ZİYADE NASİHATE MUHTAÇ GÖRÜYORUM”
Bir Kur’an talebesini son nefese kadar yaşaması gereken hali bu olmalı; “NEFSİNİ HERKESTEN ZİYADE NASİHATE MUHTAÇ GÖRMEK”
Allah, yüksek ehl-i hakikate bir hastalık vermiş.İŞTİYAK VE AÇLIĞINI HİSSETMEK HASTALIĞI. YANİ,KUR’AN’IN HAKİKATLERİNE DOYMAMA,MARİFETULLAH’A DOYMAMA HASTALIĞI VERMİŞ.Onlar acıkdıkça yemişler,yedikçe de acıkmışlar.
Nefis hem kabile,hem nakile hükmündedir.Yani hem kabul ediyor,hem de naklediyor.Hakikatleri kabul ve nakletmek.Nefsin iknası çok önemli.Nefsi çalıştırmak lazım.

Prof.Dr.Şener DİLEK

Resulullah’a Salât ve Selâmın Manası ve Hakikati

اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّهِ

cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latif bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım, fakat işaret nev’inden bir iki cümlesini söyleyeceğim.

Gördüm ki: Gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) hayalen müşahede ettim. Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zâtlara selâm ettiği gibi, “BİNLER SELÂM (*) SANA YA RESULALLAH!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ü cinnin adedince SELÂM ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını SELÂM ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cinn ve insi konuşturup, herbirerlerinin namına bir SELÂMI, mezkûr manalarla takdim ettim. Hem o getirdiği nur ve hediye ile, benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi, herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye, o hediyesine şâkirane bir mukabele nev’inden “BİNLER SALAVAT SANA İNSİN!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.

O Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) UBUDİYETİ cihetiyle -halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle- rahmet manasındaki SALÂTI ister. RİSALETİ cihetiyle -Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle- SELÂM ister. Nasılki cinn ve ins adedince SELÂMA lâyık ve cinn ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de, semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten herbirinin namına bir SALÂT’A lâyıktır. Çünkü getirdiği NUR ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder ve herbir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnu’daki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için herbir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi, lisan-ı kali de olsaydı, “ESALÂTÜ VESSELÂMÜ ALEYKE YÂ RESULALLAH” diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına “Elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyke yâ Resulallahi biaded-il cinni ve-l insi ve biadedi-l meleki vennücum” manen deriz.

فَيَكْفِيكَ اَنَّ اللّهَ صَلَّى بِنَفْسِهِ وَ اَمْلاَكَهُ صَلَّتْ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَتْ


(*) Zât-ı Ahmediyeye (A.S.M.) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî SALÂT yerindedir. Acaba, dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse; ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder; ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerim’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zât-ı Risaletteki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz!}

Said Nursî

Sezai Karakoç ve Bediüzzaman’da Diriliş Teması

Diriliş

Yeniden başlamak yazmak sanatına
Kat kat olup açılmak gök katına
İndirmek yeryüzüne Allah’ın rahmetini
Bir gül gibi sunmak dünya saltanatına
Yeni bir zamanı indirmek kılıç gibi
Güneş saatine geceler saatine
Varmak Rabbani ile çileye katıp çile
Muhyiddin-i Arabi ve Mevlana hakikatına
Gökyüzünü dolduran meleklerın sabrıyla
Kaldırmak aşk kadehini insanlık sıhhatine
Harfleri ve sesleri sözleri kelimeleri
Kitapları getirmek peygamber fıtratına
Merhameti ruhun in iç musikisi yapmak
Ve ölümü çevirmek diriliş hayatına (1982)

KELİME VE CÜMLELERİ PEYGAMBER FITRATINA GETİRMEK

Yeniden başlamak yazmak sanatına, dirilişin en önemli unsuru yeniden başlamak yazmak sanatına bundan geçmişin yazılanlarının diriliş için yetmediği ironisi vardır. Yazmak ile gökyüzünden Allah’ın rahmetini indirmek. Ama bu yazmak ile olacak bir iştir. Ama yazıyla çıkılan gökten indirilen gül gibi sunmak zarafette, incelikte bir metin, insanların iştahını kabartan dünya saltanatına sunmak. Şimdi yeni bir zaman talebi gelir yazmanın yeniliği gibi yeni bir zamanda indirmek, hem yazıyı hem zamanı yenilemek. Yeni olan üçüncü anlam Mevlana ve Muhittin-i Arabî hakikatıdır. Onların insanı ve kâinatı algılama tarzına. Melek sabrı ile çalışmak çileye çile katıp çalışmak. Aşk kadehini insanlık sıhhatine kaldırmak, her şeyi yeniden dizayn etmek peygamber fıtratına Uygun, harf, ses ve sözleri, peygamber söyleminden ve sıhhatinden uzak kalmış olan bütün kelimatı cümleleri peygamber fıtratına getirmek aradaki mesafeyi kaldırmak. Sonra ne merhamet, o ne olmalı ruhun iç musikisi olmalı ve ölümü çevirmek diriliş hayatına.

Bu yazılanlar Bediüzzaman’ın ta otuzlu yıllardan itibaren yaptıklarıdır. Bediüzzaman kendinden önce yazılanlardan farklı yazmış adeta yeniden yazmıştır. Revize etmiş temaları teknikleri yeniden yazmıştır. Ayet ül Kübra’da, Haşir de Mesnevi ‘de 22 Sözde, daha birçok risalede yeniden bakmıştır hakikate . Şairin hala temennide kalan ferdi ve toplumsal isteklerini elli yıl öncesinden gerçekleştirmiştir. Yazılanların diriliş için yetmediğini bildiği için Hutbe-i Şamiye’de toplumu hasta insanı diriltmek için altı önemli hastalığı tedavi çareleri öne koyar. Gökyüzünden Allah’ın rahmetini indirmiştir, çünkü bin yıldır kendi tabiri ile rahnelenen kalbi ve itikad-ı umumiyi yazdığı eserler ile tamir ve tedavi etmiştir. Dehalar konuları devam ettirmez onlara yeniden bakarlar diyor, deha musannifleri. Herkesin her gün gördüğü şeylere onlar yeniden bakarlar.

İKNA OLMUŞ AKLIN KALB İLE BİRLİKTELİĞİ

Çile Bediüzzaman’ın hayatına yapan en önemli unsurdur. Bütün eserleri bir çilenin mahsulüdür. Ama o tasavvuf vadisinin iki büyük piri gibi değil onlardan farklı yaklaşır hakikata. onlar gibi kalbin ışığında bakmaz, onlardan farklı olarak hakikata önce aklın daha sonra ikna olmuş aklın kalb ile olan birlikteliğinden bakar. Bu yüzden bahislerinin adı mirac hakikatı, haşrin hakikatı, meleklerin hakikatıdır. Mevlana ve Muhiddin asrında kalp dalalet vadisine uğramamıştı, ama bunun asrında kalb aklın münkirane ve felsefi iğvasıyla rahatsız olmuş ve kalbin yolunu terk etmiş, nihilizme ve inkâra ve gaflete düşmüştü. Bediüzzaman ise onları tek tek tedavi etti. Marks ve Nice, Holbach ve daha birçok materyalist filozofun inkâr ettiği hakikatleri akıl ile düze çıkardı. Marks haşrin hakikatını anlamadığını söyler. Bediüzzaman İbni Sina ve Marksın anlamadığı bu hakikatı düze çıkarır. Marks ın atom konusundaki inkârcı fikirlerini eleştirir ve ortaya yeni bir itikad çıkarır kalemi ile çıktığı gökyüzünden. Gökyüzü derken gökyüzünden iki şey gelir bir ilham diğeri ise vahiy, Bediüzzaman vahiyden alınan ilhamla yazar, vahiy değildir, ama vahyin değiştiren hakikatı ile bakar hakikata.

Ben ağıt yazmayı sevmem
Ölümden değil dirilişten yanayım
Ölümden değil ölüm sonrasından yana
Ağıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana (1982)

Kaybedilen Osmanlı ve kültürü arkasından gelen cumhuriyet üdebası hep ağlarlar senfoni halinde. Hatta Karakoç Yahya kemal’in şiiri için “Bozgunda fetih rüyası “ der. Ama Yahya Kemal ağlamaz ama ağlamayı ima eden şiiri vardır. Anadolu coğrafyasındaki şehirlerin eski büyüsünü kaybettiğine üzülür. İklimlerin yeni manalar ve anlamlar üretmediğine üzülür. Yahya Kemal büyük bir milletin mazisine sığınarak teselli bulur, yeni bir ruh için maziyi yeniden gözden geçirir.

BEDİÜZZAMAN DERYALAR GİBİ ÜMİT DOLUDUR

Bediüzzaman’ın hayatında ağıt vari bir hal yoktur. En ümitsiz zamanlarda deryalar gibi ümit doludur. İstanbul işgal altında iken ümit doludur. İngilizler aleyhine bir küçük kitap yayınlar sokaklarda İngiliz ve işgal polisi ve askeri dolaşırken İngiliz siyasetini iflas ettirir. Yirminci yüzyıl başında dağılmaya yüz tutmuş imparatorluğun yeniden eski haşmeti için herkesin bir ırkı yücelttiği ortamda ümmet-i İslamı oluşturan ırkları bir insan bedeninde resmeder ve kürt. türk ve arabı aynı bedende üç değişik görüntü olarak resmeder. Herkesin ayrılmasını değil birlikte olmasını telkin eder. Otuz bir martta isyan eden taburları bir nutuk ile yatıştırır. “Zabitleriniz isyan ile kendilerine zarar veriyor siz ise isyanınızla şanlı Osmanlının geleceğini zarardide ediyorsunuz “ der. O taburları kumandanlar ve şeyhülislam bile düzene sokamazken. O en olumsuz anlarda dirilişi, yeniden düzene girişi başarır.” Hak bildiğim davada korku elimi tutamadı “der.

Fildişi ölümün işlemediği taş
Doğumunun yüzüğünde kaş olsa
İkinci doğumum olan ruh doğumumun
Benliği eskimiş giysiler gibi çıkarıp atan

Bu şiirdeki ikinci doğum, ruhun doğumudur. Eski ruhun ihtiyaca cevap vermeyen giysilerini çıkarıp atar. Eskiyi gözden geçirir. Bediüzzaman “ Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” der.Her iki şairin de felsefesi budur eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.

Yeniden doğuş diriliş suru çalınca
Benim geri döneceğim şehir Şam dır
Bir başşehre döner gibi dönecek askerler
Belki yorgun fakat neşelerin en neşesiyle

Fırat sana geldiği zaman
Nasıl karşılayacaksın onu
Dicle sana geldiği zaman
Bir DİRİLİŞ başlangıcı
Bir kıyamet sonu
Nasıl karşılayacaksın onu 637
İroni düzeyi müphem olan bir diriliş vardır bu mısralarda. Yeniden doğuş. Diriliş Fırat ile Dicle ile onlar suyu temsil eder,

Alın Yazısı Saati isimli şiirin beşinci bölümü Akif’in Bülbül şiirinin kurgusuna benzer. Dirilememiş ve ölü Müslüman toplumlarına ağlar.
Bırak ben ağlayayım
Esir pazarında satılan Afganistana
Açlıktan milyonları kırılan Afrika’ya
Filipinler’e
Habeşistan’a Eritre’ye Filistin’e
Esaret prangasıyla kıvranan
Kafkaslar Azerbaycan Türkistan’a
Bütün milletlere ülkelere
Irmaklar gibi ben ağlayayım 644

Akif de ağlama hakkını kendine alır.
Senin hakkın değil matem
Benim hakkım sus ey bülbül

Şair ağlamayı kendine ayırır ve sabah yıldızına cesaret verir. Akif’in hilali sorgulaması gibi, Bülbül’ ü sorgulaması gibi. Karakoç ise SABAH YILDIZI’NI cesaretli olmaya çağırır. Çünkü bir yönden DİRİLİŞ’İN sembolüdür. Sabah günün diriliş anıdır, canlılık anıdır. Tek anlama sığmaz çok anlama sahiptir. Dirilişi temsil eden bir alegori de olabilir, bir sembol de bir başka anlamda.
Bu sabah yıldızı, bir kozmik nesne değil veya öyle. Ama o bir dirilişi sağlayan canlı bir öğedir. Şiirin daha sonraki heyetinde bu görülür

Sen demir gibi olmalısın
Çelik gibi sabah yıldızı
Ceyhun dursun ben ağlayayım
Seyhun dursun ben ağlayayım

Sen diriliş yıldızısın
Büyük Tanığısın
Tanrı’ya inanmanın

Ve baharda
Tomurcuklanan gül
Senin doğuşunla açar gözlerini dünyaya

Seninle uyanmıştır çoban
Çağırmaktadır sürüsünü
Yeni gün taze vakte

Seninle uzay aynasında
Keskin sesini ayarlar
Şah horoz

Ve yankılar yankılar yankılar
Gökkubbede eşsiz yankılar
Dağlardan dağlara
Ovalardan ovalara

Sen demir gibi olmalısın
Çelik gibi
Sabah yıldızı
Kırılacak bir kadeh değilsin
Bir meyhanenin
Kepenkleri inerken

Sen ruhumun rönesansı
Göğe vurmuş yansıması
Kalbin saf aynası
Ve ta kendisisin şafağın
Ta kendisisin sabahın

Korkma seni gölgeleyemez
Karanlığın öbekleri
Seni örseleyemez
Sabaha kadar havlayan
Şerrin köpekleri
Çevrende halkalanmış
24 saat nöbette
Peygamber ocağının bebekleri
Yeryüzü melekleri Kahraman
Asker tüfekleri
646

SABAH YILDIZI

Sabah yıldızı şiirde kozmik bir nesne olmanın ötesinde kurtarıcı bir mitik varlıktır. O her şeyi yeniden dizayn edecektir.
O bir karakterdir. Demir gibi olmalıdır. Demir bir dirençtir, Şiir 1979- 88 ile aradaki on yıla yakın sürede yazılmıştır.
Bir kahraman bekleyişi ve temennisidir. Necip Fazıl’ın daha sarih anlattığı G e n ç adam imajı ı gibi değil perdeli bir imajdır.

O bir atımlık barut değil, kırılacak bir kadeh değil, kadeh bir insanı temsil eder ananede. O yıldız r u h u n rönesansıdır. Göğe vurmuş yansımasıdır. O kadar dinamik özelliklere sahiptir.

Alın Yazısı Saati isimli elli sayfalık şiirde karakterin örtülü gibi görünen, yarı müphem yarı sarih niteliği görülür.
Tabii şair Bediüzzaman gibi kayıtsız bir insan değildir, bir bürokratın ve sistemin kayıtlarına göre düşünmek zorunda olan bir insandır. Bediüzzaman ise hiçbir zaman mana karanlığından manalar çıkarmak istemez, çünkü ruhları inşa etmek için hakikatlerin çıplak olması gerekir. Bütün anlattığı bahislerde muhatapları çıplak hakikatle yüz yüze kalırlar. İslamın en kapalı telakki edilen miraç ve kader gibi bahisleri onun elinde bir lise öğrencisinin bile anlayacağı bir düzeyde izah edilir. Bediüzzaman tasavvufun sembolik ve alegorik ve zaman zaman da fantasmagorik kurgularına iltifat etmez. Muhittin-i Arabî’yi gözden geçirirken onun hakikatlere giydirdiği müphem kalıpları takdir eder ama hakikata tam kamet olmadıklarını söyler.

Onun şiirinde diriliş kelimesinden doğan cümleler ve imajlar Türkiye’deki muhafazakâr hayatın kendini isbat ettiği dönemlerde artar. Onun dirilişi beklediği yıllar Bediüzzaman büyük zaferler kazanmış ve ortaya perde altında da olsa bir nesil bir hakikatı yaymayı kendine görev telakki etmiş insanlar çıkmıştır. O Bediüzzaman’ın ektiği tohumlar meyve verdikten sonra D i r i l i ş konusunda fikirler ve imajlar öne sürmüştür.

HIZIRLA KIRK SAAT

Hızırla Kırk Saat yüz yirmi beş sahifedir. İsmi ve Kırk rakamı dirilişi temsil eder ve ona ima ederler. Çünkü Hızır hem kozmik dirilişi temsil eder, hem de ani dirilişi. Kırk da dirilişin ilk durağı olan bir rakamdır. Kırk kişi olan Peygamber-i Ekber, Ömer ‘in katılımı ile dirilmiş toprak altındaki hidayet birden yer yüzüne çıkmıştır. Kırk harfi rakamların esrarlı olanlarındandır, kırk günde ölünün kırkı çıkar, kırkında loğusa kadının kırkı çıkar, kırk gün iyi olan kırk birde de iyi olur, kırk gün kötü olan kırk birinde de kötüdür. Şair Hızır ile birlikte kırk saat geçirir onunla her anlam katmanında müphem, sarih, işari, kapalı daha birçok mana katmanında konuşur. Bu dirilişin konuşmasıdır. Hem saat hem şahıs hem de şair üçü birden bir ölünün başında onu diriltmeye çabalarlar.

Şair burada ölümün nedenleri üzerinde durur, dirilişi konuşur. Önce ölümü tahlil, daha sonra dirilişi ortaya koymak. Şiirin başı tamamen ölümü ve dirilmeyi anlatır.

Bediüzzaman da otuz üç rakamı ile Haşir ve Otuz üç pencere isimli eserlerinde otuz üçün sırlı rakamında insanı diriltmeye çalışır. Haşir de otuz üç bahis vardır, kalbinde öldükten sonra inancı cansız olan insanı diriltir, bu en büyük diriliştir, imanın bir cüzünün dirilişi, ama en canlı damar.

Hızırla Kırk saatin başında Kur’anları duvarlarda asılı duran ama okumayan bir millet vardır. Okusa bile anlayanı yoktur kitabın. Kanunları da uyulmayan kanunlardır, kağıtlara yazılıdır ama uyulmaz. Taşa kayaya ve su çizgisine yazılmışlardır. İnsanların nesne ilişkileri kuramları yoktur. Nesneler ile barışık ve ortak yaşayan vahiysel insan yoktur. Hayatlı olmak evren ile sağlıklı ilişkilere bağlıdır. Hızırla kırk saatin ikinci bölümünde dirilişi sağlamayan hocaları eleştirir açıkça
“Ey yeşil sarıklı hocalar bunu bana öğretmediniz.”Mutsuzluğun kaynaklarını sayar kadın üstün ama mutlu değil, hükümdar halka yalvarır ama zulüm eder. İnsanlar havada uçmuş ama yerde ölmüşlerdir. Yeni putlar edinmiştir toplumlar put kırmayı öğreten yoktur. Bunlar ölü bir toplumun tasvirleridir., ölüm kitap ve hocalarda karar kılmıştır.Bediüzzaman da Kur’an a bakış açısını yeniler ve dirilişi hızlandırır, Hoca’ların asır ile ilişkilerini kuramadığını eleştirir. Buralarda geçişler vardır.
Sonra da çıkışır

Ey ulular sizin bana öğretmediğinizi
Ben zamandan öğrendim 179
Bu zaman Bediüzzaman olmasın hocaları değil onu dinlemiştir.

Öldükten sonra insan nasıl dirilecekse
Ölmeden ben öyle dirildim. 187

Ne yaptı da dirildi şair, öldükten sonra dirilmenin kalplerinde ölü olduğu insanları dirilten Haşir risalesidir.

Kalpte haşir inancı ölü ise öldükten sonra da dirilmek yok.
Sadece diriliş Haşir risalesinde değil daha birçok eserinde geçerlidir.

Hızırla kırk saatte bütün İslami temaların içinde bir roman kahramanı gibi dolaşır, Bediüzzaman da anlatımlarında yeniden dirilişi sağlayan temalarında ama bir farklı anlam tabakaları içinde değil sarahatle hem kahraman hem d e anlatıcı olarak vardır.
Hızırla kırk saatte şair maziye gider istikbale gelir, temaları, mekanları şahısları yeniden yorumlar. Ama tek manaya değil çok manaya katılır. Ayet ül Kübra da kahramanın macerası Hızırla Kırk saatteki Hızırla konuşan adama benzer. İkisi de farklı dirilişleri farklı şekillerde anlatırlar.
Bediüzzaman Kur’an’daki vakaları yeniden yorumlar, onları klasik asırlarca yorumlanan şekli ile değil yeniden yorumlar. Hızırla Kırk Saat’te anlatıcı peygamberlerin maceralarını yeniden yaşar. Bediüzzaman, Eyyüb, Yunus ve Yusuf peygamberin kıssalarını yeniden yorumlar, günümüze uyarlar. Yeni yorumlar, yeni anlamlar ortaya çıkararak zihinde dirilişi sağlar, ülfet edilen anlamlar dirilişi ortaya çıkarmaz.

Karakoç , ironisi bazen güçlü bazen saklı , açık eleştirel bir dil kullanır, olan olmakta olan,olmuş olanı olumsuzu bibersiz bir dille eleştirir.

SAĞLIKLI DÜŞÜNME

Bediüzzaman da eleştirmendir dirilişi sağlamak için, o temaların yanlış anlaşılmasını yerine yeni yorumlarını getirmek suretiyle dirilişi sağlar. Onda diriliş itikadi diriliş ki onun en önemli faaliyeti ve gaye-i hayatıdır. Bütün yoğunluk onlar üzerindedir.
İkinci kısım diriliş ise sosyal sorunlar İslam dünyasının batı karşısındaki çözülmüşlüğüne bulduğu diriliş reçeteleridir, bunlar Hutbe-i Şamiye ve Münazarat gibi eserleridir.
Bir de insan hayatının çeşitli dönemlerine neşter vurup diriltmeye çalıştığı eserleridir, hastalığı bir psikanalitik vaka gibi alır ve insanı hasta iken sağlıklı ve diri düşünmeye çağırır.
İhtiyarların hayata bakışını diriltir, kadınların hanımların gençlerin, çocuğunu kaybetmiş anaların ümitsiz ruhlarını diriltir. Toplumu oluşturan kesimlerin sorunlarını yeniden yorumlar ve onları diriltir.
Diriliş aslında evrensel bir temadır. Tolstoy’un da diriliş diye bir romanı vardır, hakikat onda da başka bir şekilde fiktifleşir.
Seza i Bey ise muhafazakâr kesimlerin ve kaotik yılların iyiye değişimini izler, gördükleri olumsuzlukları eleştirirken olması lazım gelene göndermelerde bulunarak dolaylı diriliş tarzları önerir.
Bediüzzaman ise korkunun elini tutamadığı adam sistemle, tağutlarla dalaşmadan hastasını diriltmeye çalışır. O Eserlerini bir eczane-i Kur’aniye olarak niteler, kendi de en önemli tabiptir. Özellikle tabib kelimesini Hutbe ve Münazarat da çok kullanır. Hutbe-i Şamiyede altı hasta özelliği olan imparatorluk ve İslam dünyasının bu altı hastalığını anlatır ve çareler öne sürer.

EVRENDE ESAS AMAÇ GÜZELLİKTİR

Daha sonra dirilen bu insana dünyaya nasıl bakması lazım geldiği konusunda fikirler öne sürer. Dünyaya Biyoloji, Zooloji, Tıp ve Astronomiye, Anatomiye göre bakarak canlanan bir insan modeli çizer.
Evrende asıl amacın güzellik olduğunu ilimlerinden hedefinin güzellik olduğunu söyler saydığım ilimlerin analitik bir şekilde güzele hizmet ettiğini söyler, arkasından altı hasta özelliği dirilen insanın imparatorlukları yeniden inşa edecek Osmanlıcılığı ve ittihad-ı İslamı toplumun yapı taşı olan insanın sağlıklı şekilde ortaya çıkmasıyla dirileceğini anlatır.
Bediüzzaman temaları diriltirken uzun açıklamalarda bulunur, yapısı ve işi gereği. Şair ise nasir kadar hür olmadığından temaları şiirsel imajlarla yeniler.

Öleni ölümle diriltmek
Ölümle sağ tutmak sağ olanı
Ölümün ışını ile görmek 223

Bediüzzaman ölümü yeniden dirilmenin önemli öğelerinden kabul eder. Ölümü yokluk görene , “Ölüm idam değil hayatı ebediyenin mukaddemesidir “der.

Diriliş ve değişim iki akraba kelime dirilişten önce değişim gelir, ancak yardım ile olur Mevlana’nın Şems ile buluşması gibi. Peygamberin vahiy ile buluşması gibi.
Şamdayız
Mevlana ve Mesnevi
Muhyiddin ve Yasin
Şems ve Füsus
Şems nasıl değiştirdi
Bengisu sarnıçlarından geçirerek
Mevlana Celaleddin’i
Ve Yasin bir delikanlı biçiminde
Ağır ölüm hastalığında
Nasıl iyileştirdi İbn-i Arabi’yi 230

Hızırla Kırk Saatin kırkıncı bölümü yine kırkın derleyen toplayan değer tablosundan hareket eder. Kırk nasıl derlenmenin miladı ise Mehdi de derleyen adamdır.
Şair

Konuşacak Mehdi
Geldi derleniş günü
Derleniş toplanış vakti
Artık her gün her gece
Bir kadir günü ve gecesi
Kur’an iniyor dağlardan tepelerden
Yağmur onun yedeğinde
Horozlar en keskin sesleriyle ötmede
Koyunlar ışıldıyor yünlerinde
Yeni ve keskin bir bilgelik keçilerde
Doğudan batıya bir şimşek atlardan
Heyemolalarla inip çıkan
Bir eleğim sağma develerden
Kadınlar örtünürler Meryem örtülerini
Bacalar yeniden tüter
Odunların en sertinin yanışından
Bırakarak gökyüzünde bir ocak sisi
Dağlarda bir başka coşkunluk çağlıyor
Menekşede çiğde kekikte ses var
Bir vahiy uğultusu arılarda
Karıncalarda hikmet suskunluğu
Barışı ve çalışkanlığı sağduyunun
Derleniş toparlanış diriliş saati
Geldi

Bu Bediüzzaman’ı öğretisini ve onların âleme getirdiği değişimi anlam farklıklarını nesnelere yansıtan harika bir apokaliptik imajlarla zengin ve analojik imajların masumiyetine bürünmüş bir baş yapıt bir büyük şiir.
Mehdi derleyen toparlayan demek, dirilişin atardamarı demek, hidayet eden her yönde insanları derleyen toplayan demek!
Mehdi canlanmak demek mehdi ölümden yeniden hayata dönmek demek, her yönü ile ölü bir toplumu canlı hale getirmek demek.

KUR’ANIN SABAHINDA UYANIN

Bediüzzaman! Beş yüz senedir yattığınız yeter, Kur’an’ın sabahında uyanın “ der. Nasıl Nebiyi zişanın vahiysel nazarı bedevi bir kavmi en üstün insanlık düzeyine getirdi ise onun bu asırdaki temsilcisi olan bu zat’ın sözleri de toplumu değiştirdi, bulutlar ve rahmet şeklinde kalplere yağdı şair’in sözü ile
Kur’an iniyor dağlardan tepelerden
Yağmur onun yedeğinde

İkisi de rahmet yağmur gökten yağar, Kur’an gökten gelir ikisi de enzele münzele,
ve enzele minessemai maen ,
ve inzal-i kütüp ve rüsül . Rahmetin mücessemi nebi-yi Zişan,
Taha’nın Kitabı
İsimli şiirinde
İnsanda insanlığın yeşerip solması ve yeniden dirilişi
Der.
Birinci Bölüm
Değişim ile başlar, dirilişin kardeşi olan bir kelime, şairin beş on diriliş türevi olan kelime etrafında dönen tematik felsefi telakkisi ve isteği ve talebi Tahanın Kitabı şairin çocukluk coğrafyasından ülkeye bakış, bir yeniden gözden geçirme
Taha bir kavis ile değişimi yakalamıştır. Şair bu kavise neler yüklemiştir, yoksa gökte beliren ayın insanlığa getirdiği yenilikler ve mana iklimleri midir?

Taha, Yarasalar ve Kavis değişimin hazırlandığı üç ayaklı tezgâh

Değişim ve zaman kim bu zaman Bediüzzaman mı? Kapalı ironi ile konuşur Karakoç Bediüzzaman’dan bahseder, yazılarında açık şiirinde müphem.

Yeni çağ ve yeni zaman
Geldi ve geçiyor aman
Kurtulur ona yapışan
Kurtulur ona yapışan
Kurtulur yeniye koşan
“Risale-i Nur bu devirde bir hablullahtır” der Bediüzzaman. Ona yapışan kurtulur, bu bu cümlenin yeni akordu değil mi ?
Beni bekledi bu satırlar iki değişimcinin arasındaki gizli iletişimi keşfetmek için ya kim olsaydı sanki.

Bu adam ve öğretisi ne yapmıştır

Artık dağ taş Cebrail’dir
Daha doğrusu Sur –ı İsrafil’dir
Her şey onunla canlanmıştır, Anadolu onun sayesinde canlanmıştır,
Hoca Efendiler onun ruhundan aldığı hızla Osmanlı akıncıları gibi ülkenin dört bir yanına okullar ve dershaneler dizmiş, Abiler Osmanlı ruhunı yeniden inşa etmiştir.

Bitmez bir tükenmez bir hazinedir iki büyük adamın ruh iletişimi. Karakoç ve Bediüzzaman.

Prof. Dr. Himmet Uç

Kaynaklar;
Bediüzzaman’ın eserleri ve Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan şiir kitabı.

Ben Sözlerimle Muhammed’i (a,s.m.) Övmüş Olmadım

Risalet-i Ahmediyeye dairdir

وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّداً بِمَقَالَتِى وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ
1

Evet, şu Söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsâf-ı Muhammediyedir.
On Dört Reşahâtı tazammun eden On Dördüncü Lem’anın

BİRİNCİ REŞHASI

Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var: Birisi şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini on üç Lem’a ile Arabî Nur Risalesinden On Üçüncü Dersten işittik. Birisi şu kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Birisi de Kur’ân-ı Azîmüşşandır. Şimdi, şu ikinci burhan-ı nâtıkı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz.

Evet, o burhanın şahs-ı mânevîsine bak:

Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya tarâvettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.

Zira, o Lâ ilâhe illâllah der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile, mânen Sadakte ve bilhakkı natakte derler.

Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeâya parmak karıştırsın?

1 : “Ben sözlerimle Muhammed’i (a,s.m.) övmüş olmadım; aslında sözlerimi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmla övmüş ve güzelleştirmiş oldum.” İmam Rabbânî, Mektubat, 1:58.

Bediüzzaman Said Nursi / 19. Söz 1. Reşha

Herkesin Bediüzzamanı..

Bediüzzaman Said Nursi zamanımızda etkisi gittikçe artan bir İslam alimidir. Herkes Bediüzzaman Said Nursi’de kendince ilginç bir taraf bulur. Herkes kendi penceresinden üstadı sever..

Beni her zaman kendisine hayran bırakan tarafı onun o akıl almaz analitik zihni ve İslam’a duyduğu özgüvendir. İslam bilginlerinden İmam Gazali’de ve Fahruddin Razi’de de benzer analizci yöntem ve özgüvenin başarıyla kullanıldığını görüyoruz. Bediüzzaman da bir konuyu araştırıyorsa, bize sunduğu geniş bilgi ve entelektüel alan içinde konunun tek bir ayrıntısını bile dışarıda bırakmaz. Sistematize eder, ana ve alt başlıklara ayırır, daha alt bölümlerle kılcal damarlarına iner. Bediüzzaman, Gazali gibi metodik yöntemi kullanan o harikulade yeteneği sayesinde bizi kendi hedeflediği sonuca varmaya adeta mecbur eder. Kendinizi kaptırırsanız yöntemi, üslubu ve analiz yeteneği size muhtevayı unutturabilir.

23 Mart 1960’ta aramızdan ayrılan Said Nursi’nin vefatının üzerinden uzun bir zaman geçti. Arkamıza dönüp de “Ondan geriye ne kaldı?” diye sorduğumuzda zengin bir bilgi ve düşünce mirası ile imrenilecek bir mücadeleyi buluyoruz. Ancak miras henüz açılmış, yani keşfedilmiş değildir. “Keşif” sözcüğünü kullanıyorum, çünkü aydın çevrelerin ve genç Müslüman nesillerin onu yeterince tanımadıkları bir gerçek. Bediüzzaman’ın bize bıraktığı miras hakikaten çok zengin ama kolayca harcanabilir. Bugüne kadar yapılageldiği gibi politik ve grup önyargılarından hareketle eğer mirası harcamayıp yerli yerinde kullanacak olursak bunun hayli besleyici bir miras olduğunu anlarız. Onu samimiyetle izleyen, eserleri uğruna acılara ve zorluklara katlanan öğrencilerine, sayısız şakirde, meçhul kahramana minnet borcumuz var.

Bediüzzaman’da gözlediğimiz önemli bir özellik, onu geleneksel İslam tefekkürüne ve ilimlerine olan derin vukufiyetidir. Kuşkusuz modern zaman Müslüman aydınının pek yabancısı olduğu söz konusu vukufiyet, kendinden ibaret kalsa büyük bir anlam ifade etmeyecekti. Buna yaşadığı çağı iyi tanıması, olaylara tanıklık etmesi ve Batılı düşünce ve bilimsel akımlardan yeterince haberdar olması özellikleri de eklenince Said Nursi’de ender bir mükemmellik şeklinde tezahür eder. Son iki yüzyılda İslam dünyasının sorunlarına çözüm arayan diğer Müslüman düşünürlerle mukayese edildiğinde Said Nursi, özel bir yetenek, farklı bir kişilik profili ortaya koyar.

Herkes gibi Üstad da kendi çağının ve İslam dünyasının sorunları üzerinde düşündü. Onun sorunlar üzerinde düşünme tarzının diğerlerinden bazı farklılıklar gösterdiğini tespit ediyoruz; onun teşhisi diğerlerinden farklı. Ona göre ekonomik ve teknolojik gelişmenin doruğuna ulaşan Batılı toplumlarda hakim düşünce materyalizmdir ve onların maddî kalkınmasını transfer etmek isteyen ülkelerde bu işlem ilk etkilerini bu alanda gösteriyor. Bediüzzaman, İslam’ın güç ve enerjisinin Batı’dakinden “daha iyi bir medeniyet“i ortaya çıkaracak kadar potansiyel varlığa sahip olduğuna inanıyor, ama onun hareket noktasını “medeniyet sevdası” teşkil etmiyor.

Şunu da biliyordu ki Müslümanların ve İslam dünyasının iç enerjisi tükenmek üzereydi; çünkü insanlar çoğunlukla farkında olmaksızın İslam’a olan inançlarını kaybetmişlerdi. Şu halde teşhisi doğru koymak gerekirdi ve bu sorunlar askeri, ekonomik, politik, ahlakî ve toplumsal da gözükse sonunda gelip “iman” meselesinde toplanıyordu. Geçmişte Müslümanlara şan ve şeref kazandıran, onlara büyük devletler ve medeniyetler kurduran bu büyük iman gücüydü. Bugünse Müslümanlar kendi öz varlıklarına karşı inançlarını ve özgüvenlerini kaybetmiş bulunmaktadırlar. Yapılması gereken iş İslam dünyasına ve Müslümanlara imanlarını iade etmek olmalıydı.

Bugün bile İslam dininin hakikatinden habersiz çoğu aydın çevre için bu teşhisin hayati değeri anlaşılabilmiş değil. Ama Bediüzzaman, 19. yüzyıl kalkınmasının kendine özgü kültürel, tarihî ve maddî temellerden koparılarak İslam dünyasına aktarılması durumunda katı bir pozitivizme ve materyalizme dönüşeceğini doğru tespit etmişti. O, yeni bir uyanışın peşindeydi. Belki de ilk habercilerden sayılır.

Bugün şu gerçekten eminiz, maddî kalkınmanın arkasında belli bir ruhsal ve entelektüel uyanış yatar. İslam dünyasında da uyanışın özünü oluşturan tevhid inancıdır.

Ali BULAÇ

(Zaman Gazetesi)