Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Bu Levha Herkesi Kurtarır

Hayat bir oyundur doğru fakat bu oyunu oynayanlar değil bozanlar kazanır. Aslında kazanmak veya kaybetmek hayatın pek çok sahasında önünüze çıkan durumlarda yaptığınız tercihleriniz doğrultusunda karşı karşıya kalacağınız bir durumdur. Kullukta ise ben vazifemi yaparım neticesini düşünüp onda yoğunlaşmam mantığı Mevla’ya olan teslimiyeti ve güvenin göstergesidir ki tevekkül bu sırdandır.

Dertlisiniz, dertliyiz ve dertlerin bitmeyeceğini biliyoruz, siz de bilmelisiniz. İnsan aciz olduğunu bilecek ki aciz olmayanı tanısın. İnsan çaresiz kalacak ki çaresiz kalmayanı tanısın. İnsan hasta olacak ki hasta olmayanı tanısın. İnsan zaafa düşecek ki asla zaafı olmayanı tanısın. İnsan güvendiklerinden ihanete uğrayacak ki hiçbir zaman güvenini sarsmayanı tanısın. Sözünde durmayanları gördükçede asla vaadinden dönmeyeni tanısın. İnsan ağladıkça hiçbir zaman ağlamayanı da tanısın.

Çünkü tanıyacağı O Zat Sonsuz bir Kudret ve Esmaya sahip Allah(c.c) dır. Daha da O nu tanımıyorsa, tanımaya çalışmıyorsa, O kendisini kesin bir surette tanıtacak bildirecek gösterecektir.

Üstad-ı muhterem dünyanın misafirhane oluşunu pek çok risalelerinden bahsettiği gibi dünyanın imtihan olduğunu da defaten anlatmaktadır.

Burada önünüze iki tercih çıkar: isterseniz misafirhane görürsünüz dünyayı, ev sahibinin istediği gibi yaşarsınız; isterseniz de misafirhane sahibini tanımazsınız, misafir olduğunuzu unutursunuz, misafir değilmiş gibi davranırsınız, hatta kendinizi ev sahibi gibi görüp öyle davranırsınız ve imtihanınız o zaman başlar.

İşte bu ince manayı ehlullah görmüş başlarına gelen her şeyi imtihan değil ev sahibinin ikramı olarak düşünüp tevekkül ve sabır içinde misafire uygun bir harekette karşılık vererek şikayet yerine şükretmişler, çok dara düşseler bu benim nefsimdendir, ev sahibini kızdırmış olmalıyım, diyerekten özür dileme yolunu seçmişlerdir. Ama asla ev sahibine karşı bir memnuniyetsizlik göstermemişlerdir.

Aslında bir yazar olarak çok gevezelik ettiğimin farkındayım. Zira Kainatın Sultanı yazmış yazdıklarını okusak dillendirsek kafidir yeterlidir biliyorum fakat bu serzenişlerim neşir ve ilan yoluyla önce nefsimedir ki nefsimle beraber nefsinden muzdarip olanlarda istifade etsinler.

Size özü bilip sözü eden Bediüzzaman hazretlerinin şu sözleri ile baş başa bırakıyorum. Zira bu sözleri bir levha suretinde yazıp hayatı boyunca kendine ikaz ve ihtar eylemiş. Şimdi bu levhayı bizlerinde asma zamanıdır. Lakin kulak asmamak değil kalbimizin her köşesine baktığımız her köşeye asmak manasındadır.

Dünya madem fânidir.
Hem madem ömür kısadır.
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
Hem madem dünya sahibsiz değil.
Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var.
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.
Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

Elbette en bahtiyar odur ki:
Dünya için âhireti unutmasın,
âhiretini dünyaya feda etmesin,
hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın,
malayani şeylerle ömrünü telef etmesin;
kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin;
selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.
{(Haşiye): Bu mademler içindir ki; şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. “Meraka değmiyor” diyorum ve dünyaya karışmıyorum.}
Mektubat ( 71 )

Araştırmacı Yazar
Süleyman Yasin AKDENİZ

Münazarat‘ta İnsan Tipleri

Hem psikanalitik hem de psiko sosyal bir tahlil yapmış. Tam on iki insan tipi çizmiş, altısı insana ait altısı topluma dönük ağırlıklı yine insana ait marazi ve olumsuz tipler, bad men, oppozite men, kötü adamlar.

1- C e h a h e t A ğ a , cehalet sıfatı ile ağa mizacı arasında bağlantı kurmuş. Cehaleti en iyi ağaların tutumu sergiler. Sadece diretir, direnir, istediği veya emrettiği şeyin akıl ve sair denge unsurlarını düşünmez.

2-İ n a d E f e n d i , Efendilik de bir ruh hali , bir insan bir işin efendisi oldu mu , hak ve hakikattan ziyade efendiliğinin devamında inad eder, inad ile bu ruh hali arasındaki bağlantıyı ifade etmiş, inatçı insan ile efendilik arasında bağlantı kurmuş. Ruh hali ile insan kişilikleri arasında bağlantı kurmuş.

3-G a r a z B e y , kelimelerin ruhuna derinlikli nüfuz etmiş. Garaz bir insana zarar vermek isteme, garaz bir farklılıktan , sıra üstülüğe karşı insanda oluşan , daha çok beceriksiz insanda oluşan tahrip hissi onun ile beylik arasında bağlantı kurmuş. Bey beyliğinin idamesi için ne olursa yapar, azıcık beylik gördüğünü tahrib eder.

4-İ n t i k a m P aş a’nın , affetmemek ve üstüne üstlük bir de intikam almak da paşa sıfatını takınmak gibi bir vasıf .

5-T a k l i d H a z r e t l e r i ‘nin , bir yenilik icad edemeyip, ancak başkalarını taklid ile kendini isbat etmek isteyen suri ve seçici takınılan ve kişi üzerinde sırıtan durum onu da hazret ünvanına benzetmiş, hazretlik de zaman zaman takınılan bir tavırken her durumda olunca taklid oluyor.

6-M ö s y ö G e v e z e l ik , Gevezelik bir gayeye matuf olmayan boş konuşmalar, sonuçsuz bürokratik ve gündelik , güya yönetmek maksadıyla yapılan onca konuşmalar demek. Sonuçsuz ve hedefsiz konuşmalar, mösyö saygınlığı alıyor, ama ortada bir şey yok. Psikopatolojik insani durumlarla, marazi davranışla insanlar arasında kurulmuş zihinsel empatilerden ortaya çıkarılmış insan tipleri  roman eşhası gibi. İşin arkasında insanları denetleyen ve gözetleyen ve onları bu kadar şaşırtıcı kategorize eden bir zeka ve yorum hayret etme istersen.

Bu altı şey için ne diyor. …bunların /taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.

Meşveretleri meşveret olmaktan çıkaran bu tavır ve tutumlar. Cehaletin ağa tavırları, inadın sürekli efendilik taslaması, birine veya birkaçına iş yaptırmama garazkarlığı, intikam düşüncesi ile olayı kendi mecrasına çekme, bilmemek üretmekten ziyade taklid etme, ve boş saatlerce konuşmalar, bunlar ile meşveret yapılmaz diyor. Her yanımız bu tür insanlarla dolu, eğer Bediüzzaman’a göre yaşansaydı , efkarı nerelere varırdı. Metinle davranış arasındaki uçurumlar trajik boyutlarda.

Diğer altı tipi sayalım;

7-Beni beşerde ona intisap eden; bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine feda etmeyen,

8-Hem de menfaatini ızrar-ı nasta gören,

9-Hem de muvazenesiz, muhakemesiz mana veren,

10-Hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsisini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek davasında bulunan,

11-Hem de beylik ve tavaif-i müluk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak manasıyla bir cumhuriyet gibi gayr-i makul fikirlerde bulunan,

12-Hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-ı umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden herkesin asabına dokundurmakla , ta heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi etmek isteyenlerdir.

Bunlar “efkarı teşviş eden hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen”lerdir. “K i m l e r“dir diyor.

Bir insanın büyüklüğü, diğerlerinin küçüklüğü. Onun büyüklüğünü anlatmaya kelime ara, ben ve benim gibilerinin küçüklüğüne kelime bul, sagir, suğra, hurde, vesaire . Yakup Kadri Mondros mütarekesi yıllarının İstanbul’undaki tipleri anlatır, nasıl berbat bir bataklıkta olduğumuzu ve ondan sonra da imparatorluğun nasıl Orta Anadolu da birkaç vilayeti tıkıldığını anlatır. Ufku küçülen devlet adamanın ülkesi de küçülür, ama işte yukarıdaki küçüklüklerden dolayı. Bozulmuş bir milletin dejeneresi. Cumhuriyeti 1922-23 de ilan etmişiz ama şu yukardaki haller yine yönetenlerden silinmemiş, zahiren bir idare, bu yüzden gerçek hürriyeti yüz yıl sonraya ertelemiş Bediüzzaman 2008. Sandık demokrasisi sandıktan çıkmadan adamı seçmiş, sandıktan çıkacak belli, ağa hazretlerinin tensiplerine göre. Pekmez yazılı şişeden zehir çıkmış, başbakanları asmış, insanları ipte sallamadan beter eden, sandığın bir takım güçlerin kucağında sihirbaz başlığı gibi durduğu ülke. O gün meşrutiyet meşveret ve hürriyet sonra cumhuriyet vesaire. Bediüzzaman’ın kelimeleri hamileliği bitmeyen sürekli doğuran canlılara benziyor, bir mana everesti. Bu on iki tipten bir tiyatro çıkar, sinema çıkar, roman çıkar çıkar da çıkar ama ders çıkar mı , belki o da çıkar. Ya bu çıkar kelimesi ondan çok şey çıkar. Neler yıkar neler yıkar, nice insanlar o kelimenin altında yatar, yatar, yatar.

Kelimeyi Akif ile kurtaralım

Gök kubbenin altında yatar al kan içinde

Prof. Dr. Himmet Uç

Bütün Varlıklar Allah’ın Askeridir

Haşir Risalesi üzerine tesbit ve denemelerimize devam edeceğimizi ifade etmiştik.

Risalenin giriş metninde geçen “bu ahâli çoluk çocuğuyla asker olmuşlar” cümlesi etrafında müzakereye çalışalım inşâallah.

Kâinatı bir ordugâha benzetirsek, bütün varlıklar o talim merkezinde, yer ve gök kışlalarında silah altına alınmış askerler misalidirler.

Asker ne demektir? Eğitim, tâlim ve düşmana karşı cihâd göreviyle devleti, onun bölünmez bütünlüğünü, istiklâl ve hürriyetini, düzen ve intizamını iç ve dış tehlikelere karşı koruyandır.

Dünya sadece yer küreden ibaret değildir. Yedi tabaka ve kısmın tamamı, Kur’ânda gayb âleminin dışındaki tüm alemleri (Ay, güneş, galaksiler, yer, sema, hava unsuru gibi) kapsamaktadır. Kur’ân yedi vecih üzerine indirildiği gibi, dünya da yedi kısım üzerinde durmaktadır. Bu katmanların tamamındaki varlıklar, yani askerler; Allah’ın düşmanları olan zâlimlere, kâfirlere, müşriklere, âsilere karşı görevlerini yerine getirmektedirler.

Aynı zamanda Allah’a ve O’nun kanunlarına itaat eden mü’minleri savunmakta ve koruma altında tutmaktadırlar.

Allah’ın askerleri Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir:

Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır “(1)

Hudeybiye barış sözleşmesi yapılınca, meşhur münafık Abdullah İbn-i Übey; “Muahammed (a.s.m) zannediyor mu ki Mekkelilerle barış yapınca veya Mekke’yi fethedince onun için artık düşman kalmayacak? Fâris ve Rum milletlerine karşı ne yapacak?

Yukarıdaki âyet bu olay üzerine inzal buyuruluyor.

“Yani Cenâb-ı Hakk’ın göklerdeki ve yerdeki orduları, Fâris ve Rum kuvvetlerinin, tüm İslâm düşmanı güçlerin, yer yüzünde Allah’ın hâkimieytine ve kanunlarına meydan okuyan zâlim mihrakların, sinsi münafıkların, zındıkanın, ahlâksızlık ve ifsad yolunu açarak insanlığı yaratılışından uzaklaştırma plânları yapan her türlü güç kaynaklarının üzerindedir” diye başta Peygamber (s.a.v)’i ve umum Müslümanları cesaretlendiriyor ve onlara teselli kaynağı oluyor.

Rabbimizin orduları sınırsız ve sayısızdır.

Rabbin ordularını ancak kendisi bilir”(2) âyetinin ve pek çok âyetin (3) işaret ettiği gibi, şehâdet âleminde bunun nice örnekleri vardır.

O’nun askerlerinden biri rüzgardır. Bilindiği gibi Hendek savaşında çıkan soğuk bir fırtına, düşman çadırlarını yerle bir ediyor, ateşlerini söndürüyor, bineklerini dağıtıyor, etrafı toza dumana katıyordu. Cisimleri görünmeyen ama Tekbir sesleriyle düşmanı perişan eden melâike ve rûhânî varlıklar Kur’ânda ifadesini buluyordu.

İki güvercin ve örümcekle Habibini koruyan Allah, atomlar ve seyyareler ordusuyla da muhteşem saltanatının hâkimiyetini açıkça ortaya koyuyor.

Kâinatı bir devlete veya bir saltanata benzetecek olursak; tüm mevcûdât o devletin ve saltanatın sultanına karşı itaatkâr birer memuru durumunda olmuş olurlar. Mü’minlere karşı da birer dost, arkadaş ve yardımcı konumuna geçerler.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ister istemez O’ne teslim olup boyun eğmiştir”(4)

Güneş, Ay, yıldız, yer, dağ, hava, deniz, dağ gibi mahlûkatın her biri birer asker ve memur oldukları halde görünürde resmi elbiseli olmayıp sivil bir görüntü sergilemektedirler.

Allah’tan aldıkları emirle tüm unsurlar harekete geçmekte, O’nun emrine isyan edenlere karşı hücuma geçerek âsilerden emre itaatsizliğin intikamını almaktadırlar. Geçmiş kavimlerde ve milletlerde yaşanan olaylar bunun açık birer delilidir.(5)

Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “…Şu memleketin haşmetli Mâlik’inin elbette cezası da dehşetlidir. O Zât ne kadar kudretli, haşmetli bir Zât olduğunu anlayınız ki: Şu koca âlemi, bir saray gibi tanzîm ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi; bir hâne gibi, hiçbir şey noksan bırakmadan idâre ediyor.”(6)

Haşir Risalesinde öncelikle Zât-ı Zülcelâlin vahdâniyetini ispat ediyor, ondan sonra Haşrin ispatına geçiyor.

Bütün varlıkların tek kanunla idare edildiği, bu kanuna bağlı olduğuna vurgu yapılıyor:

…Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa, arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilir.”(7)

Esmâ ve sıfatıyla her yerde hazır ve nâzır olan O Zât-ı Akdesin her bir insanla mânevî bir bağı bulunmaktadır. Özellikle Vahyin ma’kesi olan peygamberlerin kalbi ve ilhama mazhar olan velilerin kalbi ile de özel bir bağı ve mükâlemesi vardır.

Gökleri ve yeri yaratan kimse, insanın kalbinden geçirdiklerini bilen de O’dur.

Cinlerin ve insanların amellerini kayıt altına alan melekler, âlemde cereyan eden her şeyi kaydeden Levh-i Mahfûz, kıyamet gününde üzerinde işlenen her türlü işi Rabbânî bir ilham ile haber verecek olan toprak unsurundan tutunuz da, etrafımızdaki her türlü varlığın şahitliklerinin ve hava zerrelerindeki kayıtların tamamı bir muhâsebe ve bâkî bir âlemin, haşr-i ekberin, mahkeme-i kübranın varlığının birer delili ve şahididirler.

Devam edecek…

İsmail Aksoy

Dipnotlar:
1.Fetih Sûresi, 4,7
2. Müddessir,31
3. Ahzâb, 9 v.b
4. Âl-i İmrân,83
5. bkz.A’râf, 94-96
6. Sözler, 22.söz, 1.makam, 10.burhan
7. Sözler, 15. Söz, 6. Basamak

Dördüncü meseleyi enfüsi okumak

DÖRDÜNCÜ MESELE kaç cephe ile okunmalı? Değişik pencerelerle, farklı bakışlarla bakmalı, yeniye bugüne dair anlam katmanları oluşturmalı değil mi? Dünya cephesinde değişen bir şey yok; isimler ve resimlerin dışında aynı şeyler, benzer hadiseler bugün de cereyan ediyor, yarın da edecek.

Her birimizin başına dünya genişliğinde ebedi bir dünyayı kazanmak veya kaybetmek davası açılmış. Dünya durdukça, biz yaşadıkça değişmeyecek gerçek, sabit bir hakikat bu. Onunla meşgul olmak bütün meşguliyetlerin üstünde, onu öncelemek bütün önceliklerin önünde, bu dava ile hemhal olmak bütün davalardan önemli.

Kalp dairesinden uzak bütün işler küçük, bütün meseleler in önemi az; ne kadar kuvvetli ve akıllı da olunsa bütün kuvvet ve akıl bu değişmez gerçeği değiştiremez; Ömür az, lüzumlu işlerse çoktur. Ebedi saadet; bu kısacık ömürde, deni dünyada kazanılacaktır.

Mahalli iman olan kalbi lüzumundan fazla meşgul eden bütün işler – dünya savaşı da olabilir, mahallede olup bitenler de – önem sırası sonlarda olan işlerdir. Dün radyoya kulağına dayayıp acaba ne olacak diye ibadetini ve ubudiyetini halel getirmek ne ise bugün benzer teknoloji aletleriyle iştigal, aynı neticeyi veriyorsa aynı şeydir. Radyo ile TV ile internet ve benzeriyle iman ve Kur’an hizmetinde kullanmak, ümmetin hidayeti, insanlığın kurtuluşu için çalışmak; kalemle Risale çoğaltma hadisesini yeşerterek sürdürmektir.

Dedikoduları dinlemek, söz düellosuna kulak kabartmak, zanlı konuşulan meclislerde bulunmak, mesai arkadaşının kusurlarıyla meşgul olmak, kimin hangi tarafta olduğunu araştırmak; dünya savaşını gidişatını takip etmekten ne farkı var? İkisi de asıl davadan ve dava vekilinden alıkoyuyor, ikisi de nazarları dağıtıp aklı ifsat, ruhları sersem ediyor. İki siyasetten biri afaka, diğeri enfüse bakıyor, netice ise değişmiyor; bol günahlar, boş hezeyanlar, boşa giden zaman ve enerji.

Nasıl ki zalimlerin satranç oyunlarına takip etmekle ister istemez birine taraftar olma zulmüne düşülür, öyle de nefsi kutuplaşma ve çatışmaları takip etmek de birine taraf olmakla sonuçlanır ki bu da bir nevi zarardır. Zan, gıybet, kolay yaftalama ve yargılama meclislerinden uzak durmak; en isabetlisi, diğerinde ise kimin isabet ettiği kimin zulmettiği belirsiz ve şüpheli. İster istemez zulme girme ihtimali yüksek.

Bu bağlamda “Dördüncü Mesele” içsel ve enfüsi okunmayı bekliyor. Her on beş günde bir okunması müellifince tavsiye olunan “İhlas Risale” gibi Dördüncü Mesele” de zaman zaman okunmayı bekleyen bir başka Risale. Bekleyen dertlerimizi dağıtmak, yığın olmuş kederlerimizi çözmek, önümüzü tıkayan elemleri delmek için ihtiyaç öncelikli okumak, okuduklarını içselleştirerek enfuse taşımak deva olan okuma olsa gerek.

Evet, Dördüncü Meseleyi enfüsi okuma ve müzakere etmek; acil okuma listesinin başında geliyor.

© 2010 karakalem.net, Hüseyin Eren

Haşir Bahsine Giriş

Allah’ın rahmetinin (yağmurun) eserlerine (ağaçlar, bitkiler ve çiçeklere) bir bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor! İşte Arzı öldükten sonra ihyâ eden, ölüleri de böylece diriltendir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.”(1)

Âyet-i kerimede geçen ‘Fenzur=bak’ emrinin başta muhatabı Resûl-i Ekrem (s.a.v) olmak üzere O’na tâbi olan iman ehli ve diğer insanlardır.

Rahmet kelimesiyle ‘yağmur’ kastedilmektedir. Yağmurun ortaya çıkardığı eserler ise; ağaçlar, bitkiler ve çiçeklerdir.

Haşrin ana kaynağı, âyet-i kerimede de açıklandığı gibi ‘Kadîr’ ismidir.  Kadîr ismini menba’ı ise; yedi subûtî sıfattır. Kudret sıfatı diğer altı sıfatı da içine almaktadır. Çünkü, hayatı, ilmi, irâdesi, kudreti olmayan, görmeyen, işitmeyen ve konuşmayan bu ihya ve imâte fiilini yerine getiremez.

Âyet-i kerimede geçen ‘rahmet’ den murad ise, Esmâ-i İlâhiyyenin tezâhürü olan İlâhî fiillerdir.

Demek bu dünyada cansızlar, bitkiler ve hayvanlar tâifelerini varlık âlemine çıkararak hayatı veren kimse, ölmüş olan tüm insan nev’ini haşir sabahında yeniden diriltecek olan da odur.

‘Bak’ emriyle şöyle bir gerçek ifade edilmektedir: Göz bu âleme ibretle bakıp iki noktayı tesbitle yükümlüdür:

Biri: İlâhî rahmetin birer eseri olan ağaçlar, bitkiler ve çiçeklere bakıp onlarda tecelli eden isim ve fiilleri, özellikle de rahmet, ihya ve kudret fiilleri ile, Rahîm, Muhyî ve Kadîr isimlerini bulmak ve anlamak,

Diğeri: Madem o fiil ve isimlerin sahibi yeryüzünde bu ihyâ ve imâteyi gerçekleştiriyor. Elbette O Kadîr-i Zülcelâl, insanları da öldükten sonra diriltmeye muktedirdir.

Giriş cümlesinde geçen ‘birâder=ey kardeş’  hitabıyla genel anlamıyla tüm mü’min fertler, özel olarak da Hacı Hulûsî ağabey kastedilmektedir. Çünkü başta Küçük Sözler ve Haşir Risalesi olmak üzere Nurların pek çok yerinde Risale-i Nur’un birinci talebesi olan merhum Hacı Hulûsî Yahyagil, birinci derecede muhatap kabul edilmiştir. Bu durumu te’yîd eden pek çok mektup bu tesbitin açık şâhidi ve delili hükmündedir.(2)

Cenâb-ı Hak, Üstad Bediüzzaman Hazretlerine Hz. Adem (as) zamanından tâ kıyamete kadar gelip geçen ve Haşri inkâr eden;

1)Bütün nefs-i emmârelerin,

2)Peygamberlere, evliyâ ve sıddîkîn cemaatine tâbi olmayan tüm felsefecilerin

3)Küfür ehlinin misâl âlemindeki sûretlerini ve iç yüzlerini sersem bir adam sûretinde gösterdiği gibi;

Haşre iman edip onu isbat eden;

1)Selîm kalp sahiplerinin,

2)Semâvî vahye tabi olup onun gereğini yerine getiren peygamberler, veliler ve sıdddıklar topluluğunun

3)İslâm ümmetinin misâl âlemindeki görüntülerini de emin ve güvenilir bir adam şeklinde göstermiş, izn-i İlâhî ile keşfedilen bu hakikatlerin mânaları ilham yoluyla kaleme alınarak bu Risale te’lif edilmiştir.

Haşir Risalesinde dünya üç boyutuyla ele alınmıştır:

a)Bir sınav ve manevra meydanı,

b)Bir misafirhane,

c)Bir sergi/fuar/gösteri/tanıtım ve ticaret merkezi

Bu dolaşım ve ticarette iki grup göze çarpmaktadır:

1.‘emin arkadaş’ nitelemesiyle memleketin sahibini tanıyan ve kanunlarına itaat eden mü’minler,

2.Kâfir veya müşrikler,

3.Fâsıklar

İnsanın işlediği her fiil, organlarında iz bırakır.

Küfür ve isyan ehlinin işledikleri sebebiyle hemen cezalandırılmamaları aldatmamalıdır. Cenâb-ı Hak ihmal eder (süre ve mühlet /fırsat verir), ama ihmal etmez (es geçmez, üstünü örtmez, delilleri karartmaz, haşa savsaklamaz).

Kitap ve sünnette beyan edilen haklar yerine getirilmediği takdirde, bu dünyada karşılığını bulmazsa, hesabı mahkeme-i kübrada görülecektir.(3)

Bütün unsurlar işlenenleri haber verecektir.

“O gün Arz, üzerinde ve  kötü ne işlenmiş ise haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbin, anlatacağı şeyleri ona bildirmiş, ilham etmiştir.”(4)

Resûlullah (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

“Yerden sakınınız. Çünkü o, sizin ananızdır. Üzerinde kim, iyi ve kötü ne amel yaparsa, ahirette lehinde veya aleyhinde şâhitlik edecektir.”(5)

‘Ser=baş+sem=zehir= başı zehirli. Kâfirin aklı küfür ve inkârla dolu olduğu, bununla başkalarını da mânen zehirlediği için, potansiyel zehir hükmündedir.

Metinde geçen ‘İslâm yazıları’ ndan maksat, kâinatın mâna ve mahiyeti, yaratılış gayelerinin şehâdetleri olan İlâhî isimlerdir. Sersem arkadaş onları okuyamıyor. Ecnebi yazıları okuduğu için gözü onları görmüyor.

Kur’ân/İslâm yazısı fıtrîdir, insanın yaratılışnda yerleştirilmiş ve yaratılışa uygundur. Elimizin içine bakalım; birinde Arapça olarak bir ve sekiz, diğerinde sekiz ile bir rakamını görürüz. Her iki rakamı birlikte okuduğumuzda; birinde 18, diğerinde 81 olduğunu fark ederiz. İkisini topladığımızda 99 olan Esmâ-i Hüsna sayısına, çıkardığımızda ise, 63 olan Peygamberimiz (s.a.v)’in mübarek ömrüne işaret var. İkisini çarpınca da, 1458 etmekle Kur’ân yazısının bütün yazılara üstün geleceği tarihe remzen işaret eder.(Allah en iyisini bilir). Demekki Kur’ân yazısı insanın ve kâinatın yaratılışına yerleştirilmiştir.

Bilindiği üzere Kur’ân hattının pek çok varlıkta ve nesnede bulunduğunun sayısız örnekleri vardır.

“…anlaşılıyorki, bir parça frengi okuyanlar bu yazıları okuyamıyorlar..”

Bu yazılar Allah’ın varlığını ve birliğini ilân etmektedir. Bu yazıyı değiştirmek yaratılışa zıttır!…

“ Allah’ın fıtratı ki, insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz.”(6)

Yola koyulmuş iki kervan: biri; Peygamberlerin, sıdddıkların, şehidlerin, sâlihlerin kervanıdır ki, başında Resûl-i Ekrem (ASM) vardır.

Diğeri; Şeytanların, kâfirlerin, fâsıkların, fâcirlerin kervanıdır ki, bu kervanın başnda da İblîs-i Laîn vardır.

Büyük duruşmayı hesaba katmayan katil ve câni eşkiya sürüleri; din, namus, vatan ve kardeşlik düşmanı terörist/anarşist/bölücü güruhları, lânetli Şeytana tâbi olmuş şakîlerdir.

Rabbim Peygamberin önderliğindeki kervanda yer almayı nasip ve müyesser eylesin

İsmail Aksoy

Dipnotlar:

  1. Rum sûresi, 50.
  2. Bkz. Sözler, s.5; Barla Lahikası, s.8; Barla Lahikası,s.248 v.b
  3. Mâide,33; Kalem, 42-43; Âl-i İmrân, 180; Tevbe, 34-35; Nur,2,4; Nisa,10 v.b
  4. Zilzâl Sûresi, 4-5
  5. Et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1/240
  6. Rum Sûresi, 30