Kategori arşivi: Risale Çalışmaları

Risaleleri Müzakere Etmek

Risaleleri Müzakere Etmek

 

Allah, her insanın fıtrat ve mizacını farklı yaratmıştır. Bu sebepten bir kalıp ve tek bir tarz belirleyip, herkesin bu kalıp ve tarza girmesini istemek fıtrata aykırı bir durumdur. Buna riayet etmeyenler adetullah kanunlarına muvafık hareket etmediği için muvaffak olamayıp kısır döngü içerisine gireceği muhakkaktır. Bu yüzden cemaatin genel kaideleri, her mizaç ve fıtratı çatısı altına alacak mahiyette ve ihatada olmalıdır. Şayet insan, bu cemaat içinde kendini veya fıtratını tatmin edemiyor ve bir sıkışmışlık hissediyor ise, tatmin olacağı veya kendi mizacına münasip başka bir meşrebi seçebilir. Böyle yapması kendi inkişafı için daha selametli olacaktır.

Risale-i Nurların mesleği geniş ve ihatalıdır, her mizaçta ve her fıtrattaki insanları çatısı altına alıp tatmin edebilir. Burada önemli olan Risale-i Nurlar dairesinde, kendi mizaç ve fıtratına uygun olan cemaati ya da meşrebi bulmaktır. Tabi bu ilk başta zordur ve biraz zaman alacaktır. Veya insan takip ettiği yerin derslerine devam edecek fakat farklı meşreplerdeki güzellikleri alıp kendine veya meşrebine tatbik ederek daha da keyfiyetli bir ortam teşekkül ettirebilir.

Lakin bazı insanlar bu ihata ve genişliği göremediği veya tatbik edemediği veya mizacını asıl ve esas zannettiği için, meşrebini ve tarzını Risale-i Nurlar ile aynı görüyor, buna uyulması gerektiğini, aksi takdirde Nur dairesinden çıkacağını söyleyerek, taassubane hareket edebiliyorlar. Bu da cemaat içinde ihtilaf ve sıkıntılara sebebiyet vermekle taklidin kapısını açarak keyfiyeti bozmaya sebep oluyor. Hâlbuki geniş ve ihata ile bakılabilse, her insan aynı çatı altında gayet güzel tatmin olup, hizmetini devam ettirebilir.

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de talebelerini istidat ve mizaçlarına göre istihdam etmiş asla tek tip bir anlayış otaya koymamıştır.

Risale-i Nurları anlamanın ve güzelce talim etmenin en önemli metotlarından birisi; “mütalaalı ve müzakereli dersler”dir. Böyle dersler, hakikatlerin dimağlara ve kalplere nakşetmesinde önemli bir metottur. Bu sebeple mütalaalı ve müzakereli derslere çokça iştirak etmek, ilim noktasından çok önemlidir. Kısa zaman içerisinde büyük mesafeler kat edilebilir.

Müzakere; bir meseleyi başkası ile paylaşmaktır. Aynı meseleyi birden fazla kişi arasındaki fikir teatisidir.

Müzakere, tıpkı şu misal gibidir. Ağır bir yükü kaldıramadığımız zaman başkasının bize destek verip yükümüze el atması gibidir.

Müzakerede anlamak istediğimiz ve tek başımıza anlamaktan aciz kaldığımız mesele/meseleleri başka akıllarla beraber olup efkar-ı muhtelifenin kuvvetiyle meselemizin etrafını sarmaya başlamak gayretidir. Yani usul ve füru meselelerini tatbik etmektir.

Müzakere, başkalarının zaman teksif ettiği meselelerde iştirak-ı mesai ederek zamandan tasarruf ederek başkasının ilminden, emeğinden istifade ederek tasarrufta bulunmaktır.

Risalelerden herhangi birini elimize alarak okuyup ne anladığımızı ifade ederek, meselenin âlemimizde, dimağımızda muhkemlemiş oluruz.

Kendi başımıza okuyup idrak etmeye gayretine mütalaa denir, bu faaliyeti başkası ile okuyup anlamaya çalışmaya ise müzakere veya müdavele-i efkâr olarak tabir edilir.

Mütaalaya tesir eden sebepler ise, eğitim, öğretim, okuma oranı, kafa yorma, dertlenmek, mantık, muhakeme, tefekkür, müzakere ve mütalaadaki muhatapların keyfiyetidir. Bunlar idraki inkişaf ettirerek insanın tekemmülü geliştirir.

Ademe müncer bir surette, yani tembelce otururken veya okuduğunun idrakinde olmadan yapılan kalitesiz okumalarla manalar idrak edilemez, anlaşılamaz. Mananın idraki için emek, çaba, gayret ve mücadele gerekiyor.

Risale-i Nur’un anlaşılmasında da böyledir. Risale-i Nur’a vakit ayırıp okumaz, üzerinde mütalaa ve müzakere yapmazsak Risale-i Nur’un manaları bize açılmaz.

Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’in harika bir dirayet tefsiridir. Böyle kıymetli eser külliyatından istifade etmek büyük bir nimettir, bir ayrıcalıktır, bahtiyarlıktır.

Başkalarına anlatmak için değil, kendi nefsimize hitap ederek okumak.

• Az da olsa her gün okumak.

• Bilinmeyen kelimelerle ilgili lügat çalışması yapmak. Bir insan her ay bir risalenin kelimelerini çıkararak okusa, bir yıl gibi bir sürede çok mesafe alabilir.

• Çevremizde Nur dersleri yapılıyorsa düzenli olarak takip etmek, yapılmıyorsa da ve ihtisasımız varsa başlatmak.

• Mütaala ve müzakereye gitmeden önce belirli olan mevzu üzerine atıflarını bularak hazırlık yapmak.

• “Ya Rabbi, bu eserleri anlamayı ve yaşamayı nasip eyle.” şeklinde dualar etmek.

• Günlük okumalar yaparken sesli okumak, bu hem okuyuşu düzgünleştirir, hem telaffuzu güzelleştirir.

• Ayrıca sessiz olarak da yoğun bir şekilde okumak gerekir.

Okuduğumuzu başkalarıyla paylaşmak önemlidir. Çünkü insan, anlatırken başkasına aktarırken daha fazla istifade eder. İlim, paylaşıldıkça artar ve bereketlenir.

• Başlangıçta anlamasak da çok okumak, sonraki okuyuşlarda ise anlama ağırlıklı okumak daha faydalı olacaktır. Başta perdeli gittikçe inkişaf ettiği bir hakikattir.

• Cevşen, Hizb-ül Kur’an ve Tesbihat gibi evradları okumanın Risale-i Nur’dan istifadeye ve feyz almaya büyük faydası vardır. Bunlar insanın ulvi latifelerini geliştirir.

Kitap sıralaması olarak da tavsiye edilen;

Önce imani bir bahis, ardından bir lahika şeklinde olabilir. Sözler, Tarihçe-i Hayat; Mektubat, Kastamonu Lâhikası; Lem’alar, Emirdağ Lâhikası; Şualar, Barla Lâhikası; Mesnevi-i Nuriye, Sikke-i Tasdik-i Gaybi; Asa-yı Musa, İşarâtü’l-İ’caz, Muhâkemat şeklinde sıralanabilir.

Bunların dışında da farklı okuma metodları şüphesiz ki vardır. Artık herkes kendi istidadı ve fıtratına muvafık olan metotlara göre Risale-i Nur eserlerine müteveccih olmalı.

Evimizde, işyerimizde, arkadaş ortamlarında istifade ettiğimiz mebhasları tekrar etmeliyiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

12 ADIMDA ŞAHS-I MANEVİ HARİTASI VE HUSUSİYETİ

12 ADIMDA ŞAHS-I MANEVİ HARİTASI VE HUSUSİYETİ

“İlm-i mantıkda BURHAN-I YAKÎNÎ, HÜSN-Ü ZANNA VE MAKBUL ŞAHISLARA BAKMIYOR, cerh edilmez delile bakar ki, BÜTÜN RİSALE-İ NUR HÜCCETLERİ, BU BURHAN-I YAKİNÎ KISMINDANDIR.”  Emirdağ Lâhikası-l (91)

*********************

BİR NUR TALEBESİ HİZMETİNDE EĞER KİTABI ESAS ALARAK HAREKET ETMİYORSA; YA KENDİ ŞAHSINI VEYAHUT HÜSN-Ü ZAN ETTİĞİ BAŞKA BİR ŞAHSI HİZMETTE ASIL MERCİ VE MİHENG OLARAK KABUL EDER.

*********************

“Siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. ” (Münazarat sh: 14)

**********************

YAPILAN BİR HİZMETİN DEVAMI VE O HİZMETTEKİ ŞAHS-I MANEVİNİN İSTİKAMETİ İÇİN KİTAB ESAS VE MİHENG OLARAK ALINMASSA; O HİZMET, MUHTELİF EFKAR VE MİZACA GÖRE ŞEKİL ALIR. RİSALE-İ NURUN MESLEK VE MEŞREP TARZINA MUHALİF BİR YOL AÇILIR. EĞER RİSALE-İ NURLARIN TALİMATI DAİRESİNİN DIŞINA ÇIKILIRSA, ÇOK BİDALARA MARUZ KALIP DAVAYI KAYBETME İHTİMALİ YÜKSEK OLUR. 

ÜSTAD HZ’LERİ EHL-İ İMANA KARŞI, KENDİ ŞAHSINI GERİ ÇEKEREK, KİTAPLARI ESAS VE YOL OLARAK GÖSTERMİŞTİR:

********************

“Hattâ Said de — el’iyâzü billâh — Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alâkımızı inşaallah sarsmayacak” Emirdağ Lâhikası-1 (125)

“Kendimizi değil, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini ehl-i imana gösteriyoruz. “ Emirdağ Lahikası-1 ( 49 )

**********************

ÜSTADIMIZI ANLAYIP TANIMLAMAK VE NUR TALEBELERİNİN ŞAHSI MANEVİSİNE DAHİL OLMAKTA YİNE ANCAK KİTABI MERKEZİYETTE ESAS ALARAK MÜMKÜNDÜR.. BUNUN İLE ANCAK ,ŞAHSI MANEVİDE BULUNAN FERDLERİ HAKİKİ MANADA VASIFLANDIRABİLİRİZ. YOKSA YİNE İSTİKAMETTEN ŞAŞIP FARKLI YÖN VE ŞAHSİYETÇİLİK MECRALARINA VEYA ADAVET HİSSİYATINA DÖNÜŞEBİLİR. 

*********************

İttihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şua’-ı elektrikiyle olur. Münazarat (73)

*********************

RİSALE-İ NUR’A ŞAHISLARA GÖRE ŞEKİL VERMEMEK LAZIM, FAKAT 

ŞAHISLARI RİSALE-İ NURA GÖRE TANIMLAMAK VASIFLANDIRMAK GEREKİYOR.. 

BU ZAMANDA İNSAN-I KAMİL İSMİNE LAYIK ANCAK ŞAHS-I MANEVİDİR…

*********************

“Ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir İNSAN-I KÂMİL ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız..” Lem’alar ( 161 )

Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek manevî malımı ve hukukumu size vermeğe ve مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmağa dair bir Nur şakirdi sordu ki: “Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşâallah öyle kalacaksınız.”

Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakikî ve hakikatlı vârislerin eline bu malım geçse, dünya malı gibi bir derece taksim olur; derecesine göre herbirisi maldan bir kısmına hakikî mâlik olur, umumuna mâlik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse; emval-i uhrevî gibi herbirisi umum o mala, o nur lâmbasına derecesine göre mâlik sayılır; herbirisi küçük birer Said olur; bir nöbetçi yerine, binler nöbetçiler olur. Said’in irsiyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur. Meselâ o emval, emval-i Nuriye, faraza bir hazine kadar olsa, binler Nurculara tevziatta, taksimatta yirmişer, yüzer altun düşebilir; fakat vefat etmeden onları onlara vermek, bir sırr-ı azîme binaen, herbirine istidadına göre, haslara bir milyon birden düşebilir. Bu sırrın bir sırrı var, şimdi izah edemem.

Yine o şakird dedi ki: “Herbir has şakirdin, senin gibi hayatını ve bütün rahatını feda edebilir mi ki, o koca malı bütün birden alsın?” Ben de dedim ki: İnşâallah tesanüdün sırr-ı azîmi ile ki, üç elifi tesanüdle yüz onbir kuvvetinde gösterdiği gibi has şakirdlerin mabeynindeki tesanüd-ü hakikînin verdiği kuvvet, benim gibi bir bîçarenin sizce fevkalâde zannedilen fedakârlığından geri kalmayacaktır inşâallah. Emirdağ Lahikası-1 ( 216 )

“Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine,sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” Kastamonu Lâhikası ( 89)

“Şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in’ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer. Evet “mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz” düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hassaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa, o hassa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hassasını veriyor.” Emirdağ Lahikası-1 (89)

selam ve dua ile

RİSÂLE-İ NUR’UN KUR’ÂNÎ YOLU… 

RİSÂLE-İ NUR’UN KUR’ÂNÎ YOLU… 

  Risale-i Nur Külliyatı, ahir zamanda ümmet-i Muhammed’in manevi imdadına yetişmiş olan bir dirayet tefsiridir. Telifin ilk anından son avanına kadar ümmet-i Muhammed’e sahil-i selamete çıkış yolunu göstermiştir. Risale-i Nur ve emsali dirayet tefsirini bilmeyen ve anlamayan kimseler alıştıkları klasik tefsir olan Rivayet Tefsirini, Risale-i Nur Külliyatında göredikleri için nasıl yaklaşacaklarını anlayamamaktadırlar.       

“Risale-i Nur, Arş-ı A’zam’la bağlı olan Kur’an-ı Azîm-üş şan ile bağlanmış bir hakikî tefsiridir.”[1]Klasik tefsirler aklı tatmin ederken Risale-i Nur’un metodu letaife sirayet etmektedir.  

Nazlı bir gelin edasında olan Risale-i Nur Külliyatıyla, nur alemine girmenin birinci vazifesi, ihlâs-ı tammeden sonra tam sadakat ve tam sebat etmektir. Bu sayede nur alemine girilir ve istifade etmeye başlanır Dirayet Tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatından. Yani, Risale-i Nur Külliyatının dairesinde Risale-i Nur’un talimatı ve düsturları çerçevesinde hareket etmekle mümkündür. Aksi taktirde yani ihlâs-ı tamme, tam sadakat, tam sebat kapılarından geçilmezse Nurlar letaife sirayet etmemekle beraber insanı sadece malumatfuruş ve geveze yapacaktır.  

Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Müvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.[2] 

Edile-i Nuriye olarak tabir ettiğim bu dört düstur insanın hem şahsi hayatında, hem içtimai hayatında, hem hizmet hayatında olmazsa olmaz hakikatlerdir. Kalb ile teslim akılla iz’an edilip tefekkür edilirse bu dört düstura uymayanlar ne kadar hem kendi hem de çevresine verdiği zarar ziyanları görebiliriz. Gerçekten akıl gözü kör olursa insanın basireti bağlanıyor ve çok büyük yanlışlara düşüyor.  

Burada mesele hizmet üzerine olduğu için herkes kendi hizmet çevresine baktığında  hüsnü zan ederek itimad ettiği kimselerin yanlış yönlendirmeleri veya erkan ve usule uymayan hareketlerini göz önüne getirip baksa bu dört düsturun ehemmiyeti alenen görülecektir. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Kastamonu Lahikası ( 247 )

[2] Muhakemat ( 49 )

Risale-i Nurda Razaman-ı Şerife Dair

“BÜTÜN RUH U CANIMLA MÜBAREK RAMAZANINIZI TEBRİK EDERİM.” (K: 94)

“Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes’id ederim.” (K: 36)

“Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr’i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a’malimize böyle geçmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar

 اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.” (K: 91)

İbadetin manası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalaletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin. (S:41)

İbadetin semeratı ise uhrevîdir. (Nİ:53)

İbadetin semeresi âhirette görünür. (MN:225)

o sultanın emirlerini, nehiylerini kıymetsiz görüp iman ile imtisal etmeyenler ve ibadetle kendilerini sevdirmeyenler ve şükran ile hürmette bulunmayanlar için rububiyetin ebedî karargâhında elbette bir dâr-ı mükâfat ve mücazat olacaktır. (MN:40)

Hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğuna ve ibadetin de neticesi takva olduğuna ve takvanın da en büyük mertebe olduğuna işaret vardır. (İ:98)

Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş. (K:148)

Evet hiç mümkün müdür ki; insan umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile onu tanımazsa.. hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse; mukabilinde insan ibadetle kendini ona sevdirmese.. hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse; mukabilinde insan şükür ve hamdle ona hürmet etmese; cezasız kalsın, başı boş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelal bir dâr-ı mücazat hazırlamasın? (S:65)

Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar.” (M: 401)

“Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.” (M: 401)

“İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır.” (M: 402)

“Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.” (M: 402)

“İşte Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.” (M: 399)

Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir.” (M: 398)

“İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.” (M: 398)

“İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar.” (M: 404)

“Her Ramazan شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor.” (M: 401)

Kur’an’ın madem ki, ilk nüzulü şehr-i Ramazanda olmuştur.” (B: 85)

Ramazan, Kur’an ayı olduğunu isbat ediyor.” (M: 401)

“Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’an-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’an-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur.” (M: 401)

“Şu mübarek Şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar.” (B: 282)

“Evet birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir.” (M: 402)

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mal, bire bindir.” (M: 401)

“Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar.” (Ş: 494)

“Evet herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’an-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tuba hükmüne geçiyor ki; milyonlarla o bâki meyveleri, Ramazan-ı Şerif’te mü’minlere kazandırır.” (M: 402)

Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, herbiri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî’de hatme-i hacegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak,” (K: 91)

“Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.” (M: 402)

“Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagılden insanları çekmek için oruca emredilecek.” (M: 402)

Kardeşliğimiz hatırı için, şaban ve ramazan hürmetine birbirine küsmemek ve kardeş olup barışmak lâzım ve elzemdir.” (Ş: 501)

“Hele şu mübarek Ramazan, birkaç müfsidin kalbimize saldığı hançerin acısını kalben, bütün gün için için ağlamakla geçiriyoruz.” (B: 225)

“Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur’un, hem ramazanımızın, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açılsa, “Ya Rabbena!” (Ş: 294)

 “..hali, kuvveti müsaid ise, her Ramazan için ayrı bir keffaret var.. Fakat ruhsat ciheti, tedahül sırrına binaen müteaddid Ramazan için bir keffaret farz, ayrı ayrı keffaret müstehab derecesinde kalır.” (B: 352)

 “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır.” (K: 141)

“Bu aşr-i âhir-i Ramazan’da her gece, hususan tek gecelerde Leyle-i Kadr’in bulunmak ihtimali kuvvetli olduğunu hadîs-i şerif ferman ediyor.” (E: 245)

“Demek Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr’in hakikatını ve Ramazan’ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs’at-ı rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvârız.” (K: 94)

“Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı mübarekte inşâallah Nur’un şirket-i manevîsi o kazanca mazhar olacak.” (T: 514)

“Cenab-ı Hak bu Ramazan-ı Şerifin Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin, âmîn.” (Ş: 508)

“Hadîs-i şerifin sırrıyla Ramazan-ı Şerif’in nısf-ı âhirinde, hususan aşr-ı âhirde, hususan tek gecelerde, hususan yirmiyedisinde; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandırabilen Leyle-i Kadr’in ihyasına ve herbiriniz umum Nur talebeleriyle beraber, hususan bu bîçare çok kusurlu, hasta, zaîf kardeşinizi hissedar etmenizi ve herbirinizin dualarınızın binler manevî âmînlerin teyidiyle dergâh-ı İlahîde kabul olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.” (Em: 21)

“Ömürde ecel, Ramazanda Leyle-i Kadir gibi, Esmada İsm-i Azamın istitarı mühim hikmeti var.” (B: 331)

“Mübarek Ramazan’ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksen üç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur’un şakirdlerindeki sırr-ı ihlasla tesanüd ve iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla herbir sadık şakird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırk bin, belki yüz bin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr’i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.” (K: 181)

“Bu mübarek Ramazan-ı Şerif’teki dualar, ihlas bulunmak şartıyla inşâallah makbuldür.” (K: 265)

“Ramazanda kalb ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek..” (S: 693)

“Câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem Ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür.” (M: 279)

“Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur’an’ı, Risale-i Nur’un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif’te, herbiri her günde bir cüz’ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan’ın her gününde bir hatme-i Kur’aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu’yu ihata eden bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî’de hatme-i hacegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur’un bütün şakirdleri manen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak,” (K: 91)

Biz dahi hem dünyamıza, hem istikbalimize, hem âhiretimize, hem vatanımıza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takib edip, boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’andan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade edip bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlar yetiştiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi a’mal-i sâliha ile hapishane müdür ve alâkadarları, câni ve katillerin başlarında zebani gibi azab memurları değil, belki Medrese-i Yusufiyede Cennet’e adam yetiştirmek ve onların terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer şefkatli rehber olmalarına çalışmalıyız. (AS:19)

Ramazan-ı Şerifte hayrı birden bine çıkan evradlarımızla meşgul olup ilmî derslerimizle bu cüz’î, geçici sıkıntılara ehemmiyet vermemeğe çalışmak büyük bir bahtiyarlıktır.” (Ş: 509)

“Şu satırları bana yazdırtan âsâr-ı Nur’un şeref-i vürudları ve feyizleri, inşâallah içinde gizlenmiş olan aşr-ı âhir-i Ramazandaki Leyle-i Kadr’in ihya edilmiş sevabını verir ve rıza-yı Samedanîye mazhariyetle, saadet-i ebediyeyi kazanmaya bir vesile olur.” (B: 297)

“Bu mahiyetteki Ramazanınızı tebrik ediyoruz.” (K: 95)

“Cenab-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübareke’nin hürmetine Rahmeten-lil-Âlemîn olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ümmetine rahmetiyle imdad eylesin!” (K: 155)

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

Nasıl beraber hizmet edebiliriz?

Nasıl beraber hizmet edebiliriz?

İnsanın maddi ve manevi hayatı olarak iki hayatı vardır. Bir taraftan diğer tarafa veya birini diğerine hizmetkâr olarak kullanabilir. Bu bir tercih meselesidir.

Maddi hayatı manevi hayata hizmetkâr olarak ve ahiret saadetine hizmet eden metodlar temelde tasavvuf ve ilim olarak iki hizmet tarzı vardır.

Risale-i Nur hizmeti de hakikat mesleği olan ilim ve tasavvufu cem eden zülcenaheyn bir hizmet metodudur.

İçtimai hayatın safhalarında muhtelif kademelerde hizmet eden çeşitli metodolojilerin bulunduğu bir realitedir. Herkesin çevreninde bu hizmet erbabı mevcuttur.

Hizmet erbabı ve metodları için Üstad Bediüzzaman hazretleri şunu tavsiye etmektedir.

“Ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mabeyinlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.”[1]

Buranın üzerinde mülahaza ve mütalaalar yapılması gerekir. Bakın karşımıza neler çıkıyor.

* Hizmette dünya menfaati için hırs edilmemeli.

* Hizmette hangi sahalarda branşlaşacağı belirlenmeli ve bu sayede herkes aynı yerlere yarım yamalak el atıp birbirinin mukallidi olan neticesi de yarım yamalak elde etmenin önüne geçilmeli.

* Farklı metodlar/hizmetler arasında aynı şeye el atmaktan çıkabilecek gerginlikleri branşlaşmayla ortadan kaldırılmalı.

* Mesailerrin tanzimi maddesiyle İslamiyet’in çeşitli hizmet dallarında ihtisaslaşmanın da önemi vurgulanmalı. Hadis, kelam, fıkıh, tefsir, hıfz, akaid… gibi

* Mabeynlerindeki emniyetin tesisiyle ortak istişareler ve beraber hareket etmenin gerekliliği.

* Birbirinin ihtisas sahasına giren meselelerde, istişare heyetlerinin ivedilikle irtibata geçerek birbirine muavenetin lüzumuna…

* Bu vb. maddelerin tahakkuku ise, ihlas, iktisad, takva ve salabetle mümkün olacağı…

* “Vasıta-i halas ve vesile-i necat olan “ihlas”[2] olduğu unutulmamalı ve tüm hedefler ihlasa müteveccih olmalıdır.

* Meşreb taassubu ve nakli, akla tercih edip tahkik mesleği bırakılıp mukallitliğe tevessül edilmemelidir.

Bu vb. çıkarımları çoğaltabiliriz.

“…Şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.”[3]

Bu metinden hissemize düşenlerse şöyle:

* İçtimai hayat ve içtimai hayatın manevi merkezi kalb ve ruh dairesi birbiri içinde sistematik işleyen bir çark, bir fabrikadır ama bir çok sistemin beraber işlediği bir fabrika.

Malumdur ki, birbiri içinde sistematik olarak işleyen sistemler birbirine bağlıdır. Mesela bir saat düşünelim. Çalışması için enerji, saat kadranı ve kadranın arka planında çalışan çarkları sistemleri bulunur. Bu sistemlerden birisinde hâsıl olacak olan bir sekte bütün sistemin inkıtaına, durmasına sebep olacaktır. Yani makinenin mihanikiyeti bozulacaktır. İnsanın şevki de bu sistemlerin enerjisi gibidir. Şevki kırılan insanı da hizmetleri atıl kalır. Bu sebepledir ki insanın şevkini kırmak onu manen öldürmekle eş değerdir. Bunu bilen hasımlar çeşitli yollarla hasmının veya hased ettiği kişinin maneviyatını kırmak için çeşitli yollara tevessül ederler. Gayretli bir dava adamının yolunda ki en büyük müşevvik şevkidir.

* İttihad-ı İslamın tahakkukunun bir manası da kişi âleminin bütünlüğünü teşkil edebilmesidir. Yani kalbini, aklını, ruhunu, hayalini, kuvvalarını, tasavvurunu, taakkulunu, tasdikini, iz’anını, iltizamını, itikadını gayelerine tevcih ederek her şeyiyle gayesine yürümelidir. Bunlar içinde vuku bulacak olan bir sekte esna-i tarikten dönmeye, döndürmeye, aldanmaya ve aldatmaya, sırat-ı müstakimi görememenin neticesi olan ifrat ile tefrit vartalarına yuvarlanmaya sebep olacaktır. Bu sebeple gaye insanı, dava adamı, idealist insanların hedef sapmasının önüne ancak bu bütünlüğü dengeli olarak sağlayabilmesiyle mümkündür. (İttihad-ı gaye.)

* Aynı gayeye müteveccih hareket eden farklı hizmet metodları/hareketlerinin kendi meşrebimize farklı gelen hareketlerini tenkid etmeyip ve hem şahsi hem de umumi manalarda eksikleri, hata ve kusurları kapatarak umumi gayeye müteveccih hareketlerde/hizmetlerde safları sıklaştırmalıdır.

“Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika herc ü merc olur.”[4]hakikatinin nice canlı nümuneleri unutulmamalıdır.

Elhasıl: “Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder.”[5]

Rabbim, bu hakikatlerle gayelerimize müteveccihen hareket etmeyi ve hizmetlerimizde sünnet-i seniyye dairesinde sırat-ı müstakim hareket edebilmeyi nasip eylesin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar ( 123 )

[2] Mektubat ( 270 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 99 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 69 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org