Bediüzzaman Said Nursi’nin Teslimiyeti

Gezegenler, yörüngesinden hiç çıkar mı?

Ateşe, yak fermanı gelmeden yakar mı?

 

Aylar, Güneşler, yıldızlar zamansız doğar mı?

Suya, ilahi emir verilmeden insanı boğar mı?

 

Bediüzzaman, İlahi kaderin tecellisinin yönünde

Teslimiyete boyun eğmiş gelişen olaylar önünde

 

Andırır, rüzgârın sürükleyerek savurduğu gazeli

Hızla akıntıya kapılmış giden sanki kum taneleri

 

Yağan kar gibidir, savrulur oradan oraya

Yoktur kuvveti, koymaz hiçbir zaman ortaya

 

Güneş doğunca olur, Dünya da gölgesi

Çarpınca dalga, o anda çıkar gür sesi

 

Akan sudur, nereye çevrilirse oraya bükülür gider

Kaderin rüzgârgülüdür, nerden eserse oraya döner

 

Denizin dalgasıdır, onun için kaderin cilvesi

Kürek çekmez dalgaya karşı yoktur iradesi

 

Dünyamız gibi boynu büküktür her an

Kadere itiraz, şikâyet yoktur hiçbir zaman

 

Atmosferdeki esir maddesi sanki

Görülmez böyle bir teslimiyet misali

 

Bekir Özcan

www.NurNet.org

Estonya Nur Talebelerinden Mektup Var

Es-Selamun Aleyküm Rahmetullahi ve Berakatü

Sizin Leyle-i Berat’ınızı ve gelen Leyali-i Ramazan-ı Mübareke’nizi tebrik eder, dilimizin döndüğü miktar abi ve kardeşlerimizin makbul ve ret edilmez dualarını istemek temennisiyle bazı hizmet havadisini sizlerle paylaşıyoruz.

Cenabı Hakk’a yüz binler şükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü’ ediyor. Her tarafta fütuhatı devam ediyor. Kimi Avrupa’nın kuzeyinde (Finlandiya, Estoniya, Letonya, Litvanya )sırran tenevveret gün begün inkişaf ediyor.

Artık iki seneden fazladır Estoniyanin başkentinde haftanın her günleri Türkçe ve üç günü de Rusça ve İngilizce tatlı Risale-i nur derslerine devam ediliyor. 2000 den fazla broşür ve en son da 3 külliyat okuyucularını buldu. Çocuklardan yaşlılara kadar her kesimden nur derslerine devam eden şevkli azeri , turk ve rus kardeşlerimiz var. Dershane-i nuriyede kalan aşklı ve faal yerli eston kardeşimiz Aivar nurların tercümeleriyle meşgul olup muhtaç ruhlara ulaştırılmasına gayret gösteriyor.

İki hafta önce de Heybar isminde on sene Budist kitapları okumuş ve dört senede Hıristiyanlığı araştırmış bir kardeşimiz İslamiyeti de öğrenmek arzusuyla okumağa başlamış ama amma eline geçen kitaplarda onu tatmin etmeyince tahayyürde kalmış. Kalplerin ihtiyacını bilen Rabbimiz bir Türk abimizin vesilesiyle bizi görüştürdü, nurları anlatıp estonca risalelerden verdik.

Bir kaç gün sonra telefon acib heyacanlı şekilde çok düşündüğünü ve 23 cu söz onun butun suallarına cevap verip bu zamana kadar okuduğu bilgileri tamamen unutup alemindevyeni bir saife açtıgını ve kelime sehadeti birkaç defa tekrarlayıp hidayetle şereflendi. Daha çok böyle nurlardan müstefid olanlar var.

Ayda en az bir iki defa Letonyanın başkenti Rigada 10 seneden fazla orada esnaflık yapan bir kardeşimizin gayret ve sebatıyla devam eden Risale-i nur derslerine iştirak edilir. En son Letonya yolculuğumuzda İslami araştırma ve öğrenme niyetiyle Pakistan’a gitmeye hazırlanan 5 sene kilisede görev yapmış Letonyalı bir papaza nurları anlatıp Türkiye deki medreselerimizi ziyaret etmesi için davet ettik, gözlerindeki sevincinden hidayet nurlarının parıltıları sezilmiyor değildi ve “belki 6 ay sonra (o kadar kalacakmış gideceği yerde) Müslüman olarak dönerim ” dedi.

Litvanya da elhamdülillah nurların hızla inkişaf ettiği en bereketli yerlerden biri. Nüfuzunun % 80’i dindar Hıristiyan, tatarlar ve Azerbaycanlılarında kesretle bulunduğu Letonyanın baş kenti Vilnusda diyanetin yaptırdığı merkezi camide herkese nurlar tevdi olunuyor. Risale-i nurları Türkiye’den bilen camini eski imamının talebi üzerine 200den fazla Rusça kitaplar dağıtıldı yeni olarak da 100 tane götürüldü.

Estoniya‘nın baş kendi Tallinn den gemiyle gidilse 2 saatlik uzaklıkta yerleşen ve Tarihçe-i Hayatın sonun da çok zikir olunan Finlandiyanin başkenti Helsinki’ye ta üstadımız Said Nursi hazretlerinin zamanından ekilen nurlu tohumlar elhamdülillah her gün dahi neşvünema olmaktadır.

Emre kardeşimizin gayretiyle tercüme olunan kitaplar ihtiyaçlı ellere yetişip fütuhatına devam ediyor. Son Finlandiya ziyaretimizde Türkiye’den gelen misafirlerle eski nur talebesi Abdurrahman Şakirin tatar Müslüman kabristanlığında ziyaret den sonra tatar camisine gittik, bu vesileyle de oranın imamına nurları ve dünyada gelişen hizmet haberlerini anlatmağa zemin oluştu.

İmam memnuniyetle karşılayıp nurları ta eskiden duyduğunu ve elde edeceği kitapları cemaate tevdi edeceğini söyledi. İnşallah ilerleyen günler de inayeti rabbani ile Çeçenlerin çoklukla bulunduğu bölge ve Helsinki’ye yakın Tamperee’deki mescide Fince nurları ulaştırmağa çalışacağız.

Rabbi Rahimimizden bir lambanın yakılmasında iştirak eden neferatın oradan hasıl olan nurdan istifadesi sırrıyla bizleri de dünyanın dört bir tarafında intişar eden hizmetlerden müstefit etmek duasıyla burada kısa kesip dualarınızı temenni ederiz.

Elbaki Hüvel Baki
Estonya Nur Talebeleri

Risale Ajans

Arkadaş Seçmek (Şiir)

Kişi, samimi olan arkadaştan renk alır,

Ondan sonra, bunda o huylar çıkamaz, kalır,

Bu adam, arkadaşından biri sayılır.

Edindiği  huyları, çevreye de yayılır

 

Arkadaş, her iki hayatına tesir eder,

Âkil olan, ahlakı iyi olanı  seçer,

Herkesle arkadaş olamam, kendine der,

Çünkü, o kötülere diyemez elini ver.

 

Eğer hangi gencin kötü ise arkadaşı,

Sonra o kimse, başlıyor bakmaya şaşı,

Bundan sonra, iyi fikirlere çıkar karşı,

Söyle, bundan olur mu hangi işin başı,

 

Resulullahın her sözü bir cevher gibidir

Buyurmuşlar: “Kişi arkadaşın dinindendir,”

Mademki o mübarek demiş, o söz öyledir,

Bundan, bu çok dilde bir ata sözü gibidir.

 

“Söyle arkadaşını, ben söyleyeyim seni,”

Ata sözü, gösteriyor senin kimliğini,

Çünkü insan, arkadaştan alır rengini,

O, onun kalıbına uydurur kendisini.

 

Kardeş yap ne yap, kendine iyi arkadaş seç,

Sen sokak çocuklarından seçti isen, vaz geç,

Çünkü onlarla, ne bir çorba yenir ne güveç,

Onlarla  yaptığın iş, iyi olmaz  olur iğrenç

 

“Kötü  arkadaş, ahirette de düşman olacak,”

Bu beni aldattı, Rabbine müşteki olacak,

Günahlara sokanlardan, hakkını alacak,

Kim günah kazandırsa, cehennemde yanacak.

 

Cehennem bellidir, tarifi imkânsız azap,

İmansıza, sonu olmayan çok büyük gazap,

Sen oradan kurtulmak için, ne yaparsan yap,

Onun en kolay çaresi, Nurlara olmak tullap.

 

Muhlis mümin, maksatlı gafletten uyanacak,

Sağlam imanlı kimselerle, düşüp kalkacak,

Hiç çekinmeden, namaz kılıp secde yapacak,

Böylece, Rabbin lütfüyle cennete uçacak.

 

Ey insan, va’d edilen cenneti çalış kazan,

Eğer çalışmazsan, sende kalır kup kuru zan,

Çünkü kazanmazsan, senin için büyük hazan,

Ne mutlu ona ki, kurtulur kötü eş dosttan.

 

Ey insan! Cennette  mutluluklar seni bekler,

Orda hizmetçilerin, hurilerle melekler,

Seni mutlu edecek, o kadar mutlu şeyler,

Onun en büyük zevki, Allahla görüşmekler.

 

 Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Bilal-i Habeşi (Bilal bin Rebah) (R.A.) Kimdir? (581-641)

581 yılında Habeşistanlı köle bir ailenin çocuğu olarak Mekke’de dünyaya geldi. Annesinin adı Hamâme, babasının adı Rebah’tır.

İslamiyet’i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilan eden ilk yedi kişiden biridir. Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye’nin kölesi idi.

O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan’da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa hepsi yapılıyordu.

Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilâl-i Habeşî idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.

Bilâl-i Habeşî hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.

Bilâl-i Habeşî yine bir gün, bir kervanla Şam’a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebu Bekir de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticaretti.

İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir bu yolculukta gördüğü bir rü’yâ sebebiyle sefer dönüşü iman nuru ile şereflenmişti.

Bir gece yarısı Bilâl-i Habeşî hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:

– Bilâl! Bilâl!

“Gecenin bu saatinde bu ses nedir” diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:

– Bilâl! Bilâl!

Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:

– Sen kimsin?

– Ben Ebû Bekir.

– Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyleyeceklerini sabah söyleyemez miydin? Acelen nedir?

– Sabahı beklemeden, sahibin duymadan söylemem lâzımdı, onun için geldim.

– Beni meraklandırdın! Söyleyeceğini hemen söyle!

– Yâ Bilâl! Bu ümmetin peygamberi geldi.

– Kimdir?

– Ebü’l-Kâsım.

– Peki, peygamber olduğunu nasıl anladın?

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:

– Şam yolculuğunda gördüğüm rü’yâyı anlattıktan sonra kendisine, “Yâ Ebe’l Kâsım, sen Allahın Resûlü olduğunu söylüyor, imana davet ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordum. O da, (Evet yâ Ebâ Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazret-i İbrahim’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi) dedi. Ben de, “Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allahın Resulüsün” deyip huzurunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedî saadete kavuşmanı istiyorum,

Hz. Ebû Bekir’in bu cevabı üzerine, onu yakinen tanıyan, samimiyetinden hiç şüphesi olmayan Bilâl-i Habeşî hazretleri, Kelime-i şehâdeti getirip Müslüman oldu.

Bilâl-i Habeşî, Müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile batıl arasında vuku bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücahidi olmuştu.

Zalim Ümeyye; O’nun Müslüman olduğunu anladığı zaman, daha da hainleşti, onu İslâm’dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl’i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: “Muhammed’e küfret; Lat ve Uzza’ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın.”

Bilâl’in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: “Allahu Ahad, Allahu Ahad”, Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.

Ümeyye b. Halef’in Bilâl’e yaptığı işkencelere çok üzülen Ebu Bekir, ona bu işkenceden vazgeçmesini söyledi. O da: Onun ahlakını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir ona şu cevabı verdi: Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye b. Halef bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Bilâl’i Ebu Bekir’e verdi. Böylece Ebu Bekir Bilal’i işkenceden kurtarmış oldu.

Bilâl daha sonra diğer ashap ile birlikte Medine’ye hicret etti. Orada Sa’d b. Hayseme’ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl’e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has’amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam’da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu.

Hicretten sonra Bilâl-i Habeşî hazretleri, bir gün Mescidi-i Nebi’de iken büyük bir neşe içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer bu hâlini görünce sordu:

– Yâ Bilâl, bu hâlin nedir? Burasının mescit olduğunu unuttun mu?

– Benim hâlimde ne var ki? İstersen gidip hâlimi Resûlullaha arz edelim, yanlışım varsa tövbe ederim ve bir daha yapmam.

Beraberce Resûlullahın huzuruna gittiler. Hz. Ömer, Peygamber efendimize durumu arz etti:

– Yâ Resûlallah, Bilal, mescidin huşu’unu bozuyor. Burada neşelenip coşuyor, oynuyor.

Peygamber efendimiz Hz. Bilâl’e sordu:

– Yâ Bilâl, böyle neş’eli olmanın sebebi nedir?

– Yâ Resûlallah, cenâb-ı Hak bana hidâyet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke’nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saadete eremediler. Ebedî saâdetten mahrûm kaldılar. Onlara hidâyet nasip olmadı. Ben neşelenmeyeyim de kim neşelensin? Ben oynamayayım da kim oynasın?

– Bilâl’e dokunmayın! Sevinip neşelensin

Medine’de Müslümanlar, namaz vakitlerinin bir şekilde bildirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Abdullah bin Zeyd, gördüğü bir rüyayı Hazreti Muhammed(sav)’e anlattı.

Rüyasında ezanın bugünkü şeklini duymuştu. Bunun üzerine Muhammed (sav), duyduğu ezanı Bilal’a öğretmesini ve bundan sonra namaz vakitlerinin ezanla duyurulacağını bildirdi. Böylece ilk ezan okuyan (müezzin) Bilal(ra) olmuştur. Bir süre sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanına essalâtü hayrun minnen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) şeklinde bir ekleme yaptı ve Muhammed, Bilâl, bu ne güzel söz! Diye onu tasvip etti.

Hz. Bilâl, Resulullah’ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke’de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye’yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: “İşte küfrün başı!” Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi.

Resulullah, Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu.

Resul-u Ekrem’in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine’de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: “Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: “İstediğin yere git!

Resulullah’ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam’a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye’de meydana gelen gazalara katıldı.

Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin’e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye’ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs’e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah’ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl’den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd’in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl’in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in irtihâlinden sonra Suriye’ye giden Bilâl,”Havlan” kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu.

Hz. Bilâl, Suriye’de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: “Beni ziyaret etmeyecek misin?

Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine’ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem’le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl’i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid’inde ezan okumuştu. Bilâl’in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah’ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber’in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine’ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem’e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl’in sesi idi.

Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen “ah ne acı” dedikçe, Bilâl: “Oh! Ne tatlı!” diyor ve ekliyordu: “Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.” diyordu.

Bilâl-i Habeşî, islâm’ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem’e hizmetle geçirdi. O, Resulullah’ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah’dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber’in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah’ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.

Hz. Bilâl’in doğruluk ve ahlâki, İslâm’a bağlılığı takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashabın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.

Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı

Bilâl-i Habeşî, 641 yılında vefat etti Şam’daki Ehl-i Beyt mezarı olarak bilinen Dımaşk’ın. Bab’üs Sağîr mezarlığına defnedilmiştir.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  1. hadis ansikopedisi
  2. islamiyet
  3. hadisler

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Hz. Bilal Habeşi (R.A.)’nin Peygamber Sevgisi

Bilâl Habeşî Hazretleri, ilk imân eden sahabilerdendi. Müslüman olmadan önce Mekke’de müşriklerin ileri gelenlerinden Ümeyye bin Halef’in kölesi idi.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra Hz. Ebu Bekir’in vesileliği ile Müslüman olan Efendimiz’in müezzini Hz. Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhid nameleriyle coşturmuştu.

Peygamberimiz’in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine’de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kalmıştı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti:

Eğer sen beni Allah için azat ettinse, bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ona istediği yere gidebileceğini söylemişti. O da Şam dolaylarına gitti.

Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin’e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye’ye gelmişti. Sonra halife ile beraber Kudüs’e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resûlullah’ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl’den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu.

Hz. Bilâl ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer sahabiler, Resûlullah dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar.

Bilâl’in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi.

BUNCA AYRILIK YETMEDİ Mİ YA BİLÂL?

Hz. Bilâl, bir gece rüyasında Resûlullah Efendimiz’i gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine adeta sitem ettiler; “Bunca ayrılık yetmedi mi, Ya Bilâl? Hala kabrimi ziyaret etmeyecek misin?

Zavallı yüreği, duracak hale geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle; mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisi’ne yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara Medine’ye ulaştı.

O’na rastlayanlar, selam veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki;

İşte Bilâl, Bilâl Habeşî, işte Hazreti Peygamberin müezzini. O’nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir.

Fakat o, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber Efendimiz’in mübarek kabrine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken Kur’ân-ı Kerim okudu.

SON DEFA EZAN OKUYORDU

En sonunda sevgilisinin kabrinin yanında bayılarak yıkıldı. Ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgili torunları Hasan ve Hüseyin Hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar, ağlaştılar; “Yavrularım! Ne kadar da dedeniz Hz. Resûlullah gibi kokuyorsunuz!” dedi.

Hz. Hasan sordu: “Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O’nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın? ” Hz. Bilâl çok şaşırdı; “Bu ne biçim söz? Bu kölenizden ne emredersiniz, yerine getiririm!”. “Senden, bir defa da olsa ezan dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.” dedi.

Ertesi sabah Bilâl Habeşî, son ezanını Mescid-i Nebevî’de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle; “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” dediği zaman bütün Medine halkı ayağa kalktı. “Eşhedu en lâ ilâhe illallah! Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara döküldüler. Mescid-i Nebevi’ye koştular. Halk o kadar coştu ki, Peygamber Efendimiz yaşıyor sandılar. O günden beri dünyada, bir daha böyle bir ezan okunmadı. Bilâl Habeşî Hazretleri de başka ezan okumadı.

Onlar, böylesine Hz. Muhammed aşığı kimselerdi. Onu canlarından öte seviyor, aziz hatırasına sahip çıkıyor, hayatlarının her karesinde onun getirdiği prensipleri yaşıyorlardı. Ya biz!?

Ali Demirel / Bugün Gazetesi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version