Diyanet Takvimini Esas Alırım!

Son Şahitlerden Bayram Yüksel anlatıyor:
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Türkiye takvimine göre amel ederdi. Yeni yazı takvimden hatt-ı Kur’âniyeye çevirttirir, onu başucuna astırırdı.

Şimdi olduğu gibi o zaman da Ramazan’da bazen bir gün evvel oruç tutanlar, bayram edenler olurdu. Üstadımıza söylerdik. O hiç ehemmiyet vermezdi. Hattâ birgün Tahirî Ağabey, “Bugün Arabistan’da bayram” dediğinde Üstad, takvimi göstererek; “Kardeşim ben Türkiye’ye göre amel ediyorum” diye cevap verdi. Bilâhare bir dersinde, “Ben de öyle yaparsam, fitneye vesile olur” demişti.
(Son Şahitler)

Öldükten sonra dirilme inancı Müslüman olmamı sağladı!

Manavgat’a bağlı Side’de yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic (66), Müslüman olduktan sonra kendisini 3 yaşında bebek gibi hissettiğini söyledi. Baksic, ilk orucunu 3 yıl önce Side’de tuttuğunu ve iftar vakti geldiğinde duygulanarak ağladığını belirtti.

Baksic, geçirdiği mide rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle bu sene oruç tutmadığı için üzgün olduğunu ifade etti.

Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı Side beldesinde yerleşik yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic, Müslüman olmadan önce ateist olduğunu ve İslam dinini seçmede, 12 yıl önce hidayete eren Alman arkadaşı sosyolog Doç. Dr. Andrea Kronenthaler (Hatice)’nin vesile olduğunu ifade etti. Baksic, Müslüman olmasına vesile olan Alman arkadaşına her namaz sonrası dua ettiğini kaydetti.

Müslüman olmadan önce Alman arkadaşının tavsiyesi üzerine Almanca Kur’an’ı bir defa okuduğunu belirten Baksic, kelime-i şahadet getirdikten sonra Fatma Nur ismini aldığını söyledi. Baksic, ‘Müslüman olmadan önce öldükten sonra ne olacağım diye hep düşünürdüm. Vücudumun toprak olmasını hiç bir zaman kabullenmedim. Kur’an-ı Kerim’i okuyunca ahiret inancı beni çok etkiledi. Öldükten sonra yeniden dirilme inancı beni Müslüman olmaya sevk etti. 3 yıl içinde 3 defa Almanca Kur’an okudum. Namazımı kılacak kadar namaz surelerini ezberledim. 2 yıldır namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyorum. Bu sene, rahatsızlığımdan dolayı orucumu tutamadığım için çok üzgünüm.‘ dedi.

Cihan

Aleni Oruç Yiyenlere Ne Demeli ?

İmanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır. Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.

Alenî Oruç Yiyenlerin çoğaldığı söyleniyor. İnşaallah böyle değildir.
Muğlalı okuyucum, Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi? diye soruyor.
Bir ata sözümüz vardır. Derler ki:
– İbâdet de gizli, kabahat de… Bu söz hakikatin ta kendisini ifâde etmektedir…
Gerçekten de ibâdetin gizlisinde riyâ olmaz. Rabbimiz ise, riyâsız ameli kabûl eder.
Kabahatin gizlisinde de başkalarını teşvik olmaz. Günahı şahsî kalır, çevreye sirâyet etmez.
Diyelim ki, imanıyla birlikte iradesi de zayıflamış bir Müslüman oruç tutmuyor, bu mecburî mükellefiyetini yerine getirmiyor. Ancak, bunu gizli yaparsa ayrı bir netice var, alenî yaparsa ayrı bir durum bahis mevzuu olur.
Bu günahı gizlice irtikâp ederse, vebâli Allah?ı ile kendisi arasında kalır. Belki günün birinde samimî şekilde tevbe, istiğfar eder; İlâhî afva nâil de olabilir.
Ama alenî yaparsa, yâni, bütün Müslümanların gözleri önünde sıkıntı duymadan yer, içer, üstelik sigarasını da tüttüre tüttüre yoluna devam ederse; artık bu adamın ilâhî afva nâiliyeti imkânsızlaşmazsa da zorlaşır.
Çünkü, imanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır. Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir. Artık bu adam imanın bir şubesi olan hayâdan mahrum bir fâsık-ı mütecâhirdir. Fâsık-ı mütecâhirin durumunu ise Hz. Resûlüllah açıkça anlatmıştır.
Bakın, günah ve kusurları gizli işlemekle iktifa etmeyip de aleniyete dökmekten utanmayan adam için Resûlüllah Hazretleri ne buyurmaktadır:
– Küllü ümmetî muâfen illel-mütecâhirîn!..
Yâni, ümmetimin hepsi de ilâhî afva nâil olabilir. Ancak, alenî günahkârlar bundan müstesna…
Demek, günahını alenîleştirmekten çekinmeyecek kadar hayâdan mahrum kalan kimsenin aftan nasîbi zordur. Yâni, herkes ilâhî afva nâil ve lâyık olabilir. Ama bu mütecâhirlerin durumu müstesna. Rabbimiz, rahatsız ettikleri Müslümanların hepsinin de haklarını almak için bunları aftan istisna etmektedir.
Herhalde azâbın en şiddetlisini tattıktan sonra kurtuluş bahis mevzuu olacaktır.
İslâm hukukunda böylelerine, yâni, günahını gizli işlemekle iktifa etmeyip aleniyete dökenlere verilen mâruf bir isim ‘fâsık-ı mütecâhir’dir. Yâni resmen günahkâr. Günâhını açıkça irtikâp etmekten çekinmeyecek kadar cür’etkâr..
İslâm hâkimi huzurunda fâsık-ı mütecâhirin şehâdeti mualleldir.
… Muğlalı okuyucum, ‘Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi?’ diye soruyor.
Fâsık-ı mütecâhir, huzur-ı İlâhî’de öyle bir cezaya uğrayacak ki, dünyadaki keffaret cezası onun için çok hafif kalacak…
Bununla beraber sözü buraya getirmişken okuyucumun sualini de cevaplandırayım.
Özürsüz orucunu yiyen adam, ya hiç niyetlenmeden yer, ya da niyetlenip tuttuktan sonra yer. Niyetlenmeden yiyene sâdece kazâ lâzım gelir, keffaret gerekmez. Ama niyetlenip de (imsâk-iftar arasında) bozan kimseye hem kazâ, hem de keffaret lâzım gelir. Başka bir ifâde ile, keffaret, oruca niyet etmeyişin değil, niyet edip de bozuşun cezasıdır. Bunu daha önce yazmıştım.
… Evet, Allah rahmet eylesin aziz geçmişlerimize. Ne güzel söylemişler:
İbâdet de gizli, kabahat de. Kabahati alenî işlemek ise fâsık-ı mütecâhirliktir.
Allah kimseyi böyle yapmasın… ….
Ahmet ŞAHİN

Son Söz Olarak (Barihudâ Tanrıkorur)

İlk duyduğunda annem, müslüman olduğuma çok üzülmüştü. Türkiye’de, yabancı bir ülkede tek başıma olmamdan rahatsız oluyordu. Annem her Pazar kiliseye giderdi. Oradaki papaza, benim müslüman olduğumu söyleyince, papaz da benim için Allah’tan af dilemeye başlamış. Eski dinime dönmem için birlikte nice duâlar etmişler.

Ben de annemin hidâyete ermesi için çok duâ ettim, ama bu iş, istemekle olmuyor. Allah’ın takdiri… Peygamber Efendimiz, öz amcasını bile istediği hâlde hidâyete getiremediği gibi…

Memleketimde aradığım huzuru bulamayınca İstanbul’a geri döndüm. Dönüşte bana Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis öğretecek hocalar ayarlamışlardı. İngilizce tercüme yapacak birisi de vardı. Âdeta kendimi bir hanımlar tekkesinde bulmuştum. Sorularıma istediğim gibi tatminkâr cevaplar bulabiliyordum. İlk defa Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettim. Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok zor öğrendim, bir türlü dilim dönmüyordu. Ama yavaş yavaş, büyük bir sabırla öğrettiler.

Türkiye’de herşeyi yavaş yavaş öğreneceğimi anladım. Yine anladım ki, insanlara ve makamlara takılmamak lâzım!.. Mevlânâ’nın dediği gibi renksiz makama, berrak makama ulaşıncaya kadar hiçbir şeye takılmamak lâzım!..

Süleyman Dede, benim çektiklerimi gördükçe:

“-Bir mevlevînin çilesi binbir gündür. Kızım, senin çilen ne kadar uzun sürdü. Allah seni neye hazırlıyor, bir türlü anlamıyorum!..” diyordu.

Süleyman Dede, bana sık sık:

“-Şu anne-babana mektup yaz; onlar iyi olmasaydı, sen böyle iman edemezdin!..” diyordu.

Türkçe’yi iyice öğrenmiştim. İlk hatmimi indirdikten sonra, hatim duâmda hocam anne-babam için dua etti… Aradan bir hafta geçmemişti ki, Süleyman Dede’yle beraber Amerika’ya dâvet edildik. Orada dört gün kaldık. Oradan da onu, annem ve babamın yeni göçtükleri şehre (Miami’ye-ABD) götürdüm.

Annem-babam, onu görür görmez:

“-Bu, bizim Tevrat ve İncil’de okuduğumuz Süleyman ve İlyas peygamberlerin nûrunu taşıyor.” demişlerdi.

Annem-babam çok bilgili insanlardı; özellikle Tevrat’ı çok iyi bilirlerdi. Onların bu teveccühü de beni Süleyman Dede’ye ayrı bir şekilde bağlamıştı.

Süleyman Dede, orada namaz kıldı. Babam, bizzat yemek yaptı. Herkes onu çok sevdi. Süleyman Dede de, onları Türkiye’ye dâvet etti.

Âilem, 3 yıl sonra Türkiye’ye geldi. Süleyman Dede’yi ziyaret ettiler. Bu vesileyle tanıştıkları Türkleri de çok sevdiler.

Teslim Olmayı Öğrenene Kadar

Süleyman Dede ile tekrar Türkiye’ye döndüm. Bir ara, ona döndüm ve:

“-Ben, daha ne kadar Türkiye’de kalacağım?” diye sordum.

O da:

“-Aklından neden ve niçin sorularını çıkarana kadar!.. Herşeyi sorgulayan Batı kafasından kurtulup teslim olmayı öğrenene kadar…” diye cevap verdi.

Aradan bir hayli zaman geçti. Artık eskisi gibi tereddüt ve endişeler, beynimi kemirip durmuyordu. İşte o zaman Süleyman Dede:

“-Artık gidebilirsin!..” diye izin verdi.

Ama bu sefer de ben gitmek istemedim. Süleyman Dede’ye:

“-Ben, Allah’a gitmek istiyorum, ölmek istiyorum!..” dedim. O ise itiraz etti:

“-Kızım, sen daha otuz yaşlarındasın!.. Evleneceksin, beyine hizmet edeceksin. Allah rızâsını kazanacaksın!..”

Konya’da Hazreti Mevlânâ’nın Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) kutlamasında 17 Aralık 1981’de bir semâ âyini vesilesiyle Cinuçen Tanrıkorur Bey ile tanıştım. Birkaç ay sonra da kendisiyle 28 Ağustos 1982’de evlendim. Sonra öğrendiğime göre, ikamet etmekte olduğumuz evlerimiz birbirine çok yakınmış. Yine beyimin vefatından sonra, günlüğünden okuduğuma göre de, rüyasında ona benimle evlenmesini tavsiye etmişler.

Süleyman Dede, bu evlilikten üç yıl sonra, 1985 yılında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Son Olarak Okuyucularımıza Söylemek İsterim ki…

Gençler, kültürünüzden, dininizden ve tarihinizden kaçmayın!.. Bunları öğrenin ve onlarla gurur duyun!.. Eğer sahip olduğunuz bu değerlerden kaçmaya çalışırsanız, yok olmaya mahkum olursunuz. Özünüze dönün.

Değerli okuyucularıma da şunları söylemek isterim. Türkiye’ye ilk defa geldiğim 1976 yılındaki ülkenizle şimdiki Türkiye arasında maalesef çok fark var. Müthiş bir Batı hayranlığı, sizi esir almış. Batının teknolojisini alın, ama onun esiri olmayın. Batının kokuşmuş hayat tarzı; sizin dininizi, âile hayatınızı ve örflerinizi alıp götürmesin!.. Buna izin vermeyin!.. Âile hayatının özenle korunması lâzım… Yaşadığınız toprakların altında bir çok evliyâullâh var. Onlar, sizin en büyük yer altı hazineniz!.. Onların ruhları, bu mekânları muhafaza ediyor. Ama siz de onların kıymetini bilmelisiniz.

Batı dünyası bu mâneviyattan mahrum… Toprakları da, ruhları da, mânevî hayatları gibi kurak ve çorak…

Teknoloji geldi, rahatlık arttı, ama huzurunuz kayboldu. Dışarıda aradığınız huzur, içinizde… Birçok kişi yoga ile meditasyonla o huzuru arıyor. Tıpkı benim İslâm’dan önceki çırpınmalarım gibi… Ben de İslâm’la tanışmadan önce, beyhûde yere huzuru oralarda aradım. Ama nafile… Gelin, siz de değerli vakitlerinizi boş yere kaybetmeyin… Huzuru, bulamayacağınız yerlerde aramayın. Huzur, sizde, sizin içinizde, sahip olduğunuz mukaddes değerlerinizde…

Son söz olarak biz de; bu duygu ve ibret yüklü hayat ve hatıralarını bizimle paylaşan Barihuda Tanrıkorur Hanım’a minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Kanadalı Müslümanlar İlk Camiyi Açtılar

Kanada’nın en küçük eyaleti Prince Edward Adası’nda yaşayan Müslümanlar bu Ramazan ilk camilerinin açılışını kutluyor. Sadece 100 kadar Müslüman ailenin yaşadığı adada açılan ilk caminin yeni göçmenleri de buraya çekmesi bekleniyor.

Kanada devletinin “doğduğu yer” olarak anılan Prince Edward’da 32 yıldır yaşayan PEI Müslüman Derneği başkanı Najam Çişti, “yıllardır bu anı bekliyoruz, bu tarihi bir gün” derken, Müslümanların başkent Charlottetown’da bir binanın bodrum katında namaz kıldığını anlatıyor.

Küçük grubun caminin yapımı için gerekli parayı toplamasının 20 yıllık bir çabayla gerçekleşebildiğini anlatan Çişti, mektuplarla, telefonla, yardım geceleriyle destek veren herkese teşekkür etti.İbadet için bir mekan sunmanın yanı sıra, yeni cami Müslüman toplum için gençlik ve sosyal programların hazırlandığı bir merkez olacak. Bir İslam Merkezi olarak hareket edecek cami İslam hakkında bilgi de sağlayacak.

Dünya Bülteni

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version