“Aklını Kaybetmeyen Gençlerle Muhavere” Tr/İng Çalışması

Bu risale, Gençlik Rehberinde, Sözlerde ve bazı birkaç yerde daha geçen Onüçüncü Sözün İkinci Makamı mektubudur. Üç tarzda üç yoldan başka kabre giriş olmadığını ve o üç yolun da hakiki iç yüzünü gösterip ispat eden risaledir.

Sadece Müslümanlara değil, aynı zamanda gayr-ı müslimlere de hitab eder ki, ehl-i dünyanın ve sefahette gidenlerin gittikleri yolun iç yüzünü gösteriyor. Madem herkes ister istemez kabre girecektir, “Ahiretimi ne suretle kurtaracağım?” diye olan sualin cevabını arayacaktır.

Risalede netice olarak ders veriliyor ki:
“Dünya ve Ahirette ebedî ve daimî sürûru isteyen, îman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi kendine rehber etmek gerektir.”

Türkçe ve İngilizce, karşılıklı satırlara tevafuk eden bu risale çalışması, sür’atle istifade edilmesi için önce A4 sayfasına taslak hazırlanıyor. Sonraki zamanlarda ise “booklet” *  dediğimiz bu şekilde kitapçıklar bastırmak üzere düzenleniyor. Elimizde bu tarz çalışmalardan vardır ve kim isterse bizimle irtibata geçebilir.

Bu çalışmalara bizi sevk eden amaçlardan birisi, yabancı dildeki hizmetlerimizi geliştirmek, Risalelere İngilizcede ecnebi kalmamaktır. Başlangıç seviyesinde iken, Türkçe ve İngilizce iki ayrı kitabı karıştırmak yerine, vaktimizi biraz tasarruf edelim niyetiyle Allah’ın bir ihsanı olarak bu işlere başladık. Dimağda bir kolaylık, fikirde bir derinlik ve genişlik, ülfette bir ciddiyet, mânada bir zenginlik, hizmetlerde ise muvaffakiyetler diliyoruz bu çalışmalarla.

Belki başka bir taifenin yapacağı ise, İngilizce Risalelerin seslendirilmesidir, biz ise bu konuda ehil değiliz. Çünkü Türkçe Risaleler bile Risaleleri anlayanlarca seslendirilince daha mânalı oluyor.. yani, Türkçe bilmek yetmiyor.. Bu hizmetlerde birbirimizden haberdar olabilirsek, bu alanda taksimü’l-a’mal hâsıl olabilir.

Not: Elimizde şu an gönderilebilir 2. Söz, 13.Sözün ikinci makamı hazır var. Ayrıca ileride tam hazır olabileceklerden 24. lema, 25.sözden bir parça, 19. Mektubdaki 1. Esas, Hikmet-i Hilkat-ı Alem konulu derleme çalışması, 22. Sözün 1. Leması ve biraz daha fazlası.. gittikçe artacak inşaallah.

(*): Booklet’ler çoğunlukla A5 ölçüsüne göre hazırlanıyor. Microsoft Word belgeleri PDF formatına dönüştürülerek oradan yazdırma ekranında “Sayfa ölçekleme” (Page Scaling) menüsünden “Kitapçık yazdırma” (Booklet printing) seçilirse, oradaki standart ayarlarla yazdırılabilir. Zaten Booklet’e uygun çalışmalarımızı ona göre düzenledik. Renk seçeneği sizin arzunuza göredir.

Buna ek olarak, belge yazdırıldığında tam ortasından ikiye katlanıp üstten ve alttan kırpmak gerekiyor: genişlik 11,5 cm, yükseklik 18 cm olarak ayarlanmalı. Ortasından zımbalandığında, kitapçık okumaya hazır şekildedir.

PDF formatında Kitabı indirmek için Tıklayın

Diğer çalışmalar için Tıklayın

Kıbrıs Magosa Nur Talebeleri Namına Lütfullah

ludevelop@gmail.com
Kuzey Kıbrıs
29/07/12

www.NurNet.org

“Olmasanız da olur!” Deyiverdin Suya ve Ekmeğe

Davanı geri çektin. Vazgeçtin sahip olmaktan. Yüz çevirdin eşyadan.Herşeyin ardından”Benim olsun!” diye koşmamayı öğrenmek üzeresin.

Elinin tersiyle itiverdin doymayı. “Şöyle durun siz!” deme cesaretiyle başladın güne. “Olmasanız da olur!” deyiverdin suya, ekmeğe ve tene.

Yüzünü çevirdin eşyadan. Şeffaf bir perde indi eşya ile arana. İştahın kesildi. Hevesin söndü. Ardı sıra koşmuyorsun ekmeğin ve suyun.

Oruç tutmayanları seyrediyorsun. Hüzünle belki. Senin tenezzül etmediğin şeylerin peşinde koşuyor insanlar. Seyrediyorsun sadece. Girmiyorsun o oyuna. Çoktan çekildin sahadan.

Aslında, hüzünlü değilsin; gülüyorsun. Evet, evet; gülüyorsun işte. Asla kıskançlık değil yaşadığın. Acıyorsun kendilerini eşyanın pençesinden kurtaramayanlara.

Senin gönüllüce vazgeçtiğin şeylere kimilerinin çaresizce yapışmasını gülerek seyrediyorsun. Kenara çekildiğin için seviniyorsun. Memnunsun halinden.Diğerlerinin açlığını çektiği şeylere toksun sen. Müstağnisin. “Olmasa da olur” diyebiliyorsun, diğerlerinin boyun büktükleri şeylere.

Yeter ki Rabbim razı olsun benden. O’nun iznini beklerim vakarla. O’nun izniyle var oldum. O’nun izniyle var olurum ben!

Anlıyorsun ki, sahip olmak değil maksat, şahit olmak… Seyircisisin dünyanın. “Bu da benim olsun” telaşından sıyrıldın işte.

Eşsiz, benzersiz, izzetli ve şerefli bir tokluktur yaşadığın… Afiyet ola!

Senai Demirci

Yalancı İştah Adamı Obez Yapar

Doğrusu bedenimizdeki fazla kiloların da bir israf türü olduğu gerçeği pek de göz önünde tuttuğum bir düşünce değildi. Ta ki mayıs ayında Philadelphia’da 165’incisi gerçekleştirilen Amerikan Psikiyatri Birliği toplantısında duyduğum bir sözün peşine düşene kadar. Orada duyduğum bir cümle, dimağımda yeni bir yol açtı.

Genelde böyle olur, sarf edilen bir ton lafın arasından sadece bir cümle şimşek gibi çakar zihnimde, bir şeyler aydınlanır birden bire. Öyle sırtımda gerekli gereksiz bütün bilgileri yüklenip dönmem toplantılardan.

Obezitenin kognitif terapisiyle ilgili bir paneldeydim. Konuşmacılardan biri, kilo sorunu yaşayan kişilerin “gerçek açlık hissi” ile “yeme arzusu” ya da “can çekmesi”ni ciddi şekilde birbirine karıştırdıklarını söyledi. Bu kavramlaştırma bana hiç de yabancı değildi. Bunu daha önce bir yerde okumuştum, ama nerede? Düşündüm taşındım, hafızanın derinliklerinden bir türlü yüzeye çıkmadı o bilgi, gömülü kalmıştı orada.

Türkiye’ye döndüm. Said Nursi’nin 1921 yılında yazdığı “Lemeat” isimli eseri okurken, gözlerim fal taşı gibi açıldı. Daha sonra yazdığı “İktisat Risalesi”nin de çekirdeğini teşkil edecek olan, “Zâika (tat alma duyusu) telgrafçıdır; telziz (lezzetlenmek) ile baştan çıkarma” başlıklı bölümde tam da toplantıdaki kavramdan söz ediliyordu. Obezitenin kognitif terapisiyle ilgili son zamanlarda adından sıkça söz ettiren Judith Beck’in daha önce görüp de içeriğini pek beğenmediğim “Beck Diyet Çözümü: Düşüncelerinizi Kilo Vermeye Odaklayın,” isimli kitabını aldım bir koşu.

İnsanın yeme içmeyle ilişkisinde tat alma, koku ve görme duyusunun önemini yazan Zamanın Bedii, “Rezzâk-ı Hakikî”nin rızıkları en güzel biçim ve formda, enva-i çeşit tat ve kokuda yaratarak, muhtaçlar için cazip hale getirdiğini söyler. Ayrıca tat, koku ve görme duyusu rızıklar için bir nevi izinnamedir. Mesela kötü kokan bir yiyeceği yemekten kaçınırız. Biçimli ve güzel görünüşlü yiyecekler iştahımızı daha çok açar. Hele mis gibi kokan bir yiyecek gibisi yoktur. Bu tatlı ve güzel yiyecekleri ilk gördüğümüz andan itibaren vücuttaki salgı sistemi harekete geçer.

Zamanın Bedii, “Zevki baştan çıkarma. Hem, telziz (lezzetlenmek) ile aldatma,” diyerek yeme içmeyle ilgili çok önemli bir uyarıda bulunur. Vücudun ihtiyacı olan rızkı temin amaçlı değil de, sırf ağızdaki tat ve lezzeti tatmin amaçlı yendiğinde, “sonra o da unutur doğru iştiha nedir. Bir iştiha-yı kâzip (yalancı iştah) gelir, başına çatar.” Halbuki “Hakikî lezzet hakikî iştihadan çıkar; doğru iştiha sadık bir ihtiyaçtan.”

Yalancı iştah kavramı hakkında biraz daha bir şeyler öğrenmek için J. Beck’in kitabındaki tanımlara başvurdum. J. Beck, gerçek açlığı ya da gerçek iştahı, “Oruç tutmada olduğu gibi hiçbir şey yemediğimizde midemizin boş olma halinde hissettiğimiz hal,” olarak tanımlıyor. Uzun bir süre yemek yemediğimizde kurt gibi aç oluruz ya, midemizde bir boşluk hissi oluşur, karnımızdan gurultular eksik olmaz, işte böylesi bir andaki iştah Zamanın Bedii’nin “doğru iştah” dediği şeydir.

Bediüzzaman’ın “iştaha-yı kâzip” dediği yalancı iştahı da; gerçekten aç olmadığımız halde ortalıkta yiyecek gördüğümüzde ya da hayalimizde canlandırdığımızda ya da yeteri kadar doyduğumuz halde yemeye devam etme arzusu; başka bir ifadeyle hakiki anlamda aç olmadığımız halde, sırf canımız çekti diye yiyip içme olarak tanımlamak mümkün. Tıka basa yediğiniz bir yemek sırasında, “Karnım doydu ama canım şu tatlıdan ikinci bir porsiyon daha yemek istiyor,” diyorsanız, “yalancı iştah”tan mustaripsiniz ve sadece canınız çektiğinden ya da sadece yeme isteğinden yiyorsunuz demektir.

Bir de “aşırı yeme isteği”nden söz edilir. Bu da, mesela tatlı gibi, belli bir yiyecek için, gibi fiziksel ve duygusal olarak yoğun bir arzu duymaktır. Bu hamilelerin aşermesine benzer.

İşte, bu yalancı iştah, yalnızca “ağızdaki kuvve-i zâikayı (tat alma duyusunu) okşamak” amaçlı yemek yenmesine, yani israfa neden olmaktadır. Bedenimizi birer “yağ çöplüğüne” dönüştüren aşırı kiloların da başlıca sebebi, sırf canımız çektiği için yememizdir.

J. Beck, aşırı kilolu insanların bu üç duygu arasındaki farkı bilmeyip canı bir şey çektiğinde bu arzuyu doyurmak zorunda kalmanın etkisinde kaldıklarını yazar. Bunun önemli bir nedeni de, kilo vermekte zorlanan aşırı kiloluların “açlığa dayanma güçlerinin” olmadığıdır.

Diyet yapmakta zorlanan kişiler acıktıklarında, aşırı açlık sancıları çekerler. Bu his açlık halinin acilen giderilmesi gerektiği duygusunu uyandırır, çünkü açlık hissine dayanamayacakları vehmine kapılırlar. Hemen yiyecek bir şeyler aramaya koyulurlar, buzdolabını açtıkları gibi yiyeceklere ayaküstü saldırırlar. “İhtiyaç” ile “istek, arzu” arasındaki farkı karıştırmaya başladığımızda israfın kapısını da aralamış oluruz. J. Beck’in de dediği gibi, “Pek çok kişi bir haftadan daha uzun süre yemek yemediği halde ölmemiştir.”

Önümüzdeki hafta, açlığa tahammülsüzlüğün iki nedenine yönelik analizlerimi yazmaya çalışacağım nasip olursa.

Mustafa Ulusoy / Zaman

Diyanet Takvimini Esas Alırım!

Son Şahitlerden Bayram Yüksel anlatıyor:
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Türkiye takvimine göre amel ederdi. Yeni yazı takvimden hatt-ı Kur’âniyeye çevirttirir, onu başucuna astırırdı.

Şimdi olduğu gibi o zaman da Ramazan’da bazen bir gün evvel oruç tutanlar, bayram edenler olurdu. Üstadımıza söylerdik. O hiç ehemmiyet vermezdi. Hattâ birgün Tahirî Ağabey, “Bugün Arabistan’da bayram” dediğinde Üstad, takvimi göstererek; “Kardeşim ben Türkiye’ye göre amel ediyorum” diye cevap verdi. Bilâhare bir dersinde, “Ben de öyle yaparsam, fitneye vesile olur” demişti.
(Son Şahitler)

Öldükten sonra dirilme inancı Müslüman olmamı sağladı!

Manavgat’a bağlı Side’de yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic (66), Müslüman olduktan sonra kendisini 3 yaşında bebek gibi hissettiğini söyledi. Baksic, ilk orucunu 3 yıl önce Side’de tuttuğunu ve iftar vakti geldiğinde duygulanarak ağladığını belirtti.

Baksic, geçirdiği mide rahatsızlığı ve şeker hastalığı nedeniyle bu sene oruç tutmadığı için üzgün olduğunu ifade etti.

Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı Side beldesinde yerleşik yaşayan Alman emekli muhasebeci Annelie Edelgard Baksic, Müslüman olmadan önce ateist olduğunu ve İslam dinini seçmede, 12 yıl önce hidayete eren Alman arkadaşı sosyolog Doç. Dr. Andrea Kronenthaler (Hatice)’nin vesile olduğunu ifade etti. Baksic, Müslüman olmasına vesile olan Alman arkadaşına her namaz sonrası dua ettiğini kaydetti.

Müslüman olmadan önce Alman arkadaşının tavsiyesi üzerine Almanca Kur’an’ı bir defa okuduğunu belirten Baksic, kelime-i şahadet getirdikten sonra Fatma Nur ismini aldığını söyledi. Baksic, ‘Müslüman olmadan önce öldükten sonra ne olacağım diye hep düşünürdüm. Vücudumun toprak olmasını hiç bir zaman kabullenmedim. Kur’an-ı Kerim’i okuyunca ahiret inancı beni çok etkiledi. Öldükten sonra yeniden dirilme inancı beni Müslüman olmaya sevk etti. 3 yıl içinde 3 defa Almanca Kur’an okudum. Namazımı kılacak kadar namaz surelerini ezberledim. 2 yıldır namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyorum. Bu sene, rahatsızlığımdan dolayı orucumu tutamadığım için çok üzgünüm.‘ dedi.

Cihan

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version