İSTANBUL’DA ZAMAN, BEDİÜZZAMAN

Bediüzzaman Said Nursi, vefatının 52. yılında ülkemizin birçok yerinde çeşitli etkinliklerle anıldı. İstanbul’da faaliyet gösteren Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı Üniversiteli Gençlik Teşkilatı GENÇ BİNDAV, bu ayki etkinliğini Bediüzzaman’a ayırdı.

Bediüzzaman Said Nursi’nin İstanbul’da bulunduğu süre zarfında kalmış olduğu yerleri rehber eşliğinde gezen GENÇ BİNDAV üyeleri, farklı bir programa imza attı. ‘‘İstanbul da Zaman, Bediüzzaman’’ adıyla duyurdukları gezi programına yaklaşık 45 kişi katıldı. İki rehberin farklı bakış açılarıyla sunduğu geziye üniversiteli öğrencilerin yanı sıra, BİNDAV mütevelli heyetinden çeşitli isimler de katıldı. Gezi kapsamında; Eyüp Sultan, Fatih Camii, Şekerci Hanı, Reşadiye Oteli, Toptaşı Tımarhanesi, Yusuf İzzeddin Efendi Köşkü, Yuşa Tepesi, Sirkeci Büyük Postanesi, ve Eminönü Hidayet Camii gezildi.

‘‘Gençlik Rehberi, gençlere yol gösteriyor.’’

Daha önce kimsenin bu şekilde bir gezi yapmadığını belirten GENÇ BİNDAV Başkanı Muhammed ARPACIK, konuşmasını şu şekilde sürdürdü; ‘‘Bugün İstanbul’da zamanımızı çok farklı bir programa ayırmış bulunuyoruz. Yazmış olduğu eserlerle milyonlarca insanın gönlüne ışık saçan, eserleri 50’den fazla dile çevrilmiş, hayatı boyunca vermiş olduğu mücadele neticesinde milyonlarca insanı peşinden sürüklemiş bir insanı tanımaya gidiyoruz. 100 yıl önce kurmayı planladığı Medresetü Zehra Üniversitesi için İstanbul’a gelen Bediüzzaman, tıpkı günümüzde olduğu gibi, o gün de anlaşılamamıştır. Bugün kendisi hakkında derinlemesine araştırmaların yeni yeni yapıldığı Bediüzzaman, toplumun her tabakasına hitap edebilen eserlerle topluma yön vermiştir. ‘’Gençlik Rehberi’’ eseriyle biz gençlere yol gösterirken, bir başka eseri İhlas Risalesi’nde bugün en çok muhtaç olduğumuz kardeşliğin ve samimiyetin nasıl olması gerektiği dersini vermiştir. Bu vesileyle bizlerde GENÇ BİNDAV olarak bu ayki etkinliğimizi, asrımızın büyük alim ve mütefekkirlerinden Bediüzzaman Said Nursi’yi tanıyıp fikir sahibi olmak istedik.’’

’’Bediüzzaman, toplumun birçok kesiminde yankı uyandıracak bir özelliğe sahip.’’

Rehberlerden Ömür Öztürk’ün Bediüzzaman’ın yaşamı ve Risale-i Nur eserlerindeki tespitleri ilgiyle dinlendi. Öztürk, ’’Bediüzzaman’ın hem yaşamı hem de eserleri toplumun bir çok katmanında yankı uyandıracak bir özelliğe sahip. Mesela, hayatının önemli bir kısmı hastalıkla geçen Bediüzzaman, ‘’Hastalar Risalesi’’ ile birçok hastaya ümit ışığı oluyor. Kendisi Kürt, bugün konuştuğumuz en önemli meselelerin başında Kürt meselesi geliyor. Bediüüzaman ise yaşamı ve eserleriyle bu hususta topluma reçete sunuyor. Kendisi ihtiyar, ‘’İhtiyarlar Risalesi’’ ile yaşlılara ümit kaynağı oluyor. Toplumumuzda giderek yaygınlaşan tüketim ve müsriflik karşısında, Bediüzzaman’ın iktisat ve kanaatla geçen yaşamı ve ‘’İktisat Risalesi’’ ile topluma ilham kaynağı oluyor.’’
Öztürk, Bediüzzaman’ın eserlerinin iyi tahlil edilmesi halinde, toplumdaki birçok hastalığın giderilebileceğini söyledi.

Geziye göstermiş oldukları teveccühten ötürü GENÇ BİNDAV üyelerine ve BİNDAV mütevelli heyetine teşekkür eden M.ARPACIK, ilerde yapmayı planladıkları etkinliklerde tekrar görüşme temennisinde bulundu.

4 yıllık bir geçmişe sahip olan GENÇ BİNDAV,
İstanbul’da bulunan Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı BİNDAV çatısı altında, faaliyet yürütüyor.
İstanbul’daki üniversite öğrencilerinin aktif şekilde kullandığı Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı Üniversiteli Gençlik Teşkilatı,  Şimdiye kadar SÖYLEŞİ, GEZİ, GENÇLİK BULUŞMALARI, KÜLTÜREL AKTİVİTELER, OKUL, KÜTÜPHANE KAMPANYALARI alanlarında onlarca organizasyona imza atmış.

Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı
Sütçü Cd. Gümrükçüler Ap. Kat.5 Daire: 14
Ümraniye /İstanbul _ TÜRKİYE
e-mail: bindavgenclik@gmail.com
TLF:0.216 .443 10 72

Tenasuh (reenkarnasyon), bâtıl bir inançtır (2)

Her bir ruhta inkişaf kabiliyeti vardır.

İnsanda bütün Firavunların, Nemrudların bir örneği olduğu gibi; peygamberler başta olmak üzere kâmil insanların da bir örneği insanda vardır. Söz gelimi adam diyor ki, “ben peygamber oldum.” Halbuki o adam peygamber olmamıştır, olması da mümkün değildir.

İnsandaki latifelerin en yüce mertebesi ahfâ derecesidir. Kâmil bir veli bu makama erişince, Resûl-i Ekrem (s.a.v)’i ruh aynasında hisseder veya görür. Bundan dolayı da “ben peygamber oldum” der. Bu durum o latifenin inkişafından kaynaklanmaktadır.

Manevî yükseliş merdivenlerinde seyr eden zat, latifelerdeki hangi mertebeye girer ve kimin frekansını yakalarsa, o duygular o kişide yansır.

İşte sâlikin önünde Bediüzzaman gibi bir mürşid bulunmazsa, ya da yüksek bir ilmî kabiliyetten mahrum ise, bir şaşkınlık hali yaşar. İşte o zaman biri, “ben İsa oldum”, bir diğeri, “İsa nazil oldu, falan yerdedir” gibi sözler sarf eder.

İşte insan, duyu ve latife cihetiyle gelişmeler kaydedip belli makamlara ve derecelere ulaşıp küllîleşince; Cennet bütün güzellikleriyle onun ruhunda görünür. Ya da kalp gözüyle Cennet’i müşahede eder. Aksi istikametteki gelişmeler sonucunda da Cehennem şeklinde görür. Kabiliyetine göre Cehennem ehlini orada seyreder.

Bir başka frekansta toprak âlemini, denizler âlemini, hava âlemini seyreder. O âlemlere uğrar, misafir olur, bazen da onları kendi ruh aynasında misafir eder.

Böyle bir hal, başta akıl, kalp ve ruh olmak üzere havas, hissiyat ve latifelerin inkişafından kaynaklanmaktadır.

İşte insan şu âleme bir fıtrat (yaratılış) mu’cizesi olarak gönderilmiştir. Haliyle, aklıyla o âlemlere uğrar, gâh söz konusu âlemleri ruhunda canlandırarak seyreder, gâh o âlemleri içinde yaşar.

Mâneviyatta terakki eden bir sâlikin kalbinde devamlı bir hareket, değişme, gezinme ve seyahat vardır. Bir ucu geçmişten geleceğe, bir ucu zerreden Arş’a kadar uzanır. Ruhunda âlemleri nakşeder. Kendisi olmaktan çıkar, başkası olur.

İnsanda öylesine mânevî bir güç, bir kabiliyet vardır ki, Allah’ın rahmet ve lutfuyla Esmâ ve sıfât-ı Rabbânî’nin tecellîlerine eriştiğini anlasa, bütün kâinatı ruhunda hisseder. “Yer benim, gök benim; Cennet benim, Cehennem benim” diyebilir.

İnsan, varlığında muhtelif cins ve miktarda bulunan örneklerin kaynağına kavuşmak ister.

Üstad Bediüzzaman’ın şu cümlesi konumuza ışık tutmaktadır:

Cenab-ı Hak, insanı, kainata cami bir nüsha ve on sekiz bin alemi havi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir alemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır.

Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi alemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o aleme bakar ve o aleme tecelli eden sıfatla o alemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle alem-i şehadet ve alem-i gayba bir hülasa olur ve her iki aleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle, insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.”(Bediüzzaman, İşârâtu’l-İ’câz, 17)

İnsanın mahiyetinde bütün âlem yerleştirilmiştir. Bu bakımdan bazen nefsanî hisler, bazen da Rahmânî hisler galebe çalar. Rahmanî hisler harekete geçince, ruh aynasında peygamberleri görür. Oysa ki o kişi peygamber olmamıştır, kendini öyle görüyor. Nefsânî hisler galip gelince, Firavun yönü ağır basar, kendini öyle görür. Ama o insan Firavun olmamıştır. “ Falancanın ruhu bana intikal etti” diyerek tenasuh fikrini çağrıştıranların sözleri de şatahat cinsinden bir takım tutarsız sözler olup, “Ben mehdiyim” diye ortaya çıkanların durumu da karışıktır. Ya kabiliyeti eksiktir, ilim ehli değildir, ya insaniyet sırrını anlamamıştır, ya da mürşid bildiği kişi/kişiler ehliyetten yoksundur.

Bu gibiler, başlarına gelebilecek bu tür şaşkınlıkları derhal üzerinden atmalı, istikametini muhafaza etmeli, bilmediği konularda bilenlerden yardım almalı, manevî rehabilitasyondan geçmelidir.

Şayet bu yolda seyr u sülûk yapan kişi, ilim ve tahkik ehli değilse, dalâlete düşebilir. Çünkü ilim ve tahkik/tetkîk ehli, keşfiyatını Kitap ve Sünnet ölçüleriyle tartar, onlara uygunluk varsa itibar eder, aykırı ise reddeder. Bu ölçü ile hareket etmeyi başaramayanlar, bu tür meselelerde dalâlete kadar gitme tehlikesiyle baş başa kalırlar.

Tam da bu noktada mânevî dengeyi sağlayamadığı için, “tenasuh var” diye inanmaya başlar.

Günümüz toplumlarında kısmen de olsa bir maraz şeklinde kendini gösteren bu çıkışların Kur’ân reçetesiyle tedavisi şarttır. Buna kendini inandıranların Şeytandan ve şeytanlaşmış insanlardan başka da tutunacağı bir dal söz konusu değildir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ifade ettiği gibi; Molla Halil-i Siirdî demiş ki: “Tenasuh, yani bir insanın öldükten sonra ruhunun diğer bir cesede girip tekrar dünyaya geri gelmesi inancı bâtıldır, aslı ve esası yoktur. Ancak bu, insandaki kabiliyetin inkişafıdır ki; böyle bir görüntü veriyor. Hâşa! Bir insanın ruhu, diğer bir insanın içine girmez. Her cesedin ruhu ayrıdır. Bir ruh, bir cesede aittir. Başka bir cesede giremez. Zira ruh, cesedin kanunudur. Her cesedin kanunu da ayrı ayrıdır. Cenâb-ı Hakkın, bir mevcudun içine girmesi de muhaldir (imkânsızdır). Hâşa! Allah, bir şeyin içine girmez. Bütün bu düşünceler bâtıldır.”

İnsanda bütün âlem toplanmıştır. Unsurları yüklendiği gibi, madenleri de bünyesinde barındırmaktadır. Kalp ve ruh cihetiyle Salih ve kâmil insanların örneklerini taşıdığı gibi; nefis itibariyle de âsi ve cebbâr insanların nümunesini taşır.

Hâşa!, Bediüzzaman Hazretlerine tenasuh konusunda bühtan ve iftirada bulunanlar Risale-i Nur’ları okumayan ve anlamayanlardır.

Bu 2. bölümü Müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın (r.a) bir sözüyle noktalamak, 3. bölümde ise yine özet bilgilerle meseleye şimdilik nokta koymak istiyoruz inşâallah.

Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.” (Sözler, 17. Söz, s. 185)

(Devam edecek…)

İsmail Aksoy

Bediüzzaman Said Nursi Birecik’te Anıldı

Bediüzzaman Said Nursi, Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde ‘Bediüzzaman Vakfı Birecik Temsilciliği‘ tarafından organize edilen programda, halkın büyük katılımıyla anıldı.

Birecik Belediyesi M. Emin Akan Kültür Salonu’nda organize edilen programda, Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar, Birecik Müftüsü Mekki Solmaz, Bediüzzaman Vakfı İlçe Başkanı Mehmet Gökdoğan ve vatandaşlar katıldı.

Bediüzzaman Vakfı İlçe Başkanı Mehmet Gökdoğan, programın açılış konuşmasında, “Bu güzel organizasyonun gerçekleşmesinde bizlere yardımcı olan Birecik Belediye Başkanı Avukat Faruk Pınarbaşı ve esnaflardan Tevfik Fincan’a teşekkür ediyorum. Ayrıca, programın hazırlanmasında da emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.” dedi.

Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar ise “Said Nursi, bize, Kur’an ayetlerinden ve Peygamberimizin (sas) hadislerinden bizler için bir kafes ördü, cehennem ateşi ile bizim aramıza koydu ve bizim cehennem ateşinde yanmamıza fırsat vermedi.“ şeklinde konuştu. Yaşar, Said Nursi’nin doğumundan vefat etmesine kadar hayatından kesitler sunarak, Said Nursi’nin insanlık adına ne kadar yararlı şeyler yaptığına vurgu yaptı.

Yaşar, Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat etmeden önce Ayasofya’nın ibadete açılmasını çok istediğini, ancak bu hayalini gerçekleştirmeden vefat ettiğini söyledi. Yaşar, Bediüzzaman vefat etmeden önce Şanlıurfa vatandaşının Said Nursi’yi bağırlarına bastıklarını ve Said Nursi’yi çok sevdiklerini sözlerine ekledi.

CİHAN

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?

Annenizin sevmediği kadını sevebilir misiniz?” sorusuna pek çok erkek “evet sevebilirimi hatta sevdim” cevabı vermiştir, büyük ihtimalle.

Doğrudur; severken kimseye sormayız, başkalarının onayını pek önemsemeyiz.

Yüreğimizin götürdüğü yere gideriz de gittiğimiz yerde kalabilir miyiz? O zaman soruyu şöyle değiştirelim, belki daha doğru cevaplar gelir. Erkekler:”Annenizin sevmediği kadını sevmeye devam edebilir misiniz?” Hanımlar: “Annenizin sevmediği adamı sevmeye devam edebilir misiniz?

Sözlerde büyü etkisi vardır.” buyuruyor Allah resulü. Sözler etkiler bizi, yönlendirir, yönetir. Annelerimizin sözleri bunlar içinde en etkili olanlardır. İlk gençlik yıllarında dinlemediğimiz pek de ciddiye almadığımız annelerimizin cümleleri bizler de anne baba olma yoluna girdiğimizde yani “ele karışmaya başladığımızda” birden bire pek bir kıymetli olmaya başlar.

Sevmek için hayatımıza aldığımız o “yabancıdan” gelebilecek tehlikelere karşı sığınılacak liman olmaya başlar anne kucağı. Erkek de kadın da severken, aşıkken, nişanlıyken kulaklarını kapatırlar dışarıya. Fakat evlenince kulaklarını açmaya başlarlar. Sevdiğini, beğendiğini, eşini herkes beğensin ister. Etraftan doğru tercih yaptığı ile ilgili onaylayıcı güzel sözler duymak ister.

En çok da doğuran, büyüten kadının takdir ve onayı beklenir. Erkek için de kadın için de böyledir bu. “Eşin çok iyi” desin diye beklenir. Gelinin ya da damadın hatalarına takılmayan, iyi yönlerini görüp takdir eden kayınvalideler yapar bunu. Fakat maalesef ki bu sözleri duyamayan da çoktur.

Erkek evlendiğinde en büyük arzusu annesinin ve karısının iyi anlaşmasıdır. Bilir ki iki kadın anlaşamazsa işi çok zor olacaktır. Karısının annesine iyi davranmasını bekler, annesinin de karısını takdir etmesini. Fakat çoğunlukla ikisi de erkeğin beklediği gibi davranmaz. Eşi annesine soğuk davranır, annesi ise gelinini eleştirmekten geri durmaz. Erkek için büyük hayal kırıklığıdır bu durum.

Sevdiği kadının annesini ile iyi geçineceğinin onun hatırı için annesini idare edeceğini ummuştur. Annesinin de oğlunun mutluluğu için gelinle iyi anlaşacağını. Oysa iki kadında kıskançlık ve bencilliklerinin kurbanı olurlar çoğu zaman. Erkek şaşkınlıkla bakar duruma. Onun mutluluğu iki kadın için de hiç önemli görünmemektedir.

Oğlunun göbek bağını kesip büyümesine izin vermez bazı anneler. Memleketimin kadınları fazlası ile sahiplenici kadınlardır. Kocayı sahiplenirler, evlatlarını sahiplenirler, başkaları ile paylaşmak zorlarına gider. Bu yüzden bu kadar çok gelin-kayınvalide çekişmesi yaşıyoruz. Kadınlar kıskandıkları zaman gözleri hiçbir şey görmez. Erkeğin annesi gelini sevmediğinde arkasından konuşmaktan hiç çekinmez. Oğlunun ne kadar incineceğini düşünmez. O sevmediğinde oğlu da sevmesin ister. Boşansın istemez çoğu anne ;fakat karısını çok sevmesini de istemez.

Erkeğin annesi gelininin arkasından sürekli olumsuz konuşuyorsa, erkeğin seven kalbi bir süre sonra eşine karşı soğumaya başlar. Annesinin dikkat çektiği, eşinin hataları, erkeğe batmaya başlar. Eşinde normalde çok önemsemeyeceği kusurlar, erkeğin gözünde dağ gibi büyümeye başlar. “Karın bizi saymıyor, karın çok geziyor, karın dağınık…” Bazen açıktır cümleler bazen gizli: Küçücük bir şey de anne: “Ne yapacaksın oğlum evlendin bir kere, idare edeceksin.” der. Cümlesinin açılımı: “Berbat bir karın var; fakat yapacak bir şey yok.” demektir.

Kadınlarda da durum pek farklı değildir. Damadını sevmeyen kayınvalide bir süre sonra kızını da kocasından soğutmayı başarır. Ve çoğunun niyeti kötü değildir bu arada. Yaptıkları davranışın sonucunu düşünmez ve hesap etmezler. Kızının yuvasının yıkılmasını pek çok anne istemez.

Fakat damadın adı geçtiğinde ekşittiği yüzüyle, küçücük gibi görünen etkisi büyük laf çakmaları ve iğnelemeleri ile, “ezdirme kızım kendini, erkek milleti yüz bulursa ezer” gibi kızına şefkat gösterir gibi görünen aslında kızının mutluluğunu çalan cümlelerle yıkar kız anneleri de. “Evlendin artık çekeceksin.” cümlesi de kızı tarafından “Sen iyisin; fakat kocan kötü çekmekten başka çaren yok.” diye okunur. “Neden çekecekmişim?” diye itiraz eder kızı. Madem ki kötü neden çeksin ki? Yeter ki sevmeye görsün kayınvalide damadını, kızının da sevgisi çok yaşatmaz.

Maalesef ki pek çok yuva aileler tarafından bozuluyor. Ve genellikle anneler tarafından. Nadir de olsa babalar da karışıyor evliliklere. Karışan anne de olsa baba da olsa onlara saygısızlık etmemeye çalışaraktan onların olumsuz etkilerinden korunmak gerek. Anne babalar genellikle iyi niyetle, kendi evlatlarını korumak için, oğluna eşinin hatalarını gösterme çabası içine giriyorlar. Oysa onu sevgisiz bir evliliğe mahkum ediyorlar ya da yuvasını dağıtmaya sebep oluyorlar. Allah Resulü “Karı koca arasını bozacak söz söyleyen cehennemdedir.” buyuruyor. Özellikle anne babalar için çok büyük bir ihtar değil midir bu?

Ayrıca anne-baba sözüne bakarak karısına zulmeden erkek de çok. Erkek evde idarecidir ve idarede adalet ilk şarttır. Yoksa azabı ağırdır. Anne babalar evlatlarının karısına zulmetmesine sebep olarak onların hem dünya hem ahiret hayatına zarar verdiklerinin farkına varmalılar. Hele sırf kendileri gelini sevmediği için gelinini boşanması isteyen anne-babalar bunun hesabını nasıl verecekler acaba? Ve anne-baba sözü ile yuvasını dağıtan erkek, boynu bükük bıraktığı karısının ve çocuklarının göz yaşlarının hesabını nasıl verecek?

Dinimizde anne-baba hakkı büyük diye onların sözüne bakarak karısına zulmeden erkek hiç düşünmez mi acaba eş hakkı hesabının da büyük olduğunu. Erkek anne-babasına saygısızlık etmeden de eşini koruyabilir. Anne- babasının onu eşinden soğutacak sözlerinin farkında olup ciddiye almaması ve kendi ailesini kendi yönetmesi ve bu konuda kararlı bir tutum sergilemesi çoğu zaman yeterlidir.

Sema Maraşlı / Haber 7

Bulutlar

Ey bulutlar bulutlar
Yağmur yüklü bulutlar
Biraz rahmet yağdırın
Tükenmeden umutlar

Hazine saklı sizde
Yağmurlar içinizde
Yerlere süzülünce
Seviniyoruz biz de

Haydi, gelin Bulutlar
Kurumasın şu otlar
Açın pencereleri
Kış bitsin gelsin bahar

Tomurcuklar açılsın
Kokuları saçılsın
Minik kuzular için
Yeşil otlar biçilsin

Renginizi karartın
Yükünüzü boşaltın
Hassas bir ölçü ile
Uygun yerlere atın

Tohumlar kurumadan
Bağ-bahçeler solmadan
Bak size ihtiyaç var
Hemen koşun durmadan

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version