Nükte ve fıkralarla tebessüm ve tefekküre ne dersiniz?

Halife Harun Reşid, Bağdat kırlarında çevresiyle birlikte geziye çıktığı sırada ağaç altında uyuyan bir adamı görür ve yanındakilere; “Şu adamı uyandırın, otların arasından çıkan bir yılan onu sokup öldürebilir.” der.

Hemen uyandırılan adam bakar ki karşısında Harun Reşid var. “Sultanım neden uyandırdınız beni der, rüyamda padişah olarak seçilmiştim, tahtımda oturmuş çevreme ne güzel emirler veriyor, hizmetçileri çevremde koşturuyordum.” diye söylenir.

Harun Reşid gülerek cevap verir: “Efendi der, uykudaki padişahlıktan ne olur ki, işte böyle gözlerini açınca padişahlık falan kalmaz, yok olup gider!” Adam şöyle cevap verir: “Sultanım der, benim padişahlığım gözümü açınca yok olup gitti, seninki de gözünü kapayınca yok olup gidecek, aramızda büyük bir fark mı var sanki?” Bu cevap karşısında düşünmeye başlayan Halife: “Efendi der, aslında uykuda olan sen değil benmişim, ben seni yılandan kurtarmak için uyandırmıştım, sen de beni saltanat gafletinden kurtarmak için uyarmış oldun.” Bundan sonra sıkça tekrar ettiği söz hep aynı olur. “Ey Harun, gözünü kapayınca yok olacak saltanatına sakın güvenme!”

Benzeri bir göz açıp yumma saltanat tarifi de Hazret-i Mevlânâ’dan gelir. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad Hz. Mevlânâ’ya, “Sultanlığımı sana devretmeye hazırım şayet kabul buyursan.” deyince Hz. Mevlânâ şöyle cevap verir:

“Biz sizin kısa süren sultanlığınıza talip değiliz. Çünkü sizin sultanlığınız gözünüzü kapayınca biter, bizim sultanlığımız ise gözümüzü kapayınca başlar. Biz göz kapayınca bitene değil başlayan sultanlığa talibiz!”

Somuncu Baba’yı üzen fazla dünyalık!

Bursa’nın maneviyat büyüğü Somuncu Baba, tarlası olup da tohumu olmayan yoksul talebesine bir çuval buğday vererek; “Tarlanın yarısını kendin için, yarısını da benim için ek.” der. Talebe bu yardıma sevinerek tarlanın yarısını kendi adına yarısını da hocası adına eker. Ekinlerin yetiştiği mevsimde, hocasıyla birlikte tarlaya gelirler. Talebeye ait kısımdaki ekinler gayet iyi ve gür yetişmiş, hocasınınki ise zayıf ve cılız kalmış. Somuncu Baba, iyi yetişen mahsulün kimin olduğunu sorar. Talebe de utancından “Sizin efendim.” der. Buna üzülen Somuncu Baba söylenir:

-“Biz ahiretimizin mamur olması için dua ediyorduk, demek ahiretimiz yerine dünyamız mamur olmaya başlamış, ücretimizi dünyada alıyor, ahiretimize bir şey bırakmıyor muyuz yoksa.” diye üzüntüsünü açıklayınca talebesi gerçeği anlatmak zorunda kalır:

“Efendim der, aslında iyi olan taraf bana aittir, zayıf olan da size aittir. Utancımdan dolayı iyi olanın size ait olduğunu söyledim.”

Somuncu Baba’nın yüzünde tatlı bir tebessüm dolaşır:

“Şimdi oldu evlat.” der, “Ekinin gür tarafının bana ait olduğunu duyunca, ‘Dünyada alacağınızı aldınız ahirette isteyecek bir şeyiniz kalmadı.’ denecek olan servet sahiplerinden mi oluyorum yoksa diye endişe ettim!.”

Geylani Hazretleri: “Büyüklerin üzerine sinek konmazmış, sizin üzerinize de sinek konduğunu hiç görmedik.” diyenlere şöyle cevap verir: “Bana sinek neden konsun ki, üzerimde ne dünyanın pekmezi var, ne de ahiretin balı?”

Rahmetli Şeyh Hacı Muzaffer Ozak, muhataba göre nükteli söz söylemesini bilen biriydi. Dükkânına giren laubali bir adam; “Selamünaleyküm babalık.” der . O da: ” Aleyküm selam kuru kalabalık!” diye karşılık verir.

Şam’ın büyük velilerinden Bilal bin Saad’a, gerçek dostun tarifini sorarlar. Gerçek dostu şöyle tarif eder: “Her görüştüğünüzde avucunuzun ortasına bir altın koyan gerçek dost değildir. Asıl, her görüştüğünüzde dindarlığınızı bir kat daha kuvvetlendirendir gerçek dost!.”

Ahmed Şahin / Zaman

Aile içi anlaşmazlıklarda ‘akla kapı aç, iradeyi elden alma’ anlayışı

Okuyucum, aile fertleriyle maruz kaldığı zorluklardan dolayı ümitsizliğe kapılmış, sıkıntılarını anlattıktan sonra da, bu durumda ne yapıp nasıl bir tavır takınacağımı bilemez hale geldim, diye de çaresizliğini eklemiş.

Aslında aile fertlerimizle münasebetteki zorlukları çözme konusunda çaresiz değiliz. Ölçülerimiz vardır. Münasip düşeni münasip şekilde dile getirir, gerisini ilahi takdire bırakarak duamıza devam ederiz. Bu konuda geçmişten beri sıkça ifade ettiğim bir ölçümüzü tekrar etmekte fayda görmekteyim okuyucumun bu çaresizlik sorusu üzerine. Meşhur sözdür: –Büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir! derler. Ben de bu sorular vesilesiyle büyüklerin koruyucu ve kurtarıcı sözlerinden birini bir daha arz etmek istiyorum bugün.

Çünkü büyüklerin bu gibi sözleri anahtar sözlerdir. Bu sözleri zorlandığınız yerlerde anahtar gibi kullanır, kapalı kapıları ardına kadar açar, çıkış yolu bulabilir, çaresizliğe düşmezsiniz. En azından ben bana düşeni yaptım gerisi Rabb’imin takdirine kalmıştır, diyerek huzur bulur, duanıza devam edersiniz. Misal olarak diyelim ki, beyinizi, hanımınızı, oğlunuzu, kızınızı, ya da bir başka yakınınızı olmasını istediğiniz doğru çizgide bulmuyor, ama istediğiniz istikamete de yönlendirmeyi istiyorsunuz! Böyle bir zorluğunuz var aile içindeki bireylerinizle.. Çoğumuzda da olduğu gibi.. Çare susup da seyirci kalmak, diyemeyiz. Çünkü susmak hem sizi rahatsız eder; hem de görevinizi yapmamış duruma düşebilirsiniz. Çare, bildiğiniz doğruları anlatmak, düşündüğünüz gerçekleri dile getirmek. Ama nasıl anlatacak, size düşeni nasıl ifade edeceksiniz ki, yara yapmadan tedavi etmiş, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmuş olasınız?

Bütün mesele buradaki üslubun tayin ve tespitinde. İşte burada büyüklerin anahtar sözleri imdadımıza yetişiyor, Hazret-i Bediüzzaman’ı dinliyoruz. Meşhur sözünde diyor ki: -Akla kapı aç; iradeyi elden alma! Evet, muhatabın aklına, mantığına kapı aç, muhakemesine, muhasebesine düşündüğün doğruları aktar, anlat. Ama nasıl? Tahrik etmeden, teşhire sapmadan, düşünmesini önleyecek öfkeye sebep olmadan. Dayatma ve diretmeye gitmeden. Yani, aklına kapı açarak, iradesini elinden almayarak.. Benim bildiğim doğru budur, yine de sen bilirsin, diye vicdanına havale ederek..

Bu gibi zıt durumlarda unutulmaması gereken bir gerçek de şudur: Kimse kimseyi zorla, tepkiyle, ısrarla istediği çizgiye getiremez, dilediği doğruyu benimsetemez. Hidayet ve istikamet, Allah’ın dilemesine, Rabb’imizin hikmetine bağlıdır. Ne zaman, ne mekânda senin istediğin olacak, orasını hikmet sahibi Rabb’imize bırak, ümidini yitirme, huzuruna gölge düşürme ve de ki: – Rabb’im, ben aciz bir kulum, istikamet düzeltmek benim haddim değildir. Benim görevim, akla kapı açmak, iradeyi elden almamaktır!. Ben bunu yapmaya çalışıyorum, gerisi senin takdirindedir. Bundan sonrası sana aittir!.. Tıpkı Allah’ın sevgili kulu Rabia’nın dediği gibi:

Gecenin karanlığında evine giren hırsız alıp götürecek bir şey bulamaz. Çıkıp gitmek üzere iken kıldığı namazı bitiren Rabia, hırsıza ihlasla seslenir: -Ey Allah’ın kulu, kusura bakma, evimizde sana yarayacak bir şey yoktur. Ne olur kapının yanındaki ibrikten bir abdest al, iki rekat namaz kıl da Rabia’nın evinden büsbütün eli boş çıkma!.. Rabia’nın akla kapı açıp, iradeyi elden almayan bu ihlaslı sözü etkisini gösterir, hırsız yanındaki ibrikten titreyen elle tutarak abdestini alıp namaza durur ve gözyaşları içinde secdeye iner. İşte bu sırada ellerini açan Rabia şöyle yalvarır: -Rabb’im der, ben bana düşeni yaptım bundan sonrası Sana aittir!..

Demek isterim ki, siz de size düşeni yapın, akla kapı açın iradeyi elden almayın. Sonra da ellerinizi açıp iltica edin: -Rabb’im, ben bir aciz kul olarak bana düşeni yapıyorum, bundan sonrası Sana aittir! Kalbine, gönlüne doğruları Sen ilham eyle.. Vakti gelince layık olanı ne ise o olacak, İlahî takdir yerini bulacaktır. Yeter ki sen vazifeni yap, vazife-i İlahiye karışma! Vazifen olmayan takdirle de uğraşma.

Ahmed Şahin / Zaman

İSTANBUL’DA ZAMAN, BEDİÜZZAMAN

Bediüzzaman Said Nursi, vefatının 52. yılında ülkemizin birçok yerinde çeşitli etkinliklerle anıldı. İstanbul’da faaliyet gösteren Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı Üniversiteli Gençlik Teşkilatı GENÇ BİNDAV, bu ayki etkinliğini Bediüzzaman’a ayırdı.

Bediüzzaman Said Nursi’nin İstanbul’da bulunduğu süre zarfında kalmış olduğu yerleri rehber eşliğinde gezen GENÇ BİNDAV üyeleri, farklı bir programa imza attı. ‘‘İstanbul da Zaman, Bediüzzaman’’ adıyla duyurdukları gezi programına yaklaşık 45 kişi katıldı. İki rehberin farklı bakış açılarıyla sunduğu geziye üniversiteli öğrencilerin yanı sıra, BİNDAV mütevelli heyetinden çeşitli isimler de katıldı. Gezi kapsamında; Eyüp Sultan, Fatih Camii, Şekerci Hanı, Reşadiye Oteli, Toptaşı Tımarhanesi, Yusuf İzzeddin Efendi Köşkü, Yuşa Tepesi, Sirkeci Büyük Postanesi, ve Eminönü Hidayet Camii gezildi.

‘‘Gençlik Rehberi, gençlere yol gösteriyor.’’

Daha önce kimsenin bu şekilde bir gezi yapmadığını belirten GENÇ BİNDAV Başkanı Muhammed ARPACIK, konuşmasını şu şekilde sürdürdü; ‘‘Bugün İstanbul’da zamanımızı çok farklı bir programa ayırmış bulunuyoruz. Yazmış olduğu eserlerle milyonlarca insanın gönlüne ışık saçan, eserleri 50’den fazla dile çevrilmiş, hayatı boyunca vermiş olduğu mücadele neticesinde milyonlarca insanı peşinden sürüklemiş bir insanı tanımaya gidiyoruz. 100 yıl önce kurmayı planladığı Medresetü Zehra Üniversitesi için İstanbul’a gelen Bediüzzaman, tıpkı günümüzde olduğu gibi, o gün de anlaşılamamıştır. Bugün kendisi hakkında derinlemesine araştırmaların yeni yeni yapıldığı Bediüzzaman, toplumun her tabakasına hitap edebilen eserlerle topluma yön vermiştir. ‘’Gençlik Rehberi’’ eseriyle biz gençlere yol gösterirken, bir başka eseri İhlas Risalesi’nde bugün en çok muhtaç olduğumuz kardeşliğin ve samimiyetin nasıl olması gerektiği dersini vermiştir. Bu vesileyle bizlerde GENÇ BİNDAV olarak bu ayki etkinliğimizi, asrımızın büyük alim ve mütefekkirlerinden Bediüzzaman Said Nursi’yi tanıyıp fikir sahibi olmak istedik.’’

’’Bediüzzaman, toplumun birçok kesiminde yankı uyandıracak bir özelliğe sahip.’’

Rehberlerden Ömür Öztürk’ün Bediüzzaman’ın yaşamı ve Risale-i Nur eserlerindeki tespitleri ilgiyle dinlendi. Öztürk, ’’Bediüzzaman’ın hem yaşamı hem de eserleri toplumun bir çok katmanında yankı uyandıracak bir özelliğe sahip. Mesela, hayatının önemli bir kısmı hastalıkla geçen Bediüzzaman, ‘’Hastalar Risalesi’’ ile birçok hastaya ümit ışığı oluyor. Kendisi Kürt, bugün konuştuğumuz en önemli meselelerin başında Kürt meselesi geliyor. Bediüüzaman ise yaşamı ve eserleriyle bu hususta topluma reçete sunuyor. Kendisi ihtiyar, ‘’İhtiyarlar Risalesi’’ ile yaşlılara ümit kaynağı oluyor. Toplumumuzda giderek yaygınlaşan tüketim ve müsriflik karşısında, Bediüzzaman’ın iktisat ve kanaatla geçen yaşamı ve ‘’İktisat Risalesi’’ ile topluma ilham kaynağı oluyor.’’
Öztürk, Bediüzzaman’ın eserlerinin iyi tahlil edilmesi halinde, toplumdaki birçok hastalığın giderilebileceğini söyledi.

Geziye göstermiş oldukları teveccühten ötürü GENÇ BİNDAV üyelerine ve BİNDAV mütevelli heyetine teşekkür eden M.ARPACIK, ilerde yapmayı planladıkları etkinliklerde tekrar görüşme temennisinde bulundu.

4 yıllık bir geçmişe sahip olan GENÇ BİNDAV,
İstanbul’da bulunan Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı BİNDAV çatısı altında, faaliyet yürütüyor.
İstanbul’daki üniversite öğrencilerinin aktif şekilde kullandığı Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı Üniversiteli Gençlik Teşkilatı,  Şimdiye kadar SÖYLEŞİ, GEZİ, GENÇLİK BULUŞMALARI, KÜLTÜREL AKTİVİTELER, OKUL, KÜTÜPHANE KAMPANYALARI alanlarında onlarca organizasyona imza atmış.

Bingöl Kültür ve Dayanışma Vakfı
Sütçü Cd. Gümrükçüler Ap. Kat.5 Daire: 14
Ümraniye /İstanbul _ TÜRKİYE
e-mail: bindavgenclik@gmail.com
TLF:0.216 .443 10 72

Tenasuh (reenkarnasyon), bâtıl bir inançtır (2)

Her bir ruhta inkişaf kabiliyeti vardır.

İnsanda bütün Firavunların, Nemrudların bir örneği olduğu gibi; peygamberler başta olmak üzere kâmil insanların da bir örneği insanda vardır. Söz gelimi adam diyor ki, “ben peygamber oldum.” Halbuki o adam peygamber olmamıştır, olması da mümkün değildir.

İnsandaki latifelerin en yüce mertebesi ahfâ derecesidir. Kâmil bir veli bu makama erişince, Resûl-i Ekrem (s.a.v)’i ruh aynasında hisseder veya görür. Bundan dolayı da “ben peygamber oldum” der. Bu durum o latifenin inkişafından kaynaklanmaktadır.

Manevî yükseliş merdivenlerinde seyr eden zat, latifelerdeki hangi mertebeye girer ve kimin frekansını yakalarsa, o duygular o kişide yansır.

İşte sâlikin önünde Bediüzzaman gibi bir mürşid bulunmazsa, ya da yüksek bir ilmî kabiliyetten mahrum ise, bir şaşkınlık hali yaşar. İşte o zaman biri, “ben İsa oldum”, bir diğeri, “İsa nazil oldu, falan yerdedir” gibi sözler sarf eder.

İşte insan, duyu ve latife cihetiyle gelişmeler kaydedip belli makamlara ve derecelere ulaşıp küllîleşince; Cennet bütün güzellikleriyle onun ruhunda görünür. Ya da kalp gözüyle Cennet’i müşahede eder. Aksi istikametteki gelişmeler sonucunda da Cehennem şeklinde görür. Kabiliyetine göre Cehennem ehlini orada seyreder.

Bir başka frekansta toprak âlemini, denizler âlemini, hava âlemini seyreder. O âlemlere uğrar, misafir olur, bazen da onları kendi ruh aynasında misafir eder.

Böyle bir hal, başta akıl, kalp ve ruh olmak üzere havas, hissiyat ve latifelerin inkişafından kaynaklanmaktadır.

İşte insan şu âleme bir fıtrat (yaratılış) mu’cizesi olarak gönderilmiştir. Haliyle, aklıyla o âlemlere uğrar, gâh söz konusu âlemleri ruhunda canlandırarak seyreder, gâh o âlemleri içinde yaşar.

Mâneviyatta terakki eden bir sâlikin kalbinde devamlı bir hareket, değişme, gezinme ve seyahat vardır. Bir ucu geçmişten geleceğe, bir ucu zerreden Arş’a kadar uzanır. Ruhunda âlemleri nakşeder. Kendisi olmaktan çıkar, başkası olur.

İnsanda öylesine mânevî bir güç, bir kabiliyet vardır ki, Allah’ın rahmet ve lutfuyla Esmâ ve sıfât-ı Rabbânî’nin tecellîlerine eriştiğini anlasa, bütün kâinatı ruhunda hisseder. “Yer benim, gök benim; Cennet benim, Cehennem benim” diyebilir.

İnsan, varlığında muhtelif cins ve miktarda bulunan örneklerin kaynağına kavuşmak ister.

Üstad Bediüzzaman’ın şu cümlesi konumuza ışık tutmaktadır:

Cenab-ı Hak, insanı, kainata cami bir nüsha ve on sekiz bin alemi havi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir alemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır.

Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi alemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o aleme bakar ve o aleme tecelli eden sıfatla o alemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle alem-i şehadet ve alem-i gayba bir hülasa olur ve her iki aleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle, insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.”(Bediüzzaman, İşârâtu’l-İ’câz, 17)

İnsanın mahiyetinde bütün âlem yerleştirilmiştir. Bu bakımdan bazen nefsanî hisler, bazen da Rahmânî hisler galebe çalar. Rahmanî hisler harekete geçince, ruh aynasında peygamberleri görür. Oysa ki o kişi peygamber olmamıştır, kendini öyle görüyor. Nefsânî hisler galip gelince, Firavun yönü ağır basar, kendini öyle görür. Ama o insan Firavun olmamıştır. “ Falancanın ruhu bana intikal etti” diyerek tenasuh fikrini çağrıştıranların sözleri de şatahat cinsinden bir takım tutarsız sözler olup, “Ben mehdiyim” diye ortaya çıkanların durumu da karışıktır. Ya kabiliyeti eksiktir, ilim ehli değildir, ya insaniyet sırrını anlamamıştır, ya da mürşid bildiği kişi/kişiler ehliyetten yoksundur.

Bu gibiler, başlarına gelebilecek bu tür şaşkınlıkları derhal üzerinden atmalı, istikametini muhafaza etmeli, bilmediği konularda bilenlerden yardım almalı, manevî rehabilitasyondan geçmelidir.

Şayet bu yolda seyr u sülûk yapan kişi, ilim ve tahkik ehli değilse, dalâlete düşebilir. Çünkü ilim ve tahkik/tetkîk ehli, keşfiyatını Kitap ve Sünnet ölçüleriyle tartar, onlara uygunluk varsa itibar eder, aykırı ise reddeder. Bu ölçü ile hareket etmeyi başaramayanlar, bu tür meselelerde dalâlete kadar gitme tehlikesiyle baş başa kalırlar.

Tam da bu noktada mânevî dengeyi sağlayamadığı için, “tenasuh var” diye inanmaya başlar.

Günümüz toplumlarında kısmen de olsa bir maraz şeklinde kendini gösteren bu çıkışların Kur’ân reçetesiyle tedavisi şarttır. Buna kendini inandıranların Şeytandan ve şeytanlaşmış insanlardan başka da tutunacağı bir dal söz konusu değildir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ifade ettiği gibi; Molla Halil-i Siirdî demiş ki: “Tenasuh, yani bir insanın öldükten sonra ruhunun diğer bir cesede girip tekrar dünyaya geri gelmesi inancı bâtıldır, aslı ve esası yoktur. Ancak bu, insandaki kabiliyetin inkişafıdır ki; böyle bir görüntü veriyor. Hâşa! Bir insanın ruhu, diğer bir insanın içine girmez. Her cesedin ruhu ayrıdır. Bir ruh, bir cesede aittir. Başka bir cesede giremez. Zira ruh, cesedin kanunudur. Her cesedin kanunu da ayrı ayrıdır. Cenâb-ı Hakkın, bir mevcudun içine girmesi de muhaldir (imkânsızdır). Hâşa! Allah, bir şeyin içine girmez. Bütün bu düşünceler bâtıldır.”

İnsanda bütün âlem toplanmıştır. Unsurları yüklendiği gibi, madenleri de bünyesinde barındırmaktadır. Kalp ve ruh cihetiyle Salih ve kâmil insanların örneklerini taşıdığı gibi; nefis itibariyle de âsi ve cebbâr insanların nümunesini taşır.

Hâşa!, Bediüzzaman Hazretlerine tenasuh konusunda bühtan ve iftirada bulunanlar Risale-i Nur’ları okumayan ve anlamayanlardır.

Bu 2. bölümü Müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın (r.a) bir sözüyle noktalamak, 3. bölümde ise yine özet bilgilerle meseleye şimdilik nokta koymak istiyoruz inşâallah.

Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.” (Sözler, 17. Söz, s. 185)

(Devam edecek…)

İsmail Aksoy

Bediüzzaman Said Nursi Birecik’te Anıldı

Bediüzzaman Said Nursi, Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde ‘Bediüzzaman Vakfı Birecik Temsilciliği‘ tarafından organize edilen programda, halkın büyük katılımıyla anıldı.

Birecik Belediyesi M. Emin Akan Kültür Salonu’nda organize edilen programda, Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar, Birecik Müftüsü Mekki Solmaz, Bediüzzaman Vakfı İlçe Başkanı Mehmet Gökdoğan ve vatandaşlar katıldı.

Bediüzzaman Vakfı İlçe Başkanı Mehmet Gökdoğan, programın açılış konuşmasında, “Bu güzel organizasyonun gerçekleşmesinde bizlere yardımcı olan Birecik Belediye Başkanı Avukat Faruk Pınarbaşı ve esnaflardan Tevfik Fincan’a teşekkür ediyorum. Ayrıca, programın hazırlanmasında da emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.” dedi.

Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar ise “Said Nursi, bize, Kur’an ayetlerinden ve Peygamberimizin (sas) hadislerinden bizler için bir kafes ördü, cehennem ateşi ile bizim aramıza koydu ve bizim cehennem ateşinde yanmamıza fırsat vermedi.“ şeklinde konuştu. Yaşar, Said Nursi’nin doğumundan vefat etmesine kadar hayatından kesitler sunarak, Said Nursi’nin insanlık adına ne kadar yararlı şeyler yaptığına vurgu yaptı.

Yaşar, Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat etmeden önce Ayasofya’nın ibadete açılmasını çok istediğini, ancak bu hayalini gerçekleştirmeden vefat ettiğini söyledi. Yaşar, Bediüzzaman vefat etmeden önce Şanlıurfa vatandaşının Said Nursi’yi bağırlarına bastıklarını ve Said Nursi’yi çok sevdiklerini sözlerine ekledi.

CİHAN

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version