Affetmek, Kendimize Yaptığımız İyiliktir

“Af “, Arapça “Afuv”dan gelmektedir. Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama, genel anlamda; bir kişinin kusurunun bağışlanması demektir.

Bütün toplumların Aileden başlayarak, okulda ve toplum içinde nasıl davranılacağına ilişkin kuralları vardır. Bu kurallara aykırı hareket etmek suç ya da kabahat olarak kabul edilir. Bununla birlikte bir baba çocuğunun, bir öğretmen öğrencisinin bazı kural dışı davranışlarını bağışlayabilir. Bağışlamak manevi olarak ruhumuzun taşımış olduğu karşı tarafı suçlama hastalığından çabuk kurtulmaktır.

Kuran’da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri de “affedici ve bağışlayıcı olmak“tır:

Bir ayette Allah, “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Bir başka ayette “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi affetmede asıl amaç -herşeyde olduğu gibi- Allah’ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Bizler de affetmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz ve ruhumuza sıkıntı veren  büyük yükleri taşımaktan kurtulmalıyız.

Affetmekle  ilgili güzel bir hikaye vardır:

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

– Bir hayat tecrübesi yaşamak ister misiniz?

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

– O zaman!, der öğretmen.

– Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.

Öğrenciler bunu da kabul ederler.

– Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

– Şimdi,bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

– Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta,bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. Hep yanınızda olacaklar.

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

– Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.

– Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.

– Hem sıkıldık, hem yorulduk…

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

HAMİT DERMAN

www.NurNet.Org

Yerde Gezinen Canlıların En Kötüsü..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin, Kur’ân’ı ve Resulullah’ın öğütlerini işitip dururken ondan yüz çevirmeyin.

İtaat kulağıyla işitip dinlemedikleri halde, bir de yalan atıp “işittik!” diyenler gibi olmayın.

Çünkü Allah katında yerde gezinen canlıların en kötüsü, o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir.

{Enfal Suresi, 20-22}

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdular ki:

Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, ALLAH, Fatiha’nın bir mislini ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkan’da indirmemiştir.

O (namazlarda) tekrarla okunan yedi ayet ve bana ihsan edilen yüce Kur’an’dır“.

(Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 1)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, cennet ve cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.

(10. Söz’den)

…….

Cevşen’den ;

59-

Ey kendisinden hidayet isteyenlerin hidayet edicisi,
Ey gizlenecek yer arayanların üstünü örten,
Ey kendisini çağıranları cennetine davet eden,
Ey kendisinden şifa isteyenlere şifa veren,
Ey kendisine hükmetmesini isteyenler hakkında hükmeden,
Ey maddi ve manevi zenginlik isteyenleri zenginleştiren,
Ey kendisinden, her ihtiyacını yerine getirilmesini isteyenlerin ihtiyaçlarına yeterli cevap veren,
Ey kuvvet ve güç isteyenlere kafi kuvvet veren,
Ey kendisinden dostluk ve sahiplik isteyenlerin dost ve sahibi,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,

Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Peygamberimize Ümmet Olmak

Resulüllah (s.a.v.)’e Ümmet Olmak

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in bütün Peygamberler arasında en yüksek ve en yüce bir makama sahip olduğu hepimizce bilinmektedir. Bu nedenle de O’nun ümmeti de diğer ümmetlere göre her yönden daha üstün ve daha faziletlidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de de, Ümmet-i Muhammed’in sahip olduğu bu üstün vasıflardan bahsedilmektedir. Al-i İmran suresinin 110. Ayetinde “(Ey Ümmet-i Muhammed) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.” Buyrulmaktadır.

Müfessirlerin ittifakına göre “En hayırlı Ümmet” ayeti, Ümmet-i Muhammed hakkındadır. (Bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut, 1995, 3/61-62; Râzî, 3/323-325; Kurtubî, el-Câmi’ li ahkami’l-Kur’ân, Kahire, 1967, 4/171-173; İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ân’i’l-azîm, Beyrut, 1993, 1/399.) ve ümmetlerin en hayırlısı, en ideali ve en iyisi olduğunu haber vermektedir. En hayırlı ümmet hitabıyla da öncelikli olarak kastedilenlerin Sahabe olduğunda ittifak vardır.(Kurtubî, 4/171-172; İbn Kesîr, 1/399)

Peygamberimiz (S.A.V.) de şöyle buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler.” (Buhârî, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 208) Bu hitabın sadece Sahabe’ye has olmadığı, bunun yanında bütün ümmeti kapsadığı açıkça görülmektedir. Kısacası en hayırlı ümmet ile Hz. Muhammed (S.A.V.)’den itibaren kıyamete kadar gelecek olan İslâm ümmetinin tamamına hitap edilmektedir.( . İbn Kesîr, 1/399.)

Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yukarıda belirtilen Hadis-i Şerifleri’nde, Sahabe-i Kiram’ın hem bu ümmetin hem de bütün insanlığın en hayırlı nesli olduğu vurgulanmaktadır. Hadis-i Şerif’in devamındaki, “Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenler” ifadesi, sahabeden sonraki her neslin, insanların en hayırlı topluluğu olduğunu belirtmektedir.

Yine bu konuda Peygamberimiz (S.A.V.), ümmetinin sonraki nesilleri için de buna benzer övgülerde bulunmuştur: “Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği hâlde bana iman edene yedi defa ne mutlu.” (Ahmed b. Hanbel, 3/71, 155)

“Yaratılmışlar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sülblerinde bulunan, beni görmedikleri hâlde bana iman eden, yazılı bir takım kâğıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel edenlerdir. İşte onlar, iman ehlinin en faziletlileridir.” (Hâkim, Müstedrek, 7/2501)

Şefkat Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.), görmediği hâlde kendisine iman edenlerin kardeşleri olduğunu ve onlarla karşılaşmayı arzuladığını da ifade etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 3/154.) Ayrıca, “Ümmetimin misali yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, sonrası mı bilinmez” buyurmuştur. (Tirmizî, Emsâl 6)

Cenab-ı Allah (C.C.) Bakara Suresinin 143. Ayetinde: “İşte böylece insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıl¬dık.” Gibi övgü, bu ümmete mahsustur. Hacc Suresinin 78. Ayetinde de: “Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O’dur.” Buyurmakla da bu ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu teyit etmektedir

Bu hayırlı Ümmetin Peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’dır. Madem öyle, gelin bu eşsiz Peygamberin vasıflarına da bir göz atalım: Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulüllah Efendimiz (S.A.V.), İslam dinini insanlığa anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O’nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.

Peygamberimiz (sav)’in hanımı Hz. Ayşe (R.A.) Validemiz, Resulüllah(S.A.V.)’in güzel ahlakını şöyle anlatıyor: “Çirkin söz söylemezdi. Hayâ, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder, bağışlardı.” (Ebu Davud)

Hz. Ayşe (R.A.)’in Peygamberimiz (sav)’in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O’nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir: “Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldı?” Sorusuna: “Resulüllah(s.a.v.)’in ahlakı… Mü’minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah Resulü(s.a.v.)’in ahlakı böyle idi” diye cevap verdi. (Buhari)

O’nun torunu Hz. Hasan (R.A.)’tan, Resulüllah (S.A.V.)’in vasıflarını dinleyelim:

“Resulüllah Efendimiz (S.A.V.): Yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in rengi, beyaz ve parlak renkte, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları, hilal gibi, gür ve birbirine yakındı. Boynu, gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti.

Allah Resulü (S.A.V.)’in alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. İki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibi bembeyazdı. Gözleri pek güzel, gözbebekleri simsiyahtı. Kirpikleri uzundu. Gülümsediğinde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. İki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi. Sakalı gürdü. Ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgâr gören kısmı altın alaşımlı gümüş gibi parıldardı. Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı. Omuzları genişti. Kol ve pazıları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı.”

BU BÜYÜK PEYGAMBER (S.A.V.)’E KİM ÜMMET OLMAK İSTEMEZ Kİ

Böyle bir Peygamber (S.A.V.)’in ümmeti olmak, en büyük saadettir. Çünkü bizden önceki Peygamberler bile, bu ümmetten olmak istemişlerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e biraz benzemek, Allah-u Teâlâ (C.C.)’nün rızasını, sevgisini kazanmaya ve günahların affına sebep olur. Peygamberimiz (S.A.V.)’e benzemek nasıl olur? O’nun getirdiği dine, sünnetine uymak, O’na benzemek olur. Fakat asıl önemli olan, O’nun vazifesine yardımcı olmaktır. Kim bunu yaparsa O’nun sevgilisi olur, O’nun Ümmeti olur.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurmuştur:

“Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî, ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

İşte o zâtın şefaati altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdır.” (Lem’alar – 26. Lem’a)

Evet, bu Ümmet, sahip olduğu dini değerleri itibariyle en hayırlı ümmet olma vasfını her zaman özünde taşımalı, tutum ve davranışlarıyla da hayırlılığını her zaman göstermelidir.

Sahip olduğu özellikleri ihya edip canlandırma mecburiyetinde olduğunun şuurunda olmalıdır.

Bunu gerçekleştirmenin yolu da Kuran’a, Sünnet’e ve altın nesil Sahabe-i Kirama bağlı kalmaktan geçer.

O’NA ÜMMET OLMAK, NE BÜYÜK ŞEREF.

YA RABBİ! BİZİ AHİRETTE, PEYGAMBERİMİZ HZ.MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)’E LAYIK ÜMMET OLARAK HAŞRET, VE BİZİ O’NUN ŞEFAATİNDEN MAHRUM ETME!

BİZİ O’NA ÜMMET YAPAN RAHMAN (C.C.)’A HAMDOLSUN, ÂLEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLENE DE SALÂT VE SELAM OLSUN!

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Risale-i Nur Vesilesiyle Müslüman Olan Alman

Esselamualeykum ve rahmetullahi ve berekatuhu..

Almanya Barla Medresesinden tüm ağabey ve kardeşlerimize Selam olsun.

Sizlerle mutlu bir haberi daha paylaşmak istiyoruz. Barla Medresesi Mannheim olarak Kur’an-ı Kerim’in bu asırdaki vechini ders veren Almanca Risale-i Nur okumalara ve Almanca Sohbetler üzerinde durmaya özen gösteriyoruz. Burada, bu hakikatleri ulaştırmamız gereken daha bir çok Alman var. Bu çalışmalarımız sonucu 7 ay kadar önce bir Alman kardeşimiz başka bir cemaatten müslüman olmasına rağmen ibadetlerinde lakayt kalmış namazlarını kılamıyordu.

Ne zaman ki Almanca derslerimize gelmeye başladı ve 21.Sözü okudu ardından hem namazlarına başladı hem Risale-i Nur’lara adeta bizlerden daha çok sarıldı ve Cuma Almanca Sohbetlerinden sorumlu oldu.

Bu kardeşimiz (Ali) bu hakikatleri kendisi yaşamaya ve çevresindeki Almanlara yaymaya karar verdi.

Nitekim yakın bir arkadaşı olan Morizt isimli bir Alman’a cep Risale’lerini vermeye başladı ve son olarak Sözler’i verdi. Moritz daha 10. Söz’e kadar gelmişti ki “Aradığım bütün sorulara cevaplar buldum. Ve eminim ki bu kitaplar sayesinde açık kalmış düşüncelerim kapanacaktır. İslamiyetin son ve hak din oldugunu karar verdim, elbete bu din hak ve son ise bu dinin Peygamberi de haktır ve son Peygamberdir. Bu eserlere sarıldıkça yolum daha da aydınlanacaktır” dedi ve kendisi hiç zaman kaybetmeden İslam ile şereflenmek istediğini beyan etti. Bizler de yapilmasi gerekenleri yaptık ve kendisine Barla Medresesinde Cemaatle birlikte şehadet getirttik. Moritz olan ismini de Mikail olarak değiştirdik. Bu yaşanan olay cemaatimiz içinde de büyük bir heyecan ve gayret uyandırdı. Bu durumda 2 Alman kardeşimiz Risale-i Nur’larla yollarını aydınlatmış oldu. Allah izin verdigi sürece bizler bu kardeşlerimize destek olacağız ve çalışmalarımıza gayretle devam edeceğiz. Bizim elimizde Risale-i Nur gibi Kur’an hakikatleri olduğu müddetçe bu gibi olaylar Allah’ın izni ile çoğalacak ve insanlık aydınlanacaktır. Dualarınıza muhtaç oldugumuzu belirtiyor, selam ve saygilarimizi sunuyoruz.

Barla Medresesi Mannheim / Almanya

barla-mannheim@hotmail.com

Yalnız kalan limon ağacı

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yanyana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.

Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.

Büyük ağaç, iyice kasılarak:
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.

Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysa ki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.

Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.

Tohumların teklifini kabul ederken:
—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.

Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:
Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.

Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.

Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.

Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.

Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.

Cüneyt Suavi

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version