Said Nursi’nin anlattığı hikaye bana ders oldu

Son Şahitler’den Kemal Taner, Bediüzzaman’la olan görüşmesini anlatıyor…

“Hapishaneye yanına görüşmeye gitmiştim. Namazı yeni kılmış, tesbih çekiyordu. Elini öptükten sonra kendilerine dedim ki:

‘Efendim, size birçok keramet gösterir, diyorlar. Halbuki ben sizden herhangi bir harikal hal ve veziyet görmedim. Eğer böyle birşey gösteriyorsanız, bana da gösterin, meselâ şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün.’

“Bediüzzaman tebessüm etti. Bana temsilî şu hikâyeyi anlattı:

“Bir adamın çok sevdiği, sevimli, sevgili bir tek oğlu varmış. Adam bu kıymetli yavrusuna, çok değerli bir hediye almak için, kuyumcu dükkânına götürmüş, Çok çeşitli elmas ve mücevherattan hangisini beğenir ve isterse oğluna alacakmış.

“Mücevherat dükkânında, kuyumcu adam, dükkânı süslemek için; tavana, çok çeşitli renklerde, kırmızı, yeşil, mavi, mor, pembe, sarı her renkte büyük balonlar asmış. Çocuk dükkâna girince mütemadiyen tavandaki balonlara bakarak, ‘Baba ben bu balonlardan isterim’ diye tutturmuş, başlamış ağlamaya. Adam, ‘Oğlum, ben sana çok pahalı ve kıymetli, elmas, mücevher alacağım’ diyormuş, Çocuk ise, ‘Ben balon isterim’ diye ağlayıp duruyormuş. Bu misali bana anlatan Bediüzzaman, sözlerine devamla:

Ben Kur’ân’ın elmas ve mücevherat dükkânının bekçisiyim, dellalıyım. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda, Kur’ân’ın ebedi ve ölümsüz elmasları var. Ben bunlarla meşgulüm. Ben Kur’ân nurunu ilân ediyorum, balonculuk yapmıyorum‘ dedi.

“Bediüzzaman’ın ne demek istediğini anlamıştım, yaptığım hareketten dolayı mahçup olmuştum.”

Necmettin Şahiner, Son Şahitler

Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir?

Kur’ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?” gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’i bir şekilde, çekici bir uslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

Yirminci asrın Kur’ân Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san’at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir.

Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmesi ve ‘Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim’ deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âli seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selameti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ce şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk’ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te’lif olamaz.

Bizler, ancak Rıza-yı İlâhî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir.

Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?

Tefsir iki kısımdır.

Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler.

İkinci kısım tefsir ise: Kur’ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.

Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır.

Risale-i Nur!.. Kur’an âyetlerinin nurlu bir tefsiri.. Baştan başa iman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen.. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış… Müsbet ilimlerle mücehhez.. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor… En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor…

Risale-i Nur!.. Nurlu bir külliyat… Yüzotuz eser… Büyüklü küçüklü risaleler halinde… Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir… Aklı ve kalbi tatmin eder… Kur’ân-ı Kerim’in yirminci asırdaki lâfzî değil – manevî tefsiri…

İsbat ediyor!… Akla gelen bütün istifhamları… Zerreden güneşe kadar îman mertebelerini… Vahdaniyet-i İlahiyeyi… Nübüvvetin hakikatını…

İsbat ediyor!… Arz ve Semavatın tabakatından, melaike ve ruh bahsinden, zamanın haikatından, Haşir ve Ahiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar… Akla gelen ve gelmeyen bütün îmanî meseleleri en kat’i delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor… Pozitif ilimlerin müşevviki… Riyazi meselelerden daha kat’i delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser…

YurtDışı Hizmet Haberleri İçin Tıklayın

Yurtiçi Hizmet Haberleri İçin Tıklayın

www.NurNet.org

 

Cuma Sohbetleri

Dr. Ahmet Çolak Ağabey’in anlatımıyla, İşaretül İ’caz’daki Bakara suresinin 3. ayeti olan “onlar gayba iman ederler, namazlarını ikame ederler”  tefsirini ve   bu ayetteki herbir kelimenin birbiriyle olan bağlantısını, Kur’an’ın mucizevi özelliğini gösteriyor.

Özellikle imandan hemen sonra diğer ibadetlerden ziyade direk namazı zikretmesinin ve namaz kelimesinin neden geniş zaman kipiyle getirilişi ve kılmak kelimesi yerine “ikame etmek” kelimesinin kullanılmasındaki hikmeti beyan ediyor.

“İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre; “Cenâb-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır.”


Çanakkale Zaferinin Sonuçları

  • Kurdukları planlarla 2 gün içerisinde İstanbul’u işgal etmeyi amaçlayan İtilaf  Devletleri Kuvvetleri amaçlarına ulaşamamışlardır.
  • Kendilerine yenilmez armada diyen dünyanın en büyük deniz gücü hayatının en büyük yenilgisini almıştır.
  • Yaklaşık 200 yıldır dünyayı haraca kesen sömürgeci güçlerin de artık yenilebileceği tüm dünya tarafından görülmüştür.
  • Bu savaş, uzun yıllardır sömürgeci devletlerin tahakkümleri altında yaşayan halklara özgürlük ve kurtuluş ümidi vermiştir.
  • Özellikle Hintli ve Senegalli müslümanlar, Osmanlının bu büyük zaferi ile bayram yapmışlar, ileride kendi kurtuluşları için bu zaferden güç almışlardır.
  • Osmanlı Devleti, Balkan savaşı yenilgisi ile ciddi şekilde sarsılan imajını bu zafer ile düzeltmiştir.
  • Çanakkale Savaşı sonrasında yapılacak mücadeleler için Osmanlı askerleri büyük bir moral sahibi olmuşlardır. Bu zaferden sonra ordumuz bağımsızlık mücadelesini, Kurtuluş Savaşı sonuna kadar şerefle sürdürecektir.
  • Çanakkale Savaşında kendini yeni yeni göstermeye başlayan, adeta gelecek zorlu mücadeleler için hazırlanan ve ileride milletimizin  kurtuluş harekatını örgütleyecek olan genç Osmanlı Kumandanları bu çarpışmalar esnasında sivrilmişlerdir.
  • Düşman kuvvetlerinin üstün teknik altyapısı ve askeri gücüne rağmen hemen hiçbir ilerleme kaydedememesi ile Mehmetçiğin vatanı ve dini adına nelere katlanabileceği dünya tarafından görülmüş oldu.
  • Osmanlı’ya karşı boğazları ele geçirmek isteyen İngiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun %50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.
  • Bu cephe için Osmanlı Ordusunun cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiat, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanmayacak bir fazlalık göstermektedir. Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.
  • İtilaf Kuvvetlerinden yardım bekleyen Çarlık Rusyası kaybedilen Çanakkale Savaşı sonrasında yardım alamaması nedeniyle Bolşevik isyanlarıyla başbaşa kalmış ve bir süre sonra çıkan ihtilal ile de Çarlık Rusyası devrilmiştir.
  • Osmanlı Devleti’nin kazandığı bu zafer ile Bulgaristan, İttifak devletlerinin yanında savaşa girerken, Yunanistan, Romanya vb. Balkan Devletleri bir süre daha tarafsızlıklarını korumuşlardır.
  • Çok kısa bir süre içerisinde bitecek olan I. Dünya Savaşı 2.5 yıl daha sürmüştür.
  • Savaşın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’ne isyan edecek olan azınlıklar bu haince tavırlarını bir yıl geciktirmişlerdir.
  • İngilizlerin Çanakkale Savaşında kullandıkları Avustralya ve Yeni Zelanda kuvvetleri, bu harekat esnasında niçin buraya geldiklerine dair sorularla, sömürge durumlarını yeniden gözden geçirme ve bağımsızlık hareketlerine katılma fırsatı bulmuşlardır. Bu devletlerde ayrı bir devlet olma bilinci burada oluşmuştur.
  • Yahudilerin Çanakkale’ye Osmanlı aleyhine gönderdikleri birlikler sayesinde İngilizlere yaranmaya çalışmaları meyvelerini vermiş, 1917’de yayınlanan Balfour Bildirisi sonrasında bu bölgede bağımsız İsrail devletinin temelleri atılmıştır.
  • “Toprakları üzerinde güneş batmayan ülke” olarak adlandırılan İngiltere’nin temellerine indirilen ilk büyük darbe Çanakkale Savaşı olmuştur.
  • Çarlık Rusyasının yıkılması sonrasında kurulan Sovyet Rusya’nın yayılma politikası ile başta Çin olmak üzere birçok devlet bu yeni gücün etkisine girmişlerdir.
  • İngiltere siyasetinin en etkili adamlarından biri olan Churchill, yaklaşık 15 yıl siyasi hayattan uzaklaştırılmıştır.
  • Mehmetçik ve onunla aynı ruh kuvvetine sahip olanların açık cephe savaşlarında yenmenin mümkün olmadığı anlaşılmış, bundan sonra yapılacak herhangi bir mücadelede, gizli ve sinsi planlar uygulanmaya başlamıştır.

Talha Uğurluel

Cuma Gününün Makbuliyeti

Cuma gününün hem dünyada hem âhirette, hem insanlar hem de melekler arasında ayrı bir husûsiyeti vardır. Bu özellikleri Enes b. Malik’in rivâyet ettiği hadiste, Peygamberimiz (ASM) şöyle anlatmaktadır: 

“Bana Cebrâil geldi. Avucunda beyaz bir ayna vardı. Bana: “Bu, Cuma (namazı)dır, Rabbin onu, sana ve senden sonra ümmetine bayram olsun diye, farz kılmıştır” dedi.

Ben: “Bu günde bizim için ne vardır?” diye sordum.

Şöyle dedi: “O günde, pek hayırlı bir vakit vardır. Kim o zaman içerisinde, kendisi için nasip edilen bir hayrı isterse, Allah onu kendisine verir. Ama istediği şey, kendisi için takdir edilmemişse, Allah, ondan daha büyük bir nimeti kendisi için âhirete saklar. Kul kendisi için takdir edilmiş olan bir kötülükten Allah’a sığınırsa, Allah onu, ondan daha büyüğünden muhafaza buyurur. Cuma günü, meleklerin yanında günlerin en kıymetlisidir. Biz onu, âhirette yevmü’l-mezîd (ikramı çok olan gün) diye anarız.”

Rasulullah (asm) buyurur ki:

Cebrail’e: “O güne niçin yevmü’l-mezid denir?” diye sordum.

Şöyle dedi: “Çünkü Azîz ve Celîl olan Rabbin, cennette beyaz misk ile donatılmış bir vadi hazırlamıştır. Cuma günü olduğunda, İlliyyînden Kürsü makamına iner.”

Hadisin sonu şöyle bitmektedir:

“Yüce Allah, Cuma günü mü’minler için tecelli buyurur, onlar Allah’ın cemaline nazar ederler.”

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version