Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Cevşen Ve Risale-i Nur, Gafleti Parça Parça Ediyor

“Hizb-i Nurî’de; hem sırrı, hem küllî bir ubudiyet bulunduğundan; şimdi bu vakitte, kuvvetli bir emareyi müşahede ettim. Bugün Risale-i Nur’un Hizb-i Nurî’sinden bir kısmını ve Cevşen-ül Kebir’den dahi bir kısmını okurken gördüm ki; kâinatın enva’ını ve âlemlerini Yirmidokuzuncu Mektub’un âhir kısmı beyanında, seyahat-ı kalbiye ile, herbir İsm-i İlahî bu kâinattaki bir âlemi nurlandırdığını ve zulümatı dağıttığını gördüğüm gibi; aynen ve daha başka bir şekilde, Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor.. gafletleri, tabiatları parça parça ediyor. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm. Kâinatı, enva’ıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklar ile tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında, envar-ı tevhidi gösteriyor. Ezcümle: İki gün evvel, İsm-i Hakem Nüktesi’ni okuyan bir Nakşî dervişi, güneşin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleğine vech-i tatbikini anlamamış. Demiş: “Bu da ehl-i fen ve kozmoğrafyacılar gibi bahseder” tevehhüm etmiş. Yanımda ona okundu, ayıldı. “Bu bütün bütün başkadır” dedi. Demek kozmoğrafyacılar gibi ehl-i fennin en son ve geniş nokta-i istinadları ve medar-ı gafletleri olan perdelerde nur-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düşmanlarını takib ediyor. En uzak tahassüngâhlarını bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: “O bir soba, bir lâmbadır. Odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!” Başına vurur.Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmaya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey, huzura mani’ olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakikat gibi huzur-u daimî kazanmak için, kâinatı ya nefyetmek veya unutmak, daha hatıra getirmemek değil; belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve daimî kâinat vüs’atinde bir ubudiyet dairesini açtığını gördüm. Daha var. Fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.” (Kastamonu:231)

GAFLETSİZ HUZUR

“Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim. Hak verdim.” (Kastamonu:250)

İNSANI GAFLETE DÜŞÜRMEKLE ALLAHA UBUDİYETİNE MANİ OLAN CÜZ’İ NAZARINI CÜZ’İ ŞEYLERE HASRETMEKTİR

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanı gaflete düşürtmekle Allah’a ubudiyetine mani olan, cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmektir. Evet cüz’iyat içerisine düşüp cüz’îlere hasr-ı nazar eden, o cüz’î şeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman, edna bir cüz’înin en büyük bir sebebden sudûruna cevaz veremez. Meselâ: Cüz’î rızkını bazı esbaba isnad edebilir. Fakat menşe-i rızık olan arzın, kış mevsiminde kupkuru, kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızk ile dolu olduğuna baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevilhayatın rızıklarını veren Allah’dan maada kendi rızkını verecek bir şey bulunmadığına kanaatı hasıl olur. Ve keza evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazı esbaba isnad edebilirsin. Amma, o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menba-ül Envarın nuruyla muttasıl olduğuna vâkıf olduğun zaman anlarsın ki; kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden ancak leyl ve neharı birbirine kalbeden Fâtır-ı Hakîmdir.” (Mesnevi:213)

İNSANDA BAZI LÂTİFELER VAR Kİ GAFLET VE DALÂLETTEN GELEN KÜÇÜK BİR HÂLETE DAYANAMIYOR

” Ey insan! Fâtır-ı Hakîm’in senin mahiyetine koyduğu en garib bir halet şudur ki: Bazan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun. Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a’malin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.” (17. Lem’a:136)

İNSAN GAFLET İLE ZERREYE MASDAR OLDUĞU ZANNIYLA BAKINCA SAN’AT-I İLÂHİYEYİ TAĞUTÎ BİR TABİATA KALBEDER

“Hiç bir şey, bir zerreye bile, mana-yı ismiyle masdar olamaz. Amma bir zerre, mana-yı harfiyle semanın yıldızlarına mazhar olur. Yalnız gaflet ile o zerrenin masdar olduğu zannıyla bakıldığından, san’at-ı İlahiyeyi tagutî bir tabiata malederler.” (Mesnevi:86)

MALİK-İ HAKİKİDEN GAFLET NEFSİN FİRAVUNLUĞUNA SEBEB OLUR

“Arkadaş! Mâlik-i Hakikî’den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur. Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbabı kendisine kıyas ile, hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesile ile, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar. Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef sû’-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.

         Arkadaş! Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki: Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlık’ın sıfatlarını fehmetmek için bir vâhid-i kıyastır. Çünki insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler. Meselâ: Bir adam Cenab-ı Hakk’ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: “Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir” diye vehmî bir çizgi çizmekle mes’eleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünki nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir. Cismi, ancak acib bir makine-i İlahiyedir. Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye (bir cilveciği) o makinede çalışıyor. Binaenaleyh insan o firavunluk davasından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin! Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah’ın mülkünü esbab-ı camideye taksim etmiş olacaktır.” (Mesnevi:67)

Nİ’MET İÇİNDE İN’AMI GÖRMEYENLER MÜN’İM-İ HAKİKİDEN GAFLET EDERLER

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’an-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri ta’dad ederken makbul âyet-i celileyi tekrar ile zikredilmekte olduğundan şöyle bir delalet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedid tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki; nimet içinde in’amı görmüyorlar. İn’amı görmediklerinden Mün’im-i Hakikî’den gaflet ederler. Mün’imden gafletleri saikasıyla o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah’tan o nimetlerin geldiğini tekzib ediyorlar. Binaenaleyh herbir nimetin bidayetinde, mü’min olan kimse Besmeleyi okusun. Ve o nimetin Allah’tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah’ın ismiyle, Allah’ın hesabına aldığını bilerek, Allah’a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.”(Mesnevi:95)

                                                                                                                                                                                                                Kardeşlerle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Tüm yaratıkların sahibi

Her şeyde Yaradanı, görebildim,

Gözümü açınca, sahibimi bildim,

Tüm şüpheleri başımdan, sildim,

Başkası olamaz, Halikımdır Hu.

Tüm varlıklar, gösterir Kendini,

O güzelliği, nurlandırır beni,

Allah aşkı, eritirir bu naçiz teni,

Zıplar durur sevincimden ki, var bir Hu.

Ah! Hiç bırakmasam,  Onun yolunu,

Onun hatrına ben, bıraktım solunu,

Kendime düşman ettim, mel’ununu

Bu fakir, duramam demekten Hu Hu.

Ondan büyük zenginlik, hani nerede,

Çok açık, görünebiliyor her yerde,

İnanmayanlar, düşerler büyük derde,

Akıllının heryerinden fışkırır, Hu Hu.

Zavallılar saparlar, bulamazlar Onu,

Bilmezler ki, geliyor dünyanın sonu,

Burda geçer günler, alırken onu bunu,

İnanmaz sahibine, ki desin Hu Hu.

Halbuki, mutlu olmak için gelmedik,

Sonsuz hayat için, burda post sermedik,

O gün, bu insan diyecek ah neyledik,

Çünkü bilmeliydik ki, vardır bir: Hu Hu.

Kȃinattaki eşya, her zaman Hu der,

Her şer, kendi hali ile iman eder,

Varlıklar, Rabbin kanunu ile gider,

Ne yazık ki, manen sağırlar duymaz HU YU.

Rabbim Kudretinle, imansız bırakma bizi,

Biz kaybetmeyelim, yolundaki izi,

Diri diri yanarız, unutursak Seni,

İnşaAllah Nurlar, unutturmazlar seni.

Abdülkadir Haktanır

İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir

Muhterem erkek ve muhtereme hanım kardeşim!

Şuurlu insan gözünü açıp bu âleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir. Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmayacaktır. Atomlardan galaksilere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vücut buldukları gibi, onların sevk ve idareleri de Allah’ın ilim kudret ve iradesi ile olduğu şüphe götürmez bir hakikattir.

    

       Hepimizin annemiz babamız var fakat ne yazık ki, onlar vücudumuzun inşası hususunda kalp akıl şöyle dursun tek bir kılımızı bile yapmaktan acizdirler. Allah şu dünyayı helal nesil ile doldurmak için erkek ve dişiye ücret olarak birini diğerinin peşine koşturup  birleşme isteği vermiş. Onunla beraber dinimiz Allahın rızası içerisinde anne ve babaya itaati emretmiş. Yani bizim meydana gelmemiz hususunda anne ve babamız yalınız bir sebep oldukları halde Allah onlara o kadar hürmet ve itaati emretmiş ise, acaba bizi yoktan var eden Allaha ne kadar hürmet e ibadet etmemiz lazım siz düşünün?

 

Çünkü biz   vücudumuzun yapılmasındaki inceliklere bakıyoruz! Onun inşasında kullanılan tuğlalar hükmündeki  hücrelernden tut ta hücrelerin elementleri olan proteinlerin, amino asitlerin, RNA, DNA  moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar her şeyde  görülen nizam ve intizam, bize diyor ki bu insan ve her şey ancak her şeyi hikmetle Yaratan Allah’ın eseridir .

 

             Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza âlemine bakalım! Dünyamızdan 1,300,000 defa daha büyük güneşi bir yere dayandırıp bir şeye bağlamadan boşlukta durduran, kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte herkül burcuna doğru hareket ettiren,  O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir?

      

             Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, birini diğerine çarptırmadan gezdiren, döndüren, götüren, getiren Yüce Allah’tan başka kim olabilir?

 

             Bahsettiğim bütün bu nizam ve intizamlı vaziyetler, aklını yaratılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara, büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayana ne verebilir ki?!! Bahsettiğim bütün bu işler kalp gözü görenedir, görene. Köre ne? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de , insanlara ders vermek içindir, Düşünmek içindir. Onların Sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat etme lüzumunu hissetmek içindir.

      

             İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir. Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun o incecik faaliyetlerini, ancak Sen takip ediyorsun demelidir. Bakıp gördüğümüz şeylerden ibret almak için Sen bize göz verdin. Okuyup ders almamız için çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, tesirli bir mektup olarak önümüze serdin.”Ferciil besara hel tera min futuur” (Haydi çevir gözü (nü), görebilir misin hiçbir çatlak, bir kusur?)  (Mülk 3) Ayeti ile bakmamızı ve ibret almamızı emrettin.

 

       Ya Rab! “Bize Hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta! İnsana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı güçlendirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, Rahmetinle kolaylaştır ki, helak olmayalım.

 

              Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimizin (a.s.m ) ın buyruklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

      

       Bu nankör insan! Hayata gelmesi için ancak bir sebep olan anne babasını çok sever, mahalle muhtarını tanır, belediye başkanını tanır, patronunun ismi sorulduğunda, hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanı sorsan bakanların ismiyle söyler de, kendini yoktan var eden Allahın varlığını bilmezse, Onun varlığına inanmazsa? Allah’ın mucize olarak yarattığı mahlukatı tabiata veya tesadüfe havale ederse, Yirmi dört saatinden tek bir saatini namaz için ayırmazsa birkaç fakülte bitirse de,  insanı insan yapan ilimlerden hiçbir şey öğrenmemiş demektir. Allah’ın yanında o bir zavallıdır. İlimden nasibini alamamış, hakikati görememiştir. Kendini iki hayatta mutlu edecek olan gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanların desiselerine uyup inkara sapmıştır.

 

 İnsan abdest alıp namaz için kıbleye döndüğü zaman Allaha ihtiyaçlarının giderilmesi için yalvarır, her tarafını düşmanlar sardığı için Ondan medet diler, Yoksa Allahın değil namaza hiçbir şeye ihtiyacı yok.

 

             İmansızlar ve gaflete saplananlar çok acınacak haldedirler. Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm onu rahat bırakmaz, devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını inceden inceye vermek gibi bir hadise karşımda durursa? İnkarcıları ve günahkarları yakmak için cehennem kurulursa? Halim ne olur derler ve rahat olamazlar?

             İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler vicdanlarını daima bir azap içinde bırakır.

            

Ondokuzuncu asırdan  bu yana büyük bir hastalık olan, okullarda körpe yavrulara lazım olan Allahını dinini değil maddiyyunluk-materyalizm ve tabiatçılık fikri, yalınız Komunizim ve sosyalizim le idare edilen devletler değil laik sistemle idare edilen bütün devletlerin, eğitim sistemleri, okulları etkisi altına almış. İnsanlara Allah’ı ve ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu etmek için, hatta cehenneme bir odun yapmak için  çalıştılar, bir iki nesli imandan mahrum bıraktılar. Bu çocukların anne ve babaları da dinde cahil oldukları için zavallılar dinle ilgili meselelere cahil kalarak Allaha karşı ibadetlerini yerine getirmeye alışamadılar.

 

 Bu çocuklar bilhassa hanım kızlar mantıklarını kullanıp Allahın emirlerine uysalar hem kendilerini hem anne babalarını hem de yarın onlardan doğacak yavruları da cehenneme birer odun parçası olmaktan kurtarmış olacaklar. Hatta onların Allahın dinine bağlı olmaları dindar bir erkekle evlenmek için bir sebeptir.  Evlenecekleri erkek dindar olmasada  dinine bağlı olması için o hanım kızın dindarlığı bir sebep olur ki, beyleri de dindar olsun. Hatta daha nişanlandıkları andan itibaren beyleri olacak nişanlılarına güzel örnek olurlar.

Çünkü ahirette cehennemlik olan bir kadına Allah tarafından ona karşı vazifesini yapmayan dört erkeği de sürükleyerek cehenneme götürebilmesi için kuvvet verilecektir. Kim o erkekler sorusuna? Başta babasını, sonra ağabeyini, ondan sonra kocasını ondan sonra eğer var idi ise büyük oğlunu da cehenneme götürebilecektir. Yani oğlu bile annesine sakın anneciğim yapma açık saçık gezme Allaha karşı ibadetini yap demeğe hakkı var. Çünkü kadınlar yaradılış itibariyle aldanmaya müsait nazik bir varlıktırlar.             

            

             Fakat Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehâri (gündüzü) olduğu gibi, Allah Nurunu tamamlamak amacıyla, insanları inkârdan kurtarmak için,  Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri sayesinde, yalınız tahsilsizler değil, Profesörler de imanlarını kurtardılar. Dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Şimdi yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada ilim adamları bu eserler sayesinde sağlam bir inanca sahip oluyorlar.

      

       Bunada nekadar şükretsek azdir Allah Türk milletinin başına dindar bir idareciş getird. Risalele-i yazarken Üstadımıza o eski idareciler o kadar çektirdiklerihalde bu idereciler o itapları basıyorlar çok şükür.

 

             Evet! Ölümle idam edilme korkusundan kurtulup iman hakikatine kavuşmak için her insanı aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi her insan için geçerlidir. İbadet yapmayan o Müslüman dedelerin torunları olan bu müslümanlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacağını unutmasın.

 

Kainat kitabını okutan kitapları bulup okuyalım. Okuyalım ki mucize olarak yaratılan varlıkların arkasında ki büyük San’atkar olan Allah’ı aklımızla görelim.

 

Yapalıp ne yapalım Risale Nur eserlerine sarılalım. Dünyanın 54 diline tercüme edilip milyonların kana kana içtiği iman pınarından vakit geçirmeden bizde içelim. İçelim ki cehennemde yanmak için bir odun parçası yapmaya yarayan günahlardan kurtulalım. içtikçe değişelim. Karanlıktan kurtulmamız için, geleceğe ümitle bakmamız için, kalp gözümüzün görmesi için,  Risale-i Nurları okuyarak iman cevherini elde ederek nurlanalım ki her gördüğümüz şeyden farklı mana çıkaralım.  

 

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Ana – Babanın Evladı Üzerindeki Haklarından Bazıları

Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır. [İslam Ahlakı]

Dil ile olan hakları:

1- Yumuşak söylemek, tevazu etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki: (Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]

(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip “Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et” diye dua et.) [İsra 23, 24]

Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)

2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak.

3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Ana-baba bildiğin şeyleri de anlatsalar, yine aynı şeyler mi? dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.

4- Kabaya, dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torunu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.

5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Şir’a]

6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itiraz etmemek.

7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır. Peygamber efendimiz, (Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)

8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.

9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba, mazlum ve misafirin duası.) [Tirmizi]

(Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.) [İbni Mace]

10- Beddualarını almamak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]

(Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]

Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Ne için Allah’a inanma ihtiyacını hissederiz

Şuurlu insan gözünü açıp bu âleme baktığı zaman her şeyde bir hikmet eseri görecektir. Yaratıkların hiç birinde tesadüf eserine rastlanmadığı gibi, sevki tabi (iç güdü) ile  olabilecek durumda da değiller. Ancak atomlardan galaksilere kadar her şey Allah’ın yaratması ile vucut buldukları gibi sevk ve idareleri de Allah’ın ilim kudret ve iradesi ile olduğu şüphe götürmez bir hakikattir.

Vücudumuzun yapılmasındaki inceliklere bir bakalım! Onun inşasında kullanılan tuğlalar hükmündeki  hücrelerinden tut ta onların elementleri olan proteinlerin, amino asitlerin, RNA, DNA  moleküllerin ve bunların temel taşları olan atomlarına kadar her şeyde  görülen nizam ve intizam, bize diyor ki bu eser, ancak her şeyi hikmetle Yaratan Allah’ın eseridir .

Başımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza âlemine bakalım! Dünyamızdan 1,300,000 defa daha büyük güneşi bir yere dayandırıp bir şeye bağlamadan boşlukta durduran, kendisine bağlı olan gezegenlerle birlikte herkül burcuna doğru hareket ettiren,  O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir?

Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, birini diğerine çarptırmadan gezdiren, döndüren, götüren, getiren Yüce Allah’tan başka kim olabilir?

Bahsettiğim bütün bu nizam ve intizamlı vaziyetler, aklını yaratılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara, büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayana ne verebilir ki?!! Onlar kalp gözü görenedir, görene. Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de , insanlara ders vermek içindir, Düşünmek içindir. Onların Sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat etme lüzumunu hissetmek içindir.

İnsanın asıl vazifesi Allah’a sığınıp ona yalvarmaktan ibarettir. Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun o incecik faaliyetlerini, ancak Sen takip ediyorsun. Bakıp gördüğümüz şeylerden ibret almak için Sen bize göz verdin. Okuyup ders almamız için çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, tesirli bir mektup olarak önümüze serdin.”Ferciil besara hel tera min futuur” (Haydi çevir gözü (nü), görebilir mi hiçbir çatlak, bir kusur?)  (Mülk 3) Ayeti ile bakmamızı ve ibret almamızı emrettin.

Ya Rab! “Bize Hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta! İnsana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı güçlendirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, Rahmetinle kolaylaştır ki, helak olmayalım.

Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimizin (a.s.m ) ın buyruklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

Bu nankör insan! Hayata gelmesi için ancak bir sebep olan anne babasını çok sever, mahalle muhtarını tanır, belediye başkanını tanır, patronunun ismi sorulduğunda, hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanı sorsan bakanların ismiyle söyler de, kendini yoktan var eden Allahın varlığını bilmezse, Onun varlığına inanmazsa? Allah’ın mucize olarak yarattığı mahlukatı tabiata veya tesadüfe havale ederse, birkaç fakülte de bitirse, bir insanı insan yapan ilimlerden hiçbir şey öğrenmemiş demektir, Allah’ın yanında o bir zavallıdır. İlimden nasibini alamamış, hakikati görememiştir. Kendini iki hayatta mutlu edecek olan gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanların desiselerine uyup inkara sapmıştır.

Bu gibiler çok acınacak haldedirler. Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm onu rahat bırakmaz, devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? İnkarcıları ve günahkarları yakmak için cehennem kurulursa? Halim ne olur?

İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler vicdanlarını daima bir azap içinde bırakır.

Asrımızda maddiyyunluk  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimizi ve okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu etmek için çalışmış, bir iki nesli imandan mahrum bırakmıştı.

Fakat Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehâri (gündüzü) olduğu gibi, Allah Nurunu tamamlamak amacıyla, insanları inkârdan kurtarmak için,  Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri sayesinde, yalınız tahsilsizler değil, Profesörler de imanlarını kurtardılar. Dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Şimdi yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada ilim adamları bu eserler sayesinde sağlam bir inanca sahip oluyorlar.

Ne kadar şükretsek azdır 80 sene okullarda tabiatçılık öğretilirken hanımlarımız işte kızlarımız okulda baş açık gezmeye mecbur iken şimdiki idaremiz hanım kardeşlerimize örtünmeyi serbest etti. üstelik Rile-i Nurları yasakama şöyle dursun o mübarek kitaplar bugün devlet eli ile basılıyor çok şükür.

Evet! bu devletin desteğinden istifade edelim. Yoksa ölümle idam edilme korkusundan kurtulup iman hakikatine kavuşmak için her insanı aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi her insan için geçerli olduğu gibi, her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için çok önemlidir. Çünkü  ecdadımız asırlarca İslamın bayraktarlığını yapmıştır. Bu sebepten benim vatandaşım, dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacağını unutmasın. Bu  gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş Risale-i Nurlardan bazı eserler geçmiş. Delikanlı kitapları okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdurrahman koymuş. O esnada üniversite öğrencisi olan Abdurrahman, dinin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine “Ben bu kitapların orijinalini kendi diliyle okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş! Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Türkçe ve Kur’an-ı Kerim öğrenmek için Kur’an kursuna kaydolmuş. Orada iki sene kalmış.

İstanbul’a geldiğinde kendisini gördüm! Abdurrahman bize iyi bir ders yaptıktan sonra, gençleri önüne alarak dedi ki “Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

Bu sözleri dinleyenlerde derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

Sonra abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine Rektörün önüne çıktım, Rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp abdest almam icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince, kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. O işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine Rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk müsade kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım.!”

“Benim Müslüman Türk kardeşim! Biz kurtuluşa ermemiz için, ilk önce bugünkü tarihi öğrenmek için takvime bir göz atalım ve kendimize bu tarihten itibaren geçmişteki olumsuz hayatı terk edip, beni hiçten yaratan Allah’ın emrine uymaya karar verdim demeliyiz. Sonra yolunu ehil kimselerden öğrenip İmanın şartlarını kuvvetleştirmek çaresine baş vuralım. Kainat kitabını okutan kitapları bulup okuyalım. Okuyalım ki mucize olarak yaratılan varlıkların arkasında ki büyük San’atkar olan Allah’ı aklımızla görelim.

Yedi nesli İslamiyetten uzak olana Abdurrahman’ı kurtaran ve iman hakikatlerini en tesirli şekilde açıklayan Risale Nur eserlerine sarılalım. Dünyanın 55 diline tercüme edilip milyonlarca insanın kana kana içtiği iman pınarından bizde içelim.

Abdülkadir Haktanır