Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Tabiat Dedikleri Safsataya Bir Göz Atalım

Biz kâinat’taki yaratıklara nazar gezdirip, onlara dikkatle baktığımız zaman gözümüze dört çeşit varlık olduğunu görürüz:

          1) Cansız varlıklar; Yani dağlar, denizler, taşlar, madenler gezegenler ve bunlara benzer şeylerdir. Bunlardan hiç biri yapma veya icat etme gibi bir güce sahip değildir, Bunların tamamını Yaratıcı insanın faydalanması için yaratmış olduğu bir çeşit varlıklardır.

          2) Ağaçlar ve bitkilerdir; Şanı yüce Allah, ağaçların her şeyini, kök, dal, yaprak ve meyvelerini, insanın faydası için yaratmıştır. Onlar canlı olup şuursuz bir çeşit varlıklardır. Bitkilere gelince, onlar da ötekiler gibi yaratmaktan uzaktırlar. Büyük Allah onları insanın hizmetini görmeleri için yarattığı varlıklardır. Onlardan bazısı doğrudan doğruya, ötekiler de hayvanlar vasıtasıyla, insanın faydalanması için yaratılmış  varlıklardır.

          3) Hayvanat ve kuşlar kısmıdır; Hayvanların yabanisinden tut, evciline kadar, tamamı yapmak ve icat etme gücünden çok uzak mahluklardır. Yani hayvanlar da, insanın faydalanması için Allah tarafından yaratılmış varlıklardır. Etleriyle, derileriyle, sütleriyle, yünleriyle, insanın faydasına ve hizmetine sunulmuş varlıklardır. Hakeza kuşlarda yaratmaktan uzak mahluklardır.

          4) Akıl ve şuur sahibi olan insanlardır. Evet,  kâinatta gördüğümüz her şey ancak Allahın sanat eseri olabilir. Bu eseri filan adam icat etti dememiz yanlıştır. İcat yoktan var etmek demektir. Halbuki insanların yaptıklarının tamamı terkiptir; Allah’ın yarattığı maddeleri insan bir araya getirip ona şekil vermekten ibarettir. Görünüşte yapabilecek meydana getirebilecek güçte bir varlık varsa oda ancak insandır ama, o da yaratmak ve icat etmekten âcizdir?

Evet insan, kendisi için çok faydalı olan tek bir elmayı elde etmek için, güneşe, toprağa, suya ve havaya ihtiyacı vardır ki, insanın kudreti bunları meydana getirmekten çok uzaktır. Onu en üstün mertebeye çıkaran, onun aklı ve şuuru olduğu halde, kendini idare etmekten âcizdir. Çünkü  insanın idaresinin  % 99 unu Allah karşılar. Siz söyleyin beslenmesi için ağzına attığı lokmaları çiğnedikten sonra o minnacık parçalara insan mı emrediyor, fosforciğım sen göze git. Kalsiyum sende kemiğe git, sen DNA, sen de RNA molekülü ol. Hayır asla bütün bu işler Allahın emirlerinden oluşan işlerdir.

İşte kabiliyetçe en üstün bir varlık olan insan en ufak bir şeyi yoktan icat edemezken, nasıl oluyor da o güzelim antika sanat eserlerini şuursuz, kör ve sağır olan tabiata isnat edebiliyorlar? Onların bu tutarsız fikirlerine hayret edip şaşmamak imkânsızdır.

Çünkü, gözlüğü yapan gözlükçüye inanıp, göz kendi kendine oldu desek, ayakkabının ustası olan kunduracıya inanıp, ayak kendi kendine oldu desek, bilgisayarın hafıza kartına lüzumu var olduğuna inanıp, bilgisayarı meydana getiren insanın başındaki hafıza duygusu kendi kendine oldu desek, ne kadar akılsızlık yaptığımızı herkes anlayacak. Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m. buyurmuş: “Kendini tanıyan Allah’ını tanır.”  Evet, kainatta en şerefli mahluk olan insana dikkatle baksak  göreceyiz ki, insanları ölü atomlardan yaradan Allah, Hazret-i Ademden bu güne kadar yarattığı insanların hiçbiri’nin simasını bir başkası ile eşit yapmamış. O ufacık yüzlerine farklı birer mühür vurmuş. Düşünün 20 x 20cm çapındaki simaları tanınmaları için, Allah c.c. onların yüzlerine özel ve güzel bir mühür damgasını vurmuş. Hatta herkesin gözleri ayni yerde, burunları ayni yerde, ağızları ayni yerde, kulakları ayni yerde oldukları  yerde oldukları gene de Hazreti Ademde bu güne kadar tüm insanları topla yine de az da olsa biri diğeri ile farkları var 100% biri diğerine benzemez Peki düşünebiliyor musunuz bu en değerli  varlık olan insanların simalarını Allah farklı yaratmasa idi ne olurdu? Anne teyzeye benzese idi ne olurdu ? Senin kız kardeşin hanımına benzese idi ne olurdu? Amcanla dayın babana benzese idi ne olurdu? ne mi olurdu? Hak hukuk, nikâh ile miras ortadan kalkardı. Ortalık hayvandan beter bir vaziyet alarak yaşanmaz hale gelirdi. Hatta ve hatta Allah c.c. insanların  seslerini dahi farklı yaratmış. Öyle ki, telefonda birini aradığın zaman, kimsin sen, diye sormadan, karşıdaki konuşunca sesinden kim olduğunu fark edebiliyorsun. Çünkü insanların simalarını farklı yaratan Allah, onların ses tellerini de farklı yaratmış ve herkesin sesi farklı çıkıyor.

İnanmazsanız deneyin, bir marangoza, biri diğerine benzememek şartı ile, fazla değil yalınız bin kapı ısmarlayın, kesinlikle olmaz yapamam cevabını alacaksınız. Çünkü her kapıyı yapınca önceden yaptıklarına bakacak ki yeni yapılanın farkı olsun. On, elli,yüze doğru ilerlerken ağırlaşacak ve marangozun  yapması imkânsız  olacak.

 Hatta Allahın yarattığı şeyleri bir araya getiren, Yani bir şeyler yapan bu insan da kendi kendine olmamıştır. Onu ne annesi nede babası yapmıştır. Kendi kendinede olmamıştır. Aptal kör sağır tabiat da yapmamıştır. bu tariflerden sonra tabiatçıların de foyası, meydana çıkmaz mı?   Halbuki: Üstadın dediği gibi: Tabiatçıların, tabiat dedikleri şey olsa olsa… “Ancak bir sanat olabilir, Sâni (sanatkâr) olamaz. Bir nakışdır, Nakkaş (nakışçı) olamaz. Ahkâmdır, (verilmiş hükümdür) Hakim olamaz….”

Tabiat ne olduğunu daha iyi öğrenmek isteyenler, Risale- Nur eserlerinden TABİAT RİSALESİNİ okuyabilirler.

Bu ciddi meseleyi sizinle paylaşmamın sebebi, hem materyalist ve naturalistlerin neticesiz boş fikirlerini deşifre etmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle bu sualleri sizinle paylaşıyorum.

Bu hakikati dostlarla da paylaşmayı ihmal etmeyelim!

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Allah’a Kul Olmak! (Şiir)

Ey insan! Seni kim yarattı onu bulacan,

Canu günülden Ona sımsıkı sarılacan.

 

Dünyada, Allah’ına karşı boyun bükecen,

Böylece, sen iki hayatta rahat edecen.

 

Sonra hak edebilirsen, cennete gidecen,

Burada ekebildiysen, orada biçecen.

 

Evet, Rabbine kulluk ederken eğilecen,

Alnın secdeye varırken, kibrini silecen.

 

Mahluka değil Allahına, secde edecen,

Senin alnın secdede iken, çok yükselecen.

 

İnsan secde-i şükran borcunu, bilecektir,

Gurura paydos, lüzumunu his edecektir.

 

Kulun yüce makamı, nedir öğrenecektir,

Allaha şükür borcunu, ifa edecektir.

 

Ona karşı eğilen o baş, yükselecektir,

Böylece, kêmale erdiğini bilecektir.

 

Çünkü, Allaha secde etmektir en yüce makam,

O, “Kusursuzdur”, demekten yoktur iyi kelam.

 

Bu yolla insan ala-i illiyyine çıkar,

Kul ibadetini yaparken putları kırar.

 

Bu işi, yoklukta varlığı bilenler yapar,

Kulluk zenginliğini, ancak müdrikler kapar.

 

Halis olan, insu cin şeytanlarını yıkar,

İnsana, çok lazım olan o yücelere çıkar.

 

Bugün, böylelere kalpten edilmeli hayran,

Muhlise, muhabbetle edilmez mi seyeran.

 

Çünkü, bu yalan dünyada hiç kimse kalamaz,

Maneviyattan başka şey, ahrete alamaz.

 

Buradaki maddi makam, oraya varamaz,

Sakın uyuma! Ora için hazırlan biraz.

 

Ey, huzuzat’tan ayrılmayan nâ-dân nefsim,

Ben sana söz geçiremedim, kesildi sesim.

 

Pişmanlık gönünde, aman ne yaptım demeden,

Burada kendini kandır, ol tövbe edenden!…

 

Ciddi tövbeyle, huzuru daimi’ye yönel,

Yünel ki, kalmasın Rabbın rızasına engel.

 

Yoksa, orda cayır cayır yanar sendeki ten,

Bunu anlarsın, seni örttü mü beyaz kefen.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.Org

Bugün Nur Talebesinin En Mühim Vazifesi Bir Gencin İmanını Kurtarmaktır

Evet! İmanı zaafa uğrayan gençler o tehlikeden kurtulmak için, ya Allah’ın rahmeti ile ön yargıdan kurtulup,  gururunu bırakıp, ciddi bir arayış içerisinde olacak, veya bir hayırsever onu kolundan tutup kurtuluş yolunu gösterecek, veya herhangi kimse onun hakikati öğrenmesine sebep olacak ki kurtulsun. Bu başarıyı elde etmek için ilk önce  gururu terk edip mütevazi  (alçak gönüllü) olmaya kendini zorlayacak, veya annesinin, babasının, dedesinin, ninesinin veya herhangi bir mübarek zatın duasını kazanmış olacak ki, bu dualar bereketi ile, Allah onun başını eğip arayış içinde olmasını sağlayacak. Onunla beraber irade-i  cüz iyeyi elimizden asla bırakmayacağız, onu müspet kullandıktan sonra Allahın yardımı yetişip o iman hazinesini sahip olabilir.

Yoksa bu insan, bilhassa okuldaki gençlerimiz dıştan gelen materyalist felsefe ile zehirlenerek, yalınız okulda aldıkları eğitimle kalıp, manevi açıdan şahsiyeti gelişmemişse,  edindiği kötü arkadaşları onu olumsuz yönde peşlerine çekmeleri hiçte zor olmaz. Düşünün devletimiz daha kaldıramadığı kanunlardan biri, okullarda: Din dersi hocası Öğrencilere Allah yarattı deyip biraz sonra Fen hocası derse gelip, tabiat olayları, tabiat yaptı diyor. Bu öğrenci hangi hocayı dinlesin?

Birde öğretmen gaye adamı bir dinsiz ise, çocuğu dinden etmek için herhangi bir menfaat ona gösterdiyse, o zaman bu gibilerin yoldan sapmaları için, iş daha da kolaylaşır. Çünkü bu delikanlılar mantıklarını kullanıp kâinata bakarak yaratıkları inceleyip Allah’ın varlığına delil bulamıyorlar ise?  Önlerinde, dimdik dikilen ölümü görmüyorlarsa? Bunlar dini vecibelerden niye uzak kalmasınlar? Bunlar niye rahat yaşamayı bırakıp, ibadet külfeti altına girsinler? Bu vaziyette olan bu gençler  Avrupai frenk mukallidleri niye olmasınlar? Ecnebiler gibi sefahate niye boğulmasınlar? Çünkü mademki insan dili altında saklıdır. O dilin de konuşacağı ancak kulağıyla dinlediğidir, veya gözüyle okuduğudur veya hayat tecrübesinden kafasına yükleyebildiğinden başkası değildir. Yani bu insan ya kitaptan okuduğunu ya hayati tecrübelerini veyahut bilenlerden dinlediğini bilir, ve onları de başkasına aktarmakla zevk alır.  Onunla iftihar eder. Ancak bu kaynaklardan gelen bilgilerle insan müspet (olumlu) veya menfi (olumsuz) tesir altına girer.

Mâ’nevi bilgileri dinlemeye gelince: Bu zamanda, sözden çok iş konuşuyor ve o görünen iş, insanda tesirli oluyor. Kuru lafın pek tesiri olmuyor. Çünkü sahtekârlar iyi kimselerden fazla kendilerini methedip, övebildikleri için, sen yaptığın dini nasihatleri pratiğe dökmezsen tesirsiz kalıyor. Bazen minibüse veya şehir içinde bir otobüse biniyorum. Otobüs yol alırken ileri duraklarda, sakat, yaşlı veya çocuklu  bir kadın biniyor. O esnada onlara bir yer bulmak için sağa sola bakıyorum, yolcular bana ters bakınca, kendim kalkıp yer veriyorum. Sonra bana yer çok. Öteki beriki sesleniyor  hemen bana yerini vermek istiyorlar. Bu küçük davranış bile gösteriyor ki,  iş her ne kadar dil gibi ses çıkarmıyor ise de , dilden fazla konuşup tesirini gösteriyor. Bildiğini yaşamayanlar piyasada çok olduğu için, insanların çoğu kendi kusurlarını örtüp rahatlamak için veya ümitsizlikten kurtulmak için, başkasının suçunu araştırıp bulmaya kalkıyor. Bak onlar nasıl safsatalar atıyorlar: Gerçi ben namaz kılmıyorum ama benim kalbim temizdir. Filanı  hoca, filan hacıdır ama onlar neler neler yaparlar, demeye başlıyorlar?

Ne var ki, bugün dinden uzak yaşamaya alışanlar, istemeseler bile kulaklarına giren ölüm haberleri hayatlarının tatlarını bozuyor. Onlarda, onu düşünmemek için, kendilerini ya sarhoşluğa veya eğlenceye atıyorlar. Bugün vatanımızda sefahatin kapıları sonuna kadar açık ve ona bulaşmak serbest olduğu için, bazı vatandaşlar, evlatlarının fıtri ihtiyacı olan manevi terbiyeyi vermeye çalıştıklarına rağmen çoğu zaman başarısız kalıyorlar. Yaşadığımız devirde insanımız öyle bir durumdadır ki, yalınız Allah’ın Kanununu ve Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetini yerine getirme amacıyla bir araya gelen kişilerin gayretli çalışmalarından kuvvet alan Müslümanlar ayakta durabiliyorlar. Yani ferdi çalışmanın çoğu boşa gidiyor. Zaman cemaat zamanı olduğunu bilmeliyiz ve kurtulmamız için sağlam bir cemaat içine kendimizi atmalıyız. Bu gençleri kurtarmak için en kısa ve sağlam yol onları Risale-i Nur dershanelerine yerleştirmektir. Çünkü bu zamanın ihtiyacına cevap veren ancak bu eserler oluyor Allaha şükür.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Üstad Bediüzzaman’ın Hayatından Örnekler

 

          1-  Eski Said, devrinde, hiç kimsede bulunmayan bir cesaretle, gözünde hiç kimseden korkma diye bir şey yokmuş. Ermenilerle savaşırken hiçbir zaman sığınağa girmemiş Hatta Rusya’da esir olduğu zaman, Çarın yeğeni General Nikola Nikoloviç esirleri ziyaret etmek için Üstadın kaldığı kampa geliyor, General kampa girince herkes ayağa kalkar. Üstad kalkmaz çar kalkmadığını fark eder. tekrar geri döner gene kalkmaz, o zaman tercüman vasıtası ile sorar, beni tanımıyor mu? Üstad, tanıyorum fakat ben islam alimiyim, kâfire kalkamam, buna karşılık esir kampında bulunan Türk subayları aman hocan sakın yapma. Üstad onlara: Siz işime karışmayın. Ondan sonra Nikola Nikoleviç, hemen hey’et topluyor, Üstadı idam etmeye karar veriyorlar, bu karara karşılık Üstad hiç rengini bozmuyor. İdam edecekleri sırada Üstattan soruyorlar bir isteğin var mi ?  Cevaben var iki rekât namaz kılayım. Kıl cevap alınca abdest alıp namaz kılarken General yaklaşıyor, sen af olundun. Anladık ki, sen  Rus ordusuna hakaretten bunu yapmamışsın, Dinine bağlılığından yapmışsın.

          İngilizler İstanbul’u işgal ettikten sonra Anglikan klisesinin baş Papazı Darül Hikmeti İslamiyede bulunan alimlerden dalga geçercesine soru soruyor. Diyor altı soruma altı yüz kelime ile cevap isterim? Cevaba hiç kimse yanaşmıyor. Üstatta darülhikmeti-islamiyede Aza imiş. Demiş: Toplayın gazetecileri. Gazeteciler karşısında Üstadın cevabı şöyle olmuş: Altı yüz kelime ile değil, altmış kelime ile değil, altı kelime ile de değil bir Tükürük ile. Tükürün zalimlerin hayasız yüzlerine. Ondan sonra Üstadın ölümü 100% iken, ve Üstad bir yerden geçerken İngiliz askerleri pusu kurdukları halde: Üstad geçiyor onlar görmüyorlar ve rahat rahat geçiyor.

          Ademde vücut vücutta adem örnekleri:

          2- Yeni Said devrinde çok farklı bir hayat yaşamış. Risale-i Nurların yayılması için,her şeye sabretmiş hükümet adamlarının en ağır işkencelerine sabretmiş 28 sene sürgünlere. Hatta dünya kanunlarına göre hücre hapsi en çok 20 gün olduğu halde Üstad Bediüzzamanı üç ay hücre hapsinde tutuyorlar. Bütün bu ağır işkencelere duçar olduğu halde sabrediyor. 19 defa zehirledikleri halde, Allah Üstadı öldürmemiş. Aynı davadan 1500 defa suçsuz olduğuna hüküm veriliyor beraat ediyor. Tekrar sürgünlere mahkemelere alındığı halde Risale-i Nurları hedefine ulaştırmak için sabrediyor.

          Şimdi bakın ne demek: ademde vücut vücutta adem. Üstadımız tevazuun-alçak gönüllülüğün zirvesine ulaşmak için, kendini aşağıya çekmek için  Risale-i Nurlarda ifade ettiği bazı cümleler hakikatle alakası yoktur.

          Sizlere bunlardan bir kaç örnek vereyim. Mesela; Risale-i Nurda bir yerde: “Madem nefsim emmaredir. Nefsini islah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise, ben nefsimden başlarım.” Yani Üstadın nefsinin derecesi en alçak derece olan Nefsi emmare de midir. Nefis terbiyesinin altı derecesi vardır. Nefsi Emmare, Nefsi Levvame, Nefsi Mulhime, Nefsi Mutmainne, Nefsi Razıye, ve Marziyye. Hayatı ile takvada herkese örnek olan Üstadımız Nefis terbiyesinde hiç ilerleyememişmidir Nefsi Emmarede mi kalmıştır?…

          Bir yerde:  “Dedim: Ey nefis ! Cehli mürekkep içinde, tenbellik düşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil “BEŞ İKAZ”ı benden işit…” Bu doğrumu? Üstad cehli mürekkep içinde mi kalmış.

Bir yerde:  “Ey gafil Said!” Diyor. Ben bunu okurken aklımı  kullanırsam gafil Said diyemem Gafil Abdülkadir. Veya gafil nefsim dersem, icabını yapmış olurum.”

          Bir yerde: “Ben kendimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. kim isterse(bu nasihatı) benimle beraber dinlesin.” diyor buda doğru değil.

          Bir yerde: Sizin ihlasınız beni de ihlasa soktu. Yani Üstad İhlaslı değilmiş biz Üstadı ihlasa sokmuşuz öylemi?

          Hele bir yerde: “Siz bilseniz ben nasıl günahkâr biriyim. hepiniz yanımdan kaçacaksınız.” Allah Allah Üstad günahkâr biri ise: bizim halımız ne olur. Evet kardeşler ADEMDE VÜCUT VÜCUTTA ADEM budur. Üstad bize insan nasıl kibirden-gururdan kurtulur diye, bizlere hayatı ile çok iyi örnek olan bir şahsiyettir. Evet! Var olmak için kendini yok sayacaksın.  Başkasını değil kendini kötüleyeceksin. Hatta kendine iftirada atabilirsin. Başkasının kütülüğünü ağıza almak Dinimizde yasaktır. O gıybettir (Kardeşinin ölü etini yemiş gibi bir günahtır.) Ki o günahı yaptı isen, onun azabından kurtulman için, Gıybetini yaptıgın kimseden halallık almak şartı var.

          3- Üstadın tamamına yakın hayatı! Esarette savaşta hapishanelerde geçtiği için Evlenememiş. Görünüşte evlat bırakmamış. Amma 20.000.000. Nur talebesi onun manevi evlatları sayılırlar.

          Nurlara muhabbeti olan bir tarikatçi Nur talebelerine demiş: Ben Said Nursi yi çok seviyorum, fakat sakallı olsa idi daha çok sevecektim. Bir Nurcu kardeş ona demiş: Said Nursi Hazretleri diyor: Ben sakal bırakıp sonra sakalımı kesse idiler ben ölürdüm. Senin sakalını kesseler sen ölürmüsün? Yok. O zaman konuşma sus.

Risale-i Nurları tanımayla müşerref olan Pek Muhterem Erkek Kardeşlerim! Ve Muhtereme kız kardeşlerim! Bizler Çok bahtiyar kimseleriz Allahımıza ne kadar şükretsek azdır ki: Asrın Müceddine talebe olmuşuz. O yetmedi Ahır zaman Mehdisine talebe olmuşuz. Aman da’vamıza Sadakatla, Sebatla, İhlasla sımsıkı sarılalım. Allahımız bize verdiği bu büyük nimetin şükrünü bilelim. Eğer bu nimetin şükrü nedir sorarsanız? Bunun şükrü: 1- hiç terk etmeden Tadili erkânla namazımızı kılalım. Haftada en az 3-4 gün derslere katılalım. Günde en az 5 sahife Risale-i Nurlardan okuyalım ve Kur’an ve Cevşen gibi manevi ortaklıktan bizde hisse alalım. Allah bizleri son nefesimize kadar bu da’vadan ayırmasın. Çünkü Hiçbir şeyin yalnız başlamakla kıymeti olmadığı gibi, bunun da neticesini almak için devamda ciddi olalım.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Şehit Dedenin Torunları Dedelerinin Yolunu Bırakmamalı

İnsanın aklına her zaman bu soru geliyor: Nasıl oldu de şehit dedelerin torunları dedelerin yolunu bıraktı de bu hale düştü? Halbuki,  ecdadımızın geçmişte yaşadığı hayata bakıyoruz, birde o dedelerin torunları olan günümüz insanına bakıyoruz, aramızda bu kadar çok fark görünce kendimize soruyoruz? Vatan için, din için, namus için Çanakkale’de biz 250.000 şehit vermedik mi? Acaba bu halde olmamız için mi onlar orada can verdiler? Erzurum’da beşikteki Nâzım’ı Allah’a bırakıp düşmanla savaşmaya koşan ve düşmanlar tarafından yere düşürülen Şehadet amblemli bayrağı tabyalara çıkarıp asan Nene Hatun ve onun gibi cephelere mermi taşıyan imanlı Nice Aişe, Hatice Nineler bizden bunu mu beklediler?

Sütçü İmamlar göğüs göğüse düşmanla bunun için mi savaştılar?  O ecdad değil mi idi ki dünyanın yarısına, yani: 20.000.000 kilometre kareye hak din olan İslamiyeti yayan? hatta bir tarihçiye göre bir ara 25.000.000. kilometre kareye hakim olmuş dedeler, insanların içindeki buzları eritip insanlığın fıtri ihtiyacı olan bu hak dinin yayılması için onlarda da yer bulması için ve kabul görmesi için o dedeler her türlü fedakârlıkta bulunmamış mıydı? Bu hal karşısında, hakikaten insan ister istemez kendi kendine sormak ihtiyacı hissediyor: Acaba bu torunlar neden kendi hak dinine karşı bu kadar yabancı kaldılar. Allah imanı bütün bu Müslümanlara ihtilafları gidermek için, Risale-i Nur reçetelerine uyma şuuru ihsan buyursun.

Evet! “İnsan bilmediği ve tanımadığı şeyin düşmanıdır” kaidesince,  milletimize dinini ve mâneviyatını tanıtamadığımız için milletimiz kendi hayati meselelerine yabancı kalabiliyor, müspet ilmi tahsil edenler imanın tadını alamadıkları için; insanın vücudu yavaş yavaş zehir’e bile alıştığı gibi. Maalesef  bu insan da imansız kimselerle beraber yaşadığı için müspet ile menfi hayatın farkını görememeye alıştı. Çünkü İnternette okuduğuma göre 24 sene Türkiye’de din dersi almak hak din olan İslamiyet’i öğrenmek yasakmış. 18 sene minarelerde Ezani Muhammedi yerine şarkı söylenmiş. Yunancada Tanğrı putun adı iken bizimkiler biraz değiştirerek tanğrı yı tanrı yapıp minarelerde Allah  yerine putu anmışlar  Selamun aleyküm yerine Esen esen, herkes günün aydın olduğunu gördüğü halde, Günaydın, Hayırlı geceler yerine Tünaydın  kelimelerini tün demek halk bilmiyor onla beraber  bize yutturmuşlar.

Biz Sırbistan da bazen yemin ederken (eğer bunu yaparsam anlıma haç koyayım) derdik. Türkiye mizde o haç yerine Müslümanların başlarına (Fötr) taktırmışlar. Hıristiyanlar da, benim kafam Müslümanların ki gibi secdeye gitmez alameti olarak başlarına Kasket takarken, bizim kiler Müslümanları onlara benzetmek için başlarına (Kasket) taktırmışlar. Peygamberimiz a.s.m Hadisi şerifi ile mealen: “Kim başka dinden olan birine benzerse, o onlardandır” Bu hadisi şerifin manasından kitap yazdığı için İskilipli Atıf efendi idam edildi. Aynı Hadisin manasını Arnavutluğun İşkodra kentinden İbrahim Kaduku ve Bosnada Seyfullah Efendi de yazmıştılar.

Mevlana kapıda yaşıyordu şimdi Rahmetli oldu, eniştemizin anlattığı bir hadise meselemizi tasdik ediyor: “Mahmut Paşada bir Müslüman’ın dükkanı bir Yahudi ile bitişik imiş. Bizim Müslüman dinin vecibelerinden olan Haccını yapar, haccından geldiği zaman kış olduğu için ayağına mest giymiş ve başına fötr takmış. Yahudi onu öyle görünce (Haci haci ne bu senin halin? Ayağın hacı, başın Yahudi ya onu çek ya bunu, İkisi bir insanda birleşemez.)”

Okullarda  Öğrencilere Allah yarattı yerine, tabiat yaptı, doğa olayları, yani kendi kendine oldu. Bu gibi safsatalar öğretildi. Harf inkılabı ile bir gecede tüm millet kara cahil oldu. Çünkü Türk kelimesini Arap harfleri ile yazmak yasaklandığı için babaların çoğu kara cahil kaldı. Vehbi Vakkasoğlu’nun kitabında: ( Kıblesi biraz sola olan caminin mihrabında (Arap harfleri ile Osmanlıca) biraz sağa dünün yazısı için imam efendiyi hapsetmişler) Halbuki Japonya’da Latin alfabesini kabul etti ama okunması çok zor olan kendi alfabesini asla terk etmedi.

Bunlarla beraber şehit torunları olan milletimizi dünyaya bağlayan bir sürü haram lezzetlerin kapıları sonuna kadar açık olduğu için milletimizi, bilhassa gençler  manevi hayattan uzaklaştırıldı. Şimdi gençlerimiz  o lezzetleri peşin para gibi görüp onları   bırakıp onlardan  ayrılamıyor. Bu zamanda layık devletlerde yaşayan Müslümanların çoğunu dünyanın cazibedarlığı insanı kendine bağlamak için var gücünü oranın idarecileri kullanıyor. bozmak yapmaktan kolay olduğuna göre, ve İnsan yaradılış itibariyle meyilli bir varlık olduğu için, karşısına çıkan haram zevkler onu ne tarafa fazla çeker ise oda ona hemen adapte oluyor.

Bugünkü kargaşanın temelinde bu yatıyor. Zaten ecnebiler alemi islam içerisinde düşmanlık besledikleri Müslüman ülkelerden birinci sırada biziz. Bu sebepte yapıp ne yapıp, başı secdeye varan biz Müslümanlar: Kardeşlik prensiplerini iyi öğrenmek için Risale-i Nur eserlerinden UHUVVET Risalesini okuyup anlamaya çalışalım ondan sonra uygulana sırası gelir. Dini bütün Müslümanlar, Başımıza getirdiğimiz idareciler, hem dindar hem kabiliyetli olmaları sebebi ile, bütün Müslümanların duyguları güler vaziyete gelmişken. Şeytani ins ve cinniler boş duramıyorlar. Muhakkak aramıza bir ihtilaf sokma peşindeler  Takva ile mahareti kendilerinde birleştiren idarecilerimize ve onlara karşı gelmek isteyen Müslümanlara gece gün dua etmeliyiz.

 Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org