Etiket arşivi: af

Af ve Mağfiret Harmanı Ramazan Ayı

Ramazan-ı Şerif Müslümanlar için bir hasat ayıdır.Bu ayda çok az bir ibadet karşılığında çok büyük sevaplar vardır.

Allahü teâlâ bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “… Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer; 10)

Bazı İslam alimleri, bu ayette geçen, sevapları kendilerine hesapsız olarak verilen kişileri “Ramazan ayında oruç tutanlardır.” diye tefsir etmişlerdir. Allah-u Zülcelâl, açlığa ve susuzluğa sabır gösteren kimselere, sevaplarını hesapsız olarak veriyor.

Allahü teâlâ, bu ayet-i kerime ile sabırlı olan kullarına, sevaplarını hesapsız olarak vereceğini beyan ediyor.Yani bu ayet bu sıcak günlerde özellikle susuzluk çeken bir mümine ahirette büyük bir mükafat vaad ediyor.

Bediüzzaman Hazretleri de bu mübarek ay için şöyle buyurur: “Ramazan-ı Şerifte her bir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi ayetlerin her bir harfi binler; ve Ramazan-ı şerifin cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır. Evet, her bir harfi otuz bin bâkî meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâkî meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır.” mükafat olduğunu müjdeliyor.

Her amelin bir sevabı, her sevabın da bir hesabı vardır. Bazı ameller vardır ki her bir tanesi on sevaptır, bazıları yetmiş sevap, bazıları da yedi yüz sevaba kadar gider. Bazı ameller de vardır ki o amellere, Allah istediği kadar sevap verebilir. Orucun sevabı ise Allah-u Zülcelâl’ın karşılığını hesapsız olarak verdiklerindendir. Bu hüküm, hadis-i şeriflerde bildirilmektedir.

Hadis-i şerifte:  “Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır. Allah’ü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.” Buyrulmuş.

İbni Ömer radıyallahu anhudan rivayetle, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü oruç ve Kur’an, kul için şefaat edeceklerdir. Oruç şöyle diyecektir: ‘Ey Rabbim! Ben, onu gündüzleri şehevi arzulardan almıştım.’ Kur’an da şöyle diyecektir: ‘Ben de onu, geceleri uykudan, dinlenmekten almıştım.’ Onların böyle demeleri üzerine, her ikisinin de şefaatleri makbul olur.” (Ahmed bin Hanbel, Taberani, İbn-i Ebi’d Dünya, Hâkim)

Başka bir hadiste de Ebu Hureyre radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Kim, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Müslim)

Hadislerde aktarıldığı gibi bu ay, bizim için çok büyük bir fırsattır. Allah-u Zülcelâl, bir sene boyunca işlenmiş günahları, Ramazan Ayı’nın ibadetiyle affediyor.Böyle güzel bir müjde var.

Onun için fırsat elimizdeyken, bu ayı iyi değerlendirmemiz ve kendimizi Allah-u Zülcelal’in affına müstahak etmemiz lazımdır.
Ramazan ayı içerisinde, Kur’an-ı Kerim’de bin aydan daha hayırlı olduğu haber verilen Kadir Gecesi bulunmaktadır. Bin aydan daha kıymetli ve faziletli olan Kadir Gecesi’ni çok iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz. Kadir Gecesi Af ev mağfiret için bir fırsat gecesidir.Bu mübarek gecede bu fırsatı en iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Leyle-i Kadir’i bilhassa Ramazan’ın son on gününde aramamızı bizlere tavsiye etmiştir. Alimlerin çoğu, Kadir Gecesi’nin Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olduğunu söylemişlerdir. Ulamanın çoğunluğu, yirmi yedinci gecesi olabilir, dediği için hepimiz o geceyi Kadir Gecesi olarak biliyoruz. Fakat başka geceler de olabilir. Onun için diğer gecelerde de kendimizi yapılması gereken ibadetlerden mahrum etmemeliyiz.

Bu gece, bin aydan daha hayırlı olduğu için çok iyi değerlendirmek lazımdır. Bu gecede “Allahümme inneke afüvvûn tühibbül’afve fa’fu anni”  = “Ey Allah ‘ım. Sen çok affedicisin ve affı çok seversin, beni affet.” diyerek dua etmeli ve Allah-u Zülcelâl den af ve mağfiret dilemeliyiz .

Evet mübarek Ramazan ayını ve bu ayda olan bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesini hakkıyla değerlendirmeliyiz.Ve bu mübarek günlerin bizim için cehennemden kurtuluş ve Cenneti kazanmak için bir vesile yapalım inşallah…

Bediüzzaman’ın Muhaliflerine (Şiir)

Ey Üstad’a dil uzatan iftiracı bedbahtlar

Ahlak ve edep timsali bu Zat’a karışanlar

 

O’na verdiğiniz zehir hiçbir para etmedi

Hapishane ve zindanlar O’nu etkilemedi

 

Çünkü yüce Yaradan’ı Hak nurunu yakmıştır

O nur ile âlemleri ziyadar eylemiştir

 

Siz zalimler ise zelil yerlerde süründünüz

Manen de insaniyetin nefretini gördünüz

 

Güya sizler insansınız yazıklar olsun size

Çıkmaz bir leke sürdünüz bütün geçmişinize

 

Buna rağmen sizin için necat kapısı vardır

O kapıyı çalan kişi sonunda bahtiyardır

 

Zira Üstad buyuruyor: “Benimle uğraşanlar

İmanlarını kurtarıp bu nura sarılsalar

 

Onlara hakkımı helal edip müjdeliyorum

Ve bu konuda sizleri şahit gösteriyorum”

 

Evet, O’nu mahkûm etmek isteyen çoğu zevat

Sonunda nedamet edip O’na olmuş cemaat

 

İftira eden sizler de nedamet ederseniz

Nur derslerini dinleyip cidden kulak verseniz

 

Belki şefkat kahramanı sizleri helal eder

Affınız için Allah’a dua ve niyaz eder

 

Zira Üstad Said Nursi eşsiz bir kahramandır

Din düşmanlarına karşı korkusuz ve yamandır

 

Bu öyle bir kahraman ki nedamet duyanlara

Ağlayıp gözyaşı döker dua eder onlara

 

Yalnızca insanlık değil âlem tebrik ediyor

Bütün zihayat ayakta Üstad’ı alkışlıyor

 

Bediüzzaman gerçekten mükemmel bir insandır

İnsanlık âlemi O’na minnettar ve hayrandır.

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Mü’min Havf ve Reca Ortasında Olmalı!

Kur’an’ı Kerim şura süresi, ayet 25’te mealen şöyle buyurur: “O’ kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”

Keza, “Ey kendilerine haksızlık edip ölçüyü aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar ve gerçekten O’ çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” Zümer, 53.

Tövbe ettikten sonra affolunmayacak günah yoktur. Ancak günahın affedilip affedilmeyeceğini bilinmez. Tövbe ettikten sonra Allah dilerse affeder, dilerse affetmez. Bunun için tövbe kabul şartlarına uygun olması gerekir.

Evet, böyle kudret sahibi olan Allah (cc) kullarını affediyorsa, kul neden O’na kulluk görevini samimi bir tövbe ile yapmasın. Günahlara hemen tövbe etmesin.
O zaman tövbe nedir? Sözlük anlamı: Dönmektir. Dinen, Allah’a yönelmektir. Yapılan kötülüklerden ciddi pişmanlık duymaktır. Kişi yaptığı günahlarından yürekleri yanıyorsa, vicdanı rahatsız ise, gözlerinde yaş akıyorsa, kalbi hüzün ve kederleniyorsa işte tövbe budur. Böyle bir tövbe sahibi, inşallah Rahman ve Rahim olan Allah’ın affına mazhar olur.

Evvela Kul hakkı dışında Allah’a karşı işlenmiş günah için tövbenin şartı nedir?

1- Günahtan tamamen vazgeçmek.

2- Yaptığına pişman olmak

3-  Bir daha ona dönmemek.

Allah’ın hakkı ödemek için bir daha hata ve günah işlememek üzere samimi bir tövbe ile Allah’ a yönelmek lazımdır. Bu arada kazaya kalmış namazları kılmak, tutmadığı oruçlarını tutmak, varsa zekâtı vermek, hacca gidebilecekse gitmek. Yani doğru bir tövbe ile Allah’a dönerse, tamamen borcunu ikmal edilemeyecek durumda olsa da, o zaman umulur ki Allah (cc) onu affeder.

Eğer kişi, kul hakkıyla ilgili bir kötülük işlemişse, hak sahibinin hakkını ödemek, onun rızasını almak, buda tövbenin kabul şartlarındandır. Yani üzerinde kul hakkı varsa, öncelikle alacaklı kişi ile helalleşmesi, hak sahibi ölmüşse baba – anne, evlatları veya yakınları ile helallik istemesi şarttır.

Her şeye rağmen gene de takdir Huda’nındır. Kimi affeder, kimi cezaya müstahaksa cezalandırır.  Tamamen O’nun bileceğidir. Biri kalkar kebair günahları işler,  insanlara zulüm eder, “nasıl olsa tövbe ederim. Allah’ta beni affeder,” Allah’a karşı, bunu demek kadar terbiyesiz ve edepsizlik olamaz. Böyle canilerin affı, ancak Allah’ın Kahhar ismine ve gazabına dokunmaktan başka ne olabilir?

O ZAMAN NE YAPMAK LAZIMDIR.

Bir kere yapılan günahlara karşı ciddi manada ve bir daha dönmemek üzere tövbe etmek.  Yapılan kusur ve hatalardan dolayı samimi ve içten af istemek, varsa üzerindeki kul hakkı ödemek şarttır. Tabir caiz ise Kul, Allah’a adım atarsa;  O’ kuluna koşarak gelir. Yeter ki tövbede samimiyet varsa…

Şanı Yüce olan Allah’ın affına bakın. Affedilmiş kimse daha sonra yeniden günah işlese, â’mal defterine eski günahları avdetmez. Çünkü onlar artık affedilmiştir. Sadece işlediği yeni günahları yazılır. Mü’min tövbeden sonra da durumu ne olduğunu bilmediği için, sürekli tövbe etmesi gerekiyor. Daima havf ve reca arasında, yani hem korku ve hem de ümit içinde olmalıdır. Zira Allah hem Gaffar’dır, hem de Kahhar. Bağışlaması da, kahrı da vardır…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

16.1.2014

www.NurNet.org

Herkesin Aradığı O Kapı !

Rahman ve Rahîm olan Rabbimiz çok merhametli.

Ama buna karşılık biz insanlar, kusur etmekten, günah işlemekten geri durmuyoruz.

Nefis taşıdığımız için ibadetlerimizi bile çoğu za­man eksik ve kusurlu yapıyoruz.

Ama merhametli Rabbimiz bizlere tevbe etmemiz, af dilememiz için izin veriyor ve günah­larımızı bir pişmanlığımızla adeta temizleyerek rahmetini gön­deriyor.

Aksini düşünürsek bunu daha iyi anlarız. Rabbimiz tüm canlılara ve biz insanlara azap etmek isteyen bir Rab olsay­dı, en küçük bir hatamızda hemen üzerimize azabını indirirdi. Tevbe olmadığı için günahlarımız biriktikçe birikirdi ve hep bir­likte cehennemin yolunu tutardık.

Hattâ böyle bir durumda cennet gibi muhteşem bir ikram ve mükâfat yeri de olmazdı. Ve hepimiz yalnızca azap edilmek için yaratılmış olurduk, ama Rabbimiz azap etmek isteyen bir Rab değil. Zaten öyle olsaydı bunca uyarıcı ve müjdeleyici pey­gamberlere, evliyalara, âlimlere gerek kalmazdı.

Rabbimiz bizi bizden daha çok seviyor, bize bizden daha çok acıyor ve bizi bizden daha çok düşünüyor. Günahlarımızı affetmek için bizle­re tevbe gibi bir nimeti ve Rahmeti ihsan eden Rabbimizden af diliyor muyuz? Tevbe kapısından, rahmet kapısından içeri gir­mekte acele ediyor muyuz?

Şu an hiçbirimizin haberdâr olmadığı bir ağaçtaki, bir elma­nın içindeki aciz kurdun aç karnını bilen ve onun dört bir yanı­nı rızıkla donatan Rabbimiz, bizleri de cennetine, asıl rızık ve ikram sofrasına çağırıyor. Bir pişmanlığımızla, günahlarımızın affını isteyerek bir tevbemizle oraya kavuşabiliriz.

Hayatımızda, günlük yaşantımızda bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız kusurlarımız, hatalarımız vardır. Meselâ, bir dostu­muza karşı o anki öfkemizle bilerek kırıcı davransak, bir müd­det sonra hatamızı anlar, özür diler, onun gönlünü almaya çalı­şır ve affedilmeyi bekleriz.

Yolda, otobüste giderken birine çarpmamızın, bilmeyerek bi­rinin ayağına basmamızın hemen ardından gelen söz, “affeder­siniz özür dilerim” sözüdür. Bilerek ya da bilmeyerek işlediği­miz kusurlarımız içimizdeki vicdan süzgecinden geçer, içimiz­de küçük bir azap uyandırır. Bu yüzden insanlardan özür dile­yerek, af isteyerek içimizi rahatlatmaya ve vicdanımıza huzur getirmeye çalışırız. Hele özür dilediğimiz insan” Zararı yok, olur böyle şeyler” diyerek hoşgörüyle affetse derin bir oh çeke­riz.

Hatalarımız sonucunda insanlardan özür dilemek, onların gönüllerindeki merhametin devreye girmesini beklemek kadar tabîi ve affetmeleri kadar bizi rahatlatan bir şey yoktur, insanlar arasındaki durumumuz böyle. Onlara karşı hatada bulunuyo­ruz. Gönüllerine yerleşen Rahîm sıfatının tecellisi, küçük mer­hamet kırıntıları sonucu affediliyoruz ve rahatlıyoruz.

Peki Rahman ve Rahîm olan Rabbimize karşı işlediğimiz ku­surlarımız, günahlarımız bizim vicdanımızda bir rahatsızlık uyandırmıyor mu? Gönlümüze soralım. Bakın ne kadar pişman olduğunu fısıldıyor. Fısıldamak bir yana adeta haykırıyor. Ve Peygamberimiz de (a.s.m.) buyuruyor ” Bir kimse bir günah iş­ler, sonra pişman olursa, bu pişmanlığı günahına keffaret olur. Yani, affına sebep olur” diyor.

Bunca nimete mazhar olup, bunca günahı işlemek acziyetimizi ortaya koymakla birlikte yüreğimizi dağlıyor. Üstelik nimet­ler şu anda da gelmeye devam ediyor, ama bizler ibâdetlerimizi bile kusurlarla beraber yapıyoruz. Hiç tanımadığımız, bize hiç­bir iyiliği dokunmamış bir insanın ayağına bastığımızda hemen özür dilerken, Rabbimize olan özrümüzü ne derece dile getiri­yoruz?

Şimdi de bize karşı hatalı olan dostlarımızı düşünelim. Diye­lim ki, dostunuz sizi kırdı, sizin bir eşyanızı alıp geri vermedi, sözünde durmadı, istediğiniz iyiliği yapmadı… Ve hâlâ hatasını anlayıp da bir türlü gelip sizden özür dilemiyor. Siz sadece su­çunu kabul edip, Özür dilemesini bekliyorsunuz. Bir “Özür dile­rim.” sözcüğü sizi ne çok memnun edecektir. Ama hâlâ yapma­dı. Bir de daha ötesini düşünün. Suçunu görüp af istemek bir yana bir de kendisinin suçu olmadığını söylüyor, pek çok maze­retler öne sürüp kendisini savunuyor. Hattâ öylesine kafa tutu­yor ki neredeyse sizi suçlu çıkaracak.

Rabbimiz de bizden suçumuzu kabul edip, itiraf edip, özür dilememizi istiyor. Ama hâlâ çoğumuz kusurumuzu görmüyor, kendimizi güya haklı çıkaracak nedenler ileri sürüp savunuyor ve hâlâ özür dilemiyoruz. Hattâ daha çok günah işlemek suretiyle adeta kafa tutuyoruz.

Suçu kabul edip, itiraf ederek af dilemek ya da suçu kabul et­mek bir yana, kalkıp kafa tutmak olayını çok gerilerde, insanlı­ğın en başında görüyoruz. Hz. Adem ve Havva (a.s) şeytanın yalan yeminine kapılarak yasak meyveden yediler ve cennetten çıkarıldılar. Fakat suçlarını itiraf edip, af dilediler ve affedildi­ler.

Oysa şeytan, Hz. Âdem ilk yaratıldığında ona secde emrine uymamış, kendinde üstünlük görmüştü. Hatasını anlayıp af di­leyeceği yerde Rabbine kafa tutmaya başladı. Bir de kıyamete kadar mühlet isteyip, doğru yolda olanları saptırmak için izin istedi.

Sonuçta ne oldu? Hz. Âdem ve Havva (a.s) affa mazhar oldu­lar, şeytansa ebedî cehennemlik oldu.

Şu sonuca varabiliriz: suçu itiraf olayı, bizim için çok önemlidir.Çünkü suçunun farkına varmayan insan, kendini suçsuz gö­rür. Suçunu gizlemeye, herkesi suçlu, kendini suçsuz çıkarmaya çalışan insan kendini kandırır. Suçunu bilip itiraf eden ve af di­leyen insan da affedilir.

Diyelim ki sizi inciten dostunuz size gelip suçunu itiraf etti, sizden özür diledi. Ama siz bir türlü affetmeye yanaşmıyorsu­nuz. Böyle zamanlarımızla bazen karşılaşırız. Affetmemiz için bin bir dil döker, elinde hediyelerle gelir ama dönüp bakmayız bile. Çünkü suç işleyen gözümüzde daha bir küçülmüştür, biz de böylece güya büyümüş oluruz. Peygamberimizin ahlâkına bakalım. Uhud gazasında kâfirler yanağını kanatıp, dişini kır­dıkları zaman onların affını istemişti. Biz insanlarsa küçücük bir olayda öfkelenip affetmeye yanaşmıyoruz. Affetmeyi bilmiyo­ruz, ama Rabbinden en çok af isteyenler de yine bizleriz.

O halde şunu diyebiliriz ki, suçu kabul edip özür dilemek işi, aslında bir nefsi yenme işidir. Nefsini yenemeyen insan suçu ol­sa da özür dilemez. Ancak nefsini yenen insanlar büyük oldu­ğuna göre, özür dilemek aslında bir büyüklüktür. Ama, kendi­sinden özür dilendiği halde affetmeyen insan, kendini kusur­suz, karşısındakini kusurlu gördüğü için affetmez. Bir çeşit kib­re bürünür. Oysaki, “Affetmeyen affedilmez.” Yerdekilere mer­hamet etmeyene, göktekiler merhamet etmez.”

“O Hâlık-ı Azimdir ki, size korku ve ümit için şimşeği göste­rir ve ağır ağır bulutlar yaratır.” (Ra’d Sûresi, 12)

Bir şimşeğin gümbürdeyerek çakması, bulutların adetâ ateşle­nerek elektriklenmesi bizi çok korkutur. Hepimiz bu ateşten ve gürültüden korkup, sığınacak yerler ararız, camdan bile bakamaz geri çekiliriz. Bu hadise Rabbimizin azabından korkarak, Onun rahmetine sığınmamıza yol açar. Rabbimiz, “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyuruyor. Gerçekten de şimşek çakmala­rı, bu şiddetli ve korku dolu gürültü birkaç kere duyulur ve gö­rülür. Ardından günlerce rahmet olan yağmur, gökyüzü semâlarından, bulutlardan yeryüzüne iner ve biz canlılara ha­yat verir. Bu hadise gerçekten de rahmetin âzâbı geçtiğine bir delildir.

O halde Rahman ve Rahim olan Rabbimizin azabından kork­malı ve merhametine sığınmalıyız. Affetmeyi seven Rabbimizin affına mazhar olmamız için pişmanlığımızı dile getirip, tevbe etmeliyiz. Tevbe, Rabbimizin bize ihsan ettiği bir nimet, bir rah­mettir. Rahmet yağmurları, kirli yolları temizlediği gibi, bir rah­met olan tevbe de günah kirlerimizden bizi temizleyecek ve arındıracaktır.

Hiçbirimiz tozu-kiri sevmeyiz. Doğarken günahsız doğduğu­muz için fıtratımızda bir temizlik var. Kirlerden hoşnut olmadı­ğımız ve onları temizlediğimiz gibi, günah kirlerimizden de hoşnut olmayalım ve onları temizleyelim. Halıyı süpürürcesine günahlarımızı süpürelim, masadaki tozları silercesine günahla­rımız silelim, bulaşıklarımızı suyla yıkarcasma gönlümüzü yı­kayalım.

Tevbe, günahlarımızı silmek için yaptığımız bir temiz­lik faaliyetidir. Bir daha kirletmemek üzere gönlümüzü temizle­yelim. Bir daha dönmemecesine günahlarımızdan tevbeyle dö­nelim. Rahmet kapıları açılmak üzere tevbemizi bekliyor. Bu kapıdan içeri girmek için daha fazla beklemeyelim.

Tevbe etmek için güneşin batıdan doğmasını, kıyametin kop­masını beklemeyelim. Çünkü kıyamete kadar yaşamayacağımız kesin. Kendi kıyametimizin kopmasını, yani ölüm halimizi de beklemeyelim. Çünkü Firavun da son anda, öteki âleme geçiş anında tevbe edip iman etmişti, ama bir faydası olmadı.

O halde tevbe etmek için en uygun vakit şimdidir. Vakit şim­didir, “isteyin size verilir, arayın bulursunuz, kapıya vurun, si­ze açılır.”

Hülya Kartal

Arefe ve Terviye Günü

Terviye, Arefe gününden bir önceki güne denir. Terviye kelime olarak, sulama, bol su verme, bir işi yaparken enine boyuna düşünüp taşınma gibi anlamlara gelmektedir. Terviye günü oruç tutmak çok faziletlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Terviye günü oruç tutan ve günah söylemeyen müslümanı elbette Cennete koyar.) [Ramuz]

(Terviye günü oruç tutmak, bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve cihad için gönderilen bin ata bedeldir.)
[Ebulberekat]
Terviye gününden sonra Arefe günü gelir.

Arefe gününün önemi
Kıymetli geceye kendinden sonra gelen günün ismi verilir. Fakat Arefe ve Kurban bayramının üç gecesi böyle değildir. Bu dört gece, bugünleri takip eden gecelerdir. Arefe, yalnız Zilhiccenin 9. günüdür. Yani, kurban bayramından önceki güne denir. Ramazan bayramından önceki güne ve başka güne Arefe denmez.

Arefe günü yapılacak işlerden bazıları şunlardır:
1- Arefe günü sabah namazından, Kurban bayramının dördüncü günü ikindi namazına kadar, erkek-kadın herkes, cemaatle kılsın, yalnız kılsın, 23 vakit farz namazda selam verir vermez, (Allahümme entesselam…) demeden önce, bir kere, vacip olan teşrik tekbirini söylemeli, yani, (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) demelidir.
Camiden çıktıktan veya konuştuktan sonra, artık teşrik tekbirini okumak gerekmez. (Halebi)

2-
Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmak sevaptır; fakat Arefe günü oruç tutmak daha çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sûr’a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.) [R. Nasıhin]

(Arefe günü tutulan oruç, bin gün
[nafile] oruca bedeldir.) [Taberani]

(Arefede tutulan oruç, iki bin köle azat etmeye, iki bin deve kurban kesmeye ve Allah yolunda cihad için verilen iki bin ata bedeldir.)
[T. Gafilin]

(Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.)
[Müslim] [Yani Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek bir senede yapılan tevbelerin kabul olmasına yarar.]

(Arefe günü
[Besmele ile] bin İhlâs okuyanın günahları affolup duası kabul olur.) [Ebuşşeyh]

(Arefe gününden üstün bir gün yoktur. O gün Allahü teâlâ, yeryüzündekilerle iftihar ederek göktekilere,
“Ey gök ehli, kullarıma bakın, rahmetime kavuşmak ve azabımdan kaçmak için uzak yerlerden geldiler…” buyurur. Arefe günü Cehennemden o kadar çok kul azat edilir ki, başka günlerde bu kadar azat olmaz.) [Gunye]

(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.)
[Taberani]
(Şeytan, Arefe gününden başka bir günde daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez.) [İ. Malik]

(Allahü teâlâ, Arefe günü kullarına nazar eder. Zerre kadar imanı olanı affeder.)
[Gunye]
(Arefe ne güzel gündür. O gün rahmet kapıları açılır.) [Deylemi]
İbadet olarak ilim öğrenmek en faziletlisidir. Bu gece ilim olarak, ehl-i sünnete uygun ilmihal okumalıdır.

3-
Bugünü fırsat bilip dua etmeli! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Duanın faziletlisi, Arefe günü yapılanıdır.) [Beyheki]

4-
Arefe gününü ibadetle, Allahü teâlâyı anmakla ve tefekkürle geçirmeye, insanlara iyilik etmeye çalışmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allahü teâlânın kıymet verdiği bir gündür). [Deylemi]
(Hürmet etmek, günah işlememekle olur.)
(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.)
[Taberani]

Kulağına sahip olmak, gıybet, çalgı gibi haram olan şeyleri dinlememektir. Eğer biz istemeden kulağımıza gelmişse, bize günah olmaz. Gözüne sahip olmak da, haram olan şeylere bakmamak ve mubah olarak baktığı şeylerden ibret almaktır. Diline sahip olmak ise, yalan söylememek, dedikodu etmemek, laf taşımamak, kötü söz söylememek, hatta boş şey konuşmamak, kimseyi dili ile incitmemek demektir. Bunlara riayet eden Arefe gününü değerlendirmiş olur.

Arefe gecesi, Arefe günü ile Kurban bayramının birinci günü arasındaki gecedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.)
[İsfehani]

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

(Arefe gecesi ibadet eden, Cehennemden azat olur.) [S. Ebediyye]