Etiket arşivi: Bediüzzaman Said Nursi

“İTTİFAK”ı Beceremeden “İTTİHAD” Olmaz Ki!

İttifak ve ittihad kavramları arasındaki fark yakın zamana kadar dikkatimi çekmemişti.

Risale Akademi’nin on beşincisini düzenlediği “Münazarat Akşamları” programlarına katılma fırsatım oldu bu hafta.

Önceki hafta aynı konuda sunum yapan arkadaşımız Av. Erdoğan Çelebi ile sunum öncesi kısa değerlendirmesini dinlemiştik. Sunum sonrası Risale Haber’de yayınlanan makalesinde biraz daha malumatımız arttı. İlk programda yeterince ele alınamadığı düşünülerek ikinci hafta aynı konunun işlenmesi kararlaştırılmış.

Dinleme ve istifade fırsatımız olan bu haftaki sunumları iki kişi üstlenmiş.

İbrahim Akgün ve mahalleden komşumuz ve arkadaşımız şevk ve heyecan timsali Erkan Okur sunum yaptılar.

İbrahim Akgün beyefendi yazar Yusuf Kaplan gibi nerden ortaya çıktı anlayamadık ama bir çıktı pir çıktı.

Özgün orijinal tespitleri var. Van Medrestüzzehra Sempozyumunda orijinal bir tebliğini sunumunda da dikkatleri üzerine çekmişti. Ayaküstü mini röportaj yapmıştım o zaman. Notlarımda paylaşmıştım.

İttifak ve ittihad kavramlarını İslâm tarihinden örneklerle açıkladı. İbrahim bey.

Bediüzzaman’ın bu kavramları ele alırken ayetlere daha yakın durduğunu görüyoruz” dedi. Selef ulemada bu yakınlığı göremiyoruz.

Zaten Üstad Bediüzaman, “ulema Kur’an’a perde olmamalı şeffaf cam olmalı” demiyor mu?

Risale-i Nur’da müteaddit yerlerinde bu tespitin ispatı, teyidi olan ifadeler çok.

Bu tespiti yapan kişi kırk yıldır risale okuduğunu gerine gerine söyleyen birisi değil. Henüz yeni tanıdığını ve anlama süreci içinde olan birisi. Buraya dikkat.

Kırk yıldır tanıdığını, okuduğunu, hareketin içinde olduğunu bir ayrıcalık olarak zimnen tefahur edenlerin bile göremediği bir nükteyi samimi yeni birisi yapabiliyor. Nurcunun da eskisi tecrübelisi makbuldür ancak. İmtiyaz olarak üstünlük aracı olarak görenlerin gözüne perde inebiliyor.

Şekil A, B, C’de örnekleri çok verilebilir.

Neyse… Sadede dönelim.

İttifak fiili, fiziki birliktelik. Farklı düşünce ve inançtakilerin belirli bir maksat ve hedef için bir araya gelme fikri ve fiili olduğunu öğrendik

İttihad ise mana ve ruh birliği. Kutsiyet ve ulviyet mayası taşıyor.

Erkan Okur kardeşimiz bu kavramların Risale-i Nur’dan tarama yaparak şerh ve izahlarını yaptı. İhlas Risalelerinde hem ittifakı hem ittihadın ne anlama geldiği paragrafları çıkarmış. Çok istifadeli oldu.

Defalarca okuduğumuz yerlerde ülfet perdesinden fark edemediğimiz noktaların farkına varma vesilesi oluyor bu tür derinlemesine müzakereler.

Sonuç olarak çıkardığım ders ve mesajı paylaşmak isterim.

İttifak meselesini halledemeden ittihad meselesi gündeme gelmez ve gelemez. Gelse de söylemde kalır eyleme geçemez.

Basit dünyevi bir şirket meselesinde bile ehl-i iman genellikle başarısızdır. Yahu dünyevi bir işte bile ittifakı becermeyince ittihad nasıl mümkün olur?

İttihad cehil ile olmaz ilmin şua-yı elektriği ile olur” diyor Üstad Bediüüzzaman.

Bizler ve bizim jenerasyon cehaletini kabul etmiyor ki. Ulemay-ı nadirattan görüyoruz kendimizi. Halbuki en büyük cehalet kendini âlim bilmek.

O halde resmiyette ilim keyfiyette cehil olduğunun farkına varıldığı zaman ittifak da ittihad ruhu da pratiğe yansır.

İttifak meselesi beceremeyen ittihaddan söz edemez. Hali âlemden görüldüğü gibi…

Erdoğan Çelebi beyin bir hafta önceki programdaki keyfiyetli katılımcılarla beraber olduk. Yeni tespit ve değerlendirmelerini de tekrar paylaştığı müzakere bölümü ayrıca istifadeli oldu.

Risale Akademi

Ölüme Hazırlıklı Olabilmek

Bediüzzaman Hazretleri “Hayat zannettiğin hâlât yalnız bulunduğun dakikadır” diyor. Evet İnsanoğlu çok aciz. Aciz olduğu kadar iktidarı kısa bir varlık. Hayat zannettiği şey yalnız yaşadığı andır. Ne beş dakika geçmişe gidebilir ne de beş dakika sonra başına gelecekleri bilebilir.

Hepimiz ölümü düşünmeden planlar kurmaktayız.

Kimimiz makam mevki derdine düşmüş.

Kimimiz para pul derdine düşmüş.

Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi ve ölümü aklımıza bile getirmeden ‘’tulu emel ‘’ ile yaşıyoruz.

Sanki dünyada ebedi kalacakmış gibi dünya hayatına aşırı bir şekilde bağlanmışız. Halbuki yarına kadar kalacağımız ne malum? Fakat bizi avutan tulu emeldir. Bu avuntu ile günlerimiz geçiyor. Ölümü aklımızdan bile geçirmiyoruz.

Bir kitapta okumuştum. Osmanlılar zamanında en pahalı olan evler  mezarlıklara komşu olan evlermiş. Bu evlerin pahalı olma sebebi eski insanların ölümü akıllarından çıkarmama düşünceleri imiş.

Tabii bu düşüncenin bir dayanağı var.O da Allah Resulü’nün “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” hadisidir.Eski insanlar bu hadisi kendilerine düstur edinmişlerdir.Bu hadise göre yaşamaya çalışarak yanlış yapmamaya ve gaflete düşmemeye çalışmışlardır.

Ya günümüz insanı olan bizler için ise ölüm,ya akraba ya da dostların taziyelerinde okuduğumuz Fatihalarla aklımıza gelir. Taziye bittikten hemen sonra her şeyi unuturuz.

Rivayet olunur ki:

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün eline üç çomak aldı. Onlardan birini önüne, İkincisini yanına dikti. Üçüncüsünü ise yanından uzaklaştırdı.

Sonra buyurdu ki:

-“Bu nedir biliyormusunuz?

Ashab (r.a.):

-“Allah (c.c.) Resulü daha iyi bilir dediler.”

Resulüllah (s.a.v.) buyurdu:

-“Şu önüme diktiğim insandır, yanıma diktiğim ise ecel, uzağa attığım ise emeldir; Adem oğlu emeli almağa koşar, fakat ecel ona yakın olduğu için emele ulaşmadan onu yakalar.”

Hazreti Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) hadiste açıkladığı gibi eğer emellerimize ulaşmaya çalışırken ecel bizi yakalarsa o zaman ne yapacağız.

Bir düşünelim. Mal, mülk, çoluk, çocuk bizi ecelin elinden kurtarabilir mi?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Sonuç olarak şairin dediği gibi yarın bize musalla taşında yararı olmayacak şeylere kalbimizi bağlamayalım. Günde bir iki saat olsa da vaktimizi kurtuluşumuza vesile olacak olan ibadetlere verelim. O zaman hayatımızı hakkıyla yaşamış oluruz.

Yazımı bitirirken şimdiden Bütün Müslüman Kardeşlerimin Kurban Bayramını tebrik eder.Zulüm altında inleyen  Müslümanlara kurtuluş vesilesi olmasını diliyorum.

Hamit DERMAN

Bediüzzaman ve Dönemsellik!

Bediüzzaman’ın eserlerini dönemsel olarak yorumlama ve onların evrensel niteliği olmadığını söylemek evrensel ile dönemsel, klasik ile popüler eserlerin tabiatını bilmeyi gerektirir. Bu konular toplumdaki yaygın din kültürü ile çözümlenecek meseleler değillerdir.

1885’li yıllarda Osmanlı matbuatında yazarlar

Necip Asım, Cenap Şahabettin, Ahmet Mithat, Ahmet Rasim arasında klasikler konusunda bir münakaşa cereyan eder. Neyin klasik olup olmadığını ve bizde klasik olup olmadığını konuşurlar, yazarlar, batıdan örnekler verirler.

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i

Yunus Emre’nin Divanı evrensel ve klasik olarak yorumlanır.

Cenab-ı Mevlana’nın Mesnevisi yine evrensel ve klasik olarak kabul edilir.

Bugün Mevlid-i Şerif bir klasiktir, çünkü Peygamber-i Zişanın hayatını ve macera-ı ulviyesini kalbi ve akli, sürükleyici bir çekicilik ile cazibedar anlatımdır. Hiçbir zaman zamanın altında kalacak ucuz bir keyfiyeti olmayan eserdir. Her zaman okunur, duygular ürpermeler ağlamalar, ürküntüler bitmez.

Rahmetli annem Mevlidhandı çocukluğumda onun dizinde oturur onun mevlitlerini dinlerdim.

Bir orkestra şefi gibi cemaati ağlatır, defi ile gazeller söylerdi, hiç bitmesin isterdim o harika günler. Gözyaşı, ağlamak, döğünmek onun sanki yaratılışına takılmış cihazattı, neyse.

Şu güzelim Bediüzzaman’ı bu ülkede değerlendirme hastalığından bir türlü kurtulamadık.

Şimdi Ondokuzuncu Söz isimli eseri onun Peygamber-i zişanın (asm) hayatını ve mücadelesini anlatır. Süleyman Çelebi hazretleri gibi bir kalbi aşki bir pozisyonda değil mücadelesinin akli ve mantıki ve kalbi serüvenini anlatır.

Şu ifadelere bak, Hegel ifadeyi canlı tutmak maziyi şimdileştirmek ile mümkündür der.

Bediüzzaman maziyi şimdileştirmiş ve şöyle der:

İşte bak Hüsn-i Siret ve cemal-i suretle mümtaz bir zatı görüyoruz ki elinde muciznuma bir kitap, lisanında hakaik aşina bir hitap, bütün beni âdeme belki cin ve inse ve meleğe belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkati âlem olan muamma-i acibanesini hal ve şerhedip ve sırrı kâinat olan tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfederek bütün mevcudattan sorulan bütün ukulu hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müthiş sual-i azim olan necisin, nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun suallerine mukni, makbul cevap verir.”

Şu ifadelerin moda düşünceler olduğunu kim iddia edebilir?

Asr-ı Saadette bir sahabe bunu Nebiyy-i Zişan’a okusaydı, bugün de biri Ali Bulaç‘a okusaydı, nasıl buna dönemsel diye bakabilirdi?

Nasıl zamanın altında kaldığını iddia edecek bir yorum yapabilirdi?

Şu ifadedeki sanatları anlatmak uzun yorumlar gerektirir.

Bir kere bir adamla sahabe asrından günümüze gelmiş birlikte Arap yarımadasına gitmişler, Bediüzzaman bir anlatıcı olarak yanındaki arkadaşına Peygamberimizi gösterip diyor “Şimdi bak.”

Var mı bu kompozisyonda Seyyid kutup veya Abduh’un bir beyanı, soruyorum sayın yazar?

Sonra anlatırken peygamberimizin portresini çiziyor, güzel ahlakı ve güzel sureti olan seçilmiş bir zat, elinde mucize bir kitap, lisanında hakikatlere aşina bir hitap, insanlar, cinler ve meleklere hitap ediyor. Bir tiyatro sahnesi gibi canlı bir anlatım!

Bu nasıl dönemsel oluyor?

Bunun dönemselliğini ifade edin, edemezseniz susun. Lütfen Bediüzzaman’ı anlamak için sanat felsefesi okuyun, Abduh ve Reşit Rıza, Kutup ve diğerleri büyük insanlar ama klasik müellif ve müfessir onlar da. Sanat bunlarla kıyaslanmaz. Siz onlarla eşdeğer tutup yorumlar yapıyorsunuz. Bütün Latin kültürüne mal olmuş bir ifade vardır, kovadis nereye, bu insanı anlatır.

Nereden nereye diye bunun neresi dönemsel milattan önce de insanın nereden geldiği sorundu. Bugün daha büyük sorun, çünkü onlar kitaplı dinlerin gözleriyle görüyordu, ama şimdi İskandinav ülkeleri Avrupa’da nihilist ve ateistler dini olanlardan fazla.

Klasik müellifler vardır, authores klasiki bir de klasik eserler. Aşırılıkları olmakla beraber İlahi Komedya bir klasiktir, asırlardır yorumlanır. Hatta son asırda Eliyot onu asra açılan pencereleri ile yorumlamıştır.

Mevlana’nın mesnevisi o gün bugün klasiktir, bütün dünyada bir yıl içinde yapılan Mevlana çalışmalarını bile anlatmak uzun yorumlar gerektirir. Şimdi O büyük zatın eserleri ile Bediüzzaman’ın eserlerini nasıl dönemsel diye yorumlayabilirsin. Ki onun asrında akıl hasta değildi, Hazret-i Mevlana hasta kalbi tedavi ediyordu, Bediüzzaman hem kalbi hem de aklı tedavi ediyor. Dünyada hergün onun tedavi masasından yüzlerce insan yeni bir gözle dünyaya bakarak kalkıyor, bunun dönemsel olması için nasıl olması gerekiyor?

Kerime Nadir‘in romanı aşk romanıdır, o dahi bir kısmi klasik olabilirken Mevlana‘nın Mesnevisi ile Bediüzzaman’ın mesnevisi nasıl dönemsel olabilir?

Bediüzzaman, Mesnevi’sinin başında “Yüzer ilimlerle alakadar binler hakikatler ayrı ayrı birer risaleye mevzu olacak kıymette iken…” der.

Bu Mesnevi’deki meselelerin anlatımlarının hiçbiri dönemsel değil. İster ikinci asırda oku ister yirmi birinci asırda oku, zamanı aşan bir perspektif ve gündeliği aşan bir bakışla yazılmışlar. Bunlar nasıl dönemsel olur?

Bir tanesini okuyorum: ”Kur’an’ın i‘cazı tahrifine bir seddir.

Evet, Kur’an madem mu’cizedir, beşer onun taklidini yapamaz. Ayetleri başka kelamlar ile tebdil edilmekle tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü müfessir, müellif, mütercim, muharref üsluplarını kisvelerini ayatın kisvesiyle iltibas ettiremezler. Ayetlerde i’caz damgası vardır. O damganın altında olmayan kelamlar ayet addedilemez. Öyle ise i’caz, tahrif ve tağyiri kabul etmez.“ (Mesnevi 95)

Bu cümleyi anlamak için bütün ulemayı çağırın ne kadar yol alırlarsa bir mezura ile ölçün sonra bu zamanın altında metnin altında dönemsel kalmış zevatı yorumlayın. Bediüzzaman üzerine konuşma izni almalısınız.

Mu’cizat-i Kur’aniye İsimli Eser

Kur’an’ın mu’cize olduğunu anlattığı Mu’cizat-ı Kur’aniye isimli eseri bu ülkenin din âlimlerini toplayın bir stadyuma kim yüzde kaçını anlıyor imtihan edin, ondan sonra dönemseli anlamış olursunuz. Mübalağa yapmıyorum.

Eserin girişinde bir cümle var. “Bu mucizat-ı Kur’aniye risalesindeki ekser ayetlerin her biri ya mülhitler tarafından medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinni ve insi şeytanların şüphelerine maruz olmuş ayetlerdir.“ (Sözler)

150 sahifelik eserde seçilmiş ayetler dinden çıkmış mülhitlerin itirazlarına cevaptır. Hangi ayete ne kadar mülhid itiraz etmiş bunu bilmek için Kur’an’a yapılan itirazların tarihini bilmek gerek.

Bir Zat-ı âli çıksın bu tarihi bize bir özetlesin kim zamanın altında üstünde o zaman görelim?

Ehl-i fennin bir sürü fen çeşidi var, biyolog, sosyolog, matematik, fizik vs.

Bunların itiraz ettiği ayetleri bilmek için büyük bir fen kültürü olmak gerekir, nerede böyle bir âdem, Abduh, Kutup, kim olursa olsun göster bize onların beyanlarını.

Bir de cin ve insan şeytanlarının itirazları bu itirazların da bir tarihi var bu kadar büyük bir muhit taramasından sonra bu eser yazılmış. Allah aşkına nasıl bu zatı dönemsel diye yorumlarsın?

O itirazlar bugün hala ilim ve fen muhitlerinde tekrarlanıyor ve Bediüzzaman onlara cevap veriyor. Nasıl modası geçmiş bir kütüphane kitabı gibi görürsün, bilmemek ne kötü, bir de gurur edası.

Aynı eserde bir belagat tarifi yapar Naci’nin Edebiyat Lügati. Dini kavramlar sözlüğünde, Kur’an tefsirlerinde böyle bir belagat tarifi yok.

Derece-i icazda belagat-ı Kur’aniyedir.

O belagat ise nazmın cezaletinden, hüsn-i metanetinden ve üslubların bedaetinden, garip ve müstahsenliğinden ve beyanın beraetinden, faik ve safvetinden ve meanisinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lafzının fesahatinden selasetinden tevellüd eden bir belagat-ı harikuladedir ki, beni âdemin en dahi ediplerini en harika hatiplerini en mütebahhir ulemasını muarazaya davet edip bin üçyüz senedir meydan okuyor.“ (Mu’cizat-ı Kur’aniye)

Bir belagat tarifinin on bir şubesi var. Bu cümleyi gerçek diyorum, bütün İslam ulemasını topla şerhedecek güçleri yoktur. Nazmın cezaleti hüsn-ü metaneti, üslublarının bedaeti, garip ve müstahsenliği, beyanın beraeti, faik ve safveti, meanisinin kuvvet ve hakkaniyeti, lafzının fesahati bunları kim anlayabilir?

Buyurun Bediüzzaman‘ın rahle-i tedrisine. Bunları nasıl dönemsel diyorsun, bütün ulema dönemsel kalır bu cümlede mübalağa yok. Bunu biri şerh etsin göndersin. Bakalım.

Atom konusu kilise ve ilmi birbirine vurdurmuş.

Marks bu konçertoyu idare etmiş. Üç bin yıldır gündemde, Paris senatosu zerre konusundaki münakaşaları yasaklamış 1850 yıllarında.

Bediüzzaman küfrün bel kemiği olan bir atom konusunu eserlerinin odağında tutmuş. Milattan önce Demokritostan şimdiye kadar bütün ateist, materyalist ve nihilistlere cevap vermiş, bu nasıl dönemsel olabilir?

Üç bin yıldır nice insan bunun girdabında inancını kaybetmiş. Bir adam çıkmış Marks’ın ve ateistlerin bu kalesini darmadağın etmiş, nasıl ona dönemsel denir? Bu dönemseli eleştiri için bir kitap yazılır.

Ene konusu, Freud’un kıyametler kopardığı bir bahis, insan beynini

Roma’ya benzetir, Oradaki faaliyetlerin büyüklüğünden dolayı. Bediüzzaman bu ene konusunu eserlerinde eleştirir, dinin, felsefenin, ateist felsefenin, kelamın, hedonizmin enesini benini tarif eder. Freud gelsin bu konuyu nasıl çözdüğünü göstersin, bunlar insanlık tarihinin en büyük meseleleri olmakta devam ediyor, nasıl bunlar evrensel değil de dönemsel?

Gündelik kafalardan dönemsel yorumlar. Bediüzzaman söz konusu olurken biraz düşünmeli kamuoyu, pirim yapayım diye bu büyük adamı huzursuz etmeyelim. Lütfen.

 Prof. Dr. Himmet Uç

Eski Papaz’dan Acı İtiraf

HALİLİYE VAKFI ile HALİLİYE İLMİ ARAŞTIRMALAR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ  tarafından  “DÜNYADA İSLAM ve İSTİKBAL”… konulu Konferans yapıldı.

Filipinler Müslümanlaşıyor.

 

Birleşmiş Milletler Filipinler Barış Elçisi, Filipinler Mindanao Özerk Bölgesi Yüksek Eğitim Öğretim Danışmanı, Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Elemanı, Filipinler -Türkiye Dostluk Vakfı Başkanı Dr. Muhammet Rıza Derindağ: Müslümanlıktan, Hıristiyanlaşan Filipinlerin, yaşadığı olaylar ile Filipinlerde Müslümanlığın her geçen gün nasıl yayıldığını anlattı. Dr. Muhammet Rıza Derindağ ayrıca; Filipinlerde kiliselerde dağıttıkları Risale-i Nur kitapları ve Papaz’lara verdiği Müslümanlık konferanslardan örnekler sundu. Müslümanlığın Dünya’da giderek yaygınlaştığını vurgulayan Dr. Muhammet Rıza Derindağ; “Türkiye’nin üzerine düşen çok iş vardır. Kur’an-ı Kerim’in Dünya’nın Anayasası olması çok yakındır.” dedi.

İSLAM’IN İSTİKBALİ TÜRKLERİN ELİNDEDİR

Filipinler Ateneo Üniversitesi Antropoloji Profesörü, Risale-i Nur Mütercimi, Mormon Kiliseleri Kuzey Mindanao Baş Papazı Prof. Dr. Quividio Orıgınes: “Türkiye’nin Müslümanlıkta Dünya’nın en güzel yeri olduğunu ifade ederek; “Benim yolum ve istikametim Bediüzzaman Said Nursi olmuştur.Ben Müslümanlıktan ve Müslüman görmekten nefret eden biriydim. Çünkü Bize Müslüman’ları ‘En iyi Müslüman ölü Müslüman’ diye anlatmışlardı. Ama 2006 yılında üniversitede ders verirken, tanıştığım bir Müslüman gençten sonra hayatım tamamen değişti. Bana verdiği Risale-i Nur’u okudum ve o gencin beni davet ettiği derslere katıldım. Katıldığım bu derslerde, Hıristiyanlığın ne olduğunu ve Müslümanlığın ne olduğunu öğrendim. Daha sonra ben de Kilislerde Bediüzzaman Said Nursi’nin derslerini vererek, beş Risale-i Nur kitabını tercüme ederek, bunları ders olarak anlattım. Bediüzzaman Said Nursi okunmalı ve tercüme edilmelidir. Ben şimdi 5 vakit namazı kılmaya ve orucumu tutmaya çalışıyorum. Çünkü sizin Bediüzzaman Said Nursi gibi bir değeriniz var, bunun kıymetini bilmelisiniz. İstiklal Yalnızca Müslümanlık’ta olacaktır. İslam’daki medeniyet güzelliği tüm Dünya’ya hakim olacaktır. Türkiye İslam’ın müdefacısıdır. Hakiki İslamiyet Türkiye’dedir. İslam’ın İstikbali, Türklerin elindedir. Ben Türkiye’de birkaç gün daha kalırsam, memleketime Müslüman olarak döneceğim” diyerek, Müslümanlığın güzelliğini anlattı.

BÜTÜN İSLAM ALEMİ DAİMA TÜRKLERİN ARKASINDADIR

Hıristiyan bir ailede dünyaya gelmiş, misyoner olarak kiliselerde ders vermiş ve on sene önce İslam’ı seçen Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı Yüksek Mühendis Abdulhalem Allan Bana: konuşmasında Türklerin, Filipinlilerdeki Müslümanların ve tüm Müslümanların ağabeyi olduğunu vurgulayarak; “Biz 10 bin kilometre ötedeki, siz Türklerin küçük kardeşleriyiz. Sizin ecdadınızın biz kardeşlerinize yaptığı iyilikleri hiçbir zaman ve asla unutmadık. Büyük ağabeyimiz Bize eskiden askerlerini yolluyordu, ama şimdi vakıflarınızı yolluyor. Dünya’da Müslümanlara yardım eden, tek kişiler Türkler’dir. Bizim size dua etmekten başka vereceğimiz hiç bir şeyimiz yoktur. Biz siz Türk’lere devamlı dua ediyoruz. Bütün İslam alemi daima Türk’lerin arkasındadır. Biz Türkleri o kadar çok seviyoruz ki; Türkiye’den bir haber alabilmek için tv ve gazeteleri yakından takip ediyoruz” diyerek, Türklerin üstünlüğünü ortaya koydu.

Konferansta Filipinler de yapılan hizmetlerin tarihçesini,gelişimini ve bu günlere nasıl geldiği anlatıldı.Ayrıca  Filipinlerde Şehit edilen Cevdet BAYKARA ile ilgili duygu yüklü bir Sinevizyon gösterisi yapıldı.

Konferans Sonunda HALİLİYE VAKFI ile HALİLİYE İLMİ ARAŞTIRMALAR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ yetkilileri tarafından katılımcılara Urfa hatırası olarak mırra(Acı kahve ) takımı hediye edildi.

 

Haber:H.DERMAN-Göbeklitepehaber.com

Geleneksel Urfa Bediüzzaman mevlidi yapıldı

Geleneksel olarak devam eden vefatının 52.yılı münasebetiyle Bediüzzaman Said Nursi ve manevi şehitlerimizin ruhlarına bağışlanmak üzere okunan Urfa Bediüzzaman Mevlidi yapıldı.
Bediüzzaman Said Nursi ve sevabı manevi şehitlerimizin ruhlarına bağışlanmak üzere yatsı namazının ardından Şanlıurfa Dergâh camiinde Mevlid ve Hatim-i Şerif okundu. Said Nursi ve Şehitlerin anıldığı geceyi Mevlide Ak Parti Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök, BDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan, Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç, Emniyet Müdürü Mehmet Likoğlu da katıldı.
Vatandaşlar, böyle bir gecede bulunmaktan, manevi havayı tatmaktan dolayı Allah’a şükür içerisinde olduklarını belirterek, “Said Nursi Hazretleri hiç hak etmedikleri halde, sırf İslam’ı, Allah’ı ve onun Peygamberini anlattığı için 18 yılı aşkın süre boyunca zindanlarda sürgün edildi. Onun yolu Kur’an-ı Kerim ve Sünnet yoludur. Rabbim O’nu anlayabilmeyi ve O’nun yolundan gitmeyi nasib etsin. Gecemiz hayırlı uğurlu olsun. Şehitlerimizin ailelerine sabır diliyoruz, mekanları Cennet olsun” ifadelerini kullandı.
Şanlıurfalılar’ın ev sahipliğini yaptığı ve 52 yıldır aralıksız yapılan Mevlid’e Şanlıurfa dışından katılan misafirleri Şanlıurfalılar evlerinde ağırlamak için çaba harcadı.
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri bu anlamlı günde Said Nursi’yi anlattılar. Bediüzzaman   Sait Nursi’nin eserlerin okunmasını ve anlaşılmasın gerektiği belirtiler.

urfahaber24