Etiket arşivi: eğitim

Beynel Milel Bir Okul: “Bir Bediüzzaman Projesi”

Said Nursi “Medresetüzzehra” projesiyle, Osmanlının son döneminde üç ayrı eğitim kanalı olarak yürüyen mektep-medrese-tekke üçlüsünün ortak bir potada buluşturulmasını öngörerek, tevhid-i tedrisatı ilk gündeme getiren kişi olmuştu.

Mustafa AkyolAma cumhuriyet döneminde öğretim birliği ilkesi, medrese ve tekkelerin kapısına kilit vurup, okullarda da din eğitimini tamamen kaldıran bir anlayışla uygulandı.

Bu durumun, günümüzdeki ilerici-gerici, laik-anti laik gibi ikilem ve gerilimlerdeki rolünü değerlendirir misiniz?

 Said Nursi’nin dinle bilimi kaynaştıran yaklaşımı esas alınsaydı bu gerilimler yaşanır mıydı?

Medreselerin, İslam’ın ilk asırlarında son derece dinamik kurumlar iken giderek durağanlaştığı, dogmatik ve içine kapalı bir yapıya büründüğü malumdur.

Özellikle Osmanlı’nın son dönemine gelindiğinde, medreseler modern bilimlerden tümüyle izole, tekrar ve ezbere dayalı tutucu kurumlar halindeydi. Bediüzzaman, bu problemi gördü ve çözümü de medreseleri reforme etmekte, onları modern bilimle tanıştırmakta gördü.

                                  Dini İlimleri ve Pozitif  Bilimleri Okutmak

 Medresetüzzehra projesi ile yapmak istediği, hem dini ilimleri hem de pozitif bilimleri bir arada okutacak (ve dolayısıyla sentezleyecek) yeni bir medrese tipi idi. Oysa Kemalist Cumhuriyet, diğer pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da geleneği yenilemek yerine tümden yok etmeyi seçti.

 Böylece dini bilgi, kültür ve ahlâktan tümüyle soyutlanmış bir zorunlu eğitim sistemi kurdu ki, böylesi bir dayatma Batılı demokrasilerde değil ancak Sovyetler Birliği ve benzeri totaliter rejimlerde görülür.

 (Batı’nın en koyu laik devleti olan Fransa’da dahi Katolik okulları varlığını sürdürmüştür.) Eğer Bediüzzaman’ın hayal ettiği Medresetüzzehra hayata geçse, bu dindarlık ile modern bilim arasında vehmedilen çelişkileri çok önceden çözebilir ve İslam dünyasına da iyi bir örnek teşkil edebilirdi diye düşünüyorum.

Günümüzde “Medeniyetler çatışması” ile “Medeniyetler ittifakı” tezlerinin çokça dillendirildiği göz önüne alındığında,

Said Nursî’nin Medresetüzzehra ile “Avrupa medeniyetini İslâmın hakikatleriyle, felsefeyi Kur’ân’la barıştırmayı” amaçlamış olmasını nasıl yorumlarsınız?

                                  Bediüzzaman Tek Boyutlu Düşünmemişti

Bediüzzaman’ın Avrupa’ya ve genel olarak Batı medeniyetine bakışı nüanslı ve anlamlıdır. Batı’nın sadece emperyalist yüzünü görenler gibi tek boyutlu düşünmemiş, Müslümanların oradan edinebilecekleri perspektifler de olduğunu fark etmiştir.

“Avrupa medeniyetini İslâm’ın hakikatleriyle barıştırma” fikri de, Bediüzzaman’ın Batı’yı mutlak bir düşman olarak görmediğini, aksine kendisine hitap edilmesi, el uzatılması gereken bir medeniyet olarak gördüğünün ifadesidir.

İslam’ın  Hakikatına Sarsılmaz Bir İman Bu yaklaşımın temelinde ise Bediüzzaman’ın İslam’ın hakikatine duyduğu sarsılmaz iman ve güvenin yattığını düşünüyorum.

“Batı’yla veya Batı düşüncesi ile herhangi bir temas bizi ifsad eder” diye düşünen ve bu yüzden içe kapanan defansif Müslüman tutumundan çok daha özgüvenli bir tutumdur bu. Anlaşılmasına da bence hâlâ çok ihtiyaç vardır.

İslâm dünyasının siyasî ve toplumsal krizlerden kurtulması, Ortadoğu barışının temini, dolayısıyla dünya barışına da katkı sağlanması noktasında,

Said Nursî’nin Ortadoğu’dan Orta Asya’ya,

Hint yarımadasından Kafkasya ve İran’a uzanan geniş coğrafyada uluslararası bir bölge üniversitesi olarak tasarladığı

Medresetüzzehra’nın etnik ayrımları reddederek “din kardeşliğini” esas alan ve “bölge halklarının birlikte ve huzur içinde yaşamasını” sağlamaya yönelik bir eğitim müfredatı hedeflemiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bediüzzaman bir “Osmanlı aydını” idi.

 Osmanlı olması hasebiyle de etnik milliyetçiliğe kapalıydı. Kürtlük yahut Türklük adına etnik milliyetçilik yapan insanları görünce üzülmesi, onları bundan vazgeçirmeye çalışması da bu açıdan kayda değerdir.

Tabii ki Bediüzzaman’ın bir “millet” fikri vardı; bu da İslam milletine karşılık geliyordu.

Medresetüzzehra’yı Hint yarımadasından Kafkasya’ya Müslümanları bir araya getirecek beynelmilel bir Müslüman Okulu olarak görmesi de bunun ifadesidir.

Umarım ki, Arap Baharı’yla birlikte demokratikleşen Ortadoğu’da hakikaten böyle bir üniversite yükselir.

Burada bir noktayı belirtmek isterim: Bediüzzaman’ın “millet” fikri İslam’la tanımlansa da, bu gayrimüslimleri ötekileştiren ve dışlayan bir telakki değildir.

Bugün böyle yapan, yani Müslümanlığı salt bir “kimlik” sayıp bunun üzerinden gayrimüslimlere husumet besleyenler var.

 Oysa Bediüzzaman’ın Müslümanlığı, evvela imana ve şeriata dayandığı için, gayrimüslimlerin hukukuna da hürmetkârdır.

Said Nursi’nin Medresetüzzehra’nın eğitim diliyle ilgili olarak söylediği

“Arapça vacip, Türkçe lâzım, Kürtçe caiz” yaklaşımını, günümüzdeki Kürtçe yasağı ve anadilde eğitim tartışmaları bağlamında nasıl yorumluyorsunuz?

Kürtçe’nin yasaklanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ayıplarından biridir. Bunun sorumlusu da, tam da Bediüzzaman’ın eleştirdiği ve karşı durduğu zihniyettir.

Eğer Bediüzzaman’ın değerleri resmi politikaları etkileseydi, böyle akıl almaz bir baskı hiç yaşanmazdı. “Arapça vacip, Türkçe lâzım, Kürtçe caiz” sözündeki bir nüans, Kürtçe’nin mutlaka serbest olması ve dileyen herkesçe konuşulmasını savunurken,

Türkçe’yi bir adım öne alarak “lazım” sayması. Çünkü Türkçe, tarihsel akış sonucu, Türkiye coğrafyasında ortak dil olmuştur. Dolayısıyla Bediüzzaman gözüyle bugün için şöyle denebilir: Herkes Türkçe öğrenmelidir; Kürtçe öğrenimi ve kullanımı ise tümüyle serbest olmalıdır.

Said Nursi, Medresetüzzehra’nın hedeflerinden birini de “meşrutiyetin (demokrasinin) güzelliklerini neşir için bir kapı açmak” şeklinde ifade ediyor.

Demokrasinin topluma mal edilmesi noktasında eğitimin önemini vurgulayan bu yaklaşım için ne diyorsunuz?

Çok önemli bir yaklaşım.

Çünkü Türkiye’de resmi eğitim, “devletin kutsallığı”, “milli birlik” gibi otoriter kavramları çok önemser, ama demokrasiyi pek önemsemez.

 Bediüzzaman’ın daha 20. Yüzyıl başında bu vurguyu yapması önemli.

Bazı radikal İslamcı grupların hâlâ dahi demokrasiyi reddettiğini de hatırlarsak, Bediüzzaman’ın bugün İslam dünyasına gerekli temel açılımları bir asır önceden öngördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.

İsmail Tezer’in Mustafa Akyol ile yaptığı ropörtaj..

Yeni Asya

Mehmet Akif Ersoy’u Anlamak ve Değerler Eğitimi

Mehmet Akif ümit, azim ve medeniyet şairi idi.

Onun gibi dev bir sanatkârı okumak, anlamak ve yorumlamak insanı yükseltir, özellikle genç nesle büyük erdemler kazandırır.

Akif zor zamanlarda yaşadı, zor işler başardı.

Milli Eğitim Bakanlığı okullarda değerler eğitimi çalışması yapıyor. Değerler eğitimini Mehmet Akif gibi büyük düşünür, yazar, şair, âlimleri anlatarak vermek çok daha etkili olur.

Mehmet Akif’in ölmez eserler vermesinin sebebi neydi? Neden durmadan çalışmayı ve terlemeyi tercih etti? Neden durmadan ter döktü, durmadan okudu ve yazdı?

Onun bir sevdası, derdi, davası, gayesi vardı.

Osmanlı Devletinin yıkılışını gördü, Osmanlının küllerinden Cumhuriyet kuruldu. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında onun çok büyük emeği vardır. Anadolu’yu karış karış gezdi. Halkı işgale isyan etmeye ve kurtuluş savaşı vermeye teşvik etti.

Geleceğe ümitle baktı, insanlara gelecek ümidi aşıladı. Şöyle der:

Âtiyi (geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak;

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak.

Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir;

Davran sana eller de senin baş da senindir.”

İnsanımızı zorluklarla mücadele etmeye çağırdı. Kendisi zor işlerin yapılmasına öncülük etti. Safahat’ta şöyle der:

Azmiyle ümidiyle yaşar dünyada hep yaşayanlar;

Meyus olanın ruhunu, vicdanını bağlar.

Henüz herkes gibi dünyada hakk-ı hayatın varken

Hani herkes gibi azminde sebatın?”

İnsanları harekete geçiren düşünceleri ve inançlarıdır. İnsan ümitle bir işe koyulmaz o işi başarıyla bitiremez. Mehmet Akif göre en önemli motivasyon unsuru azim ve imandır.

Hüsrana rıza verme, çalış, azmi bırakma!

Kendin yanacaksan bile evladını yakma!”der.

Akif’e göre ümitsizlik her türlü başarıya engeldir. İnsan ümit sahibi olmalı, azim ve inançla çalışmalı. Neticede Allah inanan ve çalışan insana yardım eder.

Ye’s (ümitsizlik) öyle bir bataktır ki düşme, boğulursun.

Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun.”

Mehmet Akif, aynı zamanda iman ve inanç şairi idi. Ona göre insan ümidini inancından alır, gücün kaynağı iman ve inançtır. Akif, Kur’an Müslümanıdır. Esasen kendisi hafızdır. Arapçası mükemmeldir. Bütün ilhamını Kur’an’dan alır.

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı!”der.

Safahat, Kur’an âyetlerini açıklayan şiirlerle doludur.

İman ve inancın yanı sıra Mehmet Akif çalışmaya çok önem verir. Alın teri onun için çok mühimdir.

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;

Dostunun yüz karası, düşmanın maskarası.

Hüsrana rıza verme, çalış, azmi bırakma!

Kendin yanacaksan bile evladını yakma!

Feryadı bırak, kendine gel çünkü zaman dar!

Uğraş ki telafi edecek bunca ziyan var!

Akif, ilme önem verir, ilmin insanı ve milletleri yükselttiğini bilir. Bu konuda şöyle der:

Alınız ilmini Garb’ın, alınız sanatını;

Veriniz mesainize de son süratini.

Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız.

İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin;

Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için,

Kendi mahiyet-i ruhiyeniz olsun kılavuz.

Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsun.”

Millet olarak kendi öz benliğimizi korumalı, kimliğimizi kaybetmeden Batı’dan ilim ve sanatı almalı; yükselmek için durmadan çalışmalıyız.

Not: Harun Karakuş, Safahat ezberleterek öğrencilere Akif’i tanıtma ve anlama çalışması yapıyor. Birçok eğitimci öğrencilerin tembelliğinden, ilgisizliğinden, öğrenme aşklarının olmamasından şikâyet ederken Harun Bey, Safahat’tan şiir ezberleme yarışması düzenliyor ve ezberleyenleri ödüllendiriyor. Akif’in kişilik, kimlik ve sanatı üzerinden değerlerimizi çocuklarımıza kazandırma çalışması yapıyor.

Harun Bey, geçen sene Safahat hafızları yetiştirmek için proje yapmıştı. Bu yıl yeni bir proje ortaya koydu. Safahat’tan 16 şiir seçerek bunları ezberleyen öğrencilere ve ezberleten öğretmenlere ödül veriyor. Özel Enderun Lisesi adına yapılan organizasyon harika bir proje. Bir’den 30’a kadar olan öğrencilere çeşitli para ödülleri veriliyor.

Safahat’tan şiir ezberleme ve okuma yarışmasına ortaokul öğrencileri katılabiliyor. Başvurular 19 Nisan’a kadar yapılacak. 4 Mayısta yazılı, 11 Mayısta sözlü sınav yapılacak. Yarışmayı bir jüri değerlendiriyor. Öğrenci ve öğretmenleri yarışmaya katılmaya, Akif’i okuma, anlama çalışmasına davet ediyorum. İrtibat: 0332.237 81 08; cep 0554 898 24 36

Ali Erkan KAVAKLI / Moralhaber.net

Sınıfta disiplin nasıl sağlanır?

Niğde’de konferans verdikten sonra okul müdürü arkadaşlarla çay içerken okuma tutkusuna hayran kaldığım Gazi İlkokulu Müdürü Mehmet Alkan, ortaya bir soru attı. Ak saçlı, tecrübeli şöyle dedi:

Öğretmen arkadaşların çoğu sınıfta disiplin kurma konusunda problem yaşıyor. Çocukları derse motive edebilmek en önemli problem. Dur, sus, konuşma yöntemi sökmüyor. Dersin bir yarısı bağırıp çağırma ve gürültüyle geçiyor. Televizyon, bilgisayar, cep telefonu gibi teknik yayınların gürültülü, resimli, efektli programlarına alışan öğrenciler, öğretmenleri dinlemeye gelince konsantre olamıyorlar. Kanaatimce eğitimdeki en büyük problemlerden biri sınıf disiplini. Bunca yılın öğretmenisiniz, Almanya’da kaldınız, dünyayı takip ediyorsunuz. Pratik bir çözümünüz var mı?”

Gönlümüz ve beynimizle öğretmenlik yapmak şartıyla problemin çözümü var.

– Nedir, söyler misin diye atıldı Mehmet Bey.

-Memnuniyetle, bildiklerimi mezara götürecek değilim yalnız çocukların gönlüne girmeyi hedeflemeden benim prensibi kullanırsak prensip işe yaramaz, onu da ilave edeyim.

Öğretmeni Başarıya Götüren Yol konulu Rize’de verdiğim konferansı hatırladım. Konuşmam bittikten sonra eğitim fakültesinde okuyan iki öğrenci gelip beni tebrik etmiş ve şöyle demişlerdi:

Dört yıldır eğitim fakültesinde okuyoruz. Öğretmenlerimiz akademisyen, bol bol teorik bilgiler anlatıyorlar. Sizi anlattıklarınız sınıfın içinden. İki saatte dört yılda öğrendiğimizden fazlasını öğrendik.”

Bu sözleri o zaman iltifat olarak algılamıştım. Mehmet Alkan, konunun ciddiyetine dikkat çekip de sınıflarda benim sandığımdan daha ciddi problemlerin yaşandığını söyleyince “paran kadar konuş” metodunu anlatmaya karar verdim.

Her şeyden önce çocukları sevmeli, onlar için çalıştığımıza onları inandırmalıyız. Dersine girdiğim sınıflarla tanışmadan sonra öğrencilerime şöyle derim:

‘Değerli arkadaşlar, sınıfta disiplin sağlamak zor bir iştir, herkes her zaman kendini kontrol edemez, ders anlatılırken birbiriyle konuşan öğrenciler çıkabilir. Bazen de bir ihtiyaçtan dolayı konuşursunuz. Sınıfta disiplin sağlama konusunda bana yardımcı olacağınıza can-ı gönülden inanıyorum. Sınıf sessizliği, dersi anlamanız için gerekli. Dersi derste öğrenirseniz işiniz kolay olur. Benim dersim kolaydır, milyonlarca öğrenci bu dersi her sene geçer. İsterseniz siz de geçersiniz. Yüksek notlar alarak sınıfı geçmeniz beni memnun eder, bu konuda size elimden gelen yardımı yapacağım.

Gelelim sınıfta disiplinin nasıl sağlanacağı konusuna. Sınıfta disiplin sağlama metotlarını gözden geçirelim. Bir arkadaşınız tahtaya gelsin, bu metotları yazalım ve oylayalım. Ben demokrat bir öğretmenim, sizin kabul etmeyeceğiniz bir metodu uygulamam. Sizin kabul edeceğiniz prensipleri uygulayacağız.”

Bir öğrenciyi tahtaya kaldırırım ve aklıma gelen metotları yazdırırım.

Sınıfta disiplin sağlama yolları:

  • Bağırıp çağırma ve azarlama.
  • Disipline verme.
  • Notu silah olarak kullanma.
  • Velinizi çağırıp konuşma.
  • Konuşanın yerini değiştirme.
  • Konuşana yazı yazma ödevi verme.
  • Konuşanın para ödemesi.

Bu metotları tek tek oylatırım, oy çokluğu ile yedinci maddede kabul edilir.

Öğrenciler paranın nereye harcanacağını bilmek isterler. Sınıf kasası oluşturacağımızı, biriken paraların harcanmasına sınıfça karar vereceğimizi söylerim. Çoğu zaman dönem sonunda çay içer, pasta yeriz, ikinci dönem dondurma alırız, fakir bir öğrenciye yardım ettiğimiz olur, kitap alıp kütüphaneye bağışladığımız olur.

Para vermek istemeyen öğrenci, çizgi sayısınca yazı yazar, kitaptaki önemli konuları yazar. Hem sınavlara hazırlanır hem de borcunu ödemiş olur.

Bazen öğrenciye, Sakarya Türküsü, Bayrak, Fetih Marşı, İstiklal Marşı, Çanakkale Şehitlerine, Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Yaş Otuz Bey, Kara Toprak vb. gibi güzel bir şiiri çizgi sayısınca yazmayı öneririm. Şiiri defalarca yazan öğrenci, kolayca ezberler ve sınıfta okur, benden 100 alır. Böylece öğrenci çizgi cezalarını iyi nota dönüştürür.

Yazma ödevini yerine getirmeyen öğrenciye ödev notu veririm ki bu öğrencinin aleyhine olur. Böyle durumlarda öğrenci ile teneffüste özel olarak konuşur, kötü notu düzeltmesi için neler yapması gerektiğini anlatırım. Sınıfça alınan karara öğrenciler çoğu zaman uyar, bu konuda öğrenciyi ikna etmeye çaba sarf ederim.

Öğrenci sorunun çözümüne yanaşmazsa velisi ile görüşür, veli ve öğrenci ile sorunu çözmek için birlikte kafa yorarız. Böyle durumlarda öğrencinin evine gitmeyi, veliyi iş yerinde ziyaret etmeyi göze alırım. Sınıf disiplini sağlayamazsam verimli ders anlatamam, bu durum hem beni hem de öğrencileri rahatsız eder, ayrıca derste verimlilik düşer.

Konuşana çizgi çizme işini gönüllü bir öğrenciye veririm. Çizginin kime çizileceğini ben söylerim. Ayşe konuşunca şöyle derim:

-Ayşe iyi kızdır, sınıf kasasına yardım etmek istiyor, bir çizgi at.

Çizginin değeri bir liradır. “İsteyen öğrenci istediği kadar konuşabilir, parası olan konuşur.” diyerek espri yaparım.

Aynı şey Ahmet için de geçerlidir. Konuştuğu zaman, Ahmet iyi arkadaştır, çiz, sınıf kasasını yardım ediyor, derim.

Bazen kitabımı unutarak sınıfa gelirim, bazen telefonu sessize almayı unuttuğum için sınıfta telefon çalar. Böyle durumlarda kendime çizgi attırırım, sınıf kasasına ben de para veririm.

Dönem sonunda paralarla pasta, simit, dondurma alırız, döner yediğimiz bile oldu.

Eyüp İmam Hatip Lisesinde iken döner yiyip ayran içtiğimizi hatırlıyorum. Dönerciden çıkarken bir öğrenci şöyle demişti:

-Biraz daha konuşsak da üstüne bir de baklava yiyebilseydik daha iyi olurdu.

Sınıf disiplinini oyuna çevirmek gerekir. Oyunla disiplin sağlamak hem öğretmeni kızmaktan, bağırıp çağırmaktan kurtarır hem de öğrencilerin rahat bir ortamda ders dinlemesini temin eder.

Para işini çok da önemsemem. Nadiren de olsa öğrencilerin para vermediği ve benim hiçbir şey olmamış gibi onlara dondurma ısmarladığım zamanlar olur. Çizgi sistemi sayesinde senelerce kızmadan, bağırıp çağırmadan, oyun oynar gibi sınıf disiplini sağladım.

Öğrenciler bizim kendilerini sevdiğimizi, onların başarısı için çaba sarf ettiğimizi, onların iyiliğini istediğimizi görür ve buna inanırlarsa disiplin sağlama konusunda bize yardım ederler.

Not: Sorun çözen ve sevilen bir öğretmen olmak isteyenlere Nesil yayınları arasında çıkan “Öğretmeni Başarıya Götüren Yol” ve “En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed(sav)” isimli kitaplarımı tavsiye ederim. İrtibat: 444 24 14

MORAL HABER

Öğretmenler Ya Minarenin Başındadır Ya Kuyunun Dibinde!

Yazımıza Bediüzzaman Hazretlerinin öğretmenlerle alakalı bir mektubuyla başlayalım.

Aziz Sıddık Kardeşlerim!

“Bu zamanda avam-ı mümininin itimad etmesi ve iman hakikatlerini terddüdsüz alması için öyle muallimler lazım ki; değil dünya menfaatlerini belki ahiret menfaatlerini dahi ehl-i imanın menfaat-i uhreviyesine feda ederek o ders-i imanide her cihetle şahsi faidelerini düşünmeyerek yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-i ilahi, aşk-ı hakikat ve hikmet-i imaniyedeki şevk-i hak ve hakkaniyet için çalışsın. Ta her muhtaç, delilsiz kanaat edebilsin. ‘‘Bizi kandırıyor’’ demesin. Ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiçbir şey’e alet olmadığını bilsin. Ta imanı kuvvetlensin ve ‘‘O ders ayn-i hakikatdir’’desin. O vesvese ve şüpheleri zail olsun.”

Evet mektubu dikkatle incelediğmizde çok önemli mesajlar ihtiva ettiğini görürüz. Öğretmenlerin hizmet için sadece dünya menfaatlerini değil ahiret menfaatlerini dahi feda etmeleri, Cenab-ı Allah ın rızası için görevlerini hakkaniyetle yerine getirmeleri gerektiği ifade edilmektedir.

Öğretmenler fedakar olmalı. Himmet ve hamiyet sahibi olmalı. Bu manada Risale-i Nurda himmetle ilgili altın harflerle yazılması gereken harika bir söz vardır.’’Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyle küçük bir millettir. Kimin himmeti nefsi ise o insan değildir’’

Şimdi himmet ve hamiyetle alakalı bir iki güzel misal verelim. Hz. Peygamberin en yakın arkadaşı ve hicretteki yoldaşı Hz. Ebubekir, peygamberden aldığı şefkat dersiyle şöyle dua eder.’’Ya Rab, beni cehennemine al ve vücudumu orada öyle büyüt, öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın.”

Fedakarlık ama ne fedakarlık…Biz ne derece fedakarız?..

Bir başka himmet ve hamiyet dersini Bediüzzaman verir.

‘‘Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar?

Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim ahiretimi de…

Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına

Bir Said değil, bin Said feda olsun!. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa

Cenneti de istemem ; orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.’’

‘‘…Oğlum yoktur ki yalnız oğlumu düşüneyim. Bendeki fıtri olan bu ziyade acımaklık ve şefkatle, binler Müslüman evlatlarının hatta masum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem o sırr-ı şefkatle hissediyorum. Hususi bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim. Belki bu memleket ile ve belki alem-i islamın kıt’asıyla hanem gibi hamiyet-i İslamiye noktasında alakadarım.

Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve fıraklarıyla mahzun oluyorum.’’

Bediüzzaman Hazretleri kendisini ziyarete gelenleri kabul etmez, ancak öğretmenleri kabul eder.

Kendisini ziyarete gelen öğrencilere öğretmen olmalarını tavsiye eder. Öğretmenlik mesleğinin ehemmiyetiyle alakalı ‘‘öğretmenler ya minarenin başındadır ya kuyunun dibinde.’’ demekle öğretmenlerin ne derece önemli bir vazifeleri olduğu mesajını verir.

Talebelerinden bazıları öğretmendir. Mustafa Sungur hayatta olan talebelerindendir.

Mustafa Sungur Bediüzzamanın öğretmenlere çok önem verdiğini ifade eder.

Bediüzzaman çocuk terbiyesine de çok önem verir. Hatta bir sözünde’’Bu zamanda çocuk terbiyesinin ebeveynlerden çok öğretmenlere verildiğini” ifade eder.

Evet Cenab-ı Allah ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Adem(A.S),yarattığında eşyanın isimlerini ilk olarak kendisi öğretmiştir. Sonra bütün peygamberleri milletlerine birer öğretmen olarak görevlendirmiştir.

Madem öğretmenlik böyle kutsal bir meslek o halde her öğretmen dersini en güzel şekilde anlatmalı, mesleğini en güzel şekilde icra etmelidir. Bir yandan müspet ilimleri öğretirken öbür yandan her öğrencinin kendisine, ailesine ve vatanına faydalı bir fert olması için gayret içinde olmalıdır.

Ümit ederiz ki; bu milletin bağrından çıkan öğretmenler madde ile manayı birleştirerek bu aziz milleti tekrar o şeametli eski günlerine getirir…

Kaynak: Tefekkür Dergisi, Sayı:9

YÖK’e, Diyanet’e ve Milli Eğitim’e açık mektup!

YÖK Başkanına, Diyanet İşleri Başkanına, Milli Eğitim Bakanına açık mektup

Din ile fen bilimleri, din ile sanat,  din ile edebiyat mizaçları gereği tarih boyunca birlikte gitmişlerdir.

Ortaçağ sanatı sadece dini bir bakış açısını temsil eder, orada fen bilimleri ile din arasında bağlantı kurulamadığı için sapmalar ve yanlış anlaşılmalar, taassup ortaya çıkmıştır. Dünyanın döndüğünü iddia eden bir fizikçi suçlanmış ve büyük zulüm görmüştür.

Bediüzzaman bu tarihsel akışı bildiği için sadece dini ilimlerden taassubun doğduğunu söyler, bu taassub fenni ilimlerin tahsili ile dengelenir, muvazene  sağlanır.

 MEDRESETÜZZEHRA YENİ BİR DERS PROGRAMI VE MÜFREDAT

Van’daki ilk hayatında fen bilimlerinin öğrenilmesini düşünmüştür, kendisi bir senteze vardığı gibi talebelerine de fen bilimlerini okutmayı zorunlu görmüş ve bunu bir program olarak ortaya koymuştur.

Medresetü’z- Zehra bir mekân olmaktan çok bir uygulama bir ders programı ve yeni bir müfredat ve özellikle din eğitiminde bir perspektiftir.

 Batı fenne dini bir yorum getiremediği için nihilizm ve ateizm, felsefi natüralizm yaygınlaşmıştır.

 BİZİM, BATININ DA BAŞARAMADIĞI BİR MODEL

Bediüzzaman’ın yeni bir üniversite modeli, batının da bizim de başaramadığımız bir modeldir.

İlahiyat fakültelerinde  din ve edebiyat,

din ve sanat,

din ve fen gibi üç ders okutulursa  bu sorunlar sona erer.

O zaman Bediüzzaman’ın projesi ki bu gün dünyanın uygulamakla büyük sıkıntılardan kurtulacağı bir projedir. Yüz yıl önce  düşünülmüş ve örnekleri verilmiş bir üniversite  anlayışıdır.

Bediüzzaman ilimlerle din arasında, sanat, edebiyat ve fen arasındaki bağlantıları Risale-i Nur’da göstermiştir.  O dini hakikatleri edebiyatın temaları ile karıştırmış ve ortaya dini edebiyat örnekleri vermiştir.

Ayet’ül Kübra bir sinema ve roman, bir tiyatro formunda dini anlatır.

 Diyalogları, monologları, nesne ilişkileri saymakla bitmeyen özellikleri Bediüzzaman’ın din sanat ve edebiyat, özellikle fenni imtizac ettirdiği bir eseridir.

DİN, SANAT, EDEBİYAT VE FEN

 Tarih boyunca birbirine aykırı yollarda yürümüş din sanat edebiyat ve fenni Bediüzzaman büyük bir kelime ve tema mimarisi ile bir araya getirmiştir.

 Aynı şey Haşir, Münacaat, Muhakemat, daha birçok eserinde uygulanmıştır. Bu meselenin tehir edilecek yanı yoktur.

YÖK Senatosu veya yeri nereyse İlahiyat fakültelerine edebiyat ve fen fakültelerine, din, edebiyat, sanat ve fen karışımlarına göre dersler koyar, akıllı Kemalist bile buna karşı çıkmaz, fenci karşı çıkmaz, çünkü bu ülkede ihtilafların kaynağı dini layığı ile anlamamak ve anlatamamaktır.

MANEVİ HASTALIKLARIN TEDAVİ MERKEZİ: FEN, İLAHİYAT VE EDEBİYAT FAKÜLTELERİ

 İlahiyatçılar mantıktan uzak kalbî bir dini anlatırsa aklı hasta olmuş bir toplumda ateizmi engelleyemez.

 Din geleneksel kültürden gelen tabakaların elinde ihtiyarların, münzevilerin elinde kalır, namaz vakitlerinde camilerde ihtiyarlar, emekliler tek tük de gençler görünür. Eğer aklın fen ve felsefe ile hastalıklı yapısını fen fakültesi, ilahiyat ve edebiyat fakültesi tedavi ederse bu sorunlar biter.

Risale-i Nur’da Bediüzzaman kozmografyacı ve coğrafyacıları muhatab alır evrenin astronomik yorumlarını nazara verir. Onları çıplak öznesiz yorumlamayı ironik olarak alaya alır ve doğru tespitlerde bulunur.

“Ey kozmografyacı Efendi, hangi tesadüf bu işlere karışabilir.

 Hangi esbabın eli buna ulaşabilir. Hangi kuvvet buna yanaşabilir. Haydi, sen söyle.” (Sözler 628)

“İşte ey Coğrafyacı Efendi, bu zemin kafası yüz bin ağız, her birinde yüz bin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen O’nu tanımazsan başını tabiat bataklığına soksan, derece-i kabahatini düşün.” (Sözler 629)

Bediüzzaman bu beyanları ile dinden kopmuş olan coğrafya ve astronomi konusunda örnekler verir, bu uygulamanın  mekteplerde, üniversitelerde dinden soyutlanmış metinlere yedirilmesini telkin eder. Bu bir prototiptir, ilmin yanılgısına bir, iki veya beş örnek vermiştir. –Bu örnekler çoktur.- Bu bakış açısı bütün ilimlere uygulanmıştır Bediüzzaman’ın eserlerinde. Yine coğrafyacıları ikaz eder.

 “Ey coğrafyacı Efendi. Bunu ne ile izah edersin.

Hangi tesadüf bu acaib-i masnuat ile dolu sefine–i Rabbaniyeyi  bir mahşer-i acaib yaparak yirmi dört bin sene  bir mesafede, bir senede süratle çevirip, onun yüzüne dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin.” (Sözler 629)

Bu bahisler Bediüzzaman üniversitesinin dersleridir, her Risale dershanesinde yıllardır okunur. Ama artık üniversite kürsülerine çıkmalı, o zaman bu kadar terörle heba edilen para ve insan gücü geri döner.

Yine astronomiciyi eleştirir.

 “İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimad eden ve Kur’an güneşinden gözünü yuman kozmografyacı Efendi.” (Sözler 167)

Otuz ikinci sözün birinci mevkıfındaki haşiye yirmiye yakın ilmin verilerini bir enmuzeç metin halinde bir araya getirmiştir. Tek başına bu metin Bediüzzaman’ın ilimler ile din arasında kurduğu bağlantıyı anlatır.

Tıp, Anatomi, Fizyoloji, Kimya, ağırlıklı olarak birlikte işlenmiştir. Şu metni biz bu ülkenin fakültelerinde bir anlatsak Bediüzzaman’ın üzerindeki bu siyasi yorumlar, ırki yorumların ne kadar yüzeysel olduğu ortaya çıkar. Anlatımda Bediüzzaman’ın kurgusal ve fiktif zekası da malzemeyi armonik bir şekilde birleştirmiştir. Bu metin bütün tıp, kimya, fizik ve fizyoloji metinlerine uygulanabilir bu bakış açısı ile birçok kitap yazılabilir.

“Sâni-i Hakîm beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür; bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medârdırlar.

Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halk edilmiş.

 Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor-tüccar ve erzak memurları gibi.

 Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdâfaadır ki, ne vakit müdâfaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acîbe alırlar.

Kanın heyet-i mecmûası ise, iki vazife-i umumiyesi var.

 Biri bedendeki hüceyrâtın tahribâtını tâmir etmek; diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir.

Evride ve şerâyin nâmında iki kısım damarlar var ki; biri sâfî kanı getirir, dağıtır, sâfî kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı, “ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.

Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir:

 Biri azot, biri müvellidü’l-humuza. Müvellidü’l-humuza ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvîs eden karbon unsur-u kesîfini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizâc eder, buhar-ı hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılâb ettirir; hem hararet-i garîziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü, Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyâda aşk-ı kimyevî tâbir edilen bir münâsebet-i şedîdeyi müvellidü’l-humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile, o iki unsur imtizâc ederler. Fennen sabittir ki, imtizâcdan hararet hâsıl olur. Çünkü imtizâc, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki:

O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var.

 İmtizâc vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi, bunun zerresiyle imtizâc eder; birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünkü imtizâcdan evvel iki hareket idi; şimdi, iki zerre bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunu ile hararete inkılâb eder. Zâten, “Hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir.

İşte bu sırra binâen, beden-i insaniyedeki hararet-i garîziye, bu imtizâc-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi; kandaki karbon alındığı için, kan dahi sâfî olur. İşte, nefes dâhile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’âl ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor.

Fesubhane men tahayyere fi sunihil ukul (Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.)(32.Söz)

Sayın YÖK Başkanı,

Sayın Diyanet İşleri Başkanı ve

Milli Eğitim Bakanı.

 İşte Bediüzzaman’ın reçetesi. Newton, Galileo, Kristof Kolomb  değil, Edison da değil, milletlerin ve dinlerin battığı girdabı görmüş bir olağanüstü adam, artık geç kaldık, yarından tezi yok bunu uygulamaya koyalım.

Prof. Dr. Himmet UÇ