Etiket arşivi: evlilik

Boşanma (4) Yeni Evlilikler ve Çocuklar

Boşanma (4) Yeni Evlilikler ve Çocuklar

Çocuğu olanların, boşanma sonrası yeni evlilik yapacakları zaman, çocuksuz birine göre on kat daha fazla düşünmeleri gerekir. Zira sonraki evliliklerde çocuk konusundaki yanlış tutumlar hem çocukların psikolojisini olumsuz etkileyebiliyor hem de karı-koca arasını bozabiliyor.

Öncelikle evlilik görüşmesi safhasında çocuklarla ilgili mevzuların net bir şekilde eş adayı ile konuşulması lazım.

Zira baştan açık açık konuşulmayan konular, sonradan sıkıntılara sebep olabilir. “Ben öyle anlamıştım, böyle zannetmemiştim, çocuğun bizde kalabileceği hiç aklıma gelmemişti” gibi cümlelerle evlilik sonrası huzur kaçırabilir.

Çocuğu kendinde kalmayan kişi, eş adayına çocuğun ara ara gelip kalacağını, hatta ölümlü dünya yanında kaldığı ebeveynin başına bir şey gelirse onlarla kalabileceği baştan konuşmalı. Bunu kabul etmeyen kişiyle evlilik düşünmemeli. Bu konuda net cevap alınmalı.

Çocukları ile oturacak kişide şartları konuşmalı. Baştan konuşulup kabul edilen konular eş adaylarının birbirlerine verdikleri sözlerdir.

Ve herkes verdiği sözde durmalı. Müslümanın en önemli şiarı güvenilir olması ve sözünde durmasıdır.  Sözünde durmayan kişiler bu arada dindarlığı da kimseye bırakmıyorlar. Dindarlık dilde değil esas gönülde olmalı. Keyfi olarak sözünden dönenin dindarlığından bahsedilemez.

Bu konuda pek çok olay duyup şahit oluyorum.

Mesela çocuklar sebebi ile yaşanacak yer ve hanımın bağlı olduğu camia ile ilgili konuda evlilik öncesi tamam deyip sonrasında iki konuda da sözünde durmayarak problem çıkaran erkek yüzünden biten evlilik var.

Ya da başta kabul ettiği halde sonradan eşinin çocuğunu istemeyenler “ailene gönder” diyenler olabiliyor. Güvenilirliğini kaybetmek her şeyini kaybetmektir.

Evlilik içinde çocuk yüzünden problem çıktığında problemi çözmek lazım, çocuğu evden uzaklaştırmak değil.

Çocuğu olup evlenmeye niyet edenlerin ve evlenenlerin dikkat etmeleri gereken bir kaç husus:

Birincisi çocuğun yaşı. Küçük çocuklar ya da ergenliği atlatmış olanlar anne ya da babasının yeni eşini daha kolay kabullenebiliyorlar. Yaşı küçük olan çocuklar, ebeveynler doğru davrandığında yeni eşi anne ya da baba gibi kabullenebiliyorlar. Bu kendi ebeveyni ile olan ilişkisini de olumsuz etkilemiyor. Yeter ki yetişkinler doğru davransın.

Ergenliği atlatanlar pek fazla dert etmiyorlar. Yine ebeveynlerin tavırları önemli.

En riskli olan yaş grubu ergenlik çağında olanlar. Zira bir yandan kendi kimliğini kişiliğini oturtmaya çalışırken kendi anne ve babasının sözlerini bile dinlemek istemezken yeni birine alışmak onunla yaşamak anne ya da babasını onunla paylaşmak ergenlere zor gelebiliyor, problem çıkarabiliyor. Bu yaşta çocuğu olan ve kendisi ile yaşayacak olanlar evlenmek için iyi düşünüp belki onların biraz büyümesini bekleyebilirler.

İkincisi; çocuğun ebeveynin eşini benimsemesi için onu kıskandırmamak gerek. Çocuk aileye katılan yeni kişiyi kabullenip sevene, ona alışana kadar onun yanında karı-kocanın fazla muhabbetli davranmaması iyi olur. Zira bu çocukta anneyi ya da babayı kaybetme duygusuna sebep olursa çocuk ona tavır alabilir ya da kendi içine kapanabilir.

Tabii bu karı-koca birbirine soğuk davransınlar demek değil, normal davransınlar fakat ilk başlarda biraz dikkatli olunması iyi olur. Ki kendi anne-babasının muhabbetini bile kıskanan çocuklar olabiliyor. Onların eşlerini ilk başlarda kıskanabilirler. Bu kıskançlığı körükleyecek davranışlardan sakınmak lazım. Zira çocuklar zamanla bu duruma alışacaklardır. Hele onu severlerse kıskançlık kalmayabilir.

Çocuk onu sevsin diye çocuğa eş övgüsü yapmak, onun kıskançlık duygularını harekete geçirebilir. Bırakın çocuk kendi tanısın kendi sevsin. Siz uğraşırsanız kıskanabilir. Onu benden çok seviyor duygusunu kapılabilir. Eş sevgisinin ve çocuk sevgisinin ayrı kategorilerde olduğunu çocuk düşünemez. Pek çok yetişkin bile bunları ayıramıyor.

Evlilik safhasında ya da yeni evlilik vakitlerinde, mutlu olan çiftler, bu mutluluğu çocukları ile paylaşarak onların da mutlu olacağını varsayıyorlar fakat çocuklar genellikle kıskanıyorlar. Belki anne ya da babası adına mutlu oluyorlardır fakat kendi adlarına kıskanabilirler. Ve seveceklerse bile ön yargılı davranıp problem çıkarabilirlar.

Aynı durum çocuğun yanında kalmadığı ebeveyn için de geçerli. Hafta sonu sizi görmek için can atan, sizi özleyen çocuğunuza yeni eşinizle ne kadar mutlu olduğunuzu göstermeye çalışırsanız çocuğunuzu kırar ve kıskanmasına, onunla rekabet etmesine sebep olabilirsiniz.

Bazıları da yeni eşi ile çok mutlu olmasa bile sırf eski eşine çocuklarla çok mutlu olduğu haberi ulaşsın da eski eşi kıskansın diye çocukların yanında çok mutluymuş gibi davranıp onlara yeni eşini övebiliyor. Bu tür davranışlar çocukları üzmekten başka bir işe yaramaz.

Bir de eski eşinin evlenmesinden dolayı kıskanan kişilerin yanlış tavırları var. Bu kişiler hem eski eşlerinin evlenmesine hem de çocuğunun onların yeni eşine sevmesini kıskandıkları için çocuklarını yalan yanlış sözlerle o kişiden soğutmaya çalışabiliyorlar. Çocuk da etki altında kalınca zararı yine çocuk görüyor. Çocuk ebeveynin kıskançlığından öyle davrandığını düşünemiyor ve onun sözlerine inanabiliyor bu yüzden de yeni eşe soğuk davranabiliyor. Bu durum ebeveyni ile de arasının bozulmasına da sebep olabiliyor. Sonuçta en çok çocuk üzülüyor.

Bir dikkat edilecek mevzu da yeni eş ve çocuklar arasında dengeli davranmaktır. Korku ve kaygı ile hareket ederseniz hata edersiniz. Bir taraf için diğer tarafı ihmal etmeyin ya da kötü davranmayın.

Toplumda bir üvey anne ve üvey baba paranoyası var. Bunun etkisinde kalmayın ve yakınlarınızın kışkırtmalarına kapılmayın,

Öncelikle, çocuğuma kötü mü davranıyor, kaygısı ile gözünüz hep eşinizin üzerinde olmasın. Kötü davrandığı varsayımı ile hareket edip onun davranışlarını kötüye yormayın. Açıkça kötü muameleler görmedikçe. Eşiniz çocuklarla kaynaşmak için elinden gelen gayreti gösterdiği halde, haksız bir şekilde sizin güvensizliğinizle karşılaşırsa hem size kızgınlık duyar hem çocuklara kızgınlık duyar, onlar yüzünden sevilmediğini ve mutsuz olduğunu düşünmeye başlar.

En başta yapılması gereken şey güvenmektir. Zaten ilk başta evlilik öncesi iyice düşünüp taşınıp merhametine, ahlakına güvendiğiniz kişiyi tercih etmeye çalışın. Bundan sonrası o da bir insan.  Üvey anne ya da babanın da öz  anne- baba gibi yeri geldiğinde çocuğu uyarma hakkı vardır. Bu durumlarda alınganlık etmek hatalıdır. Ufak tefek problemlere takılmayın üzeriden durmayın. Öz anne-baba-çocuklar arasında da yaşanacak sıkıntılar olduğu gibi sonraki evliliklerde de böyle problemler çıkacaktır. Esas olan daimi ve kasıtlı olmaması.

Bazıları kişiler ise çocukları ile yeni eşe karşı bir çete oluşturabiliyorlar. Biz beraberiz sen ayrısın, dışarıdasın, bizim önceliklerimiz daha önemli mesajı verebiliyorlar, o zaman da evlilik bitiş noktasına gelebiliyor.

Tabii eşinizin çocuklarınıza alenen kötü davrandığını görüp ses çıkarmamaktan bahsetmiyorum.  “Aman güç bela yeni bir evlilik yaptık o da çocuklar yüzünden bozulmasın.” diye çocuklara eziyet ettiğini gördüğü halde eşinden yana olup çocuklarına sahip çıkmayan kişiler de olabiliyor. Ne çocuklar için eşe ne de eş için çocuklara zulmedilmemeli. Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz.

Kısacası çocuklu kişilerin yeni evlilik yaparken iyi düşünüp taşınması lazım. Taraflardan ikisinin de çocuğu kendisi ile yaşayacaksa işler biraz daha zor hale gelebilir. Zira çocuklar arasında rekabet olabilir. Çocuklar kendi anne ya da babasının başka bir çocuğu sevmesini, onula ilgilenmesini ve o çocuğun “anne ya da baba” demesini fazlaca kıskanabilirler. Bunun acısını da hem karşısındaki çocuktan hem de anne ve babadan çıkarabilirler.

Mesela bu yüzden evliliği çatırdayan bir karı-kocayı yakın tanıyan birinden şöyle bir olay duymuştum. Erkeğin üç yaşındaki çocuğu babasının eşine “anne” diyor ve çok seviyor. Fakat kadının onlarla yaşayan on yaşlarındaki çocuğu annesinin bu çocuğu sevmesini ve çocuğun ona anne demesini çok kıskanıyor ve “o sana anne demeyecek” diye tutturuyor. Kadında kendi çocuğunu üzmemek için diğer çocuğa anne demeyi yasaklıyor.Bu arada bu çocuk kendi annesini hiç görmüyor çünkü annesi onu görmek istemiyor.

Bu arada bir parantez açalım çocuğu babada kalan kadınlarda çocuğunu hiç görmeme meselesini çok duyuyorum. Duruma  iyi niyetle bakıp yormak istiyorum. Acaba görüp ayrılmak mı zor geliyor yoksa her ayrılıkta çocuğun daha çok üzüleceğini mi düşünüyorlar bilemiyorum fakat böyle bir gerçek var. Annelerin çocuklarını özlemediklerini zannetmiyorum.

Bu çocuğun annesi de yakın oturduğu halde çocuğunu hiç görmüyor. Kadın “bana artık anne deme” deyince kocası da bu duruma çok bozuluyor o da kadının oğluna soğuk davranmaya başlıyor. Bu yüzden araları bozuluyor.

İki tarafında çocukları onlarla yaşayacaksa evlilik meselesini çok çok iyi düşünmek lazım. “Kocaman bir aile olacağız” cümlesi kulağa hoş geliyor fakat çocuklar kendi kardeşleri ile bir olup evin içinde iki cephe oluşturabilirler. Çocukları  idare etmek zannedildiğinden daha zor olabilir.

Bir de önceki evliliğinden olan çocuklarını dilediği zaman görme hakkı olduğu halde karısının korkusundan hiç görmeyen ya da çok az gören babalar var. Bu babalar bilsinler ki o evlatlara yapmadıkları babalıktan ahirette hesaba çekilecekler. Bir baba bütün evlatlarından sorumludur. Çocuklar için baba güvendir, dayanaktır. O dayanağı yıkmasınlar. Kendileri yeni evliliklerinden olan çocuklarla ya da yeni eşlerinin çocukları ile babalık duygularını giderebilirler fakat baba yolu gözleyen diğer çocukların baba ihtiyacını kolay kolay kimse kapatamaz.

Bu konuda erkeğin ilk evliliğinden olan çocukları ve yeni evliliğinden olan çocukları ve varsa eşinin çocukları arasında adaletli davranması lazım.

Çocuk sevmek ve sevindirmek çok sevaptır. Müslümanın bu bilinçle hareket etmesi lazım. Kişinin eşinin çocuklarını sevmesi koruyup kollaması onlara hizmet etmesi Allah indinde kıymetlidir. Fakat kendi çocuklarını da ihmal etmemelidir.

Kadın olsun erkek olsun kendine güvenemeyen başkasının çocuğunu sevemem ya da sahiplenemem diye düşünenlerin çocuğu olan biri ile evlenmemesi gerek. Zira bu hem eşe hem kendine hem çocuklara eziyet olur. İyi düşünüp öyle karar verilmeli.

Özetle sonraki evliliklerde eş ve çocuk arasında kalmamaya özen göstermeli, birini tercih ederek diğerini incitmemeli, ikisi ile güzel bir idare yolu tutmak için gayret sarf edilmeli.

Sema Maraşlı 

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun

Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun

Yazar Ümit Şimşek kişisel web sitesinde evlilik ile alakalı çok ilgi çekici ve gençlerin mutlaka okuması gereken bir yazı kaleme aldı. Yazısı şöyle ;

Genç nesillerin düşmana ihtiyacı yok; onlar kendi kuyularını elleriyle kazıyorlar. Birçoğunun belki hiçbir geleceği olmayacak; bugünkü çizgilerini aynen devam ettirdikleri takdirde, nesilleri, kendileriyle beraber sona erecek.

Gençlerimiz evlenemiyorlar — eş yokluğundan değil, alternatif çokluğundan. Tüketim çağının getirdiği “maksimize etme” alışkanlığıyla, tıpkı bir kazağın en iyisini en ucuza alabilmek için birkaç düzine mağaza dolaşır gibi, hayallerindeki eşi bulabilmek için de yaptıkları görüşme ve elemelerden elleri boş dönüyorlar. Adaylardan kiminin yaşı, kiminin kaşı, kiminin boyu, kiminin soyu aranan özellikleri tutmadığı için, ellerindeki sayılı yılları sayısız aramalarda harcamaya devam ediyorlar.
Sonuç:
Her iki tarafta da birbirini arayan, fakat bir türlü buluşamayan eş adayları.
Veya bir tarafta hayat arkadaşını bekleyenler, diğer tarafta da mümkün olan en karlı alışverişi yapmak için pazar araştırması yapan tüketiciler.
Ve mutlu bir yuvanın kuruluşunda harcanmaya layık iken beyhude arayışlarla heba olan hayatın en güzel yılları.
**
Son yıllar, eş seçiminde aranan özelliklere bir de “elektrik” şartını ekledi. Eş adayları evliliği beyaz eşya türünden bir alet olarak gördüklerinden midir, bilinmez, ama artık trafolarda aranacak şeyi birbirlerinde arıyorlar; çoğu zaman da görüşmeler, öyle uzun boylu kaş-göz, boy-pos değerlendirmelerine girişmeden, kısa ve net bir ifadeyle sona eriyor: “Elektrik alamadım.”
Belki de bu, karşı tarafa “Senin şu tarafını beğenmedim” demekten biraz daha haysiyet kurtarıcı bir formül sayılabilir; ama yine de bir arızanın işaretini vermiyor mu? Pek muhtemeldir ki, elektrik alamayan gencin devrelerindeki bir arıza, akımın iletilmesini engellemiş; yahut alınan elektrik, uyaran çokluğu ve aşırı yüklenme yüzünden duyarsızlaşan bünyelerde bir tesir uyandırmamış olsun.
Ne olursa olsun, söz konusu geçici bir beraberlik değil, sonsuza kadar sürmesi beklenen bir aile olduğuna göre, bu işi anlık voltaj ölçümleriyle belirlemeye kalkmak kadar yanlış bir yöntem düşünülemez. Ömürler gençlik hülyaları içinde geçecek değildir; zaman içinde hayatın inişleri ve düşüşleri de yaşanacak, hastalık ve ölümler, sıkıntı ve darlıklar başa gelecek, bu arada ilk günün voltajı çoktan düşmüş olacaktır. Anne veya babanız bakıma muhtaç hale geldiğinde, vaktiyle servi boyuna veya ela gözüne bakarak alıp eskittiğiniz dilberden nasıl bir davranış göreceksiniz?
***
Eğer bugünün gençleri — özellikle dindar gençler — yarının adı sanı unutulmuş, nesilleri kesilmiş yoklukları haline gelmek istemiyorlarsa, bir an önce Batı medeniyetinin kendilerine biçtiği “tüketici” rolünden sıyrılıp “mü’min” kimliğine kavuşmak zorundadırlar. Kadere inanmak da imanımızın bir rüknüdür; bunu unutmayın ve yaşanacak bir hayatın bütün ayrıntılarına hakim olmak gibi bir hevese kendinizi kaptırmayın. Böyle yaparsanız, hayatın en ağır yükünü omzunuzdan atmış olacaksınız, buna inanın.
Hiç mi araştırmayalım diyeceksiniz.
Araştırın. Fakat öyle uzun boylu araştırmayın. Gözünüz geçici değil, kalıcı özelliklerde olsun. En önemlisi, “Benim seçtiğim eş” olarak değil, “Allah’ın benim için yazdığı arkadaş” olarak bakın. O zaman, bilinmeyenler, tıpkı sürpriz bir armağan paketi gibi, bu seçimi sizin için daha da hoş hale getirecektir. Bu tavsiyelerimiz, ebediyete talip olanlar ve huzurlu ve mutlu bir yuva kurmak isteyenler içindir.
Başına bela alıp da hayatını zehir etmek isteyenler ise daha iyisini arayadursunlar. Eğer bir yanlışlık yapıp da evlenecek olsalar bile, ömürleri boyunca “daha iyilerini”görmeye ve yapmış oldukları seçim için hayıflanmaya devam edeceklerdir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de evliliği şu şekilde tarif eder ;bediuzzaman


“Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.” 

İnternette tıklanma rekoru kıran bu resmin gördüğü ilgi, hepimizin içinde yatan bir özlemi yansıtıyor. Batı medeniyeti kendi değerlerini bizim zerrelerimize kadar işlemek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, varlığımızın ta derinlerindeki birşeyler, bize, asıl özenilecek değerlerin orada değil, bizim olduğumuz yerde bulunduğunu fısıldamaya devam ediyor. Ve o fısıltı, fırsat bulduğu anda, dünyanın bütün gürültülerini bastırarak kendisini bize dinletiyor.
***
Resim, iki güzelliği bir arada önümüze seriyor. Bunlardan birisi, yaşlılığın güzelliğidir. O da, Yer ve Gökler Rabbinin bahar mevsiminde dağları ve ovaları boyamakta kullandığı gelincik ve sarı çiçeklerden meydana gelen bir fon üzerinde sunulmuştur.
Yaşlılık, Batı’nın batıl ölçüleri içinde, güzellik kavramıyla en son barışabilecek bir hadisedir. Çünkü onların gözünde değer ifade eden güzellikler ancak maddi güzelliklerdir; o da zaman içinde pek çabuk tükeniverir. Gençlik geçer, sağlık elden gider, güzellik yerini günahların çirkin izlerine terk eder. Fakat Batı medeniyeti yaşlıları bütünüyle gözden çıkarmak da istemez; çünkü onlar da cepleri boşaltılacak bir kesim olarak ortada durmakta, hatta ömür ortalamasının artmasıyla birlikte sayıları da artmaktadır. Onun için, tüketim toplumunun mühendisleri, yaşlılara birşey pazarlayacakları zaman, önce onları “genç olduklarına” ikna ederler, sonra da onların genç gibi yaşamak için muhtaç oldukları şeyleri kendilerine satarlar.
Bizim dünyamız ise hep güzelliklerle doludur. Burada sadece güzellikler yer değiştirir, o kadar: gece ile gündüzün ve mevsimlerin güzellikleri gibi. Gençlik de giderken yerini yaşlılığın güzelliklerine bırakır. Bu yüzdendir ki, onların yaşlıları çirkinleşirken, bizde yaşlananlar daha başka güzelliklere bürünürler. Simasını yılların secdeleriyle nurlandırmış ak sakallı bir dedenin yahut beyaz yemenili bir ninenin mübarek yüzünden daha fazla seyredilmeye layık hangi şey vardır bu dünyada?
***
Resmin ikinci güzelliği, bir muhabbet tablosu halinde karşımızda beliriyor. Fakat bu arzi, beşeri, maddi bir sevgi değil, başka alemlerden kokular taşıyan İlahi bir muhabbettir. Onun da adresini ayet-i kerimeden alıyoruz:
“Hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza muhabbet ve merhamet vermesi Onun ayetlerindendir.” (Rum, 30:21.)
O muhabbet semadan anne ile babanın arasına iner, fakat orada kalmaz. Çocukların her biri ile anne ve baba arasında ayrı ayrı bağlar halinde çoğalır. Derken kardeşler arasında, derken her bir evlat ile teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, dedeler, nineler arasında ayrı ayrı sevgi bağları olur. Bu rahmet ve muhabbet deryasında her bir fert, kendisini sayısız sevgi haleleriyle kuşatılmış bulur.
Liste böylece uzayıp giderken, hiçbir muhabbet, bir diğerinin kefesinden birşeyi noksanlaştırmaz. O muhabbetlerin hepsi de semavi ve nurani bir kaynaktan beslendikleri için, bölünmekle eksilmez, bilakis paylaşıldıkça artarlar. Yaşlanan ve yıpranan bedenlerin de böyle bir muhabbete zararı dokunamaz; yarım asır sonra o muhabbeti, daha da renklenmiş ve zenginleşmiş olarak, bir gelincik demeti halinde elden ele, gözden göze alınıp verilirken seyredebilirsiniz.
***
Bir gelincikte bütün gelincikleri, bir baharda bütün baharları birden gören gözler, bir dede ile ninenin muhabbet alışverişinde de kainatın bütün muhabbetlerini birden seyredebilirler. Zerreler aleminde parçacıkları, göklerde yıldızları birbirine bağlayan şey, o semavi hakikatin cemadat diline tercümesinden başka nedir ki? Bunlardan birine elektrik, diğerine çekim gücü adını veren bilim, bir tabloyu bize anlatmış olmaz, sadece tablonun bezinden, boyasından, tahtasından bahsetmiş olur, o kadar.
Ebedi hayat arkadaşları arasındaki muhabbet alışverişini bir “elektrik” hadisesi olarak görenlerin de cemadat lisanından zişuur lisanına yükselmedikçe bu hakikati anlamaları pek güçtür.
Kaynak : yazarumitsimsek.com
www.NurNet.Org

Hepsi İçin İrade Gerek

Evlenmek de, evliliği devam ettirmek de,düzgün ayrılabilmek de,  anne baba olmakta, yanlış ilişkilerden uzak kalmakta irade ister. O sebeple son dönemlerdeki gündemi, yasaya katılmak ya da katılmamak ekseninden kendi gündemimize taşıyacak olursak irade temelli bir ebeveynlik anlayışından söz etmeliyiz diye düşünüyorum.Bu hem hali hazırdaki sorunları değerlendirirken hem de ileriye dönük ilişkiler açısından önemli bana kalırsa.

Bir insandaki irade inşası ahlaki yargıların belirlenmesinde de önemlidir. Bu duruş sadece o an istediğimiz için bir karar vermek yerine, verilen kararın sonuçları ve bedelleri üzerinden bir adım atmayı gerektirir.

Çocukluğundan itibaren “yapabilirlilik” ekseninde inşa edilmemiş bir yetiştirme biçiminin bedelini, sonrasında hem yeni kurulan aileler hem de yeni doğan çocuklar ödüyor ne yazık ki. Üstelik çocuklar yapabileceklerine çok inanıyorken, mücadele ediyorken, yetişkinlerin buna engel olmasıyla şekilleniyor bu iradesizlik.

Yemeğini kendi yemesinden, ayakkabını bağlamasına, kıyafetlerini giyebilmesinden, ödevlerini kendi başına yapabilmesiyle başlayan, sonrasında aşama aşama şekillenen bir ebeveynlik tercihinden bahsediyorum. Ya da bunların yapılmasına müsade edilmeyen ebeveynlik tercihinden.

Bir yanda müthiş bir pedagojik bilgi yağışı varken, diğer yanda bu bilgilere ısrarla kulaklarını tıkayan bir duruş devam ediyor.

Yetişkin olduğu halde, hazlarını öteleyebilecek bir iradeye sahip olmayan, istediği herşey hemen olsun diye direten, zararlı alışkanlıklarını terk etmek konusunda çaba sarf etmeyen, evliliği yürütmesine, çocuk büyütmesine müsadele edilmeyen insanların irade sahibi çocuklar yetiştirmesini beklemek oluyor dolayısıyla bu duruş.

Oysa küçük yaştan itibaren, zaman kavramıyla tanışan, ihtiyaç dışı istekleri hususunda bekleyen, kendi sorumluluklarını alabilen çocuklar evliliğe de, çocuk yetiştirmeye de, ilişkilerinde arızalar çıkaran alışkanlıklara da başka bir bakışla ve iradi bir duruşla bakabilirler.

Efendimizin evlenmeye gücü yetmeyen bekarlara oruç tutmasını tavsiye etmesi de, kaynağını “ irade eğitiminden” alıyor. Zira oruç en iyi irade eğitimlerinden biridir. Hem çocuk için hem yetişkin için.

Ben bu sebeple küçük yaştaki çocuklar için “Evlenmesinde zina mı yapsın?” tercihinin birbirini karşılamadığını düşünüyorum. Her ikisini de yapmadan devam edenler olduğuna göre, bunu belirleyenin salt bu iki seçenek olmadığı da ortada. Ya da evlilik tercihinin salt bu seçenekle şekillenmediği…

Ben toplumumuzun evlilik algısı konusunda çok fazla yolunun olduğuna inanıyorum. Zira her şeyim tamam olsun yaşı ile, gözü karalılık yaşı arasında gidip geliyor evliliğin seyri. Oysa daha iradeli ve sorumluluk sahibi bir evlilik niyetinden konuşmalıyız öncelikle. Ki sonrasında nesillerin devamını arzu ettiğimiz bir toplumsal dinamikten, salt haz odaklı bir sistem devşirmeyelim. “Bunu sevdik evlendik” vurgusu için yapıyorum özellikle. Sevgiyi besleme bilinci ve iradesi kazanamamışsa çiftler, o zaman “ Başka birini sevdim” ya da “ Sevmiyorum boşanıyorum” ucuna savrulması yaşayabiliyorlar.

Eğer bir mağduriyet gidermek ise niyet, var olan haliyle yaşanan mağduriyetler de göze alınmalı. Ekonomik olarak hala ailelerine bağlı olan, reşit olmadığı için hakları olmayan, kültürel baskıları iliklerine kadar hisseden beyler, şartlar değiştiğinde, eşlerinin yanına döndüğünde yani, yepyeni mağduriyetler üretmeyeceklerinin güvencesini verebilmeliler.

Zira evlilik, sevmek dışında pek çok kolonla ayakta duruyor. Bana kalırsa, diğer kolonlar sallanırken, tek bir kolonunu sağlamlaştırmaya çalışmanın sıkıntısını ve yanlış algısını yaşıyoruz son gündemle.

O yüzden iradeli çocuklar yetiştirmeyi, önceliklerimiz arasında almalıyız. Aileler, eğitim dünyası ve din adamları bunun üzerine çözüm yolları üretmeli.

Yoksa evlilik çocuk oyuncağına dönme riskiyle karşı karşıya kalıyor.

* Bu arada yine bir konuya odaklanıp diğer mağdurları görmezden geldik. Halbuki, çocukları için çaba sarf eden babaların ve babalarıyla zorla görüşebilen çocukların da mağduriyeti de konuşulmuştu komisyonda. Bakınız yine bunu konuşamıyoruz. Evlenmeyi de ayrılmayı da, ardımızda bir mağdur olmadan becerebilmenin adı ” irade” işte bu sebeple…

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

“Tereddütün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor.”

Gittikçe artan boşanma oranları; evliliklerde sadakat ve sabrın kaybol­maya başladığının işaretlerini veriyor. Bizler de konuyu Çift Terapisti Klinik Psikolog Ayşe Yıl­maz ile konuştuk.

 Evliliklerde sabır, tahammül ve sadakatin azalmasıyla ilgili görüşlerinizi almak istiyoruz. Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle evlilik yapmadan önce bireyin kendini tanıması, açmazla­rını, zaaflarını, temel ve duygusal ihtiyaçlarını, güçlü ve zayıf yönle­rini bilmesi önemli. Sadece davra­nışsal boyutta değil de duygusal boyutta da kendisini tanıyan kişiler evlilikten ve evleneceği kimseden ne beklediğini bilerek yola koyu­lur. Kendini tam olarak tanımayan, kimle birlikte ve hangi durumlarda yapamayacağını bilemeyen, çocuk­luk dönemin doyurulmamış olan ihtiyaçlarını fark etmeyen kişiler, bu ihtiyaçları tamamlayamayacak kişileri bilinçdışı olarak seçebiliyor­lar. Kendini tanıma, ihtiyaçlarını ve beklentilerini bilme tarafını çalış­mış olan kimseler bu ihtiyaçlarına hitap edebilecek kişileri seçebilirler ve evliliklerinde sıkıntı olmaz.

 Kendini tamamlayacak kişi­ler…

Evet, temel ihtiyaçlarını karşı­layabilecek kişiler. Tabi ki problem olmaz dediysem; iki farklı beyin, iki farklı cinsiyetin aynı evin içerisine girmesi zaten problem olabileceği­nin göstergesi ve bu normal. Kar­deşinizle, ailenizle bile ara ara bazı sıkıntılar yaşabiliyorsunuz.

Bazı sıkıntılar olmasını abartmamak lazım; fakat bazen şu olabiliyor: İnsan kendini tanıdığını zannede­rek evleniyor; fakat aslında kendini tanıma sürecine evlendiği zaman giriyor. Eşini tanırken kendisini tanıyor. Evlendiğinde yaşadığı ça­tışmalarla temel ve duygusal ihti­yaçlarını, doyurulmamış taraflarını görmüş oluyor.

özellikle evliliğin ilk beş yılı kişilerin birbirlerini ken­dilerini tanıma ve adapte olabilme dönemi. Kritik bir dönem aslında; çiftler bu dönemde duyguların yo­ğunluğuyla güzel bir dönem yaşıyorlar; fakat bununla birlikte doyurulmamış, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını eşinin karşılayamadığını gördüğü zaman içinde büyük duygusal reaksi­yonlar verebiliyor. Burada kişinin duygusal reaksiyon vermeyip, “Ben burada ne hissediyorum, neden kaygı, olumsuz duygu ya da çatışma yaşama ihtiyacı his­sediyorum?” sorusuna odakla­nıp bunu kendi içinde çözmeye çalışması ve eşiyle doğru ileti­şim yoluyla çözmesi çok önemli. Eşini suçlayarak, aşağılayarak, eleştirerek, eşine duvar örerek vs. olumsuz iletişim yollarını kul­lanmadan, olumlu bir yaklaşımla eşini anlaması, ona kendini an­latması ve beklentilerini ifade etmesi önemli.

 Evlilik demek; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek…

Kişiler evlenmeden önce ben yani birey olarak ya da aileleri­nin bünyesinde bireyleşememiş olarak yaşayabiliyorlar. Evlilik; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek. “Ben” demeye devam ediyorsa bir taraf, “Ben ve benim ihtiyaç­larım… Benim istediğim olacak. Sen benim ihtiyacımı karşılaya­caksın. Sen benim uzantımsın. Sen benim için varsın.” gibi al­gıları varsa; bu, karşı tarafı da kilitler. Bencillik ilişkiyi kilitleyen bir durumdur. Bencilliği sonlan­dırmaya, ben yerine biz olmaya odaklanmak önemli.

Bunu da tabi olumsuz iletişim yollarını kullanmadan tanıma, anlama, anlatma ve doğru iletişim kurma yoluyla yapabiliriz. Tabi ki özel­likle evliliğin adaptasyon döne­minde problemler olabilir. Bura­da problemi tanımlayıp çözüm odaklı olabilmek çok önemli. Kişiler karşılıklı olarak memnun olabilmelidir. Yani ben buna ka­zan-kazan dengesi diyorum. Yani çiftlerden biri o ilişkiden devamlı besleniyor, o kazan konumunda diğeri de kaybeden konumun­daysa bir süre sonra o ilişkide bir çatal olmaya başlıyor, bir taraf büyüyor diğer taraf küçülüyor, bir süre sonra o küçülen taraf problem olmaya başlıyor.

İlişki­nin başında kontrol kimdeyse bir süre sonra kontrolü diğer taraf alıyor. Ya istediğini vermiyor ya daha mutsuz ediyor ya da ilişki­yi bitirme kararı alıyor. İlişkinin başından itibaren kazan-kazan dengesini korumaya çalışmak iki tarafı da memnun edecek ve ilişkiyi de güdebilecek bir şeydir.

 Bencil olmamak, biz olmaya çalışmanın içerisine saygı da gi­riyor, diyebilir miyiz?

Evet, elbette öyle. Evliliğin başı, güven temelinin atıldığı bir dönem. Bu dönem sevgiyle, insanların duygusal yakınlaşma­sıyla başlıyor. Tanışma dönemin­de ve evlenme ânında artık bağ kurma ve güven duygusu oluşu­yor. Çiftlerden biri devamlı kendi ihtiyacına odaklı biriyse güven duygusu zedelenmeye başlıyor. Bu ilişkiyi krize sürükleyen bir şey. Güveni sağlayabilmek için iki tarafın da bu ilişkiden bes­lenme hakkının olduğunu bilmek gerek. İlişkiyi iyi hale getirecek şey saygıdır. Saygıyı oluşturan şey ise “Karşımdaki kişi benden farklı bir birey, benim gibi dü­şünmek zorunda değil, benim her istediğime, her ihtiyacıma karşılık vermek zorunda değil, o benim uzantım değil.” gözüyle bakabilmek. Bu da saygıdan doğan bir şey. Ve saygıyı büyüten en önemli şeylerden biri de doğ­ru iletişim kurmak. Sevgi konu­sunda ise, herkesin sevgiyi ifade etme kanalları farklı. Kimisi sev­gisini hediye alarak sunar, kimisi konuşarak, kimisi yüze bakarak, kimisi dokunarak vs… Çiftlerden biri “Ben nasıl sevildiğim zaman kendimi sevilebilir ve değerli hissediyorum” a odaklanırsa ve eşinin de sevgi alma yolunu bul­maya çalışırsa kendi ihtiyacına cevap verme ihtimalini arttırmış olacak. Bunlar tabi deneyimle­yerek öğrenilecek şeyler. Yani aslında şöyle diyoruz biz; mutlu evliliğin yolu bireylerin sağlıklı ol­masından geçiyor. Özellikle 0–3 yaş dönemde anneyle bağlan­mayı iyi yaşayamamış ya da an­neden bağımsızlaşamamış ya da baba otoritesi altında ya da anne-baba çatışmasına maruz kalmış olan bireylerin kendi evliliklerin­de kriz yaşama riskleri vardır. Ne kadar çok severek ve hayallerin­deki insanı bulduğuna inanarak evlenmiş olsalar da, eğer kendi ailelerinden ya da çocuklukla­rından getirmiş olduğu sıkıntılar varsa mutlaka evlenmeden önce danışmanlık almaları gerekir.

 Mesele doğru insanı bulmak mı?

Biz şunu yapıyoruz; doğru in­sanı bulalım, karşımızdaki kişiyi doğru insan yapalım, o ilişki gü­zel olsun… Genellikle bize tera­piye gelen çiftlerimiz “Eşimi de­ğiştirin, benim kafamdaki, benim bu ihtiyacıma cevap veren insan olsun!” beklentisiyle geliyor; ama iki taraf da aynı beklentiyle gel­diği için o ilişkinin dönüşmesi zor oluyor. Birey; “Ben ilişkimi dö­nüştürmek için kendimde neleri dönüştürebilirim” e odaklanırsa o zaman dönüşüm başlıyor. Çün­kü insanın kendini değiştirmesi gerçekten zor ve sancılıdır. İnsan mekanizması muhafazakâr olu­yor. Anne-babasından görmüş olduğu iletişim biçimiyle ya da annesiyle veya babasıyla kur­muş olduğu iletişim biçimiyle eşiyle bağ kurmaya çalışıyor. Ör­neğin: Anne-babasına çok yakın olamamış, babasının dünyasına girememiş bir kız çocuğu büyü­düğünde dünyasına giremeyece­ği, ona yakın olamayacağı bir eş seçebiliyor. Ya da yakın olmaktan korkuyor. “Annesinin kucağından inememiş.” diyorum ben bunla­ra. Annesine bağımlı kalmış olan bir erkek çocuğu, büyüdüğü za­man yine annesini kendi ailesine müdahale ettireceği için kendi ailesinde sıkıntılar oluşturmaya sebep olabilir. Yani evlenmeden önce birey olmak, kendi anne-ba­basıyla çözümleyemediği me­seleleri çözümlemeye çalışmış olmak önemli. Farkında değilse de zaten evlilik “Senin bu tarafın eksik, şu özelliklerinin törpülen­mesi gerekiyor.” diye ayna tutu­yor insana. Ve kişi bu aynayı alıp kendine çevirdiğinde; “Evet, ben hangi özelliklerimi değiştirmek istiyorum? Bana ve ilişkime yara­yacak şekilde neyimi değiştirmek ve dönüştürmek istiyorum?”diye sorduğu ve bu gözle bakmaya başladığı anda hem daha sağlıklı ve olgunlaşmış bir birey olacak, hem de ilişkisini sağlıklı hale ge­tirdiği için doyumlu bir ilişki yaşa­mış olacaktır.

Şu önemli; “Eşim benim ter­cihim, kaderim, Allah’ın takdir ettiği emanet. Kusurlarıyla, ek­siklikleriyle, hatalarıyla eşimi ka­bul ediyorum.” algısıyla evliliğin içinde kalıp bütün çıkış yolları­nı kapattığınız zaman bir süre sonra eşiniz değişmeye başlıyor. Evliliğin temelinin atıldığı ve güven duygusunun oluş­maya başladığı bir dönemde; evli­liğin içindeki problemleri ailelere çok taşırı­yorsanız, bir sıkıntı olduğu anda evi terk ediyorsanız, küçük bir meseleyi büyütüyorsanız, yanlış iletişim yollarını kullanıyorsanız o evlilik yanlış yola girmiş oluyor maalesef. Ve eşlerin kafalarında tereddütler oluşmaya başlıyor. Tereddüdün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor. Zih­nin bir tarafında soru işaretleri oluşturacak, sevgi ilişkisine ve evliliğe zarar verecek olan şeyle­re dikkat edilmeli.

 Peki, aile büyüklerinin tavrı nasıl olmalı?

Mümkün olduğunca aileleri müdahale ettirmemek yetişkin davranışının göstergesidir. De­vamlı evliliğine ailesini müdaha­le ettiren kişinin, sınır problemi vardır ya da bağımlı kişilik yapısı­na sahiptir. Kendisine çok müda­hale edilmiş olan kişiler ailesine müdahale ettirebiliyorlar; özel­likle erkeğin ailesine müdahale ettirmiş olması o ailenin denge­lerini tamamen bozuyor. Ailesini, bilhassa annesini eşine müdaha­le ettirmemek, arada denge ku­rabilmek çok önemli

 Erkeğe çok iş düşüyor diyorsu­nuz yani…

Evet, ama ağır kritik tablo­lar yaşanıyorsa, “Ne yaparsam yapayım bu mevzuyu çözemiyorum.” dönemine girildiyse objektif olabilecek, iki tarafa da nötr bakabilecek kişi hakem ola­rak tayin edilebilir.

 Ailede hakem tayin etmek di­nimizde de yeri olan bir şey, ama eksik bırakılıyor maalesef…

Evet, bizim evlilik terapisti hocamızın bir sözü vardı: “Aileler Yahudi gibidir; ailenin içine giren bir daha çıkamaz” demişti. Çok doğrudur, gerçekten çiftler ken­di aralarında problem yaşadıkları zaman birbirlerine karşı bağlılıkla­rı, duygusal çekimleri itibariyle bir süre sonra problemi aşabiliyorlar. Fakat aileler işin içine girdiği anda bu aşılamıyor. Mümkün olduğun­ca işin içine sokmamak önemli; ama çift terapisti, üçüncü bir kişi olarak, kişilerin geçirdiği o ilişki­nin sistemine baktığı için ilişki­nin yola girmesini sağlayacaktır. Çünkü bir evliliğin içerisinde sa­dece iki kişi yaşamıyor, o kişilerin anne ve babaları da var ve aslında anne-babalar ile kurulmuş olan ilişkiler işin içine giriyor. Bunu dı­şarıdan biri göremeyecektir; ama profesyonel anlamda çift tera­pistleri bunu görürler ve evliliğin içinde dengeyi kurabilirler. İlk iki yıl adaptasyon dönemi olduğu için problem olabilir; fakat hâlâ çözümlenemeyen meseleler var­sa çiftlerin aile terapisi almalarını tavsiye ederim.

 Üçüncü bir göz olarak uzman, o hakem rolünü üstlenecek di­yebiliriz. Peki, çiftler beraber mi geliyor yoksa teker teker mi alı­yorsunuz? Sizin önünüzde de kavgalar oluyor mu?

Çift olarak alıyoruz. Amacımız ilişkinin iyileşmesi, ilişkinin için­de o bozulan dengelerin oturma­sı ve sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğretmek. Bu denge oturduğu zaman zaten kaldığı yerden de­vam ediyor. İlişki nasıl başlıyorsa öyle devam ediyor, eğer olumlu bir müdahale yoksa.

 Biraz açar mısınız?

Evliliğin başında adil hakka­niyetin olmadığı bir ilişki varsa, güven problemi oluştuysa, say­gı yitimi olduysa ya da doğru iletişim kurulamadıysa, ilişkinin kontrolü sadece bir taraftaysa, bir taraf ‘ben’ diyor diğer taraf da onun ihtiyacına odaklı ilişki ku­ruyorsa, bu ilişki yanlış başladığı için yanlış devam edecektir. Ya da bir süre sonra kontrolü diğer taraf ele alacak ve yine ilişki ra­yına oturamayacaktır. Yani den­geyi kurabilmek için profesyonel destek almak önemli.

 Danışmanlık hizmetini alanla­rın başarı oranı nasıl? Boşanmak­tan kurtardığınız aileler var mı?

Her aile boşanma niyetiyle gelmiyor. Kriz oluşmadan, baş­tan tedbir almak amaçlı gelen çok bilinçli aileler var. Kriz sü­recinde ne yapacağını bileme­yenler var. Ya da tam boşanma öncesinde, “Artık yapamıyoruz. Bu evlilik dönüşecek mi, dönüş­meyecek mi?” veya “Boşanmak istiyoruz bize yardımcı olun.” di­yenler var. Ailenin neye ihtiyacı varsa ona göre müdahale etme­ye çalışıyoruz.

 Toplum sağlığı için çok önemli bir hizmet yapıyorsunuz. Çiftle­re son nasihatleriniz varsa ala­biliriz.

Şöyle diyelim: Bireyler; “Ben eşimi bana Allah’ın emaneti ola­rak görüyorum ve eşim bana, beni gösterecek ailem. Eşim be­nimle alakalı bir şeyler söylüyor­sa ona hissettirdiğim bir şeyler vardır, gerçeklik payı vardır. Bu benim kişisel anlamda olgunlaş­mam ve gelişmem için fırsattır. Bu fırsatı bana sunduğu için eşi­me minnettarım. Ben bu süreçte acı da zorluk da çeksem eşimden çok şey alacağım. Bireysel ola­rak olgunlaşacağım ve ne olursa olsun eşimi kendi olarak özüy­le seveceğim ve ilişkinin dışına çıkacak tüm kapıları kapataca­ğım.” diyebilirse bu evlilik inanın zamanla huzura dönüşecektir. Evlilikler gerçekten cennet bah­çesine dönmüş olur, eşler el ele tutuşarak, ‘biz’ duygusuyla Al­lah’a doğru yürüyebilirler.

Yasemin GÜLEÇ

KAYNAK: Bizimaile

wwwNurNet.org

Evlilikte Niyet ve Gayret

Akra Fm de ilk programda “Niyet ve Gayret”i konuştuk. Programların devamında evlilik hayatına geçmeden, evlilik öncesi ile ilgili konuşmaya bir süre daha devam edeceğiz inşallah.

Niyet konusuna gelince en büyük hatamız sadece iyi niyetin bize yeteceğini zannetmemiz. Pek çok dindar kişiden şu sözü duymuşumdur. “Eş seçiminde ilk tercihim dindar olmasıydı. Ne malına ne mülküne, ne boyuna ne bosuna baktım. Pek çok eksiği görmezden geldim.  Dindar olduğu için tercih ettim, niyetim Allah rızası idi fakat mutlu olamadım.”

Niyet gayretle tamamlanmıyorsa eksik kalır. Mesela akşamdan ertesi gün için oruç tutmaya niyet ediyorsunuz fakat ertesi sabah kalkıp kahvaltı yapıyorsunuz. O niyetin size bir faydası olmaz ancak bir engelden dolayı yapamadığımız niyetlerin sevabını alırız.

Dindar kişiler, evlilik için güzel niyetler kuruyorlar fakat gayretleri eksik. Mesela dindar bir genç kız evliliğe niyet etmişse saliha bir eş olmanın şartlarını da araştırmalı öğrenmeli ve zihnen buna hazır olmalı. Aynı şey erkek için de geçerli. Evliliğe niyet eden erkek kavvam olmanın şartlarını bilmeli ve zihnen buna hazır olmalı ki evlendiğinde hayata geçirebilsin.

Dindar gençler iyi niyetlerle evleniyorlar fakat evliliklerini genellikle dinin değil, nefislerinin isteğine göre şekillendiriyorlar. Mesela genç kız evlenirken her şeyin en uygunundan en sadesinden alıyor, erkek tarafını maddi olarak zorlamıyor, nişanı düğünü her şey İslami usullere uygun oluyor fakat evlendikten sonra kocasını evin reisi olarak tanımıyor, sürekli kocasını eleştiriyor, evde sadece kendi istedikleri olsun istiyor, Peygamber efendimizin saliha eş tanımında hiçbir özelliği taşımıyor, her gün bir kavga çıkarıyor.

Ya da erkek kızın boyuna bosuna dış güzelliğine bakmıyor hatta onu fiziksel olarak beğenmiyor fakat sadece dindar olduğu için evleniyor. Fakat kendi nasıl kavvam olması gerektiğini bilmiyor. Ya karısının her dediğini yapıyor ya da karısı yokmuş da halâ bekarmış gibi kendi kafasına göre bencil bencil yaşıyor kavvam olamıyor. Eşi ile bir problem yaşadığında nasıl çözmesi gerektiğine bile kafa yormuyor. Sonra da Peygamber efendimiz evlenirken dindar olanı tercih edin buyurmuş, öyle yaptım fakat huzurlu bir yuvam olamadı diye şikayet ediyor.

Evlenirken dindar olanı tercih etmek, kişinin kendi sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Sen dindar bir eş gibi davranmıyorsan, eşinin dindarlığı tek başına seni mutlu etmez. Önce dindar bir eşin nasıl davranacağını öğren, kendi sorumluluklarını bil, onları yap o zaman farkı görebilirsin.

Niyeti gayret ile tamamlamıyorsak cennet isteyip cehennem için çalışan kulun halinden bir farkımız olmaz.

Sema Maraşlı – cocukaile.net