Etiket arşivi: evlilik

Evlilik bir ibadettir !

Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.

Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. [1]

Malumdur ki insan sosyal bir varlık olması ve Adem (a.s.)‘dan bugüne ve bugünden berzah aleminin kapısı olan kabre kadar da böyle olacaktır. Cemiyetten istifa edip yerin altına hendek kazıp saklanmak imkanı da yoktur.

Cemiyetten/sosyal hayattan ayrılması söz konu olmayınca bu hayat içerisinde insan kendi efkar ve mizacına dair kimseler olup kendi hayatını ve efkarını daha rahat ve kendi alemine renk katması için kendisi kimseler arar.

Bu hali ile insanın ihtiyacını bu manada tatmin edecek en büyük şey ise ailesidir, aile hayatıdır. Nitekim “Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden,kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”  [2]

Aile hayatı ise “İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.” [3]

İnsanı düşünecek olursak kim olursa olsun ne iş yaparsa yapsın kendi alemini paylaşacak birisini ister. Bu kimsenin de ömür boyu ve ahirette de devamlı olarak yanında olmasını ister bu her insanın düşüncesidir. Bu kimse ise insanın hayat arkadaşıdır. Çocuklarının anne/babasıdır.

Böyle bir vaziyette birisi elbette tefekkürünü, tezekkürünü, hayretini, şevklerini, neşesini, gamını, kederini hülasa her şeyi paylaşacağı her an yanında olmasını isteyecektir. Lakin ömür boyu söz konusu ise bu ancak ve ancak refika-i hayatıdır.

Bir insanın refika-i hayatı ise erkek olsun kadın olsun onun hayatının tamamını kapsayacak surette olmalıdır.

Erkek ve kadın arasında irtibatın sağlam olması ise çok ehemmiyetlidir. Bu irtibatı samimiyeti kıracak şeylerden de uzak durulması gerekmektedir. Bunu sadece sosyal medya olarak değerlendirmemek gerekir. Mesela birkaç şeyini söyleyecek olursak boşanan kimselerle çok zaman geçirmek, mahremiyete dikkat edilmeyen düğünler, gösteriş meraklısı kimseler ve onların ev ortamları. Bunların hepsi evliliği dinamitleyen sebeplerdir.

İnsan evine girdiği zaman sanki ilk günkü heyecanını hissedebilmesi çok ehemmiyetlidir. Sadece dünya hayatında bir yoldaş olarak bakılmamalı. İnsanın evlilik içinde ve o süreçte ev eşyası, takı tasarım, saz söz, davul zurna gibi şeylerle incitip gençleri evlendirmek yerine eşyaları evlendirmeyi tercih edilmesi ise bir faciadır.

Adeta bir saz söz, eşya, takı tasarım için nice aileler kurulmadan yıkılıyor. Hadisat-ı alem buna şahittir.

Erkek ve kadını birbirine zamklayan, tutkallayan ise arasında var olan ve olması gereken ahlaktır. Hassaten rezil ahlaktan uzak olmasıdır. Ve anlayışlı olmaktır. Unutulmamalıdır ki iki testi tokuşturulsa birisi muhakkak kırılır. Dik başlılık asla evlilikte tavsiye edilmemektedir. Aile hayatında ise bu felaket sinyalleridir.

Kadının ahlaklı olup saliha olması ise erkeği kendisine daha çok bağlayacaktır. Tesettürlü olan kimseye mesture, dindar olana mütedeyyin, iyi bir ahlaka sahip olup dikbaşlı olmayan kimseye saliha denir.

Sadece mesture ve mütedeyyin olan kimseler salih/saliha sayılmaz. Salih/salihlık ise karakterle mizaçla alakalı olan bir meseledir.

Aile içinde bir salih erkek veya saliha bir kız/kadın ise o aile içinde bir gül bahçesidir. Ama selahiyet söz konusu yoksa şatafatlarla evlenip kısa bir süre içerisinde iyi bir avukat yolu tutulur. Ve arşı titretecek bir şey olan boşanmak yolu açılır. Allah katında helal olan ama Allah’ımın sevmediği bir şeydir.

Bekarlara vesile olmak ve salih/saliha kimselerin evlilik hususunda ellerinden tutmak ise toplumsal bir vazifedir.

İnsanların önüne askerlik, iş, diploma gibi şeylerin çıkartılması ise toplumsal bir felakettir.

Herhangi bir vakfa derneğe cemiyete tarikata giden kimselere bu hususta vazife daha fazla düşmektedir. İffetli Müslümanların bir araya gelip aile kurmasına vesile olmalıdır. Vesile olmaktan kaçınmak ise ahlaki olarak çöküntü sebebidir. Sadece maneviyat verip ahlak verilmezse namaz kılıp ahlaksız kimseler türemesine sebeptir.

Namaz nasıl bir ibadetse o ibadet kadar ehemmiyetli olan bir şey hatta ibadet olan evliliktir. Bu sebeple dengini bulmuş iki kişinin evlenmesinden güzel bir şey yoktur.

Muhammed Numan özel


[1] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[3] Lem’alar ( 201 )

 

www.NurNet.Org

Evlilik Sadakası

İnsanı iyileştiren en temel şeyin başkasına iyilik etmek olduğunu düşünürüm ben. Birinin ihtiyacını gidermek, yaralarına merhem olmak, ağlayan bir kalbin gülebildiğini görmek muhatabımızla birlikte bize de huzur verir. Modern dünya bencilliğinin ve bireyselciliğinin bunu anlaması zordur elbette ama  umudu tükenen kalplerin ısıtıcısıdır iyilikte bulunmak.

Biz insana dair pek çok erdemi, dini yükümlülükleri  ötekiler üzerinden bir sorumluluk adderiz. Başkalarına yaptığımız şeylerin makbul olduğuna inanırız. O sebeple ev halkı için bir iyilikte bulunabilmemizin şartı genelde onların da bir iyilikte bulunmasını beklemek ile nihayet bulur. Sonrasında umutsuzluğa kapılmak kolay olduğu için, evliliklerin iyileşebileceğine dair çok da umudu olmuyor çiftlerin.

Ben anneliğin de evliliklerinde sadakası olduğunu düşünürüm. Tdk sadakayı; Yardım amacıyla karşılıksız verilen şey olarak tanımlıyor. Sadaka vermek bize neden iyi gelir? Birinin ihtiyacını gidereceğimizi bilmek, içimize huzur vereceği için bize de dönüşü bereketli olur. Üstelik verir ve unuturuz. Sadaka verdiğimizin yakasına yapışıp sen de bize iyilik yapacaksın demeyiz.

Karşılık beklemeden, sadece eşimizin ya da çocuğumuzun ihtiyacını gideriyor olmanın sadaka bilinciyle yapılırsa yüklerimizi hafifleteceğine inanıyorum. Ayrıca sadaka dediğimizde hemen maddi şeyleri algılıyor olmak da büyük bir yanılgı. Zira müminin tebessümünü bile sadaka sayan bir bakışın muhataplarıyız her birimiz.

Şimdi elinize bir kağıt kalem alsanız mesela, eşinizin sevdiği on şeyi yazsanız, “O da bana yapar mı?” , “ Ne anlar o iyilikten “ “ Şimdiye kadar neler yaptım” cümlelerini bir tarafa bırakıp , her gün yapabileceğinizen az bir maddeyi yapsanız neler olur dersiniz? Ben güçlü kalkanların kalktığı evliliklerde bile yavaş yavaş kalkanların ineceğini düşünüyorum.

Ama bunun için olumsuz cümlelerden uzaklaşıp, yaptığımızı unutarak yol almalıyız. Bir de “ Yapayım da kurtulayım” halinden çok, ona iyilik etmek bilinciyle yapmayı unutmamak gerek. Diğer türlü yaptığımız sadaka olmaz.

Ramazan boyunca sadakalarıma verilecek sevapların misliyle karşılığı olduğunu düşünürseniz evlilik sadakalarının çok kârlı bir yanı olacağı muhakkak.

Eşinin sevdiği on şeyi kendisi bulamayanlar, bizzat eşlerine sorarak maddeleri sıralayabilirler elbette.

Ya da çocuğuyla arası kötü olanlar ebeveynlik sadakasına saysınlar bu iyiliği…

“ İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlik bilir” demiş atalarımız.

Sadakanın belaları defedeceğini söyler Efendimiz (s.a.v)

Verebilmek de nasiptir… Nasipsizlerden olmamak için Ramazan’ı hayırla tamamlamak isteyenler bir denesinler derim. Belki de evliliğinizin evlilik sadakasına ihtiyacı vardır.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Sosyal Ağların Deve Kuşları

Sosyal medyada bazı kişiler, deve kuşu misali davranıyorlar. Birilerine gönderme yapıyorlar fakat bunu  başkalarının anlamadığını sadece gönderme yaptığı kişinin anladığını zannediyorlar.

Söz giydirmelerini  sayfalarından yaparak farklı bir rahatlama peşindeler.

Eş, arkadaş, kısacası  çevresinde rahatsızlık duyduğu bir çok kesim bu muameleye maruz kalabiliyor.

Resim, özlü sözler semboller  vs. ile kişilerin yüzüne ifade edemediği düşüncelerini farklı bir yolla, sosyal medya üzerinden gönderiyorlar:” ohh çok isabetli oldu, tam da söylemek istediğim sözler ne güzel denk geldi. ” diyerek paylaşım peşindeler.

Bu kitlenin kiminle problem yaşadığını anlamak için müneccim olmaya hiç gerek yok, şıp diye anlaşılıyor.

Özellikle  eşi ile sıkıntılı bir süreçte ise karşı tarafa olan iğneli sözcükleri sanki evliliğe bir daha devam etmeyecek türden.

Hoş devam etmese bile medeni ve saygı sınırı olmalı, gerçi bu durum çoktan geçmişin tozlu raflarına hapsoldu ne yazık ki.

Aile ve çevresine gönderdiği giydirmeli cümleleri başkalarının da paylaşmasını, beğenmesini beklemesi nasıl bir ruh halidir? Bu paylaşımlar tartışmalara sebebiyet verebiliyor, muhabbete ve sevgi bağına zarar gelmesine neden olabiliyor. Ya da kötü zanna sebep oluyor.

Neresinden bakılırsa bakılsın, haklılık payı bulamadığımız enteresan bir durum.

Nasıl bir psikoloji hali acaba?  Özel şeyler sosyal gün yüzüne böyle çıkıyor?

Sorunlar ve sıkıntılar yabancı  önüne böyle kolay sunulmazdı yıllar önce.

Büyüklerimiz bunları ayıp sayar ve öğütler peşi sıra gelirdi.

Kiminle sıkıntı yaşanırsa mertçe ve çözüm odaklı, yüz yüze, gözlerdeki olumlu ışığı yakalayarak halledilirdi.

Sorun taraflar arasında bilinirdi. Şimdilerde olduğu gibi cümle aleme, duyanlara duymayanlara servis edilmezdi.

Aile mahremiyeti gözümüzden sakındığımız çok özel değerlerimizdendi.

Sorunlar huzur sığınağında dört duvar arasında çözülmeye çalışılırdı.

“Ne kadar az insan şahit olursa yara o kadar çabuk iyileşir” düşüncesi hakimdi.

Sorunlara onca insanı şahit tutarak, iyi olma sürecini beklemek akıl tutulması olsa gerek.

Büyüklerimiz ne güzel ifade etmişler “Sırrını ele güne ifşa edip gülünç olmaktansa, dişlerin arasında hapsedip kulunç olmayı tercih et”

Sizlere sesleniyorum Sosyal Ağların Deve Kuşları!

“Başınızı kuma saklayarak tüm bedeninizin gizlendiğini zannetmek sizi gülünç duruma düşürüyor. “

Nagehan İPEK

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Erkek Merhametli Olmalı

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Hadîs-i Şerîf)

 MERHAMETLİ OLMALI  (“Huzur Bulalım Diye” kitabından)

Merhamet sevginin koruma kalkanıdır. Huzuru bulmanın, sükûna ermenin iki gereğinden biridir. Merhamet; hoşgörüye, affa, ikrama, iyiliğe sebeptir.

Erkek karısının her hatasını görmemelidir. Zira kusursuz insan da dört dörtlük bir eş de yoktur. Önemli olan, insanın iyi huylarının çok, kötü huylarının daha az olmasıdır. Erkeğin eşinin pek çok iyi huyunu görmeyip, birkaç kötü huyuna takılıp hepten kötüymüş gibi söylenmesi, şikâyet etmesi, ona ters davranması zulümdür. Erkek eşin iyi huylarını takdir ederse, eşini daha iyi olmaya teşvik etmiş olur.

Cezalandırıcı olmamalıdır: Eşinin küçük hatalarında onu cezalandırmaya çalışan bir erkek hem hanımını çok incitir, onun sevgisini kaybeder hem de hanımın yanında itibarı kalmaz. Erkek saygınlığını korumak istiyorsa çok konuşmamalı, evde her şeye karışmamalıdır.

“Otoriteyi sükût kadar arttıran bir şey yoktur.” derler. Küçük meseleleri büyütüp karısının başını şişiren mıymıntı bir adam büyük bir şey söylediğinde de bir kıymeti olmaz. Erkek evde büyük meselelere müdahale etmelidir.

Affedici olmalıdır: Hatasını anlayanın özrünü kabul etmemek de zulümdür. “Bu söz bana söylendi, daha ömür boyu unutmam, affetmem…” gibi bir katılığa sahip olmak da bir mümin vasfı değildir. İnsanlar üzgünken, kızgınken bazen karşısındakinin canını acıtmak için gerçekten öyle düşünmediği halde onu kıracak sözler söyler. Eğer eşi bunu daima yapmıyorsa affedici olmalı. Rabb’imiz affı tavsiye etmiş.

Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşmanlık etmiş olanlar da vardır. Onlardan sakının. Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Tegabun, 14)

İyi davranmalı: Rabb’imiz Nisâ suresinde erkeklere; kadınların ihtiyaç ve masraflarını karşılamalarını, onlara âdil olmalarını, güzel muamele etmelerini emrediyor.

Sadece birlikte yaşarken değil, karı-koca anlaşamadı ise ayrılırken de Allah iyilik etmeyi emretmiş: “Ya güzelce tutun yahut güzellikle (haklarını vererek)  ayrılın.” (Talak, 2)  buyuruyor. İslam nezaket dini.

İkram edici olmalı: Erkek karısının gönlünü alacak ikramlarda bulunmalı. Bu bir tatlı söz de olabilir bir hediye de. Allah Rasulü müminlere muhabbeti artırmak için güzel sözü ve hediyeleşmeyi tavsiye etmiş.

Sema MARAŞLI

KAYNAK: cocukaile.net

 

WWW.NurNet.Org

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz!

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz

“Vicdanın anasır-ı erbaası ve Ruhun dört havassı olanirade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var!

Ø  İradenin ibadetullahtır.

Ø  Zihnin marifetullahtır.

Ø  Hissin muhabbetullahtır.   

Ø  Latifenin müşahedetullahtır.

ve  TakvaDenilen ibadet-i Kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”[1]

Kat’iyyen bil ki:Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet,bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.” [2]

Malumdur ki her insanda nefs-i emmare bulunmaktadır ama maddi ama manevi nefs-i emmare.. Nefs-i Emmarenin isminden de belli olduğu gibi emreder, cebreder ve istediği şeyi cebren ve hile ile yaptırmak için havada taklalar atar yeter ki o istediği şey olsun. Baktı yaptıramıyor mu o zaman insana sıkıntı vermeye başlar. Mesela bir şeyi yemek istiyor, içmek istiyor onu elde edene dek her şeyi yapmaya gayret eder. Elde ettikten sonra gözünü başka şeye diker. Bu defa ona çalışır.

Nefs-i emmareyi aktif eden ve eline malzeme veren ise gene biziz. Çünkü alakadar olduğumuz her şey nefs-i emarenin rotasını belirliyor. Teşbihte hata olmasın “tavşan kaç, tazı tut!” bu işlemi yapan gene biziz. Mesela serendip adasında, Hz. Adem (a.s.)’ın dünya nüzulünde oturduğu iddia edilen kaya hakkında malumatımız olmazsa, o kayayı merak etmeyiz. Bu bilmeklerin ve malumatların hepsi nefs-i emareye malzeme oluyor. Adeta içtiğimiz bir çay vücudumuza girmesiyle, vücudda çay olarak kalmadığı gibi..

Nefs-i emarenin bazı tabirleri ise “Nefs-i emmare elbette hevesat-ı rezile ile ve nefsanî müştehiyat ile onu aldatamaz, çabuk o nefsin belasından kurtulur.” [3] “Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-inefsine adavet et, ıslahına çalış.” [4]Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir; fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir.” [5]Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”[6]

Bu mehazlerden tezahür eden mana ise;

a)      nefs-i emmare, hevesat-ı rezile ve nefsanî müştehiyat ile insanı aldatmak yolunu tutar.

b)      İnsana en fazla zarar veren şeylerden olan nefs-i emmarene ve heva-i nefsidir.

c)       Tahrip ve şer cihetinde nefs-i emmare istediğini elde edene dek durmadan önüne geleni grayder gibi toplar götürür.

Hal böyle olunca düşmanın en kuvvetlisi insanın nefsidir diye tezahür eden mana oluyor.

İnsan hayatında bazı haz ve lezzetleri ötelemeyi, tehir etmeyi, ertelemeyi bilmesi gerekmektedir. Aksitaktirde insan hem çok perişan olur hem de çok perişan eder. Mesela İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde en kuvvetli medar olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa “El-hükmü lil-galib” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayı Cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.”[7]  “Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder..”[8]

Gençleri elde eden kim olursa olsun emeline daha sühuletli muvaffak olur. Bu ister hayr ister şer manada olsun.“Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler… His ve heves ise kördür, akibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” [9] Bu sebeple insanlığın bel kemiği, damarındaki kan gibidir gençlik. Aklî değilde his, heves ve arzularına göre hareket ise delikanlı olan gençlerde en bariz görünen hatadır. İhtiyarlara sorduğumuzda “aman şunu yapın, bunu yapmayın, önünüze bakın..” gibisinden bir çok şey işitiyoruz. Neden diye düşünüp eşinip tahlil ettiğimizdeGençlik damarı onlardan geçmiş, akıldan ziyade hissiyatı dinleyecek zaman geçmiş… His ve hevesin körlüğü geçmiş ve artık akibeti net görür hale gelmiştir.

Evlilik ve bazı şeyleri yaşamak her insan fıtratında yani sisteminde var. Ama bunu öteleyenler daima kazançlı çıkacaktır. Ötelemeyip helal haram demeden rast gelenle şehvetini tatmin etmek yolunu tutanlar ise hem dünyada “evhamlı hastalıkla”[10] hem kabirde “tecrid-i münferidle” [11] “beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu haldeاَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُsırrıyla hiçacınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.[12]

Gençliği şehvetle vurmak isteyen islam düşmanlı yani zındıka cereyanı her bir yolu deneyerek ne kadar keklik avlarsak kardır düşüncesiyle hareket ediyorlar. “İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek bir takım maskeli ve sureta parlak kelâmlarla iğfalatta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu! İslâmiyet’in hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine; dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhâssa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu![13]  zahirde çeşitli gayr-i ahlaki dizi film klip şarkı namı verilen hakikatte vıcık vıcık müstehcenlik kokan hırıltılardan ibaret olan şeylerle gençlik başta olarak toplum şuursuzlaştırılarak embesil yapılı bir toplum tipi oluşturulmaya çalışıyor.

“Şuur ile okunduğunda” [14] insanın adeta kainatı ihata etmiş çepeçevre sarmış olan latife, his, istidat ve kabileiyetlerini söndürmek emelinde olan zındıka cereyanı ve bu cereyanın kuklası olan taşeron kurum ve kişiler insanın hayatını sadece “batın ve fercin hizmetine münhasır” [15] zannettirmek için var güçleriyle çabalıyorlar. Gayeye ulaşmak için her yolu mübah gören bu zındıka cereyanına karşı müminler olarak, hitabat-ı ahirzaman müezzini Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ikazına kulak verelim!

“Ey insan!Fâtır-ı Hakîm’in senin mahiyetine koyduğu en garib bir halet şudur ki: Bazan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor.

Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor.

Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a’malin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.” [16]

Bizlere elzem olan şey ise insanın hayatında bir hazırlık yeri olan “dünya, Ahirete vesiledir.” [17] ahirette kelek yok. Yani Cennet ektim Cehennem çıktı gibi bir şey yok. “eken, biçer”[18] ne ektiysek mahsulat da o cinsten olacağını her akıl sahibi bilir.

kalp   Bu sebeple şehevi duygularımızı helal yollarla tatmin etmek ve harama gitmemek ve dünyayı ihata eden latifelerimizi basit bir iki şeyde berbat etmemek için gayret edelim. eğer helal nasip olmamışsa bu arzuları öteleyip, erteleyelim ve mümkün olan en kısa zamanda helalin nasip olması için gayret edelim, vesile olalım. Evlilikte  Küfüv yani denklik cihetini göz ardı etmeyelim. Sadece surete, güzelliğe aldanan kimselerin bir süre sonra boşandıkları yadsınamaz. İslami aile yapısını ifsad edip bozmak isteyen sanat namı altındaki müstehcenlikten ibaret olan şeylere karşı ailemizden başlayıp çevremizi de tenvir edelim, ikaz edelim.

Eğer düşmüş çıkamıyorsak ne mi yapalım? düşmeyen kimselerle beraber Risale-i Nur dersleri ve ibadetlerimizi yapalım. Unutmayalım ki doğrularımızın %’lik oranını arttırdığımızda, yanlışlarımızın oranı azalacaktır.“boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’andan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade..”[19] ederek bu dünya hayatını ahirette meyve verecek bir surete çevirmeye gayret edelim.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[20]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 


[1]Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[2]Mektubat ( 222 – 223 )

[3]Lem’alar ( 219 )

[4]Mektubat ( 265 )

[5]Sözler ( 320 )

[6]Lem’alar ( 160 )

[7]Asa-yı Musa ( 216 )

[8]Asa-yı Musa ( 43 )

[9]Sözler ( 148 )

[10]Sözler ( 147 )/ Kastamonu L. ( 158 ) / Gençlik R. ( 33 )

[11]Sözler ( 142 )

[12]Sözler ( 147 )

[13]Tarihçe-i Hayat ( 154 )

[14]Sözler ( 322 )

[15]Sözler ( 126 )

[16]Lem’alar ( 136 )

[17]Mesnevi-i Nuriye ( 91 )

[18]Tarihçe-i Hayat ( 498 ) / Emirdağ L. ( 135 )

[19]Asa-yı Musa ( 19 )

[20]Sözler ( 147 )

www.NurNet.Org