Etiket arşivi: hayat

Hayatı neden acılaştırmak gerekir?

Gençlerle yaptığımız bir sohbette onlara dedim ki; Muhyiddin Şekûr’un, Su Üstüne Yazı Yazmak isimli kitabında şöyle bir hikâye bulunuyor:

“Çok zengin ve mağrur bir kral bir gün atının üzerinde hiç aldırışsız arşınlarken, kralın atının önüne başında kavuğu ile bir derviş çıkar. Kral hiddetle kılıcını çeker, yoluna çıkmaya kimin cesaret edebildiğine şaşırmıştır. “Sen kim oluyorsun da benim yolumu kesiyorsun!” diye bağırır. Derviş yavaşça başını kaldırır ve kral böylece, kılıcı hâlâ elinde, ölümün yüzünü görür. Aslında yolunu kesen kişi derviş değil, kralın ruhunu almaya gelen ölüm meleği Azrail (as) imiş.

Gelenin kim olduğunu anlayan kral, “Ne olur birkaç dakika olsun zaman ver de, bazı işlerimi tamamlayayım.” diye yalvarır. Melek, tek kelime konuşmadan kralın yüzüne bakar ve başını “hayır” manasında yavaşça kaldırır. Artık kral için vade dolmuştur. Krala yeryüzünde bir başka nefes daha verilmez…”

İnsanlar dünyaya neden gönderilmiş?

Bu sorunun doğru cevabını bulamayanlar ölüp de melekler ona, “Hayatını neyle tükettin?” diye sorunca, “Eyvah!” diyecekler; “Biz neye çalıştık, sorular nereden çıktı!?.

Bu sebepten Peygamberimiz buyurmuş ki; “Hayatı acılaştıran ölümü sık sık hatırlayınız.” Bunu söyleyince diyorlar ki; “Herkes hayattan keyif ve lezzet almanın peşinde. Hayatı neden acılaştırmak gerekir?

Hayatı acılaştırmayan insan, canının istediği gibi yaşar. Podyumdaki manken gibi giyinir, sahnede yürür gibi gezer tozar, kelebekler gibi dans eder. Bu insan ölümü hatırlayınca hayatı acılaşır, “Böyle gitmez!” der. Çünkü insan ne kadar zevke düşüp hevasına uyarsa uysun, iman bir nokta gibi onun kalbinde yaşar. Bu sebepten Üstad Bediüzzaman buyurmuş ki; “Ey zevk ve lezzete müptela insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynel yakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.

75 yaşına gelen bir insan belki pek çok eğlenceler görmüştür, ziyafetlere katılmıştır, pek çok lezzetler tatmıştır. Fakat Üstad, dönüp arkasına baktığında imandan aldığı lezzetin 75 senedir görüp tattığı her türlü zevkin fevkinde olduğunu itiraf ediyor.

Kendi hayatımdan örnek vereyim:

1953’te kendimi yetiştirmeye çalışıyordum. Bir arkadaşa rastladım. Bana, “İki kız var. Gelir misin, birlikte takılalım.” dedi. “Öğlen ezanı okunuyor, camiye gideceğim.” dedim. Yıllar sonra arkadaşım, hadiseyi bana anlatıyor; o zaman kızlarla gezmeye gitmiş ama benim cevabımdan da etkilenmiş. “Allah Allah, demek camiye gitmeyi gaye edinenler de var.” demiş. Sonra aklı başına gelmiş. Ona dedim ki, “İşlenmediği takdirde insanın insan olmasını engelleyen, gelişmesini, büyümesini, hürriyetini durduran, donduran tek bir günah var mıdır?

Arkadaş, başını önüne eğdi…

Hayatını meyhaneye adayan arkadaşlarım da oldu, zengin olup keyif, konfor, lüks içinde yaşayan arkadaşlarım da… Rahatı kaçmasın diye ölümü hatırlamak bile istemiyor. Bana da hiç uğramıyor. Herhalde ölümü hatırlatırım da, huzurunu kaçırırım diye korkuyor. Ölünce evi, barkı, arabası, serveti hepsi bitecek.

Kabir kapısı kapanmıyor ve kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal, her ferdin en mühim meselesidir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Ahirete Hazırlık (Şiir)

İnsan ömrü su gibi yürüyüp akmaktadır
Yavaş yavaş ölüme her an yaklaşmaktadır

Ecel bir gün bizim de kapımızı çalacak
Herkes mutlaka sonsuz yolculuğa çıkacak

Bu dünya canlıların yaşadığı bir handır
Salih amel işlemek için bir imtihandır

Madem her canlı gibi insan ömrü bitecek
Eceli geldiğinde sonsuz yola gidecek

Madem insanın ömrü geçip tükenmektedir
Zaman yıldırım gibi hızlıca gitmektedir

Madem ölüm yok olup bitip gitmek değildir
Mademki şu ölümden kaçmak mümkün değildir

Madem dünya hayatı bir imtihan yeridir
İmtihanı başarmak kulluğun gereğidir

Mademki şu dünyada imtihan oluyoruz
Bir gün biteceğini kesinkes biliyoruz

Madem dünya fanidir hem madem ömür kısa
Fani dünyanın ömrü son bulacak nasılsa

O halde şu ölümü iyi karşılamalı
Ölüm gelmeden önce hazırlıklı olmalı

Can bedenden çıkmadan fırsatı ganimet bil
Allah’ın huzurunda sonsuz hürmetle eğil

Dünya hayatı için ahireti unutma
Keyf-u sefaya dalıp ikisini bir tutma

Sakın ahiretini dünyaya feda etme
Malayani şeylerle ömrünü telef etme

Hayati ebediye burda kazanılacak
İyilik ve fenalık cezasız kalmayacak

Sen de ebedi hayat sermayesini kazan
Sonsuza kadar mutlu olacaksın o zaman

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Günün Dersi…

Sosyal ve Siyasi Hayatımız Terörden Nasıl Kurtulur?

Risâle-i Nur ve ondan tam ders alan biz şakirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risâle-i Nur’u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz.

Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.

Evvelâ: Kur’ân bizi siyasetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.

Saniyen: Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor. Çünkü tokata müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi sekiz masum biçare, çoluk çocuk, zayıf, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o sekiz masumlar o belâya düşecekler. Belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve âsâyişi ihlâl tarzında, neticenin husûlü de meşkûk olduğu halde girmek, Risâle-i Nur’un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şakirtlerini men etmiş.

Salisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risâle-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.

Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir.

Birincisi: Merhamet.
İkincisi: Hürmet.
Üçüncüsü: Emniyet.
Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.
Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmelidir.

İşte Risâle-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder.

Risâle-i Nur’a ilişenler kat’iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.
Kastamonu Lahikası

Pencereler

Neden mimarlar binalara, evlere pencereler yaparlar. İnsanlar günlük hayatlarında hayata açılan, hayatı bir sinema şeridi gibi seyreden gözleri ile rutin işlere boğulmuş ruhları bir derece nefes aldırsınlar diye.

Pencere bir psikolojik ihtiyaç, bir ruhun nefes alma yeri. Allah ruha gözleri pencere yapmış, gözlere de pencereleri pencere yapmış, pencere kenarından seyredilen hayat zaman zaman insanı boğulduğu garabet durumlardan az da olsa kurtarır.

Penceresiz bir evde yaşamak ile hayat ile ruhu arasında penceresi olmayan bir ruhun bunalımları birbirine benzer şeyler. Bir Avrupalı şair arkadaşına yazdığı mektupta ruhunun penceresiz bir ev gibi hayat içinde bunaldığından şikayet eder.

Ne kötüdür penceresiz evlerde yaşamak. Bazen mahbuslar getirilir cezaevi arabalarından hastaneye, arabanın demir parmaklıklı bir çok küçük penceresinden iradesinin gadrine uğramış insanlar bakarlar dışarıya, rahatlamak için.

Dünyanın en büyük pencere mimarları ilim adamları veliler, peygamberler ve büyük adamlardır. Onların işi herkesten daha zor. Daralmış bir kıtadaki insanlara yeni dünyalar açmak için Kolomb ömrünü vermiş ve Amerika penceresini açmış, insanlığa yeni iklimler bulmuş. Galileo ve Newton insana fizikten yeni pencereler açmışlar.

Hazreti Peygamber Efendimiz, daralmış bir dünyada Allah’a açılan pencereleri olmayan bir garip toplumda onlara Allah’a açılan pencereler açmak için bir dağa tırmanmış ve bir varlık mağarasında bunalmış insanlığa vahiysel pencereler açmak istemiş. Ve Allah ışığı ona Cebrail tarafından göstermiş, O da o ışığa doğru yeni pencereler açmış gelen her ayet bir pencere, tam 6666 pencere, ne çok bunalmış insanlar kainatın Rabbi bu kadar çok pencere açmış ve bize oku derken bu pencerelerden bak ve hayatına dinine, sanatına ne lazımsa oku demiş, ama ilahi bir tasarım ile bu kadar pencereyi bize gerekli bulmuş, 114 büyük pencere baktıkça genişleyen, asırlardır yüzlerce yorumcunun bakıp genişliğine yeni boyutlar getirdiği büyük pencereler.

Son asırda bir adam gelmiş, ete kemiğe bürünmüş Said diye görünmüş, fersude bedenli, o eski püskü elbiseler içinde o kadar çok pencere açmış ki insanlara. Öldükten sonra dirilme hakikatı kimsenin asırlarca yol bulamayıp, pencere açamadığı bir hakikat oradan insanların varlık ötesine açılan pencerelerini kalemi ile açmış, kim bilir ne kadar insan o pencerelerden ötelere açılan manaları yakalayarak bunalmış ruhunu rahatlatmış. On iki isimden kapı açmışken, bütün esmadan kapılar açılacağını söylemiş. Kalem ve okumak fiili onun en iyi anladığı bir nesne ve bir eylem.

Hasta bir asırda, dalalet asrında, insanların materyalizmin darlığında boğulduğu bir dönemde o da bu insanların pencerelere ihtiyacı olduğunu hissetmiş, az oldu görmüş, yazarken en çok kullandığı kelimelerden biri olmuş bu pencere kelimesi. Siyasetten pencereler açmış hayata, küçük yaşta çocuğu ölen bir anneye bir pencere açmış, ona en büyük acıya tahammül için bir pencere açmış, hastalara pencere açmış, yatak ve yorgana esir olmuş olan insanlara pencere açmış, okuyan “hasta olduğuna memnun olmuş”. Ayhan Songar büyük psikolog bu büyük psikologun eserini onun yanından ayırmamış.

Bu kadar dayanılmaz çilenin içinde derdini anlatarak teşeffi etmek isteyen bir insan değil, onun derdi pencereleri itikad pencereleri olmayan insanlara itikad pencereleri açmak olmuş. Pencereler diye otuz üç pencere açmış orada bu pencerelerin otuz üç ile sınırlandırılmayacağını anlatır. Hep aynı şeyleri üzerinde düşünülmeden anlatan bir ülfet içindeki dinin eksiğinin varlığa, kozmik dünyaya, nesnelere, itikadi esaslara pencerelerinin olmaması olduğunu görmüş. O pencere kelimesini kullanırken neler düşünürdü acaba, ‘Bu kadar pencere kelimesini kullanıyorsun Üstadım neden’ diyen biri olmamış ona, ben olsaydım sorardım, nedense ona böyle soran olmamış, yaşasaydım ona o kadar çok şey sorardım ki. Bu bana göre bin yılın en sanatlı gözü olan adama. Goethe ,” Shakespeare’nin asrında yaşasaydım onun yanından ayrılmazdım “ diyor. Ama Bediüzzaman’ın yanında durmak çok zor, herkese iltifat etmemiş, Bayram dediği talebesi için köyüne birkaç defa gitmiş, işe bak , onun için köyüne birkaç kere , demek onun ruhu ile istinas etmiş önceden, ona gitmiş, Zübeyr Abi “sizinle biraz eser mütalaa edelim demiş, Hocam, Üstadın hizmeti o kadar zor idi ki fazla okuyamadık” demiş. Büyük adamların, romancıların , şairlerin yanında olsam onlara çok şey sorardım. Hazreti Hatice peygamberimize , “Ya Muhammed bu mağaraya niye bu kadar gidiyorsun“ diye sordu mu bilmiyorum. Yavuz’a Mısır’a neden gidiyorsun diye sordu mu acaba zevcesi. Mısır fatihi karşılamayı akim bırakıp gece saraya girer, eşinin odasına girdiğinde bu büyük adama, eşi ne söyledi acaba. Ne ihtişamlı giriştir, bir hükümdar olarak gidip bir Allah’ın halifesi olarak dönmek. Bilmiyorum, o kadar soracak şey var kı, ahirette görürsem sorarım , eğer onların yanına gidebilirsem, sanmıyorum ama.

Ayet ül Kübra’da, Münacaat‘ta ne kadar yeni pencereler açmış insana. Bilimin Allah’a bakan pencereleri olmadığını görmüş, bilim tarihini okumuş, bütün ilimlerden Allah’a açılan pencereler açmış ve insanlar itikadsızlığın zifiri karanlığından onun açtığı pencereler ile kurtulmuşlar. Fatih Camii’nin önünde dua ederken büyük Fatih’e, manen insan şöyle duşünür oluyor,” Ben İstanbul’u fethettim, sen ise her insana yeni itikad pencereleri açıp onları semanın yüksek katlarına çıkardın’ derdi herhalde.”

Semavat, gökler, yıldızlar, güneşler, aylar, hava boşluğu, bulut, şimşek, gök gürültüsü, rüzgar, yağmur, katreler, şimsek, hava, arz, ağaç , hayvanat, nebatat, yumurta, yumurtacık, hava, su , nur , ateş , toprak, mahlukat kafileleri, insan , bahirler, nehirler, çeşmeler, ırmaklar, dağlar, taşlar, madenler, sular, tuz, limon tuzu, sulfato, şap, yapraklar, çiçekler, meyveler, kök, dal, budak, çekirdekler, zerreler, zihayatlar, insan. Enbiya, evliya asfiya, kalpler ve akıllar,kalpler, ve Resul-i Ekrem. işte Münacaat’da insanın itikad dünyasına açılan pencereler. Cansız, şuursuz nesnelerden olaylardan, varlıklardan insanın yüzyılın mantığı ile hasta edilmiş dar itikadi dünyasında pencereler açan adam. Onun itikad dünyamıza açtığı pencereler ile ahiretteki insanların sarayları şenleniyor, o pencere açıyor ahirette de kasırlar genişliyor. Ne mutlu bu pencerelerin farkında olan ve ona göre hayata bakan, seyredenlere.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.org

Üstad’ın Dilinden Kur’an Dinleyişi (Şiir)

İstanbul’daki Bayezid Camisine gitmiştim
Oradaki hafızlardan Kur’anı dinlemiştim

Camide bulunan hafız ayetler okuyordu
Okuduğu bir ayette Kur’an şöyle diyordu:

“Muhakkak ki her bir nefis ölümü tadıcıdır”
Bu ayet çok doğru amma insana çok acıdır

Çünkü burda belirtiyor beşerin fenasını
Ve yaşayan zihayatın hepsinin vefatını

Bu söz kulağıma girip ta kalbime yerleşti
Gaflet uykusunu deldi ve paramparça etti

Camiden dışarı çıkıp birkaç gün öyle gezdim
Başımda duman var gibi kendimde öyle sezdim

Aynada saçıma baktım gördüm beyaz kılları
Sanki “Dikkat et” diyorlar uyarıyor kulları

İşte o beyaz kılların bariz ihtarlarıyla
Gençliğim elden gidiyor bütün yoğu varıyla

Âşık olduğum bu dünya sönmeye yüz tutuyor
Onu çok sevdiğim halde “Uğurlar olsun” diyor

Demek ki bütün zihayat ilk evvela ölecek
Ve sonra dar-i bekada cümlesi dirilecek

Bu halet-i ruhiyeyle baktım vaziyetime
Medar-i ezvakım olan sevdiğim gençliğime

Zevklerin kaynağı olan parlak hayat gidiyor
Zahiri dehşetli ölüm gelmek için bekliyor

Kendimi avutmak için sosyal hayata baktım
Güya nefsime teselli arayıp bulacaktım

Gördüğüm iltifatların hiç olmadı faydası
Gelebilecekleri yer en son kabir kapısı

Anladım ki bütün bunlar geçici sersemliktir
Hiç biri teselli vermez tamamı o anlıktır

Yine tam uyanmak için gittim ayni camiye
O hafızların ağzından Kur’anı dinlemeye

Şimdi o semavi dersten aldım Kur’an müjdesi
Bu “Mü’minleri müjdele” Ayet-i Kerimesi

Kur’andan aldığım feyzle teselli bulmuş oldum
Hakka yüz bin şükür olsun dermanımı da buldum

Hakiki zulmet içinde sönmeyen nuru buldum
Hakiki dehşet içinde bitmez teselli buldum

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org